Enerji kaçaklarını ve zaaflarımızı nasıl engelleriz?
Kaçak konusu için şu kavramsal kargaşayı hemen çözümlemek gerekir. Şu evin içindeki elektrik kaçağı nereden geliyor acaba gibi konuyu bir evin salonundaki elektrik kaçağının olması gibi değerlendirip, elektrikçiyi çağırıp, kabloları kontrol ettirip, acaba nerede kaçak var bulunsa da düzeltilse gibi bir anlayış basit bir anlayıştır, yanlış bir anlayıştır çünkü sanki bir grubun veya bir ailenin ortasına, bir yerlerden bir kişiden bir kaçak enerji sızıyormuş da diğerlerinin bununla alakası yokmuş gibi bir açılıma neden olur. Burada bahsedilen enerji kaçağı, her bir bireyin kendi içindeki enerji kaçağıdır. Dolayısıyla evin içindeki bir noktadaki elektrik kaçağı gibi değil, grubun içindeki x kişisinden, tek bir kişiden oluşan enerji kaçağı gibi değil, grubun içine y noktasından gönderilen bir enerji üzerine oluşan bir gedik ve onun üzerine kaçan bir enerji gibi değil; bireylerin her birinin kendi kaçakları ifade edilmek istenmiştir. Dolayısıyla burada bir suçlu, bir sorumlu, bir enerji kaçağının kaynağı gibi bir şey aramak, bu nereden geliyor, nasıl kaynaklanıyor gibi bir düşünceye savrulmak yerine, bireyin kendisine dönüp, bendeki kaçaklar neler olabilir diye olayları gözlemesi, izlemesi gerekir.
Negatif sızıntı veya enerji kaçağı konusunda bir sorumluluk var ise, grubun veya ailenin içindeki herkese eşit miktarda bu sorumluluk rahatlıkla bölüştürülebilir, çünkü burada tek bir kişinin gerçekleştirdiği bir şey mevut değildir. Şimdi, bir grubun/ailenin/işyerinin içinde 10 kişi varsa, yüz üzerinden bunu on eşit parçaya bölmeliyiz. Her birine bir onluk birim verirsek, her birinin bu onluk benim diye, kendi onluğuna sahip çıkması lazım, tıpkı diğer arkadaşının da kendi onluğuna sahip çıktığı gibi… Hiç kimse şunu söylememelidir, onunki 12 olabilir de benimki 8 lik olabilir. Ya canım bende bu kadar böyle birisi değilim, 5 liktir benimki, 15tir onunki gibi iki kişi arasında bölüşme yapmak doğru değildir. Çünkü genelde hep yaklaşım, kendimizin iyi olduğu, dışarıdakilerin kötü olduğu, bizim bir takım şeyleri daha iyi yaptığımız, daha hoşgörülü olduğumuz, daha alttan alan kişinin biz olduğumuz, karşımızdakinin daha kinci, öfkeli gibi bir takım olumsuz özelliklere sahip olduğu düşünülür. Olumsuz nitelikler genelde dışa atfedilir. Olumlu özellikler de içe atfedilir. Bu bilinçtaltının savunma mekanizmasıdır aslında.. Bu yüzden kimse suçlu ve sorumlu değildir. Bu bir suçlama, yargılama konusu değildir. Sadece bilgi için söylenmektedir.
Dolayısıyla herkesin kendi onluk birimine sahip çıkması lazım. Bu onluk benim, ne dokuz ne onbir, tam tamamına on. Bunun arkasından görmeniz gereken şey şu; o bize ait olan onluk parçanın içinde neler oluyor? Nereden kaçaklar oluşuyor diye sormak lazım. Her birimizin buna vereceği cevap diğerinden farklı olacak, her birimizin zaafları diğerinden farklı. Kiminin çocuklarına karşı zaafı vardır, kiminin paraya karşı zaafı vardır, kiminin dünyevi zevklere zaafı vardır, kiminin yemek yemeye zaafı vardır. Kiminin gezmelere, tozmalara zaafı vardır. Zaaf mı yok, zaaf üstüne zaaf dolu bir dünya burası.
