İnsanın, dünya üzerindeki hayatının uzun süren taş devri
boyunca Asya' dan gelerek Kuzey ve Güney Amerika'yı kolonileştirdiği söylenmektedir. Göçlerin tarihlerini kesin biçimde saptamak mümkün değildir, ancak M.Ö. 25000'e doğru başlanuş olabilirler. Bazılanna göre bunlar buzdan bir köprüden veya günümüzde Alaska ve Rusya arasında bulunan ve Bering Boğazı adını verdiğimiz yerde mevcut olan ve şimdilerde sularla kaplı durumdaki
dar bir geçitten geçerek gelmiş olmalıdırlar.
Şayet ırk kelimesinin, insan varlığının değişik türlerini belirtmek gibi bir anlanu var ise, göç edenler gayet bari+ bir şekilde Moğollar olmalıydılar. Ziraat henüz uygulanmadığından dolayı hepsi de ava idiler ve hiç şüphesiz av hayvanlannın peşinden koşarak
böyle uzun yolculuklara kalkışmışlardı. Tek ve büyük bir göç olmamışb. Asırlar boyu kadınlı, erkekli ve çocuklu küçük gruplar,
beraberlerinde köpekleri ile de birlikte yollarını kaybetmişler ve
batıya doğru giderek Amerika'ya gelmişlerdi. Bazdan da güneye doğru inmişler, Meksika'ya ve daha ötesine kadar da ulaşmışlardı.
M.O. 10000 senesinde, bunlar hiç şüphesiz ki Andlar bölgesine, Peru'ya yayılmışlardı. Zira buraları hem yaşanabilir bölgelerdi, hem
de av hayvanları ve yenebilir bitkiler bakımından zengindi.
Arkeologlar Peru tarihini incelediler ve birbiri ardısıra gelmiş olan kültürlerin M.Ö. 9000'e dek uzandığını keşfettiler; ancak
maalesef bu İnka-öncesi uygarlıktan geriye hiçbir iz kalmamışhr.
Yazı mevcut değildi, tarih belirtilmiş vesikalar ve para yoktu. Bu
ilk gelenlerin isimleri hala bilinmemektedir; onlara basit olarak nk
Avcılar adı verilmektedir. Orta Amerika'daki Mayalar'ın Ülkesi'nde bulunanlar gibi "konuşan taşlar" da yoktu. 16. yüzyılda İspanyol Pizzarro'nun buraya gelişinden ve Güney Amerika yerlileri
içinde en ileri millet olan İnkalar'ın Ülkesi'ni zaptedişinden önceye
ait zamanı belirleyen hiçbir unsur mevcut değildi.
Bilmekte olduklarımızın hemen hemen tümü de bu fetihçilerin arşivlerinden gelmektedir. İyi Yönetimin İlk Yeni Kroniği.
1908 yılında Kopenhag Kraliyet Kütüphanesi'nde bulunmuştur.
Bu paha biçilmez hikaye ancak 1927'de yayınlanabilmiştir.
Ama yine de ilk avalar hakkında kesinlikle hiçbir şey bilmiyoruz. Sadece Cayce'in okumalarında rastlanan "Ohums" ismi de
görünüşe göre zamanın karanlıklarında yitip gitmiştir. Karbon-14
ile yapılan tecrübeler Chavin ('°> kültürünün M.Ö. 3000 yıllarına
dek uzandığını ortaya çıkarmaktadır; ama insan, Peru'nun kuzey
kıyılarında zaten binlerce yıldan beri yaşamaktaydı. Chavin sakinleri hakkında bilinen pek az şey de kumaşları, seramikleri ve yapılan süsleyen desenlerden elde edilmiştir.
Tradisyona göre ilk İnkalar, Peru'nun güneyindeki Titicaca
Gölü'nden inmişler ve Cuzco Vadisi'nden Andlar'a çıkarak burada imparatorluklarını kurmuşlardır. Arkeoloji bu tezi doğrular gibi gözükmekle birlikte bazı bilim adamları bunu reddetmekte ve
tnkalar'ın dışarıdan gelerek burada yaşamakta olan ve örf ve adetleri, dilleri ve efsaneleri birbirinden farklı sayısız küçük kabileleri
boyunduruk alhna almış olduklarını iddia etmektedirler. Bununla
beraber, bunların hepsi de aynı bitkileri yetiştiriyorlar, aynı kaba
aletleri kullanıyorlar ve en güçlü yük hayvanlan olan lamayı evcilleştiriyorlardı.
