Bugünkü yazımda bir Anadolu erenini anlatacağım sizlere..
Bir Allah dostunun hikayesini aktaracağım..
Ettiği dua, anında kabul olan bir zat-ı muhteremden bahsedeceğim..
Ama önce bir bilgilendirme..
Erzurum’dan çıkıp 10-12 km kuzey-batıya doğru ilerlediğinizde, “Köse Mehmet” geçidiyle karşılaşırsınız..
Çok keskin ve oldukça sert iki yamacın meydana getirdiği bu geçit, yaz ve bahar aylarında burcu burcu kekik kokar..
Kışın ise bembeyazdır ve adeta ak kürklere bürünür..
Köse Mehmet geçidinin tatlı rüyaları da vardır, karanlık kabusları da..
Sevdalılar bu zorlu geçidi güle oynaya geçmişler, kervanlar bu geçitte ateş yakıp mola vermişler, yanık yanık okunan uzun havalar, hançerelerden çıkan duygu yüklü sıla ve sevda türküleri, dağdan dağa ulaşmıştır..
Erzurum'un Ruslar tarafından kuşatıldığı yıllarda, gönlü kara, kalbi katı, hainin biri, Rus ordularına Köse Mehmet geçidini haber vermiş..
Orayı öğrenen düşman da, yılan gibi süzülerek Erzurum'a akmıştı..
Allah bir daha göstermesin, çok kara günlerden geçmişti şanlı Erzurum!..
Gelelim esas anlatacaklarımıza..
Köse Mehmet geçidinin bir yüzü “Çoban Dede” dağıdır..
Çoban Dede dağında, çiğdemler, ıtırlar, çabuk açar, kekikler mis gibi kokar, rüzgârlar ılgıt ılgıt eser..
Bu dağda küçük bir de mezar vardır..
Başucunda birkaç çam ağacının nöbet tuttuğu bu mezarda, dağa adını vermiş olan “Çoban Dede” yatar..
Peki kimdi bu Çoban Dede isimli Allah dostu?.
Sıradan bir çoban mıydı?..
Yoksa, Allah’ın (cc) her zaman diliminde bulundurduğu Ehlullah’tan bir zat mıydı?.
Rivayete göre çoban, bir gün sürüsünü almış, otlata otlata dağa çıkıyordu.. Bazen bir çam altında oturup yanık yanık kaval çalıyordu..
Derin adamdı, aşık insandı..
Kısacası düşünen bir beyindi..
İnsanoğlunun nereden gelip nereye gittiğini pek merak ederdi..
O, böyle düşüne düşüne, kendi kendisiyle söyleşe halleşe, hayli yol almış, hayli de yorulmuştu..
Susuzluğu ise had safhaya ulaşmıştı..
Gözünün önüne serap misali topraktan fışkırmış billur görüntülü sular geldi.. Heyhat!..
O yana baktı, bu yana baktı su filan yoktu..
Etrafta ne bir pınar, ne bir patlak vardı.. O yürüyor, koyunları da kendisiyle birlikte gelmeye devam ediyordu..
Fakat çoban, aradığı suyu bir türlü bulamıyordu..
Sanki dağlar, âşık Kerem'in, “susuz kalasın, kararıp gidesin” diye beddua ettiği Karadağ'a dönmüştü..
Çoban'ın susuzluğu gittikçe arttı..
Dudakları yarıldı..
Ciğeri dağlandı..
Çoban, baktı ki susuz olan yalnız kendi değil..
Oğlaklar, kuzular dilleri dışarıda meleşiyor..
Koyunların başları önlerine düşmüş..
Koçlar ise huysuz ve öfkeli..
Gün akşama dönünceye kadar, bütün sürü su arıyor, köpekler ayaklarıyla yeri deşiyor, çoban o çalının dibinden ötekine koşuyor, ama nafile!. Sonunda yorgun ve takatsız, bir ağacın dibinde toprağa çöktü..
Başını niyaz secdesine eğdi ve “Ey Rabbim” dedi..
Ardından devam etti;
“Güzel Mevlâm!.. Sürüm de ben de susuzluktan perişan olduk!.. Rahmet deryaların mı tükendi?. Sesim sana yabancı mı geliyor?.. Bu güne kadar bir dediğimi iki etmedin Allahım!.. Benden bir damlacık suyunu mu esirgeyeceksin!.. Ben susuzluktan ölsem bir şey lazım gelmez, ama bu hayvancıkların meleşmeleri sana acı gelmiyor mu, ey Halik-i Zülcelal, ey alemlerin Rabbi”..
Çoban hem söylüyor, hem ağlıyordu..
O kadar çok ağlıyordu ki, gözünün yaşı sanki toprağı yıkıyordu..
Başı hâlâ toprakta secdedeydi..
Birden dudaklarına bir serinlik temas etti... Önce ne olduğunu anlayamadı.. Serinlik bütün yüzünü kaplayınca başını kaldırdı ve hayretle gördü ki, yerden bir pınar patlamış, gürül gürül kaynıyor!.. Serin, tatlı ve pırıl pırıl..
Şimdi Çoban daha çok ağlıyordu..
Niyazı kabul olmuş, Rabbi onun sesini duymuştu..
Hemen aklına vaadi geldi.. Çoban vaadini unutacak değildi elbette..
Ve tekrar konuşarak; “artık ölebilirim Ey Ulu Allah'ım” dedi!..
Evet, ölebilirim artık!.. Bu su beni ihya etti.. Değil mi ki sürüm susuzluktan kurtuldu, değil mi ki sen beni duydun, rahmet hazineni benden esirgemedin, artık bu can bana lâzım değil!..
Neticede, alışveriş tamamlandı ve çoban oracıkta ruhunu teslim etti.. Sürüdeki oğlaklar, kuzular, koyunlar, suya baş uzatmışlardı.. Kana kana içiyorlardı.. Sadece çoban köpekleri, sahiplerinin hazin sonu için huysuz ve mahzun homurdanıyorlardı..
Evet değerli dostlar;
Çoban Dede dağında bu su halâ akıp gider..
Fakat, Hikmet-i İlâhi sadece sürülerin dağda olduğu mevsimde akar!.. Sürüler inince su da kesilir..
Bu Allah dostuna sizde bir Fatiha’yı esirgemeyin!..