Her birinizin zaafları ayrı olduğuna göre, her birinizin kaçakları da buradan olacaktır. Demek ki, kendi onluğumuza konsantre olarak, kendi kaçaklarımızı ararken ilk bakmamız gereken yer, zaaflarımızdır, zaaflarımızla yüzleşmektir. Öncelikli olarak bu kaçak meselesini şundan, bundan, ondan gerçekleşti diye değil, her birimizin kendi kaçakları nereden oluyor diye işe başlamak, sonra kendi payımıza gelen sahiplenmektir aslı olan. Ama bakın burada kelimeleri, tastamam anlayın, kelimeleri sahiplenin, bu kelimeleri gerçek manaları ile sahiplenin. Çocuğunuzu sahiplendiğiniz gibi, bir eşyanızı sahiplendiğiniz gibi lütfen kendinizdeki yüzde on kaçağa neden olan bu yüzde ona da aynı şekilde sahip çıkın. Tıpkı kazağınıza sahip çıktığınız gibi, malınıza, mülkünüze, ellerinizdeki telefonlarınıza sahip çıktığınız gibi bir zahmet, lütfen kendi yüzde onlarınıza da sahip çıkınız ve dönüp de kendinize sorunuz ve deyiniz ki: “Benim hangi zaaflarımdan ötürü acaba ben bu kaçaklara neden olmakta ve bu grubun/ailenin içindeki yüzde on olmaktayım?” Diğer arkadaşınızı veya aile ferdinizi peşinen suçlamayı düşünmeyiniz. “Hıı onunki de şundandır, şöyle şöyle zaafları varda efendim işte bu yüzde onda o zaaflardan kaynaklanıyor” diyerek zihninizi meşgul etmek beyhude bir uğraş olacaktır. Kimsenin zaaflarını bilemezsiniz. Kendisi bile bilemezken, siz hiç bilemezsiniz. Sizin zaaflarınız diye kabullendiğiniz şeyler bile gerçek zaaflarınız olmayabilir. Gerçek zaaflar için daha derinlere bakmak gerekebilir, bazen çok derin zaaflarımızı, kabullenmekte zorluk yaşarız, bazen bunları birtakım ahlaki kurallara, etik kurallara bilinçaltı savunma mekanizmalarımız aykırı kabul eder ve dolayısıyla onları reddetme, üstünü kapatma eylemine gider ve bizim böyle bir zaafımız olduğundan haberimiz bile olmaz. Size rehberiniz dahi gelip, “kardeşim senin haberin var mı? Senin mavi ayakkabılara zaafın var” dese, siz onu toplumsal inançlar, toplumsal örf ve adetler, ön kabuller nedeniyle öyle derinlere gömmüş olabilirsiniz ki, siz bile farketmeyebilirsiniz. Örneğin A toplumunda, mavi ayakkabı giymek çok ayıptır diye bir norm vardır, buna bağlı olarak da kişi bu zaafı öyle derinlere iter ki, kendinin bile haberi olmaz, yüzüne söyleseniz aval aval size bakacaktır, haberi yoktur. O yüzden zannetmeyiniz ki, her zaafınızdan haberiniz var ve zannetmeyiniz ki, karşınızdakinin de her zaafını görebilirsiniz. Bu kadar yetkin, bu kadar gelişmiş ve bu kadar öngörü sahibi varlıklar değilsiniz.
