Atlantisin parlak dönemi ve çöküşü
Eflatun batık bir kıtarun şaşırtıcı hikayesini yazdığından beridir insanlar bu ifşaatın doğruluk derecesini kendi kendilerine sorup durmuşlardır.Hiçbir tarihi konu, bu denli uzun süren tartışmalara ve gerçeği öğrenme tutkusuna sebep olmamıştır. İşte tarihçilerin tamamen bihaber oldukları, zamanın karanlığında yitip gitmiş bir kıta ve bir millet. Eflatun'un anlatısına ve bu konu üstüne
yazılmış 25 000 adet esere rağmen modem araştırmacılar arasında
ancak en cesur olanları Atlantis'e inandıklarını ilan etıne yürekliliğini gösterebilmişlerdir.
Bu kara parçası hakkında ilk kez Eflatun'un M.Ö. 5. yüzyılda
yazmış olduğu Timea (Timaios) adlı eserinde söz edildiğini görüyoruz. Büyük filozof bu eserinde, bazı Mısırlı rahipler ile M.Ö. 7.
yüzyılda yaşamış Atinalı politikacı Solon arasındaki bir görüşmeyi aktarıyordu. Rahipler, Atlantis'in dev bir ada olduğunu, Anadolu ve Libya'nın birleşmiş halinden de daha büyük olduğunu ve Cebclitarık Boğazı'nın ya da o zamanki adıyla Herkül Sütunları'run
ötesinde yer aldığını anlatıyorlardi. Bu ülke Solon'un doğumundan 9 000 sene önce çok güçlü bir krallıktı ve buradan gelen işgalci
kabileler, Akdeniz kıyısındaki tüm ülkelere yayılmışlardı.
Atlantisli işgalcilere yalnızca Atina başarıyla direnmişti. Sonuç olarak üzerinde yaşayanların insafsızlıkları yüzünden zelzeleler Atlantis'i epeyce salladı ve sonunda okyanus da onu yuttu.
Eflatun, yarım kalmış olan Kriton adlı eserinde buna Atlantis'in, başka bir çağın politik ütopyası niteliğindeki ideal yönetiminin bir
hikayesini de ekler.
Romalı doğa bilimci Pilinius'da, birinci yüzyılda yazmış olduğu ve bir tür ansiklopedi olan ''Doğal Tarih" adlı eserinde Atlantis'ten bahseder. hk Arap coğrafyacılan haritalannda Atlantis'i
gösteriyorlardı. Orta Çağ yazarlan onun varlığına kuvvetle inanıyorlardı ve bu kanaatleri Atlantis ile sayısız benzerlikler taşıyan
eski adalara ait tradisyonlarla (geleneklerle) destekleniyordu. Bu
batmış adalardan bazdan 16. yüzyıla kadar haritalarda hala yer
alıyorlardı.
Hemen hemen tüm eski ırklann büyük bir hıfana ilişkin sözlü gelenekleri vardır; bu da onların ortak bir kökenleri olduğunu
ve bu efsaneye olan inancın evrensel bir yaygınlığı olduğunu gösterir. 1 7. ve 18. yüzyıllarda Atlantis konusu çok şiddetle tartışıldı
ve varlığı Montaigne, Buffon ve Voltaire gibi kişiler tarafından kabul edildi. 1627'de yayınlanan ''Yeni Atlantis" adlı temsili eserinde
Francis Bacon bu ülkeyi sanatlann ve doğa bilimlerinin geliştirildiği bilimsel prensiplere dayanan sembolik bir ütopya olarak temsil
etmiştir.
Atlantis'in hikayesini kanıtlamak amacıyla pek çok eser meydana getirilmişse de bunlann içinde en iyisi muhtemelen İgnatius
Donnelly tarafından yazılan "Atlantis: Tufan Öncesi Dünya"
isimli eserdir. Bu kara parçası sırasıyla Amerika, ardından İskandinav Ülkeleri, sonra Kanarya Adalan ve daha sonra da Filistin ile
bir tuhılmuşsa da genel olarak Atlantik'in ortasında yer almış olduğu kabul ediliyordu.
Onun en ateşli savunucusu hiç şüphesiz, yirmi dört sene boyunca A.B.D.'nin Yucatan konsolosluğunu yapmış olan, arkeolog
Edward H. Thompson'dur. Orta Amerika'nın esrarengiz kabilesi
Mayalar'ın Atlantis kökenli olduklarına daima inanmış olarak
1935 yılında öldü. Bilim adamlarının çoğunluğunun onunla alay
etmesine rağmen diğer bazı kişiler kendisini desteklediler.
