İslam dininde ilke olarak ibadet karşılığında ücret almak caiz değildir. Çünkü ibadetler Allah için yapılır. İslam’ın ilk dönemlerinde durumu uygun olan herkes namaz kıldırabiliyordu. Dolayısıyla namaz kıldırmak için belli kişilerin görevlendirilmesine ihtiyaç duyulmuyordu. İslam toplumunda kültür düzeyinin farklılaşması, farklı işlerle meşguliyetin artması ve zamanla namaz kıldırmaya ehil kimselerin azalması gibi sebeplerle, mescitlerde sürekli bulunacak görevlilere ihtiyaç duyuldu. Dolayısıyla her vakit namaz kıldıracak görevlilerin belirlenmesi cihetine gidildi; namaz kıldırmak üzere görevlendirilen kimselere de geçimlerini sağlamaları için maaş ödenmeye başlandı. Nitekim İslam âlimleri, imamet, müezzinlik, dini öğretme gibi işler karşılığında ücret veya maaş almayı, bu görevlerin sahipsiz kalmaması gerekçesiyle caiz görmüşlerdir (İbn Nüceym, el-Bahr (Ali et-Tûrî’nin Tekmilesi), VIII, 33; İbn Âbidîn, Reddü’l-muhtâr, II, 60, 302).
Günümüzde imam-hatip ve müezzinler, namaz kıldırmalarının karşılığı olarak değil, başka bir işle uğraşmayıp böyle bir görev için mesailerini tahsis etmelerinden (habs-i nefs) dolayı maaş almaktadırlar. Çünkü namaz sadece Allah rızası için kılınır ve kıldırılır. Diğer taraftan, imam-hatip ve müezzin-kayyımların görevleri sadece namaz kıldırmaktan ibaret değildir. Cami görevlileri, vaaz, irşat ve Kur’an öğreticiliği gibi din hizmetlerinin yanında, caminin ibadete açılması, ibadet için hazır tutulması, temizliği, bakımı, korunması gibi pek çok hizmet sunmaktadırlar.
Buna göre, günümüzde din hizmetlerini yerine getiren imam-hatip ve müezzin-kayyımların aldıkları maaş helal olduğu gibi, kıldırdıkları namazlar da geçerlidir.
1. Kur’an öğretmenin yaptığı bu hizmet karşılığında devletten ücret alması: Bu ittifakla câizdir ve "bu konuda selef ve halef imamları arasında ihtilâf yoktur"(1). Suffe ehlinin, birer tebliğci, miicâhid ve belli bir eğitimden sonra Kur’an öğret*meni de oldukları ve bunların ihtiyaçlarının, devlet başkanı olan Peygamberimiz tarafından, dolayısıyla beytü’l-mâl’den/devlet bütçesinden karşılandığı(2) düşünülürse ve ayrıca Hz. Ömer ve Hasan Basrî’nin Kur’an öğretmenlerine maaş verdikleri gözönüne alınırsa bir tereddüte yer kalmaz.(3).
2. Öğretmenin öğrencisinden ücret alması: Bu konuyla ilgili rivâyetierin farklı şekilde değerlendirilmesi sebebiyle, Kur’an öğreten kişinin, öğrettiği kimseden maddî bir karşılık alıp alamayacağı hususunda ihtilâf edilmiştir.
a) Abdullah b. Abbas, Peygamberimiz (asm)'in şöyle buyurduğunu bildirmiştir:
"Karşılığında ücret aldığınız şeylerin en haklı olanı, Allah’ın Kitabı muka*bilindeki ücrettir."(4).
Bu konuyu inceleyen birçok eserde bu hadis, bize göre bu bahisle ilgisi olmadığı halde, nedense ücretle ta’lîme delil olarak gösterilmiştir. Oysa bu hadis, ayrıntılı bir olay sonunda söylenmiştir ve Kur’an öğretimiyle bir ilgisi yoktur.