En eski kültürlerden biri olan Chimular'ın Lemurya ya da
Mu halklarını anımsatan mu hecesini taşımakta olduğunu görmek
enteresandır. Chimu halkı, dağlardaki İnkalar tarafından yenilgiye uğrablmadan evvel Pasifik kıyısında yaklaşık bin kilometrelik
bir şeridi işgal ediyorlardı. Dokumacılık ve çanak-çömlekçilik sanabnda en yüksek seviyeye varmışlardı.
Chimular'dan pek çok asır önce ülke, 243 metre uzunluğunda, 143 metre genişliğinde ve 60 metre yüksekliğinde kerpiçten bir
piramit inşa etmiş olan Mochicaslar tarafından işgal edilmiş durumdaydı. Tradisyona göre bu piramidin içinde gizli odalar ve geçitler bulunmaktaydı ve bunlardan birinde de güçlü bir prensin
bedeni yatmaktaydı. İlk kabileler kendilerinin kuşların ve hayvanların ve yıllarca evvel denizden gelmiş olan yabancıların torunları
olduklarına inanmaktaydılar.
Bu İnka-öncesi insanlar kumaşlar dokuyorlar, seramik yapıyorlar, ölülerini gömüyorlardı ve görünüşe göre savaşçı değildiler. Tapınaklar ve piramitler inşa ediyorlardı. Ama bir muamma
çözümsüz kalmaktadır: Dağlardaki duvarları kim yapmışb? "Peru'nun esrarengiz surları" adı verilen bu duvarlardan biri 80 kilometre uzunluğunda, 5 metre genişliğinde ve 5 metre yüksekliğindedir. Taştan ve kerpiçten yapılmış olan bu duvarların kökeni bilinmemektedir.
İnkalar'ın kendilerinin de bir tradisyonu vardır ve buna göre
işgalciler güneyden gelmişler ve kendilerini, büyük medeniyetlerini ve güçlü İnka İmparatorluğu'nu kurmuş oldukları dağlara
püskürtmüşlerdir. Bazı kalıntıların düşündürdüğü şekilde, bunların bir bölümü Mayalar ile karışmak üzere Meksika 'ya göç etmişlerdi. Diğer taraftan yeni keşiflerden elde edilen sonuçlara göre
Mayalar, İnkalar'la karışmak üzere güneye doğru göç etmişlerdi.
Konu Cayce'in "okumaları" ışığında incelendiğinde, İnkalar'ın kökenleri hakkındaki tartışmalar enteresandır. Bazı kanıtlara göre İnkalar Pasifik'deki bazı adalara, ta Polinezya'ya kadar göç etmiş olabilirler (Thor Heyerdahl'ın "Kon-Tiki"si). Ama bunun tersi de olmuş olabilir; ilk Perulular pekala Polinezya Adaları'ndan
gelmiş olabilirler.
Diğer yandan Prof. John Rowe'un yapbğı kazılar İnkalar'ın
Peru asıllı olduklarını belirtmektedir. "Her şey, İnka medeniyetinin Cuzco Vadisi'ndeki uzun bir gelişme sürecinin neticesi olduğunu ispatlamaktadır ve dolayısıyla bu uygarlığın kökenini dışarıda aramak gereksizdir." diye yazmaktadır (Konkistadorlar Zamanında İnka Kültürü).
Bir İnka kabilesi olan Quechuaslar kızılderili idiler ve tipik
Amerikan hatlarına sahiptiler. Victor Von Hagen "İnkalar Krallığı"
adlı kitabında "Bunlar orta boylu, hatta kısa ve şişman (tıknaz), büyük elleri olan, ince bilekli, anormal şekilde gelişmiş göğüs kafesine sahip (yüksek irtifada solumanın neticesi), iyi biçimlenmiş bacakları ve düz ve geniş ayaklan olan insanlardı: Kafaları genişti, elmacık kemikleri çıkık, burunları kavisli ve güçlü, gözleri küçük ve
badem gibiydi." diye yazmaktadır. Bunlardan hala beş milyonu
Andlar'da yaşamaktadır.