Kendimize Dönelim
Bunu bir bilgilendirme cümlesi olarak alınız çünkü aktarımın hiçbir yerinde sizi sorgulamak,yargılamak, kınamak mevcut değildir ama ancak olmayan şeyleri siz de takdir edersiniz ki, konuşamayız. Belli yetkinlikleriniz var, belli kapasiteleriniz var, sizler henüz kendi kendinizi tastamam tanımazken nasıl bir başkasını tanıyabilir ve onun eksiklerini görebilirsiniz. O yüzden bakışlarımızı dışarıdan, içeriye çekelim, birbirimizi gözlemekten vazgeçelim, birbirimizin eksiklerini kusurlarını aramaktan, küçücük küçücük şeyleri kocaman kocaman yapmaktan vazgeçelim. Kendimizle başbaşa kalalım, kendimize dönelim kendimizle bakalım..
Birgün bu dünyadan ayrıldığınızda yanınızda bu odada bulunan ya da hayatınızda olan kişilerden hiçbirini götüremeyeceksiniz. Siz kendi başınıza geldiğiniz gibi kendi başınıza buradan ayrılıp, birtakım rehberler tarafından karşılanıp, bu hayatınızı gözden geçirmek üzere bir tahlil yapacaksınız. Neler alıp neleri almadığınızı anlayacağınız şekildeki bir sürece doğru ilerlersiniz ve bu süreçte sadece kendinizi değerlendireceksiniz. Ben neleri aldım, neleri alamadım bunlara bakacaksınız. Bu yüzden kendini tanıma çalışmalarının en önemli başlangıç noktası adeta “Ölmeden önce Ölmek “ gibidir. Burada bir nevi, içinize dönmek gibi ölmek şeklinde yani dışarı ile bağınızı bu çalışmalar esnasında öylesine kuvvetli kesmeli ve öylesine içinize dönmelisiniz ki, sadece kendinizle başbaşa kalmalısınız artık işte leyla hanımlar ne dediler? Mehmet beyler ne yaptılar şeklinde dış odaklanmalardan ve toplumsal kabullerden, toplumsal normlardan, sıyrılabilmelisiniz. Hepsi dışarıda kalmalı, çünkü neyin doğru, neyin yanlış olduğunu gerçekten bildiğinize inanıyor musunuz? Sizler neye göre doğruları neye göre yanlışları belirliyorsunuz, geçmişinize, insanlığın mazisine göre belirliyorsunuz yani sizlerden binlerce yıl önce yaşamış ve o günün koşullarına uygun şekilde toplumun devamlılığını sürdürebilmek için, topluluğun sürekliliğini sağlayabilmek için birtakım normlar geliştirmiş toplumların, birbirlerine bu bilgileri aktararak, teknolojiyle birlikte harmanlanmasından etkileniyorsunuz. Normlarda değişimler olmuştur elbette ama pekçok norm geçmişten bakidir. O önkabullerin neredeyse tamamı aslında gerçekleş uyuşmaz.
Bakınız gerçek denen şey bambaşka birşeydir ve gerçek Evrensel İlkeler, Evrensel bir ahlak bambaşka bir şeydir ve bugün gezegeninizin hiçbir yerinde yaşanmayan birşeydir. Toplum kendi içinde eziliyor, insan hakları artıyor, işte efendim etik değerler daha fazla düşünülen şeyler oluyor, doğayı daha fazla düşünüyoruz gibi düşünceler de büyük bir yanılgıdır çünkü toplumlarda şu anda belki de hiç olmadığı kadar büyük bir ego, büyük bir ben merkezcilik, aşırı derecede bireycilik, bana dokunmayan yılan bin yaşasıncılık mevcuttur dolayısıyla bugün insanlık artık, asla birbirine yardım etmeyen, yanında biri dayak yese bile geçip giden, hunharca,bir takım eylemlerin içine girilen noktalara gelmiştir.Neyin doğru neyin yanlış olduğunu bimemiz pek mümkün değil, elbette ki, vicdanımız bizim yol göstericimizdir.
