ebu ubeyde bin cerrah Nickli Üyeden Alıntı
yazım tamamen müdelleldir. anlayışın durura uğramasından mütevellid yaya klan anleyış ve yaklaşım düşünmeli ve akletmeliki hiç bir devirde klavuzsuz bir sanaat talim olunmaz, icra edilmez. yolumuz ehli sünnet yoludur. bu dinin büyükleri tasavvuf kur an ve sünnetin ruhudur der,senin kavgan moda akımlara kapılman. tasavvuf hz peygamberin yiantısının formüle edilmesinden ibarettir. ayatı beyyinattan yada mütaşabihattan hüküm icra etmek müçtehidi kiramı münhasırdır.
madem ayet ve hadis istiyorsun aç bir tasavvuf kitabını oku gazaliyi oku, süfyan sevriyi oku,ahmed bin hanbeli oku ve bakkı tasavvufun yaşantılarına nasıl aksettiğine nasıl onunla tek vücut olduklarına bak.
sizin gibi düşünenler kur an ve sünneti metne indirgeyenler onun sosyal hayata tatbikini kabul etmeyenler olmadığına dair belge getirmelidirlerki inandırıcı olsunlar.
ben kimseyi küfürle itham etmedim. senide küfürler itham etmiyorum. senin yaptığını yapıpı seviyene inmeyeceğim. ben burada onlarca delilde getirsem müçtehid alimlerin fikirlerini değil moda söylemleri buraya yazıp ispat etmeye kalkışacaksın.
tasavvufun muhkem delilleri
müeşidil emin imam gazlinin kitabına yapılan mukaddime den bedir yayıne vi
Tasavvuf demek. İslâm ahlâkı demektir. Tasavvuf yüce dinimizin boyutlarından biridir. Asıl olan Şeriattır; tasavvuf onun tamamlayıcısıdır, süsü, ziynetidir. Şeriatle tasavvuf arasında asla ve kata aykırılık yok¬tur. Zaten, Seriate uymayan tasavvuf gerçek tasavvuf değildir. Tarikat de öyledir; Şeriatsiz tarikat olamaz. ZAMANIMIZDA, bazı câhil ve bidatçi kişiler tasavvufa, turuk-i aliyyeye, tekaya ve zevayaya, zikrullaha, meşâyih-i kirama, sûfî-lere ve dervişlere cephe almışlardır. Bunlar modern haricîler, mutaassıp İbn Teymiy ye çiler, Vehhabîler ve diğer reformcu gü¬ruhudur. Bu aşın ve azgın fikirleriyle İslâm dünyasında büyük fitneye sebebiyet vermektedirler. Bunların piri olan İbn Teymiy-ye, ilim ve hikmetine munsif garplıların bile hayran olduğu Muh-yiddîn İbn Arabi hazretleri için «o Şeyh-İ Ekbcr değil şeyh-i ek¬lerdir (eti kâfir şeyhtin* diyecek kadar insafı ve edebi terk et¬miştir. Hiç şüphe yoktur ki. bu gibi gulüvve sapmış kafalardan ümmetimize hayır gelmez.
İlim dalları arasında rnühim bölüm¬ler vardır. İlme çalışana gerektir ki, onlardan en önem-
lisine gayret sarfede; ki o, âhiret ilmidir.
Âhiret ilminden kastım; muamele ve mükâşefedir. Muamele; insanın iç âlemine dalarak ilâhî varlık için ça-. hşmasıdir. Bunun neticesi mükâşefeye varır. Mükâşefeye gelince marifetullah olarak anlatabiliriz. Bu bir nurdur; Allahü Teâlâ temiz kalbe verir. Bu temizliğin, ibadet ve cihatla elde edilmesi mümkündür.
Anlatmak istediğimiz marifet, Hz. Ebû Bekir'in iman rütbesidir. Bu husus, Peygamberimizin s. a. bir hadîs-i şerifiyle teyîd edilmiştir.
Hadîs-i şerif şudur:
«Ebu Bekir'in İmanı ile, yeryüzündekilerin imanı tar¬tılacak olursa elbette onun imanı ağır gelir, bu, onun si¬nesine yerleştirilen ilâhî bir sırrın neticesidir.»
Onun imanı, ne delillere, ne de hüccetlere dayanır.
Hz. Peygamberden bu yüce kelâmını duyduktan son¬ra, gelişi güzel lâf edip, marifet; sofilerin uydurmasıdır, de-yip geçenlere hayret edilir. Sen, o sözleri dinleme. Onla-^ ra kulak vermek, iman sermayesini tüketmene eştir.