Übeyy b. Kâ’b şöyle dedi:
"Bir adama Kur’an öğrettim. O da bana bir ok yayı hediye etti. Bunu Rasûlullah’a bildirdim. Şöyle buyurdu: 'Onu alırsan, ateşten bir yay almış olursun.' Bunun üzerine onu sahibine geri verdim."(5).
İmam Ebû Hanife (150/767) ile İbrahim eh-Nehaî (95/713), ez-Zührî (124/741) ücretle Kur’an öğretmek câiz görmemişlerdir. Peygamberimiz: "Benden bir âyet de olsa tebliğ ediniz"(6) bu*yurmuştur. Kendisi bu vazife karşılığında ücret almadığına göre, ümmetinin de almaması gerekir(7), Ancak Mergînânî, zaruret sebe*biyle buna izin verildiğini ve fetvanın da bu şekilde olduğunu bildirmektedir(8) Müfessir Kurtubî (671/1273) ise, Kur’an öğretmenin, namaz ve oruçla mukayese edilemeyeceğini; çünkü bunların fâiline âit bir ibâdet olduğunu; Kur’an öğretmenin ise, müteaddî bir ibâdet olduğunu söyleyerek, bu görüşe karşı çıkmıştır(9).
Hanefî mezhebinden olan Fahruddîn Kâdîhân (569/1196) ve Molla Hüsrev (885/1840) gibi bazı bilginler de ücretin câiz olduğu görüşündedir. Bunlar, "istihsan" yoluyla; insanların Kur’an’a rağbetinin azaldığını, beytü’l- mâl’den verilen ücretin kesildiğini; hâfızların, geçim derdiyle başka mesleklere yöneldiklerini, fahrî ve hasbî tâlim ve kıraatin azaldığını; bu bakımdan ücretle tâlim yolunun açılması gerektiğini öne sürmüşlerdir(10)
b) İmam Şâfıî (204/819), İmam Mâlik (179/795), Ahmed b. Hanbel (241/855), İbn Hazm (456/1063) ve diğer bazı bilginlere göre de ücret almak câizdir. Öğretmen-öğrenci arasında karşılıklı anlaşma da yapılabilir. Ancak bir beldede, Kur’an öğretecek başka kimse yoksa, o zaman o kişiye Kur’an okutmak vacib olduğu için ücret alması câiz değildir(11)
c) Haşan Basrî (110/728), İbrahim en-Nehâî (95/793) gibi birçok kimse de, şart koşmamak kaydıyla ücret almanın câiz olduğunu söylemişlerdir. Şart koşmak ise câiz değildir. Bunlara göre, önceden şart koşulmadan verilen ücret alınabilir; çünkü bu hibe, hediye, sadaka kabilindendir. Peygamberimiz de bir muallim idi ve verilen hediyeleri kabul ediyordu(12).
Bizim kanaatimize göre, devletten maaş alan din görevlilerinin, Kur’an kursu hocalarının ve ilgili diğer öğretmenlerin, Kur’an öğretmek karşılığında, öğrencilerinden ücret talebinde bulunmaları doğru değildir; çünkü devlet, zaten onlara yaptıkları bu iş karşılığında maaş vermektedir. Ayrıca bu durumda onların, öğrencilerinden ücret dışında herhangi bir hediye kabul etmeleri de uygun değildir; bunun pedagojik ve psikolojik açıdan sakıncaları vardır. Çünkü hoca da, her insan gibi zaafları olan bir kimsedir; hediye veren öğrenciyle vermeyen öğrenciyi her zaman bir tutması, eşit davranması çok zordur. Bunun dışında, günümüzde birçok hayır dernekleri ve vakıflar mevcuttur. Hocanın ekonomik sıkıntısı varsa, öğrencinin hocasına bir şey vererek ona olan saygısını sarsmak ve hocayı da minnet altında bırakmak yerine, böylesi hayır kurumlarının hocaya yardımcı olması daha uygun olur.
|