Bunlar çevrelerine kolayca uyum sağlayabiliyorlardı -ağaç
bulunmayan bir çevre- ve ellerinin albnda bulunan şeyden, yani
taştan yararlanıyorlardı. Tıpkı Meksika'daki Mayalar ve Mısırlılar
gibi bunlar da olağanüstü duvarcılardı ve aynı şekilde harç kullanmadan piramitler, tapınaklar, surlar, kaplıcalar ve diğer binaları
inşa ediyorlardı. Taş bloklar birbirlerine öylesine sıkıca bitiştirilmiş durumdaydı ki, aralarına bir jilet sokmak.bile imkansızdı. Bu
insanların bu eserlerinin seviyesine günümüzde henüz ulaşılamanuşbr, ama bunlar Mayalar'ın ve Mısırlılar'ın işleri ile rahatlıkla kıyaslanabilir.
İlk Perulular kıyıdaki düzlüklerde ve Andlar'da yaşıyorlardı. Diğer tüm yarabklar gibi insan da çevresi tarafından devamlı
olarak etkilenir, sonuç olarak birbirinden çok farklı iki tip -en az- .
insan toplumu gelişti. Kıyılardaki düzlükler kurak çöllerdi ve bunlar doğudan babya doğru dağlardan gelen ve verimli vadiler oluşturan sellerle yarılıyordu. Bu vadiler insan için doğal bir mesken
oluşturuyordu, çünki buralarda av hayvanı bulabiliyordu. Ama Güney Amerika av hayvanı bakımından bir hayli fakirdir ve türlerin sayısı da pek azdır. Bununla birlikte killi ve verimli topraklan,
yenilebilir meyveler, tohumlar ve kökler sunmaktaydı.
Zamanla bazı kişiler bitkilerin sağda solda ve uzaklarda
aranması yerine bizzat yetiştirilebileceğini öne sürdüler; onlara
yol gösteren şey belki de kuşlar tarafından getirilen ya da humus
tabakasında keşfedilen tohumlar oldu. Kısa zamanda, av hayvanından mahrum vadiler ilk avalan bahçeciliğe ve sonuç olarak da
tarıma zorladı. Başlıca ziraat, tipik Amerikan ürünü olan, mısır yetiştirilmesiydi. Bunun kökeni tam bilinmemektedir ama M.Ö.
3000'e uzanan Maya öncesi mezarlarda mısır tohumlarına rastlanmıştır.
Pasifik'ten Amazon'un kaynaklarına dek tüm İnka İmparatorluğu birinci derece öneme sahip bir ziraat merkezi oldu. Sebzeler, meyveler, ilaç olarak kullanılan bitkiler burada, dünyanın başka hiçbir bölgesinde görülmeyen biçimde, gayet sistemli olarak
yetiştiriliyordu. Bu yetiştirilenler arasında patates, büyük kabaklar, domates, fasulye, fıstık, yeşil biber, papay, kaşu, ananas, kakao, avokado, dut, çilek, vs ... de bulunuyordu. Bu ürünler, Avrupa'da bir hayli uzun zamandan beridir yetiştirilmekte ve yenmektedir. Öylesine ki, hepsinin de Amerika'dan gelmiş olduğu unutulup gitmiştir.
Harika çiftçiler olan ilk Perulular ve onların torunları aynı zamanda yetenekli zanaatkarlardı da. G.H.S. Bushel, "Peru ve Eski
Uygarlıkları" adlı kitabında "Orta Andlar'da yaşayan toplumların
en önemli karakteristiklerinden biri, aletlerinin gayet basit olmasına rağmen el işlerine son derece yetenekli olmalarıydı." diye yazmaktadır. "Dokumaları gayet özel, tipik ve dikkate değerdi. Basit
bir dokuma tezgahından yararlanırlar, keten ve yün kullanırlar,
bilinen tekniklerin çoğunu uygularlardı. Çanaklar ve çömlekler
gayet ustaca biçimlendirilip resimleniyordu ve tornanın henüz
mevcut olmamasına rağmen, sanatsal değeri çok yüksek vazolar
ve mutfak eşyaları yapıyorlardı. Albn, gümüş, bakır ve diğer alaşımları sanat değeri yüksek biçimde çeşitli yöntemlerle işliyorlardı; aynca bronzu işlemeyi de keşfetmişlerdi. Lüzumlu madenler içinde eksik olan sadece demirdi, ki bu da zaten tüm Amerika'da
hiç bilinmiyordu." Bu zanaatkarlar tahtayı da işliyorlar, sepetçilik
yapıyorlar, taşı yontuyorlardı.