O sırrı anlamaya haris ol. Çünkü o, zahir âlimlerin ve kelâm hocalarının sermayesi dışında olan bir iştir. Seni marifete, ancak şiddetle araman götürebilir
imam gazali mürşidil emin den naklen.
sen şimdi yeceksinki yine başka yerden aktarmışsın ben imamı gazalinin dediğini buraya aktardım sen gazaliden daha büyül alimsen buyur sende delilini getir.gazali tasavvuf ilmini böyle tarif ediyor. senin gibi ümmet murşide tabi oldu diye küfürle itham etmiyor.
şimdi başka bie delile gelelim.
Mürşid rehber, kılavuz ve yol gösteren demektir. Mürşid-i kamil sırat-ı müstakimi gösteren, dalaletten hidayete sevkeden kişidir. Tarikatta seyr u sülûkunu tamamlayıp irşada ehliyetli olan kişiler için kullanılır bir tabirdir. Tasavvufta şeyh ile aynı anlamadır. Kamil bir mürşide bağlanmanın hükmü kişilerin durumuna göre değişir. Mesela, evlenmek nasıl bazıları için farz, bazıları için sünnet, bazıları için mubah ise, bir mürşide bağlanmanın hükmü de öyledir. Kimileri için farz, kimileri için sünnet, kimileri için mubahdır. Bir mürşide bağlanmadan nefsinin şerrinden kurtulamayacak ve harama düşecek kimseler için farz, manevi derecesinin yükselmesine yardımcı olacak kimseler için müstehab, ama intisab kendilerine birşey kazandırmayacak olanlar için mubahtır. İnsanın hakyol arayışında gayret içinde olması gerekir. Nitekim: "Bizim uğrumuzda uğraşanları elbette kendi yollarımıza eriştireceğiz." (el-Ankebut,29/69) buyrulmuştur. Bir cehd ve gayret olmadan manevi mücahede, manevi mücahede olmadan manevî terakki gerçekleşmez. Şeyhe bağlanmadan tasavvufi bir hayatın gerçekleşmesi mümkün olmaz. Mümkün olsa bile insanın ayakları kaymaktan salim olmaz. Bu bakımdan herkes için tarikata girmek zarureti yoktur belki ama, zühdi bir hayat, manevi bir eğitim görmek isteyenlerin mutlaka bir mürşide bağlanmaları gerekir. Bunu biz şöyle bir misalle açıklayabiliriz. İstanbul Boğazı'ndan yabancı bandıralı gemiler geçiyor. Bu yabancı bandıralı gemilerin Boğaz'dan geçerken kılavuz kaptan almaları zorunluluğu var. Kılavuz kaptan almaz ve kaza yapacak olurlarsa cezası ona göre daha ağır. Bu gemilerin kaptanlarının elinde Boğaz'ın haritası, pusula ve diğer yardımcı aletler olduğu halde niye kılavuz kaptan zorunluluğu var? Çünkü kılavuz kaptan, oradan defalarca geçmiş bulunduğu için Boğaz'ı elinde harita, pusula ve diğer yardımcı aletler bulunan gemi kaptanından çok daha iyi tanımaktadır. Tasavvufi hayata giren kimse de, bu yoldan geçmiş ve sonuç almış olan kimseden, elinde kitaplar, eserler ve bilgiler bulunan kimseye nazaran, daha çok istifade eder. Çünkü tasavvuf nazari bir ilim değil, tatbiki bir ilimdir. Mürşide bağlanmayan kişi, böyle bir yolda önemli bir rehberden mahrum olarak yola çıkmış demektir.
İnsanın manevi yolculuğa çıkmadan önce bir mürşid araması gerekir. Hatta Nakşbendiyye tarikatında Abdulhalık Gucdüvanî tarafından konulan onbir prensipten biri olan "Sefer der-vatan"'in bir anlamı da mürşid aramak için yolculuğa çıkmak demektir. Aranan bir mürşidde bulunması gereken vasıflar şöyle sıralanmıştır: Mürşid olacak kimsenin kitap ve sünnetin emirlerine âgâh olacak kadar bilgili, kemal sıfatlarıyla donanmış, dünya ve makam sevgisinden geçmiş, riyazat ve mücahede ile nefsini arıtmış, nafile ibadet ve zikirle rûhunu yüceltmiş, Muhammedî ahlaka sahip bir kimse olması ve silsileye sahip bir mürşidden icazetli bulunması gerekir. Ayrıca yetiştirdiği insanlarda bu manada bir takım tezahürlerin görünmesi de beklenir. Şeyhin ictihad derecesinde bir fıkhî bilgiye sahip olması gerekmez ama müntesiplerinin meselelerini çözebilecek bir kalb diriliğine sahip olması iktiza eder. Bir de bütün tasavvuf kitaplarında ittifakla ifade edilen bir husus bu konuda son derece önemli bir ölçüdür: "Şeyh olacak kişi hubb-i dünya ile müttehem olmamalıdır." Bunun manası şeyh olan kişi, yaptığı işten dünyalık bekleyen bir konumda olmamalı, aksine varidatını hizmette kullanabilmelidir. Bu konuda çevresindekilere örnek olabilecek bir konumda bulunmalıdır. Yüzü nûranî, sözü rabbanî olmalı ve insanın içine inşirah veren yüzü, görenlerde uhrevîlik ve rabbanîlik duygusu meydana getirerek Allah'ı ve ahireti hatırlatmalıdır. Bu özelliklere sahip insanın gönlünün ısındığı kişi, mürşid olarak teslim olabileceği kişidir.