Jeologlar, Avrupa'nın batı kıyılarının eskiden Amerika istikametinde denizin çok daha açıklanna dek uzanmakta olduğunu
ve bu alçak toprakların tarih öncesi çağlarda sular alhnda olduğunu keşfettiler. Atlantiğin dibinde dağ silsileleri, vadiler ve bilinen
çıkıntılar vardır. Günün birinde Brest ile A.B.D.'nin kuzeyi arasındaki bölgede bir deniz alh kablosu kopmuş ve böylece jeologlar,
burada, en az 15 000 sene öncesinde, atmosfer şartlarında -yani
açık havada- katılaşmış olan lav parçalan keşfebnişlerdi. Colorado'da bulunan bir köpek kafatasının Avrupa kökenli olduğu ortaya çıknuştı; hayvan 12 ya da 15 milyon yıl evvelde yaşanuş eski bir
türe aitti ve bu da, Avrupa ile Amerika arasında bir kara köprüsü
olduğunu düşündürüyordu.
Arkeolojik keşifler, Eski Mısır ve Orta Amerika'da bulunan
mimari, sanat ve yazıtlar arasında çarpıcı benzerlikleri ortaya çıkarıyordu. Oysa ki bu iki ülke birbirlerinden binlerce kilometrelik
dev bir okyanusla ayrılmaktaydılar. Bu muammanın en akla yakın
çözümü, bu her iki bölgeye de bir Atlantis göçünün yapılnuş olmasında yabnaktadır; zaten başka bir açıklama da getirilebilmiş değildir.
Atlantis, Cayce tarafından ilk kez 1923 yılında yapılan bir
"okuma"da söz konusu edildi. Bunun ardından, yirmi üç sene boyunca, değişik kişiler için yapılan yüzlerce "okuma"da, Atlantis tarihinin sayısız çehresi gözler önüne serildi. Bu "okumalar" kayıp
kıtanın varlığını kanıtlamakla ve onun hakkında şimdiye dek tüm
söylenmiş ve yazılnuş olanların içinde en kayda değer olan niteliğini taşımakla kalnuyor, ayrıca pek çok ifşaatta da bulunuyor ve
bu kıtanın ve üzerinde yaşayanların da çok ayrıntılı, eksiksiz bir
tablosunu çiziyordu. Bundan da başka ve belki de en önemlisi, bu
şaşırtıcı uygarlık ile çağınuz arasında heyecanlandırıcı, inandına
ve telaşa düşüren ürkütücü bağlar kuruyordu.
Böylece, Atlantis kültürünün son çağına ait, günümüz dünyasının güncel sorunlarını doğrudan ve anlamlı şekilde etkilemekte olan unsurların varlığı ortaya çıkmaktadır. Bu bir rastlantı değildir; her iki medeniyet arasındaki sayısız paralellikler, Amerika'nın
bugün almaya mecbur olduğu bazı kesin kararların önemini kavrama imkanı vermektedir. İnsan dünyaya fizik formu (sureti) ile geldiğinde, topografya
bugünkünden çok farklıydı. Kutupların yer değiştirmesinden
sonra ve binlerce yıl sonra da kıtaların ayrışması neticesinde
önemli değişimler meydana gelmişti.
Kutup bölgeleri tropikal veya yarı tropikal idiler. Kuzey
Amerika'nın büyük bölümü, Utah, Nevada, Arizona ve New Mexico hariç, sularla kaplıydı. Bu bölgeler ise, tıpkı Gobi Çölü gibi,
çok bereketli ovalar durumundaydılar. Güney Amerika'daki
Andlar'ın kıyı bölgesi de, bpkı bu kıtanın büyük bölümü gibi, sıradağların güney kısmı ve Peru hariç, suların albndaydı. Doğu Afrika'nın bütün kuzeyi -Mısır ve Sudan- suların üstündeydi ve Nil
Nehri, Atlantik Okyanusu'na dökülüyordu. Avrupa'da ve Asya'da, Karpatlar, Kafkas Dağlan, Norveç, Moğolistan ve Tibet, suların üstündeydiler. Çok zengin topraklar olan İran ve Kafkasya,
Aden Bahçesi'ni hatırlatıyordu.
Lemurya ve Atlantis Kıtaları, dünyanın en geniş kara parçaları durumundaydılar. İleride Pasifik Okyanusu'na dönüşecek
olan bölgede yer alan Lemurya, A.B.D.'nin bah kıyısından Güney
Amerika'ya, And Sıradağlan'nın ucuna kadar uzanıyordu.