Vicdanımız Bizim Yol Göstericimizdir
En büyük rehberimiz vicdanımızın sesidir. İnanın o her zaman konuşur, bir şey yaptığınızda veya daha da gelişkin bir varlıksanız eğer, bazen o şeyi daha yapmadan önce henüz düşünme aşamasındayken içinize bir sıkıntı girer ya, hani şunu şunu yapalım mı dediğinizde daha düşünürken bile, ya bu doğru değil mi acaba dediğiniz an vardır ya, işte o doğrudur. O ses biliniz ki, doğruyu söylemektedir. Yoksa vicdanınızı duymaz, son derece rahat bir şekilde o eylemi gerçekleştiriyor olursunuz. Sizin en büyük rehberiniz vicdanınızın sesidir. Neyin doğru neyin yanlış olduğunu tespit edebilmeniz için vicdanınızın sesine ihtiyacınız var ama siz, çevrenizdeki sesleri bu kadar çok duyarsanız, vicdanınızın sesini nasıl duyacaksınız? Çevredeki her türlü gürültüye her türlü görüntüye duyularınız bu kadar açıkken, vicdanınızdan gelen o sesi duymayı nasıl bekliyorsunuz? Peki! Vicdanınızın sesini duymazsanız, doğruyu yanlışı nasıl ayırt edersiniz? Doğruyu yanlışı bilmez iseniz, kaçaklarınızı nasıl tespit eder, zaaflarınızı nasıl görürsünüz? Zaafları görebilmek için öncelikli olarak vicdanınızın sesini duyuyor olmanız gerekir.
Zaafın ne olduğunu tanımlamak
Zaafın ne olduğunu tanımlamak gerek fakat biz gidip bir milyon kişi ile konuşsak, bir milyon tane anket yapsak, bir milyon farklı cevap vardır, sevgi nedir, mutluluk nedir dediğimizde yine milyon farklı zaaf tarzı vardır.Zaafın ne olduğunu biraz daha spiritüel anlamda değerlendirmek gerek, sizin de anladığınız gibi pek de olumlu manada kullandığımız bir kelime değil elbette.
Zaaf bir manada, aslında evrensel değerlere, evrensel etiklere, evrensel kurallara, evrensel ahlaka uymayan şeylere bir eğilim göstermemiz, kendimizi durduramama halimizin olmasıdır.
Yalan söylememek gerek, dedikodu yapmamak gerek, oburluk yapmamak gerek, egoya çok yönelmemek gerek, nefsaniyeti törpülemek gerek gibi hepinizin bir çırpıda sayacağı şeyler var ama bunları bir çırpıda saymak mümkün olsaydı bugünkü yüzde onluk paya sahip olmazdınız. Demek ki bizim daha ince nüanslara daha ince yerlere bakmamız gerekiyor. Gerçekten evrensel etik ve değerlere, evrensel ilkelere uygun yaşamak için bu kadar kaba realitenin sahip olduğu kuralları uyguluyor olmak yeterli değil.
Biz burada derin spiritüel çalışmalar yapan, kendini tanıma yoluna giren, kendini tanıma çalışması yapan kişiler isek ve bu yolda bir beyanat vermişsek, ben bu yolda yürümek istiyorum, kendimi tanımak istiyorum, kendimi yetiştirmek istiyorum, kendime faydalı olmak istiyorum, sonra çevreme sonra gezegenime faydalı olmak istiyorum gibi beyanatlar vermiş isek, o zaman çok daha derinlerdeki zaafları keşfetme yoluna girmemiz gerekmektedir. Bunun en büyük yardımcısı vicdan sesimizdir, vicdanın sesini ne kadar köreltirsek ve ne kadar bastırırsak, kendini tanıma çalışmasında o kadar başarısız oluruz çünkü vicdandan başka sizi yönlendirebilecek, bu çalışmalarda sizi ayakta tutabilecek hiçbir şey yoktur. Sadece sizin vicdanınız sizi ayakta tutar…
Başkasının vicdanı değil, rehberlerinizin size söyledikleri değil veya bir arkadaşınızın vicdanı değil, sadece sizin vicdanınız. Eşinizin, dostunuzun vicdanı da yanılıyor olabilir. Kendisi için doğrudur ama sizin için yanıltıcı olabilir. İkinizin de vicdanı başka noktalardadır. Ya sizin vicdanınız onunkinden incelmiş, daha gelişmiş bir vicdansa o zaman onun verdiği telkin, onun verdiği nasihat size nasıl iyi gelebilir ki? Size de yanlış işler yaptıracaktır. Sadece kendi vicdanınızın sesini duymanız gerekmektedir ve kendi vicdanınızın sesini duymadığınız sürece, zaaflarınızı gerçek anlamda tespit etmeniz mümkün olmadığından, negatif plan dediğiniz şeytani oyunların, küçük küçük hayatınızın her yerinden sizi nasıl minik minik çeldiğini bulmanız mümkün değil.
