Tüm yargılarımızda mahkûm ettigimiz kendi benligimiz midir?
Çinli bir köylü baltasını kaybetmiş. Komşusunun oğlundan şüphelenmiş, çünkü çocuk bir hırsız gibi konuşuyor, yürüyor ve davranıyormuş. Ertesi gün tarladaki aletlerin arasında baltayı bulmuş. Sonra çocuğu yine görmüş. Bütün diğer çocuklar gibi konuşuyor, yürüyor ve davranıyormuş.
Bu hikâye size tanıdık geliyor mu? Hayatın içinde bir şeyler oluyor ve çok hızlı bir şekilde insanları yargılıyor, değerlendiriyor, sonuçlara varıyor ve sonra da vardığımız sonuçlara inanıyoruz. Düşüncelerimiz bizim kime, neye karşı ne hissedeceğimize, hislerimiz de nasıl davranacağımıza karar vermemizde etkili oluyor.
“Peki, bunda ne var?” derseniz, sizi bilmem ama ben böyle yaptığımda hayatta sahiden ne olup bittiğini kaçırıyorum. Kaçırdığımda da kim haklı, kim haksız, kim doğru, kim yanlış oyununun içinde kayboluyorum. Gerçek hayat yanıbaşımdan akıp gidiyor. Bense yargılar dünyasında her şeyden önce hayatı kendime zehir ediyorum.
Yakın zamanda birinin söylediği veya yaptığı ve sizde konforsuz duygular (öfke, bezginlik, kıskançlık, utanç, suçluluk vb.) yaratmış bir durumu hatırlar mısınız? O kişiyile ilgili yargılarınız neler? Kendinize bu olayla ilgili nasıl bir hikâye anlatıyorsunuz? Çinli köylünün düşünceleriyle sizin bu konuyla, kişiyle ilgili düşüncelerinizin benzer yanları var mı? Peki, bütün bu olanlara yargılarınızı park ederek baktığınızda sahiden ne oldu? Ne gördünüz? Ne duydunuz? Böyle baktığınızda ne hissediyorsunuz? Peki, gönlünüz bu olayda tam olarak neyi özlüyordu? Destek mi? İşbirliği mi? Kıymetbilirlik mi? Özen mi? Saygı mı? Bağlantı mı? Şefkat mi? Ya da başka bir şey?
|