Din, Amerika yerlisi üzerinde önemli bir etkiye sahipti; hayat pratikti, din gerçekti. Kişinin kaderi görünmez güçlerce kontrol ediliyordu ve çok sayıda tanrı olmasına karşılık yalnızca bir tanesi, Yarahcı-Tanrı ya da Tici Viracocha en güçlü olandı. Her tanrı
kendine has, özel kudretlere ve fonksiyonlara sahip bulunmaktaydı. Küçük insan, öldüğü vakit küçük tanrılarla yetinmek zorundaydı. Doğumunda olduğu gibi, ölümünde de çok basit törenler
yapılırdı. Olümsıizlüğe inanmaktaydı; hatta hiçbir zaman ölünmcdiğine inanırdı, çünki son nefes verildikten sonra ölmüş olan
beden yeniden doğmakta ve görünmez güçlerin sahip oldukları
kudretlere kavuşmaktaydı.
İnka-öncesi Peru'da ve tüm İnka İmparatorluğu süresince de,
dini ve medeni kanunlar öylesine birbirlerine karışıyorlardı ki, günah olanı suç olandan ayırt etmek çoğu zaman hayli zor oluyordu;
görünüşe göre birbirine benziyorlardı. Ama namussuzluk ya da
cinayet, birazdan inceleyeceğimiz gibi, belki de sosyo-ekonomik
sistem sayesinde hayli seyrekti. İnka milletinin, insanın yeryüzüne
gelişine ilişkin bir hikayesi ve kurtulmak için kaçanların Aztlan ismindeki bir ülkeden gelmiş oldukları bir tufana ilişkin tradisyonları vardı.
Güneş kültü ve güneşin zevcesi ve kızkardeşi olan ay kültü,
İnkalar'ın dinlerini teşkil ebnişe benzer. Ancak Andlar bölgesini
ele geçirdiklerinde bunu imparatorluklarına kattıkları tüm toplumlara kabul ettiremediler, çünki otoriteleri, Büyük Canlandırıcı
tarafından İnkalar'ı doğurmak için vazifelendirilmiş olan güneş
tanrısının doğrudan evladı olarak kabul edilmelerine dayanmaktaydı. Geometriyi, astronomiyi biliyorlar; müzik ve felsefeyi inceliyorlardı.
Yüksek ve asil olan diğer bir tanrı kavramı vardı ve adı Pachacamac idi. "Pachacamac" basit olarak Dünya'nın Yarahası anlamına geliyordu, ama bu isim muhtemelen bir fikri ve daha seyyal
duyguları ifade etmekteydi. Garcilaso de la Vega'ya göre ("İnkalar" adlı eserinde) bu kelime şunu ifade etmektedir: "Ruhun bedene yapmakta olduğu .şeyi kainata yapan." Bir İspanyol papazı yerlilerin bir triniteye (üçlem) taptıklarını iddia etmişti: Baba Tanrı,
Güneş Tanrı ve Ay Tanrı.
Rahip sınıfının nezaretinde pek çok güneş tapınakları ve güneş saatleri yapılmışh. Bir hiyerarşi vardı ve ruhani reis, hüküm
sürmekte olan Sapa İnka'nın, yani Büyük İnka'nın yakın bir ebeveyni idi. Kötü davranışlarda bulunmuş kadın ya da erkek, "sözlerle ve fiillerle günah işlemiş olduğunu" halk önünde, bir rahibe
itiraf ederdi. Rahip akan suda yıkanarak arınmak zorunda olan ve
bunu yaparken hiç şüphesiz bir tür vaftiz ve kurtuluş şekli uygulayan günahkara, yerine getirmesi için dini bir ceza verirdi. Kehanette bulunulurdu, Orakller'e ('>) müracaat edilir, hayvanlar kurban edilirdi. İnka-öncesi dönemde insan kurban etmenin hayli
yaygın olduğu da şüphesizdir.