Gün İçinde Neler Düşünüyorsunuz?
Burada artık öyle bir noktadan söz ediyoruz ki, düşüncelerinizden dahi sorumlu olduğunuz, eylem değil değil düşüncelerinizden sorumlu olduğunuz bir aşama söz konusu, bazen düşünmekte onu gerçekleştirmek gibidir benzer bir enerji üretir. Düşünerekte o tip bir enerjiyi kendinize çekmiş olursunuz. Bu nedenle eylemlerinizden ziyade artık düşüncelerinizden sorumlusunuz. Eylemleriniz daha kaba, dışa çıkmış dışsallaşmış enerjilerdir. Gün içinde neler düşünüyorsunuz, zihninizden neler gelip geçiyor?
Gerçekten yeterince olumlu yapıcı, pozitif tarafta kalan düşüncelere tutunabiliyor musunuz? Yoksa dünyanın şu anda dönmekte olan çarklarının içine kapıldığınız zamanlar mı oluyor? Bunu farketmeniz lazım, bakın şu anda gezegeniniz enerji bağlamında büyük bir karmaşa içinde adeta zihninizde bir kasırga düşünün. Gökyüzünden çekilmiş dünyanın üzerindeki kasırgayı gösteren fotoğraflar vardır, bulutlar beyaz beyaz döner de o bölgede bir kasırga olduğunu anlatır, onun gibi gezegen üzerinde bir sürü kasırga canlandırın, üzerinde bulutları olan ama bu bulutlar beyaz değil siyah. Gezegeniniz şu anda adeta bulut gibi gezegenin pekçok noktasında gezinen simsiyah bulut gibi enerjilerle sürekli çalkalanmakta. Diyelim ki, bunlar sizden 20 km ötede çalkalanıyor, 150 kım ya da 500 km olsun,isterse biraz daha uzak olsun, daha uzakta olduğu için şunu diyemeyiz, “o zaman dünyanın öteki tarafında çalkalanan bu siyah bulutlar yani enerjiler, biz şu anda aynı yerde bulunmadığımız için bizi etkilemez.” Bunu söylemek mümkün değil. Nasıl cep telefonunuz veya internet ağlarınız varsa ve bugün artık bir dağın tepesine bile çıksanız telefonunuz çekiyorsa, görünmeyen enerji alanları ile siz bile bunu tesis edebiliyorsunuz değil mi? Gözle görmediğiniz görünmeyen enerji ağlarıyla internet ve telefon görüşmelerini yapabilmektesiniz. Aynı şekilde bu siyah enerjiler de şu an sizin gözlerinizle göremediğiniz boyutlarda ve düzlemde, gezegeninizin her yerinde ince kalın kopuk, birbirine dolanık, yerine göre daha fazla yerine göre daha az değişkenler şeklinde dolanıp dolaşmakta.