İleride Kuzey Atlantik durumuna gelecek olan bölgenin büyük bir kısmını işgal eden Atlantis, daha da büyüktü. Yüzölçümü
Avrupa ve Rusya'nın birleşik yüzölçümlerine eşitti. Meksika Körfezi'nden Akdeniz'e kadar uzanıyordu ve bah kıyısı, günümüzde
A.B.D.'nin doğu kıyısı olan ve o devirde sular altında bulunan bölgeye değiyordu. Florida açıklarında yer alan Bimini Adası da, tıpkı
Bahama Adalan ve Yucatan Yarımadası gibi bu kıtarun bir parçası
idi.
Mükemmel ırk Atlantis'te ortaya çıktığında, yani kızıl ırk
meydana geldiğinde, dünya acayip mahluklarla doluydu; bunlar,
yeryüzünde maddi varoluş deneyini yapabilmek için her türlü tuhaf ve kaba bedenlere bağlanmayı kabullenmiş olan ruh varlıklar'dı. Bu yarahklar yüz binlerce yıldan beridir yaşamaktaydılar ve
dünyanın diğer bölgelerinde de olduğu gibi pigmelerden dört metrelik devlere kadar tüm boylarda ve hayvanlarla olan ilişkilerinin sonucu ortaya çıkan inanılmaz yarabkları da hesaba katarsak,
hemen hemen tüm formlarda bedenlere bürünmüşlerdi.
Başlangıçta, tüm dünya barış içinde yaşıyordu. Çünki yeryüzüne hakim olmak için gelişmek ve çoğalmakla vazifeli olan Tanrı
Oğulları'nın mücadelesi, işin başında öyle organize olmuş bir dirençle karşılaşmamıştı. Kusursuz bir bedenle doğan ruhlar, dengeyi sağlamak ve ileride Belial Oğulları ile patlaKverecek olan,
ilahi iradeye giderek sırtını dönen iki ırk arasında ortaya çıkacak
olan anlaşmazlıklara hazırlanabilmek için büyük sayılarla yeryüzüne gelmeye devam ediyorlardı.
Kısa sürede, bu yeni insanlar aileler ve topluluklar halinde
birleştiler. O dönemde çok bereketli olan toprağın ürünlerini yiyorlar ve vücutlarının, hilkat garibeleriyle yapmış oldukları cinsel
temaslar sonucu epeyce tahrip edici etkiler meydana gelmiş olan,
o bölgesini de hayvan derileriyle örtüyorlardı. Mağaralarda ve
ağaçlarda yaşıyorlardı. Hakimiyet kurmak, ıslah olmak ve dostluklar edinmek arzusu sonucu kabileler oluştu. İnsanlar kısa sürede birleşmeyi öğrendiler ve rahat yaşamalarının beraberliklerine
bağlı olduğunu anladılar.
Atlantis'te yaşayan insanlar, dünyanın diğer bölgelere dağılmış olan başka ırkları ile aynı tekamül aşamalarından geçmek wrundaydılar, ancak gelişmeleri çok daha hızlı olmuştu. İnsanların
geri kalan bölümünün tersine, Atlantisliler, daha başlangıçta, doğanın kendine sunduğu nimetlerden yararlanmaya çalışan, sulh
içinde bir ulus meydana getirmişlerdir.
Taş, başlangıçta vahşi hayvanlardan korunmak ve beslenmek amacıyla, alet ve silah yapımında kullanıldı. Çok kısa sürede,
önce tahtadan, sonra da taştan, yuvarlak biçimli evler yapmaya
başladılar. lik Atlantisliler avcı idiler; daha sonra çoban ve çiftçi olmuşlardır ve taştan ya da tahtadan aletler kullanmışlardır. Ateş ve
doğal gaz ilk buluşları arasında yer alıyordu, bunları demir ve bakır izlemiştir. Daha sonra fillerin veya başka dev hayvanların derilerinden balonlar yapmayı tasarlamışlar ve bunları yapı malzemelerini taşımada kullanmışlardır. Köyler ve şehirler ortaya çıkmış ve insanlar iletişim yöntemlerini bulmuşlardır.
Akıldan mahrum, ağır ve kaba bedenleri yüzünden hayli rahatsız durumdaki o hilkat garibeleri, hiç gelişme kaydedemiyorlar
ve yalnızca sahiplerinin kendilerine sağladıklarından yararlanabiliyorlardı. Fizik bakımından, geçen asırlar boyunca ırklar arası
birleşmeler ve tekrar edilen reenkamasyonlar sayesinde hayvani
görünümlerini ve içgüdülerini azar azar kaybettiler.