Ekonomik bakımdan, İnka sistemi, sosyalist bir devletinkine
benzemekteydi. Hyams ve Ordish, "İnkalar'ın Sonuncusu" adlı
eserlerinde, ''Tüm üretim, dağıtım ve değiştirme imkanları yönetimin elindeydi." diye yazmaktadırlar. Ülke aşın refah içindeydi ve
zamanımızın en korkunç felaketi olan sefaleti tanımıyorlardı. Bu
sosyal sistemin, And Dağlan'nda yaşayan toplumların İnka yönetimi altına girmelerine yol açan fiziksel şartların bir neticesi olduğu kesin gibidir. Tüm bu bölgenin jeolojik yapısı, toprağının cinsi
ve iklimi öyle bir yapıda idi ki büyük birlikler, toplumların ancak
katı bir disipline ve bir plana uyarak beraberce çalışmaları ile oluşabilirdi. Bizim Bahlı hür teşebbüs sistemimiz kolayca elde edilebilen ve tükenmek bilmez do'ğal kaynaklar sayesinde başarıya ulaşabilir; bizler doğanın zenginliğini israf edebilir ve kooperatifleşmeyi ve ihtisaslaşmayı sınırlayabiliriz. Ama Andlar'da yaşayan
toplumlar bunu yapamıyorlardı; birlikleri ve zenginlikleri ancak
büyük sulama sistemleri inşa ettiklerinde ve ziraate elverişli alanlan, dağı ele geçirmek suretiyle genişletebildiklerinde bir gelişme
gösterebilmekteydi. Ekili alanlar dağlarda kat kat teraslar halinde, dev bir merdiven gibi oluşmuştu. Ve hepsi de sanatçı, becerikli zanaatkar ve doğuştan mühendis olan ve teknik bakımından bronz
çağını yaşamakta olan bu toplulukların yaşadıkları devirde böyle
kayda değer çalışmaları tamamlayabilmenin tek yolu sıkı bir şekilde organize olmuş bir cemiyet halinde birleşmekten geçiyordu.
Allyu, İnkalar'ın temel sosyal birimleri idi. Bu ailelerden oluşan bir klan, beraberce özel bir bölgede yaşayan ve arazileri, çiftlik
hayvanlarını ve hasatları ortaklaşa kullanan bir kabileydi. Özel
mülkiyet yoktu. Her yerli küçük ya da büyük, köyde ya da şehirde,
bir allyu içinde doğmuştu. Başkent olan Cuzco bile aslında dev bir
allyu idi. Bu ortaklaşa ve cemaat halinde yaşama biçimini İnkalar
icat etmiş değildi; bu, onlardan önce de, Andlar'daki bu ilkel toplumda mevcuttu. Ama İnkalar bunu organize ettiler ve genişlettiler.
AHyu, seçilmiş bir lider ve bir ihtiyarlar konseyi tarafından
sevk ve idare ediliyordu. Bu topluluklardan pek çoğu bir nahiye
reisi tarafından yönetiliyordu; belirli sayıda nahiyeler bir vilayet
oluşturuyordu ve bunlar sadece İnka Krallığı'na hesap vermekle
yükümlü bir yöneticinin otoritesi albndaydı. Topraklar din müessesesi, devlet ve allyu arasında paylaşılmıştı.
Politik bakımdan bu sistem esas itibarıyla teokratik bir sosyalizmdi. Ekonomik bakımdan piramit şeklindeydi. Tabanda emekçi ya da işçi bulunuyordu ve bunlara puric (pürik) adı veriliyordu. On işçi, seçilmiş bir ustabaşı tarafından yönetilen bir grup
oluşturuyordu; on ustabaşı amir olarak vasıflandmlacak olan kişiyi seçiyorlardı. On amir de genellikle köy reisi olan bir efendi seçiyorlardı ve bu böylece ta 10 000 işçiden oluşan kabilenin reisinin
seçilmesine dek uzanmaktaydı. Taşranın ve imparatorluğun "dört
parçası"nın yöneticileri, zirvede bulunan Sapa-İnka tarafından tayin ediliyorlardı. 10 000 işçi için 1 300 ustabaşı, amirler ve ustalar
vardı. Bir yerli normal olarak kendi allyu'su içinde doğar, büyür ve
ölürdü; kendisini tamamıyla ona adamıştı, ki bu da yüksek bir
ruhsallık seviyesinin belirtisidir. Kişinin, topluluğunun yararlarını kendi çıkarlarından önde tutması, yakınlan ile rekabete girişmekten ziyade onlarla işbirliği yapması için dini bakımdan erişkin olması gerekiyordu. Esseniler, sürdürmüş olduk.lan, Yahudiler'e
ait o birleşik yaşam tarzı ile, İnkalar'ınkine çok benzeyen sosyal bir
yapıya sahiptiler. Ama günümüzde, Peru'da, zirai reformlara ve
bazı endüstrilerin ulusallaşhnlmasına rağmen elli civarında büyük İspanyol ailesi devlet topraklarının çoğunluğunu kontrolleri
alhnda tutmaktadırlar. Doğal kaynaklar, altın, bakır, gümüş, vanadium, bütünüyle yabancı kuşatıalann, özellikle de Kuzey Amerikalılar'ın ellerinde değildir.