işte buda bir tasavvufu uzmanına sual edilip alınan cevaptır. senin buda getirebileceiğin aksi delil varsa buyur getirde görelim.
tasavvuf, İslamî ilimler mozaiğinin bir parçasıdır. Nasıl tefsir, hadis ve fıkıh asr-ı saadette var olan bir ilim ise tasavvuf da muhtevası itibarıyla öyledir. Çünkü İslam'ın ihsan boyutunu, îmanın îkan yani yakînî bir kıvamda yaşanmasını sağlayan tasavvuftur. Kur'an'da bahsi geçen takva, zikir, huşu, tevbe ve rıza gibi kalb amellerinin nasıl gerçekleşeceğini Kur'an ve sünnetten alıp tatbiki olarak öğreten zahidlerdir, sûfîlerdir. Tasavvufun asr-ı saadetteki adı belki zühddür, ihsandır, rabbanîliktir ama; tasavvuf öz ve muhteva itibarıyla o gün de vardı.
kur andan deliller ayeti kerimeler
nefsini tezkiye edenin kurtuluşa ereceğini" haber veren ayet (eş-Şems, 91/9); safvete ermiş kalb-i selim (eş-Şuara, 26/88-89) ve rabbanîlik (Alü İmran, 3/79) riyazat ve mücahede konusundaki ilahî emir ve nebevi tavsiyeler
onların Allah Rasûlüne olan bey'atleri, Allah'a yapılmış sayılmaktadır. (el-Feth, 48/10)
"Allah'tan korkun Allah size öğretsin." (el-Bakara.2/282)
"Kulum bana nafilelerle yaklaşmaya devam eder. Hatta ben onun gören gözü, tutan eli, yürüyen ayağı... olurum"(Buhari, Rikak, 38)
Ve emmâ men hàfe makàme rabbihî ve nehen nefse anil hevâ. Feinnel cennete hiyel me'vâ.) "Kim Rabbinin makamından korkarsa ve nefsini hevâ-yı nefsinin peşinde sürüklenmekten men edebilirse, işte cennet onun durağı ve yurdu olur."
Velâ tadrudillezîne yed'ûne rabbehüm bilgadâti vel aşiyyi yürîdûne vechehû mâ aleyke min hisâbihim min şey' En'am Sûresi'nde 52
(Vasbir nefseke meallezîne yed'ûne rabbehüm bilgadâti vel aşiyyi yürîdûne vechehû, velâ ta'dü aynâke anhüm, türîdü zînetel hayâtid dünyâ) kahf 28
(Fes'elû ehlezzikri in küntüm lâ ta'lemûn) enbiya 7 nahıl 43
İşte yolum.. Basiret üzere Allah'a davet ederini. Ben nasıl böyle isem, bana tabî olanlar da böyledir. Allah'ı noksan sıfatlardan tenzih ederim; ben müşriklerden değilim.»
“Her kim Be*nim ve*lî bir ku*lu*ma düş*man*lık eder*se, Ben ona kar*şı harb îlân ede*rim. Ku*lum, ken*di*si*ne em*ret*ti*ğim farz*lar*dan da*ha se*vim*li her*han*gi bir şey*le Ba*na ya*kın*lık sağlaya*maz. Ku*lum Ba*na (farz*la*ra ilâ*ve*ten iş*le*di*ği) nâ*fi*le ibâ*det*ler*le de dur*ma*dan yak*la*şır; ni*hâ*yet Ben onu se*ve*rim. Ku*lu*mu se*vin*ce de Ben (âde*tâ) onun işi*ten ku*la*ğı, gö*ren gö*zü, tu*tan eli ve yü*rü*yen aya*ğı olu*rum. Ben*den ne is*ter*se, mut*la*ka ve*ri*rim, Ba*na sı*ğı*nır*sa, onu korurum.” (Bu*hâ*rî, Ri*kâk, 38)
anlayana bir delil bile yeterli sadece son olarak yunus emrenin o güzel dörtlüğünüde yazıp düşünemeyen o aklın belki aklederde evliyaya dil uzatmaktan vazgeçersin.
emir hac göçeli hayli zamandır
muhammed cümleye dindir imandır
delilsiz gidu dünyaya niye geldin
gece gündüzilmez yollar yamandır
göçtü kervan kaldık dağlar başında
yunus sen b hakkı zikretsin dilin
evliyaya uğramaz ise yolun
göçtü kervan kaldık dağlar başında
|