En büyük sorun, hayvanlardı. Devasa boylardaki etobur
hayvanlar dağlardaki ormanları ve vadilerdeki cangılları sık sık
ziyaret ediyorlardı. Dev kuşlar toprağın üstünde süzülüyor ve ne
bulurlarsa yiyorlardı. Bedensel olarak hiçbir savunması olmayan
insanın çok güçlü bir savunma silahı vardı: Zekası, aklı ve iradesi
sayesinde, "kuvvetli olan yaşar" yasasına bağlı olan hayvanların
kaba gücüne karşı büyük bir başarıyla savaşh.
Madde içine düşüşüne rağmen Tann'ya hala yakın durumda
olan insan, yeryüzündeki ilk birkaç bin senelik yaşanu esnasında,
ruh varlığının, günümüzdekine nazaran kendini çok daha kolayca
ifade edebileceği bir bedene sahipti. Okült (gizli) melekeler, gayet
normal şeylerdi. Alnın ortasında yer alan üçüncü göz ya da sümüksü bez çok gelişmiş durumdaydı. Ruhun psişik melekeleri bu
gudde sayesinde çalışıyordu. Kusursuz ırka mensup insanlar
uzak bölgelerde neler olup bittiğini ve gelecekte olacakları görebiliyorlardı. Hilkat garibesi mahluklara da hakim olmak ve iradeleri
alhna almak yetenekleri vardı. Bununla birlikte, insan, dünyevi
amaçlara bağlanmakta olması yüzünden giderek kaynağından
uzaklaşıyordu; böylece kendisine Tanrı tarafından verilmiş olan
nitelikleri, sonunda kaybetti. Ruhun bu melekeleri, insan, düşünce ve fiil ile yeniden ruhsallaşıncaya dek kayıp olarak kalacaklardı.
Bunu başaranların sayısı çok az oldu.
Hayvanlar alemi giderek daha büyük bir sorun haline gelmeye başlanuştı ve sürekli olarak ölüm tehlikesi alhnda olması, insanın yaşamını zorlaştırıyordu. Dünyanın beş ulusundan gelen ve
beş ırkı temsil eden bir bilgeler konseyi M.Ö. 52000'e doğru toplandı. Beyaz ırkın temsilcileri Kafkasya'dan, Karpatlar'dan ve Pers Ülkesi'nden; sarı ırkın temsilcileri, ileride Gabi Çölü olacak bölgeden; siyah ırkın temsilcileri Sudan' dan ve Kuzeydoğu Afrika' dan;
ve esmer ırkın temsilcileri de Lemurya' dan gelmişlerdi. Delegeler,
daha ilk konferanstan başlayarak dünyaya zarar veren yaratıklarla beraberce mücadele etmenin yollarını aradılar. Topraktaki ve
havadaki unsurlarda (element) bulunan güçlü kimyasal enerjileri
kullanmak hususunda fikir birliğine vardılar. Bu karar, umulan
sonuçları doğurdu; ancak gelecek senelerde başka sonuçlar da
meydana getirecekti.
Melez yaratıklar ve o hilkat garibeleri toplumun paryaları
idiler ve en usandırıcı işlerde kullanılıyorlardı. Toplumdaki sınıfları evcil hayvanlar ve yük hayvanlarından çok az daha üstteydi.
Onlar yüzünden, kusursuz ırkın insanları, tamamen zıt görüşlere
sahip iki kampa ayrıldılar. Büyük ayrılıkların ve sıkıntıların doğmasına sebep olan husus, saf ırkın insanları ile bu henüz hayvani
tesirlerden kurtulamamış olan ırkın birleşmesiydi.
Bu paryalar, Baal veya Belzebuth'un -kötülüğün güçleri- taraftarlarından oluşan Belial kabilesinin köleleri idiler ve çok sert
muamele görüyorlardı. Sahipleri bunları, gizli güçleri, ipnoz ve
telepati sayesinde hakimiyetleri altında tutuyorlardı. Bunlar, kendilerine ayrılmış olan işleri yapabilmeleri için adeta çiftlik hayvanları gibi yetiştiriliyorlar ve ağır emekleri karşılığında kendilerine hiçbir fayda sağlayamıyorlardı; üstelik aile hayatları da yoktu. Onlar alelade bir şekilde şeyler -dokunulmazlar ("'), robotlardiye isimlendiriliyorlardı ve tarım işçisi veya hizmetçi olarak, bazen de ticaret hizmetinde kullanılıyorlardı.