lnka uygarlığı en parlak dönemini bin yılına doğru yaşadı ve
altına susamış Pizzarro'nun 1600 yılına doğru gerçekleştirdiği
kanlı istiladan sonra da ortadan kalktı. İnkalar' ın günümüzde yaşayan bazı torunları, dünyanın en eski milleti olduklarından emindirler. Daima güneşe taparlar ve binlerce yıldır sürüp gelen adetlere göre göz alıcı festivaller düzenlerler. Büyük medeniyetlerinin
kalıntılan ve kaldırımları merak uyandırıa basamaklara sahip
yollarının bazı kısımlan hala varlıklarını korumaktadırlar. Bu yollann, hpkı Mayalar'da olduğu gibi yalnızca dini tören geçitleri için
inşa edilmiş olduğu varsayımı haricinde, ne için yapılmış olduklarına ve ne şekilde kullanıldıklarına dair bir açıklama getirilememektedir.
Cayce Dosyalarmdan Aktarmalar
Afetler sırasında kıtadan kaçan Atlantisliler'in ilk göç ettikleri ülkelerden biri de o devirde Og veya Oz, ya da On adıyla bilinen
Peru idi. Bu, Güney Amerika'nın sularla kaplanmamış yegane
önemli bölgesiydi ve Lemurya asıllı esmer ırktan olan ve Ohums
(Ohumlar) ya da Ohlms (Ohlmlar) adıyla bilinen, bir kabile tarafından istila edilmiş durumdaydı.
Lemurya ya da Mu, ilk tufan esnasında Pasifiğe gömülüp gitmişti. Ohlmlar, kıtalannın alçak topraklan M.Ö. 50700'e doğru sulara gömüldüğü sırada ve güneyden gelmişlerdi. Topluluklarını
ülkenin kuzeyine yerleştirdiler, evler yaphlar ve Mu Tapınakları
inşa ettiler. Gruplarında rahipler, rahibeler, öğretmenler ve çalışanlar bulunuyordu. Sulh içinde yaşamakta olan bir milletti.
Bölgede doğal kaynaklar, altın ve kıymetli taşlar keşfettiler
ve kısa zamanda becerikli zanaatkarlar durumuna geldiler. Müzik
ve resim sanabnda mükemmel seviyeye ulaşnuşlardı ve ayrıca, seramik boncuklan ipe diziyorlar, süsler ve mücevherler yapıyorlardı. Din sadece bir iman meselesiydi, bir yaşam biçimiydi ve bazılan insanın kainat ile olan ilişkisini mükemmel şekilde anlıyorlardı.
Mu Tapınağı'nda adak olarak en kusursuz hasatlar ve hayvanlar
sunulmaktaydı.
Halk bir hükümdarlar hanedanı tarafından yönetilmekteydi; bunlann en azından biri kadın oluyordu ve her birine Büyük
Ohlm adı veriliyordu. Ancak, son hükümdarlık esnasında çıkan
bir isyan, yeni demokratik prensiplerin ve bir halk yönetiminin
kurulmasına yol açb. Bu isyan hiç şüphesiz ki birtakım felaketleri
de beraberinde getirdi, bir süre kan döküldü, zulüm ve gaddarlıklar yapıldı, sefalet çekildi; ancak yeni bir sosyo-ekonomik sisteme
de hayat verdi. Bu yönetim, tüm dünyanın gelecekteki idare sistemleri üz.erinde çok daha üstün ve hayal bile edilemeyecek bir etkiye sahip olacakb. Kastlar ve sınıflar hala daha mevcuttular, ama
zenginliklerin "sağlıklı olanlarla hasta olanlar, güçlüler ile zayıflar" arasında yeni bir bölünmeye tabi tutulması da söz konusuydu.
Pek tabii ki bu felsefeyi reddedecek ve bununla mücadele edecek
kişiler de hemen hazırdı.