Sizin uyuduğunuz yerde de, dolaştığınız evinizde de, çıktığınız sokakta da, şu an oturduğunuz yerde de, bindiğiniz minibüste de, vapurda da, çıktığınız dağın tepesinde de, nereye giderseniz gidin, bu siyah enerjiden adeta telefonunuzun manyetik alanı gibi kurtulamazsınız. Gezegeniniz şu anda bu siyah enerjilerle çalkalanmak zorunda olduğu için o enerji her yerdedir. Siz ona bulaştığınız için değil o her an her yerde olduğu için, gezegeniniz bu siyah enerjilerle çalkalanmak zorunda şu anda, alt-üst olmak zorunda. Bu nedenle gezegende yaşayan hizmete, vazifeye gönül veren ışık işçileri de bu enerjinin içinde yaşıyorlar, iki kere iki dört. Siz nasıl bu enerjiden çıkıp kurtulabilirsiniz ki?
Şimdi biz bu küçük düşüşler veya bu küçük bulaşmalarla ilgilenmiyoruz, bunun bir oranı var. Zaten böyle bir alanda yaşadığınız için zihninize tuhaf tuhaf imajlar, tuhaf görüntüler, tuhaf enerjiler akacaktır. Zihinlerinize bunlar dolacaktır. Şu an sizden bağımsız kısmından söz ediyoruz çünkü mevcutta var bunlar, sizin görmediğiniz bir boyut var ve şu an her yerde, birtakım siyah fikirler, imajlar, oluşumlar, figürler, enerjiler, bir sürü şey dolanıyor. Bunların sizde sürekli içinden geçtiğinizi düşünün, tıpkı bir sis gibi. Tabii ki bir yerlerinize değiyor, bir yerleriniz bundan etkileniyor, o an zihninize kayan bir görüntü, siyah bir imaj, bir düşünce, bir olumsuz mutlaka oluyor.Ama bunun bir oranı var, siyahtan etkilenme anlamında, bu oranın üzerinde olursanız; otomatikman kaçak yapan bir organizma olursunuz. Örneğin, sizin enerji bedeninizde % 20 ye kadar olan kaçakları tolere edebiliriz, orada bir sıkıntı yok % 20’ye kadar olan kaçaklar, ne size, ne çevrenize, ne yaptığınız çalışmalara zarar vermez. İçinde bulunduğunuz alan sizi boş yakaladığı bir anda bir saniye içinde şöyle bir titretebilir. Ama bu oran % 20 nin üzerine çıkar ise, siz artık kaçak yapan bir organizma olursunuz. Demek ki, hala tekamüle ihtiyacınız var ki, o gezegendesiniz, demek ki hala bir takım zaaflarınızın olması doğaldır. O zaafların da sizi % 20 lik bir alana kaydırması doğaldır. Desteklerle, yardımlarla toparlanacak seviyelerdir .
Şimdi bu noktada genel olarak bir toparlarsak, ilk sorulan sorudan başlayarak, kısa bir özet yapalım; kaçaklar her bireyde mevcuttur, her bireyin kendi % 10 una sahip çıkması gerekmektedir. Kendine dönüp bakması gerekmektedir, kaçakların tek sebebi zaaflardır. Zaafları tespit edebilmenin tek yolu vicdan sesini duymaktır. Vicdan sesini duyabilmenin yolu, içe dönmekten, gezegenin negatif enerjilerine ki ( gezegenin negatif enerjileri içe dönmeyi engeller) kapılmamak için içe dönmekten geçer. Adım adım geri gidiyoruz bunların hepsi bir etaptır.
1-Kaçak her bireydedir.
2-Her bireyin kendine bakması, önce kendi kaçağına sahip çıkması gerekmektedir.
3-Kaçakların sebebi zaaflardır.
4-Zaaflarla yüzleşilmesi gerekir.
5-Zaaflarla yüzleşebilmek için vicdan sesini duymak gerekir.
6-Vicdan sesini duyabilmek için dış sesleri kesmek ve sadece iç sese yönelmek ve iç sesimizi duyabilmek gerekir.
Kendini Tanıma, Pozitif Yaşam, Tekamül
|