Belial Oğulları'nın hırsları, kibirleri ve nefretleri yüzünden
kastlar ve sınıflar meydana geldi. Onların, insan haklarına ve başkalarının hürriyetlerine önem vermez tutumları kan dökülmesine
yol açtı. Büyük çoğunluk, sadece çıkarını gözeten aç gözlü bir
azınlığın arzu ve heveslerine boyun eğiyordu.
irsiyet ve çevrenin yasaları, sonunda etkilerini gösterdiler;
kişilerin dış görünümünde soylarının anlığına ve her birinin
amaçlarına, ideallerine ve kendilerini harekete geçiren güçlerin niteliğine göre değişiklikler oluşmaya başladı. Bazıları beden ve yüz
bakımından neredeyse kusursuz bir görünüme kavuşurlarken, diğerleri de insan bedeni üzerinde hayvani eklentiler, yani toynaklar, pençeler, kanatlar, tüyler ya da kuyruklar taşımaya devam ettiler. Bu garip yaratıklara Asur ve Mısır'a ait kabartma heykellerde
ve fresklerde rastlanır. Bunların tamamen kaybolmaya yüz hıtmaları Mısır'da gerçekleşmiştir.
Eski Ahit'te bahsedilen "bu insan kızlan ve yeryüzünde yaşayan devler", "Saf ırkı koruyunuz." bilgisini ilham etmişlerdi. Bazen
de, ırklar arası birleşmeler beden bakımından gayet ilahi (insan
formunda) ve eksiksiz ancak menfi ruhlu varlıkların, kimi zaman
da adeta insan taklidi gibi ve son derece çirkin bedenli ancak son
derece saf ve güzel ruhlu olan, ruhsal ışığa aç varlıkların meydana
gelmelerine sebep olmuşhı. Önemli olan fizik yapı değil, amaçlardaki anlık, fikirlerdeki mükemmellikti.
"Şayet benim halkım olmak istiyorsanız, sizin Tanrınız olacağım." emrine dayanarak Atlantisliler'in içlerinde en ruhanileşmiş
olanlan, halkı Tek Tann'ya tapmaya ikna etmek için bir gayret gösterdiler. Bir Yasası'nın Çocukları adıyla bilinen bu insanlar, ırkı,
bedenen olduğu kadar ruhen de saflaştırmaya teşebbüs ettiler. Kuralları - bir din, bir devlet, bir eş, bir ev, bir Tanrı- Belial Oğulları'nın hiç de hoşuna gitmiyordu.
Sunağa ilk getirilen adaklar, toprağın ve insan emeğinin
ürünleri, tarlalardan alınan hasatlar, küçük kuzular ve buzağılar
oldu. İnsanın belli belirsiz hissetmekte olduğu ama gözden kaybetmiş olduğu ilahi tarafının etkisiyle din bir realite haline geldi ve
Bir'in Yasası'nın öğretisi sürüp gitti:
"Birbirinizi seviniz. Kendinizi günlük vazifelerinize; Babanız'ın size vermesini dilediğiniz tüm o sevgi ile adayınız. Yakınlarınızla olan ilişkilerinizde Bir'in Yasası'na sadık kalınız."
Tann tarafından çocuklarına gösterilen bu ilk yasanın üzerine kurulmuş ilk inanç dogması şudur: "Ey İsrail, işit, Efendin olan
Tanrın Bir'dir. Benim karşımda başka Tanrıların olmayacaktır''.
Tapınaklar inşa edildi ve kısa zamanda dini semboller -merasimler, ayinler, dualar, neşideler- oluşturuldu. Anlığı sembolize
etmek ve hayatlarına daha ilahi bir amaç kazandırmak ve ışığı aramak gayesiyle sunaklara gelen melez yaratıkları (hybridler) yıkamak ve ruhsallaştırrnak için kutsal ateşler yakıldı. Din yavaş yavaş
bir sistem haline, insana Tanrısal aslını hatırlatma tarzı haline dönüştü. Hayatın sürekli oluşu, ya da tekrardoğuş, ruhun tekamül
planının esas kısmı olarak kabul edildi. Karma, ya da Sebep-Sonuç
Yasası (Ne ekerseniz onu biçeceksiniz.) temel olarak benimşendi.
Giderek, Bir Yasası'nın Çocukları ile Belial Oğullan arasında
bir çukur oluşmaya başladı ve bu çukur daha sonra bir uçuruma
dönüştü. Belial Oğullan'nın bedene bağlı ve materyalist yaşam biçimleri Bir Yasası'nın Çocuklan'ndan pek çoğunu da baştan çıkarabiliyordu. Bunlar o tür bir hayata imreniyorl\lr ve dayanamayarak sonunda onlar gibi yaşamaya başlıyorlardı. Dünyevi değerleri
iyice azdırmak ve ruhsal olanı aşağılamak amacıyla bazdan, putlara ibadetin dine girmesine göz yumuyorlardı.
