ADIMIZ KUDÜS
Kudüs üzerine ne de çok cümleler kurduk, kalemler oynattık, alanlar doldurduk… Haykırdık… Hayli de yorulduk, değil mi?
Peki ne kadar yol alabildik?
Bu soru ile yapılan eylemleri asla küçümseme kastım yok. Sadece bu süreçte kaçırdığımız bazı boyutlara dikkat çekmek istiyorum. Acaba diyorum cümlelerimizin etkisini kıran cürümlerimizin ne kadar farkındayız?
Sözün gücünü alan suçların idrakinde miyiz?
Kudüs’ün kudsiyetini kaleme almak sorunu çözmüyor, mazlumların kahrı bitmiyor… Akan kan durmuyor, aksine çember daralıyor…
Sanki can alıcı sorulardan kaçıyoruz…
Kudüs nasıl bu hale geldi?
Kudüssüzlük kaderimiz mi yoksa kusurumuz mu?
Yüz yıllık fetret ve hiç dinmeyen hasret neden bitmiyor?
Kudüssüzlük bir sonuçtur… Neyin sonucu?
Yeterince kafa yoruyor muyuz?
Eksiğimiz, kusurumuz, günahımız, ihmalimiz, isyanımız nedir, biliyor muyuz? Veya bilmek istiyor muyuz?
“Bizimdir” demekle hiçbir şey bizim olmuyor… Hak etmek, bedel ödemek gerekiyor…
Kudüs kapılarını ne zaman bize açar?
Biz tüm benliğimizle kendimizi Kudüs’e açtığımız ve adadığımız zaman…
Son tahlilde elbette ‘’Kudüs Müslümanlarındır’’ ama hangi Müslümanların?
Bu Müslümanların niyeti, netliği, niteliği, derinliği, kalitesi, adaleti, merhameti, cesareti önemli değil mi?..
Şimdi sormak gerekmiyor mu, Hz. Ömer (r.a)’de olup da bizde olmayan nedir?
Selahaddin Eyyubi’de bulunup da bizim mahrum olduğumuz değerler ve erdemleri itiraf etmemiz gerekmez mi?
Kendimizi bilirsek geciken Kudüs’ü çözmüş oluruz…
Evet, adalet olmadan Kudüs’e avdet olmaz…
Halife H. Ömer (r.a), Ebu Ubeyde bin Cerrah komutasındaki orduyu Kudüs’ün fethi için uğurlarken şu tarihi tembihi yapıyordu:
“Senden illa da fetih beklemiyorum. Emrindeki ordu Peygamber ordusudur. Onları haramdan ve zulümden uzak tut yeter…”
Fetihten sonra Kudüs’ün anahtarını teslim almak için Kudüs’e giden Halife Ömer’in adaletine tanık olan Kudüs Baş Patriği Sophronius ağlayarak şu cümleyi tarihe not düşecekti:
“Müslümanlarda bu adalet var olduğu sürece biz Kudüs’ü ebediyen kaybettik.”
Nitekim tarihin tanıklığı da bunu onaylıyor… Ümmet, adalet ve hakkaniyet üzere olduğu sürece Kudüs özgürdü…
Şarkın muhteşem sultanı Selahaddin Eyyubi Kudüs rüyasını gerçekleştirmek için tam 20 yılını Müslümanlar arasındaki tefrikayı bitirmek için kullandı…
Hıttin zaferi ortak bir hedefe birlikte odaklanmanın adıdır…
Selahaddin, ‘Cuma namazı cemaati, sabah namazında da oluşmadan sefere çıkılamayacağını’ düşünüyordu… Gaybi yardımların gerçekleşmeyeceğini sezebiliyordu…
Kuşkusuz Kudüs bir hak ediştir…
Acaba hangi ihmalimizden dolayı Kudüs bu hale düştü?
Sesli düşünüyorum; Kur’an’ı mehcur bırakan Müslümanlar, Kudüs mahcubiyetinden nasıl kurtulabilirler?
Sabah namazına uyanmayanlar Kudüs’e nasıl ulaşırlar?
Seherlerde secdelerle dirilmeyenlerin İsrail duvarını aşmaları mümkün mü?
