hipnozcu Nickli Üyeden Alıntı
TEVHİD DELİLLERİ:
Bu âlem hakkında yapılmış birbirinden güzel teşbihlerden biri: Kâinat Sarayı.
Bu teşbihde tevhid vardır. Bir sarayda iki sultan olmaz. Sarayın tabanı başkasının, tavanı başkasının olmaz. Dış duvarlar sultanın, iç bölmeler vezirin olmaz. Saray ve sultan bir olunca artık ondaki eşyaları başkasına veremez, başkasından bilemezsiniz.
Dağlar, ovalara birer koltuk gibi kurulmuş. Ama başka bir yerden getirilerek değil ovanın içinde yükselerek.
Meyveler dallara tutunmuş. Başka bir beldeden ithal edilerek değil, ağacın içinden çıkarılarak.
Yavru, annenin kucağına oturmuş. Bir başka ülkeden gelerek değil, onun rahminde büyüyerek.
Güneş lâmba olmuş bu saraya. Bir başka yerden satın alınarak değil, sema ile birlikte yaratılarak.
İşte tevhid, bu sarayın sultanını bir bilme, birleme ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmama itikadı. Kâinattaki bu birlik her şeyde kendini gösteriyor.
“Her şey de bir birlik var. Birlik ise biri gösterir.”
ALLAH'IN BİRLİĞİNİN DELİLLERİ:
Bürhan-ı Temanü
İslâm İlâhiyat âlimleri (kelâmcılar) Allah'ın birliğini isbat için çeşitli deliller zikretmişlerdir. Bunların en önemlisi Bürhan-ı temanü' delilidir. Her aklı selim sâhibi bilir ki, ulûhiyet (ulu olmanin icabi ) sıfatına sahip olan ve vücudu hariçten bir varlığın değil, zâtının gereği bulunan varlık, tam bir kudret mâliki( kudret sahibi ), mutlak bir hüküm ve galebe sâhibidir. Bu hâl, ulûhiyetin ( ululugun îcabıdır). O halde ilâh olan varlığın kudret ve kuvveti karşısında durabilecek bir rakibi bulunmaması gerekir. Aksi takdirde kudreti noksan, kendisi nâkıs bir varlık olur. Böyle bir varlık da ilâh olamaz. Şimdi her bakımdan birbirine denk iki ilâh bulunduğunu farz edelim. Yaratmakta ve hükmetmekte bağımsız hareket etmeleri ilâhlığın tabiatı icabı bulunduğundan, bu iki ilâhın her zaman ittifak edip anlaşmaları imkânsızdır.
aklen şu üç ihtimalden biri olacağı muhakkaktır.
1. Ya iki ilâhın da dediği olacaktır.
Her ikisinin de istediği olsa, bir anda bir şey'in hem olması, hem de olmaması, yani, vücud ve adem gibi iki zıddın bir araya gelmesi durumu ortaya çıkar ki, bu mantıken imkânsızdır.
2. Veya her ikisinin de dediği olmayacaktır.
Her iki ilâhın da istediklerinin olmaması, bir anda bir şeyin hem vücuddan, hem de ademden mahrum kalması, yani, zıdların ortadan kalkması demektir ki, bu da aklen ve mantıken muhaldir ( imkansizdir)
3. Yahut ilâhlardan birinin istediği olurken, diğerininki olmayacaktır.
Üçüncü ihtimal gereğince, ilâhlardan birisinin arzusu tahakkuk eder, diğerininki tahakkuk etmezse; arzusu yerine gelmeyen ilâh âciz olur, âciz olan ise ilâh olamaz.
Bu ihtimallerden herbiri de aklen muhal ve imkânsızdır
Şirk nedir?
Şirk kelimesi, ortaklık demek olup, tevhid kelimesinin zıddıdır. Şerik ise, ortak demektir. Kur'ân-ı Kerîm insanları tevhide, yani, Allah'ın birliğini kabûle dâvet etmiş, O'na zâtında, sıfat ve fiillerinde başkalarını şerik (ortak) kılmaktan şiddetle men'etmiştir. Kur'ân-ı Kerîm, ayrıca şirkin pek büyük bir günah ve zulüm olduğunu, Hak Teâlâ'nın kendisine şirk koşulmasını asla afvetmiyeceğini, bundan başka olan günahları -dileyeceği kimseler için- afv edeceğini de bildirmiştir.
Şirkin başlıca nevileri ( turleri) şunlardır:
1. Allah'ı bırakarak, O'ndan başka canlı veya cansız varlıklara tapmak ve onlara ibâdet etmektir. Hayır ilâhı, şer ilâhı diye iki ayrı ilâha tapan Mecusîlerin şirki bu nevidendir.
2. Allah'a inanmakla beraber, O'na başka varlıkları şerik (ortak) koşmak, yani, Allah'tan başka bâzı varlıkların da ulûhiyet sıfatı ile muttasıf olduğuna inanmaktır. Hristiyanlıktaki teslis akîdesi bu kısma girer...
3. Bu âlemin yaratıcısının bir olduğunu kabûl etmekle birlikte, O'na yakınlığı te'min için, put, heykel gibi cansız eşyaya ibâdet etmektir. Putperestlik bu kısma girer.
4. Şirkin en yaygın görülen bir şekli de insanın kendi heves ve süflî arzularına perestiş edip körü körüne uyması, hevâsını kendine bir nevi ilâh edinmesidir. Kur'an'da:
"Kendi heves ve arzûlarını ilâh ve mâbud edinen kimseyi gördün mü?" (Furkan, 25/43)
buyurulmak suretiyle bu gibiler kötülenmiştir.
5. Bir de gizli şirk vardır ki, bu da riyâdır. Yani ibadeti ve iyilikleri yalnızca Allah rızâsı için yapmak yerine, başkaları görsünler, beğensinler diye yapmak demektir. Böyle yapılan bir ibadette, bir nevi Allah'a şirk koşulmuş olmaktadır.
Ve nihayet ruhla bedeni tevhid etmiş; insan olarak.
İnsan bedeni ile kâinat arasında kuvvetli bağlar kurmuş. Ciğeri havaya bağlamış, mideyi gıdaya. Göz nurunu semalarda gezdirmiş, ayakları zeminde. Böylece insan bir bakıma kâinatla bir olmuş. İşte kalb, bu bir olan âlemin Rabbini bir bilmekle, tevhid etmekle tatmin oluyor.
|