Büyük tufanlardan birincisi son batıştan binlerce yıl önce
M.Ö. 50700'e doğru meydana geldi. Sebebi, dev boyutlardaki vahşi hayvanları yok etmek amacıyla gelişigüzel kullanılan kimyasal
maddelerin ve güçlü patlayıcıların daha önceden kestirilemeyen
ve doğanın dengesini bozucu etkileriydi. Ancak görünenin ardında yatan gerçek sebep, insanın içine düşmüş olduğu insafsızlık
haliydi.
Hayvanların yaşadıkları mağaraların içine muazzam miktarlarda gaz verildi ve bu da henüz hala soğumakta olan yerkürede volkanik patlamalara ve zelzelelere yol açtı. Felaketin büyüklüğü kutupların yer değiştirmesine yol açb ve bugünkü pozisyonlarına geldiler; ayrıca son buzul çağına da neden oldu.
Lemurya bundan hemen etkilendi. Z.aten yavaş yavaş Pasifiğe gömülmekte idi ve topraklarının büyük bir bölümü okyanus tarafından yutuldu. Atlantis'te ise, bugünkü Antiller açıklarında bulunan ve Saragossa Denizi olarak isimlendirilen bölge, sulara ilk
gömülen kısım oldu. Kıtanın geri kalanı çok sayıda büyük adalara
ayrıldı ve bunlarda da derin yarıklar, kanallar, çukurlar, körfezler, koylar, dereler oluştu. Ilıman olan iklim, kavurucu hale geldi.
Göçler, ilk toprak sarsıntıları esnasında başladı ve az sayıda
Atlantisli kıtanın batısına ya da doğusuna doğru göç ettiler. tik
grup Pireneler'e yerleşti, diğerleri ise Orta ya da Güney Amerika'
ya gittiler. Diğer taraftan Lemuryalılar da ilk önce Güney Amerika'
ya göç ettiler. Pasifik kıyısında bulunan ve daha sonra Peru adını
alacak olan ülkenin güneyinde yer alan Og Ülkesi'ni işgal ettiler.
Bu, İnkalar adı verilen esrarengiz yerli kabilesinin kökenini oluşturmaktadır.
Bu andan itibaren ve maddi (teknolojik) uygarlığın kayda
değer gelişmesine rağmen Atlantisliler'de çalkalanmalar hüküm
sürüyordu. Zengin, topraklan geniş ve bereketli bir ülkede barış,
yerini ayaklanmalara ve isyanlara terk etti. Sunaklar, Tek Tanrı
kavramına sırtlarını dönenler tarafından insan kurban etmede
kullanılır oldu. Güneşe tapıyorlardı. Sadece Bir Yasası'na en sadık
olanlar imanlarını sıkı şekilde muhafaza ediyorlardı.
Her türlü sapıklık, frenlenemeyen cinsel azgınlıklar ve haydutluk, şiddetle hüküm sürüyordu. Köylüler, emekçi sınıflar açlık
ve sefalet çekiyorlardı. Fizik ve ruhsal bedenler de, bpkı denize gömülen dağlar ve vadiler gibi aşındılar, kemirildiler. Bilimsel ve
teknolojik aşamalara rağmen, içteki bu çürüme hali, kendini beğenmiş, ihanet halinde, insaf ve adaletten mahrum bir milletin dağılmasına ve sonunda yok olmasına yol açmalıydı.
İkinci tufan, birincisinden çok çok sonra, M.Ö. 28000'e doğru
meydana geldi ve pek çok büyük ada sulara battı. Bu ikinci afet
Tevrat'ta Nuh Tufanı olarak anlatılır.
Volkanik patlamalar ve görülmemiş şiddette fırtınaların ardından gelen tufandan sonra, dünyanın bu bölgesinde varlıklarını
sürdürmeye devam eden başlıca kara parçalan kuzeyde Poseydon
(Antiller bölgesinde), Atlantik'in merkezindeki Aryaz, ve batıda
0g (Peru) idi. Birçok Atlantisli buralara sığmnuşlardı; daha büyük
bir çoğunluk ise dünyanın diğer bölgelerine sığınmaya çalışıyordu.
Lemurya, Pasifik Okyanusu'na gömüldü. Üzerinde yaşayanların bazıları aşağı California'ya, Arizona'ya ve New Mexico'ya kaçtılar ve burada, "Mayra" Ülkesi'nde, Mu Kardeşliği'ni
kurdular.
Atlantisliler için bu, bir çağın sona ermesi ve pek çok bakımdan seviyesine hiçbir zaman ulaşılamanuş yeni bir uygarlığın başlangıcıydı.
Tufandan sonra, Atlantis'te bir yeniden inşa dönemi başladı.