İç rekabetimiz, husumetimiz bitmeden ve bizler Rabbanileşmeden Rabbimizin yardımları bize yetişir mi sanıyoruz?
İsrail, Mescidi Aksa’nın altını oyuyor… Peki Müslümanlar ne yapıyor? Birbirlerinin kuyusunu kazıyor… Kime hizmet ediyoruz?
Bugün Kudüs emanetini yüklenmeye hazır bir ümmetten bahsedebilir miyiz?
Emanet; ehliyet, liyakat, adalet, cesaret ve kuvvet ister, değil mi?
Şam’ı, Bağdat’ı, Kahire’yi, Kabil’i, San’a’yı hatta Mekke’yi, Medine’yi ne kadar yönetebildik?
Evet, bugün Kudüs’ün işgali sonlansa kim yönetecek?
Körfez ülkeleri, konu Kudüs olunca süt dökmüş kediye döndüler…
Ümmet kendi içinde akan kanı durdurmadıkça Gazze’de Siyonistlerin akıttığı kan durmaz…
Kurşunla kaynatılmış bir duvar gibi olması gereken kardeşler, hâlâ birbirlerine kurşun sıkıyorlarsa, demek ki el-Aksa bize çok uzak…
Siyonistler bugüne ve bu güce birdenbire gelmedi… Bu işgalin sürecine ve sebebine bakmak durumundayız…
Esir olan sadece Kudüs değil; Müslümanların aklı ve iradesi ipotek altında…
Hiçbir işgal birdenbire ve nedensiz olmaz… Önce aklınız, ahlakınız, adaletiniz; sonra da mekânınız ve her şeyiniz gider…
Bu nedenle öncelikle Kudüs aynasında kendi gerçeğimizle yüzleşeceğiz…
Kudüs’ün analizini yapmakla kalmayacağız, yeniden adanmanın yollarını arayacağız…
Çünkü Kudüs, inancımızın bir parçasıdır. Elbette inancımızın gereğini en güzel şekilde yerine getireceğiz…
Kudüs’ü sadece dilimizde değil; dimağımızda, duruşumuzda ve davranışlarımızda yaşatacağız…
Kudüs’ü sevmek yetmez; onu savunmak, sahiplenmek ve sorumluluk almak zorundayız…
Kınamak yetmez, kıyam kaçınılmaz…
Kendimizi tahkim ve tezkiye edersek, kardeşlerimize tahammül edebilirsek, Kudüs’ün yüzü gülecektir…
Biz başlayalım, başarı ne zaman biz bilemeyiz…
Kudüs bizi bekliyor… Peki biz kimi?
Aslında Kudüs bizi inşa ediyor… Islah ediyor…
Üzerimizdeki ölü toprağını alıyor… Küllerimizden bizi yeniden diriltiyor…
İnancım o ki biz Kudüs’ü değil, Kudüs bizi kurtaracak…
Kudüs bir elek gibi ayrıştırıyor… Netleştiriyor…
Kudüs ifşa ediyor… Kalleşleri, kahpeleri, kuklaları, karanlık yüzleri, kirli elleri tek tek…
Şimdi bize düşen Kudüs’ün kadr-ü kıymetini konuşmak değil; ümmet olarak tek ses, tek saf, tek yürek, tek yumruk, tek siper olup Kudüs şahitliğimizi sürdürmektir…
İşte o zaman Kudüs’ün İsrail’in başkenti değil, mezarı olduğunu inşallah görebileceğiz…
Çünkü bu sorunu Birleşmiş Milletler değil, birleşmiş yürekler çözer…
Uluslararası arenada kalkıp inen parmaklar değil, sıkılmış yumruklar halleder…
Sakın Kudüs’ü unutmayalım… Unutmak ihanettir…
Sakın Kudüs’ü yormayalım…
Kudüs’ü eskitmeyelim…
Kudüs için daha çok çırpınalım ama Kudüs üzerinden geçinmeyelim…
Hülasa; adımız, andımız, ahdimiz, aşkımız, aşımız Kudüs…
Davamız, derdimiz, dersimiz, duamız Kudüs…
__________________
Biraz üzgün ve Ömer öfkesinde biraz
öyle hisab katındayım ki katlim savcılardan sorulmaz..
|