Atlantisliler ve On ile Og'dan gelen güney milletleri buraya
ulaşbklannda büyük değişiklikler oluştu. Son adalardan, yani kuz.eyde Poseydia ve Eiz.en, doğuda Aryaz, güneyde Latinia Adalan'ndan gelen Atlantisliler yalnızca ülkelerini kaplayan sulardan
değil, aynı zamanda Bir Yasası'nın Çocuktan ile Belial Oğullan
arasındaki iç savaştan da kaçıyorlardı. Bu her iki tarafın da mensupları Peru'nun yüksek topraklannda bannacak yerler aramaktaydılar; bunlara bir de güney halkları eklenince zaten karışık olan
durum giderek daha da kanşıyordu.
Bu devirde, Ohlmlar'ın Ulkesi, kendisini cinsel aşınlıklara
kapbrdığı için giderek düşen zayıf bir lider tarafından yönetiliyordu. Atlantisli istilacılar çatışmalara ve ayaklanmalara yol açtılar, ama Büyük Ohlm'u devirmeyi ve sürgüne göndermeyi de başard.ılar ki, bu da onlara halkın desteğini sağladı ve tüm bölgeye yerleşmelerine yardım etti.
Atlantisliler otoritelerini idarenin içinde de kullanıyorlar, tanmsal ekonomi ve dini dogmalarla da meşgul oluyorlardı. Daha
modem tanın metotlan oluşturuldu ve maden ocaklanndaki çalışmalarda büyük gelişmeler kaydedildi. içlerinde daha büyük kaidelere dayalı yeni ayinlerin yapıldığı yeni tapınaklar inşa edildi.
Sosyal ve demokratik devlet gelişti. Halkın refahı her şeyden
önde geliyordu, çünki lnka liderleri hükümdardan çok, birer vasi
durumundaydılar. Kastlar yok oldu, eşitlik kuruldu. Halkın
maddi ve eğitime dayalı ihtiyaçlanru karşılamak üzere ortak evler
ve depolar yapıldı. Bununla beraber, her zamanki gibi, zenginlik
ve kudret tutkunu bazı Atlantisliler diğerlerini köle etmenin yollarını aramakla meşguldüler.
Sonuç olarak lnkalar'ın ahlakında düşüş başladı. Güneş kültü, dini ayinlerde ve insan kurban etmelerde kendini gösterdi. Altın ve kıymetli taşlann biriktirilmesi, bunların sonunda para gibi
kullanılmalanna yol açb. Hırslı ve otorite düşkünü Belial Oğullan
tapınakların en dini olanına fesat getirmekte gecikmediler.
Bu arada, yeni ürünler kullanılıyor, yeni enstrümanlar icat
ediliyor ve eski olanlar da geliştiriliyordu. İnce kumaş, işleme, sepetçilik, çanak-çömlekçilik, madenlerin işlenmesi ortaya çıkb. Albn, bakır ve kıymetli taşlar önemli miktarlarla topraktan elde ediliyor ve böylece ülkenin zenginleşmesini sağlıyordu.
Orta Amerika'daki Atlantisliler uzun yıllar boyu sürekli olarak Peru ile Yucaian arasında yolculuk ederek Og'a ve On'a gelmeye devam ettiler. Ohlrnlar giderek kaybolmaya yüz tuttular. Kızıl
ve esmer ırklar bpkı kültürleri ve dilleri gibi birbirleriyle karıştılar.
Her şeye rağmen büyük İnka ulusu işte bu büyük insanlık potasından ortaya çıkb. "Dağlardaki duvarları" ve "kanalları" yapanlar lnkalar idi ve çağımıza dek ülkeye hakim oldular.
Böylelikle, Atlantisliler'in gelişleri Ohlmlar'ın kaybolmalanrıa ve İnkalar'ın doğmasına yol açtı. Ülkelerinden kaçan bazı Ohlmlar Yucatan'a sığındılar ve burada büyük kalabalıklar halindegöç etmiş olan Poseydialılar'la birlikte yeni Maya Krallığı'run kurulmasına iştirak ettiler. Bazıları da kuzeye doğru, günümüzdeki
Birleşik Devletlerin güneybabsına kadar -Arizona, New Mexico;
Nevada- uzandılar ve bölgedeki mağaralarda yaşayan Lemuryalı
ya da Atlantisliler ile karıştılar. Ohlmlar millet olarak yeryüziinden silindiler. Tarih bakımından onlar hakkında hiçbir şey bilinmemektedir ve günümüzde onların isimlerini hatırlatacak hiçbir
şey kalmamıştır.
---------- Post added 21.01.20 at 21:15 ----------
kaynak:Atlantisten Geleceğe İnsanın Kaderi