Atlantisliler'in, enerjileriyle ve çalışma kudretleriyle birleşmiş
olan bilimsel zihin yapılarının hızlı gelişimi, onlara mekanik, kimya, fizik ve psikoloji alanında ileri doğru harikulade adımlar atma
imkanı verdi, çünki her şeye rağmen üstün bir millet idiler.
tık tufandan sonra keşfedilen elektrik, elektronik alanında
önemli gelişmelerin yapılmasına ve her türden elektrikli aletin icat
edilmesine neden oldu. Uranyumdan elde edilen atom enerjisi taşımacılık ve ağır cisimlerin taşınması için bile kullanıldı. Bunlar,
egoistçe maksatlarla kötüye de kullanıldılar. Atlantisliler en gelişmiş ısıtma ve aydınlatma sistemlerine sahiptiler ve diğer ülkelerle
iletişim imkanları çok gelişmiş ve çok çeşitli idi. Laser gibi, her türden ışıklı şualar, keşfedilmişlerdi ve kullanılıyorlardı; bunlara
ölüm şuası da dahildi. Sıvı hava, sıkıştırılmış hava ve kauçuk da
keşfedilmişti. Bugün henüz bilinmeyen bakır, alüminyum ve
uranyumdan meydana gelen madeni alaşımlar, uçan araçların, gemilerin ve denizaltıların yapımında kullanılıyordu. Telefon ve
asansör gayet yaygındı, radyo ve televizyon da tıpkı teleskopla yapılan gözlemlerde ve uzun mesafeden fotoğraf çekmede kullanılan ışıklı şuaların büyütülmesi işlemi gibi çok gelişmiş bir durumdaydı. Her türden süs eşyası ve mücevher imal ediliyordu. Ordu
ve polis, politika sahnesinde rol oynuyorlardı.
Bununla beraber, Atlantisliler'in en önemli bilimsel başarıları, güneş enerjisine hakim olmalarıdır. Esas olarak, sonlu ve sonsuz olan arasındaki ruhsal irtibab kolaylaşbrmak amacıyla kullanılan bu devasa boyutlardaki yansıtıcı kristallere önceleri Tuaoil
Taşı adı veriliyordu. Ardından, geçen asırlarla birlikte bunun kullanınu geliştikçe ve ilerledikçe, enerjinin, ne kablo ne de tel kullanılmaksızın tüm ülkeye dağıtılmasında kullanıldı. Ona Ateş Taşı
ya da Büyük Kristaller adı verilmeye başlandı. Poseydia'daki Güneş Tapınağı'na yerleştirilmiş olan Ateş
Taşı, ulusun merkez jeneratörü vazifesini görüyordu. Bu, üzerinde bulunan bir mekanizma ile birlikte binanın merkezine asılı vaziyette duran, sayısız yüzeyleri bulunan ve muazzam büyüklükte,
camdan ya da taştan bir silindirdi, amyanta benzer özelliklere sahip ve bakalite benzeyen, iletken olmayan bir malzeme ile yalıblmıştı. Taşın üstünde, onu güneşe çıkarmak için yeri değiştirilebilen bir kubbe bulunuyordu.
.
Güneş ışığının sayısız prizmalardan geçerek yoğunlaştınlması ve güçlendirilmesi kayda değerdi. Enerji öylesine güçlüydü
ki, bunu, radyo dalgalanna benzeyen ve görünmez şualarla tüm
ülkeye dağıtabiliyorlardı. Bunun enerjisi her türlü aletin, gemilerin, uçan araçlann ve hatta eğlence taşıtlanrun dahi çalışhnlmasında kullanılıyordu. Bu bütün olarak bir uzaktan kumanda sistemiydi ve dalgalar, aletler tarafından endüksiyon vasıtasıyla alınıyordu. Şehirler, köyler, elektrik enerjilerini ya da diğerlerini bu aynı
kaynaktan alıyorlardı.
İnsan bedeni, kristallerden çıkan şualann hafifletilmiş bir uygulaması ile gençleştirilebiliyordu ve insanlar kendi kendilerini
sık sık gençleştirebiliyorlardı. Bununla beraber, Ateş Taşı yıkıcı
amaçlarla da veya işkence etmede ya da ağır biçimde cezalandırmada da kullanılabiliyordu. Kuvvetinin şiddeti çok yüksek bir düzeye ulaştınldığında -hata sonucu- ikinci tufanın meydana gelmesine yol açtı. Şualan diğer elektrik güçleriyle birleşerek toprağın
bağrında sayısız yangınların çıkmasına yol açtı ve bunun sonucunda, doğanın güçlü enerji kaynağının neden olduğu korkunç
volkanik patlamalar meydana geldi.
Amaki, Achaei ve özellikle de büyük adalardan sonuncusu
olan ve kendi adını taşıyan adada yer alan ve o çağın dünyasında
en önemli durumunda olan Poseydia gibi, beyaz taştan yapılma
harikulade güzellikteki şehirler tüm ülkede, güneş ışığı albnda pı-
. nl pınl parlıyorlardı. Şurada, Parfa Koyu'nda da dünyanın en işlek
ve en iyi korunmuş limanı yer alıyordu. Su, şehirdeki evlere ve çok
sayıda havuzlara ve su depolarına, dağlann yamaçlarına ve sayısız ırmaklara dek uzanan dev boyutlarda inşa edilmiş olan su kemerleri ile getiriliyordu. Su sporlan ülke sakinlerini çok cezbediyordu. Evlerin damlan düzdü, teras biçimindeydi ve dış duvarları
cilalannuş ve çok güzel mozaiklerle bezenmiş beyaz taştan yapılmışb.
Şehrin merkezinde tapınak bulunuyordu ve Bir Yasası'run
Çocuklan'nın yaşanu bunun çevresinde düzenleniyordu. Kubbesi, çok büyük ve onixten, topazdan ve berilyumdan (zümrüt de
olabilir) yapılma dev sütunlarla taşınıyordu. Bu sütunların üzerinde mavi yakuttan ve canlı renklere sahip başka taşlardan yapılan
işlemeler yer almaktaydı. Tapınağın kubbesi tüm güneş ışınlarını
yansıtıyordu.
İçeride, tapınağın ana bölümünde yer alan mihraplarda kutsal ateşler sürekli olarak yanmaktaydılar. Bu esrarengiz alevler,
melez varlıkları bedenlerindeki o istenmeyen hayvansal eklentilerden kurtarmak için kullanılan -ve bir süre sonra da bileşkesi giderek unutulan- ışınlar meydana getiriyordu. Toplanb yapmakta
kullanılan büyük bir iç avlu ve kahinlere, rahiplere, rahibelere ve
tapınağın tüm hizmetçilerine aynlnuş olan küçük odalar bulunuyordu. Sayılan hayli kalabalık olan din adamları, o devrin en bilgili kadın ve erkeklerinden oluşmaktaydı; bazıları hakimlik vazifesi
de görüyorlardı, vicdani ahlak idarecisi ve danışmanı olarak da
görev yapıyorlardı.
Atlantisliler ve özellikle de Poseydialılar, evrendeki yarabcı
enerjileri inceliyorlar ve doğanın zenginliklerinin, bitkilerin, kıymetli taşların, metallerin titreşimlerinin ve bunların insanların psişik ve sezgisel doğalarında meydana getirdiği titreşimsel sonucun
özünü kavrayabiliyorlardı. Tanm da tıpkı astronomi ve astroloji
gibi çok ilerlemişti. Atlantisliler sayıların anlamlanru hesaplayabiliyorlardı; yıldızlar ve elementler hakkında bilmedikleri yoktu ve
hatta sabah çiyinin faaliyetini ve meydana getirdiği sonuçlan dahi
bilmekteydiler. Yerçekimini nötralize etmeyi öğrenmişlerdi. Tüm
metafizik , ruhsal veya bilimsel yasaları anladıkları gibi insanın ve
beş ırkın kökenine ait sırlan da kavrayabiliyorlardı.
Bir Yasası'run Çocukları'nın sahip oldukları bu eşi benzeri olmayan bilgileri, Belial Oğullan kendi fesatlıkları için kullanmak istiyorlardı; bu materyalistler Tek Tann'ya tapanların sadece fikirlerini değil, aldıkları tedbirleri ve yaptıkları uyanları da hor görüyorlar ve aşağılamaya çalışıyorlardı. Bir Yasası'nın Çocukları arasından Belial Oğullan'nın iddialarını benimseyen ve yaşam biçimlerine imrenerek onlara katılanlar ve sırf zevk ve tahrip etme arzularının tatmini için yaratıcı enerjileri ve evren yasalarını kullanmalarında yardım edenler de çıkıyordu.
Bu kötüye kullanıma, hayatın veya yasanın "noktürn tarafı "
(•) adı veriliyordu. Çok sayıda tapınağın kutsiyeti tahrip ediliyor
ve bunlar birer günah mağarası haline dönüştürülüyor, bir yandan da ruhsal yasalar bedensel arzuların doyurulmasında kullanılıyordu. Psişik yeteneklerin kötüye kullanılması pek çok felaketlere sebep oldu. Gazların, sıvı havanın ve patlayıcıların egoistce
amaçlarla kullanılması hususunda tartışmalar oldu. Yönetici durumundakilerin sahip oldukları özel imtiyazlar konusunda çatışmalar çıktı. Köleler, köylüler ve işçi sınıfı sadece eziyet çekmek ve
zor koşullarda çalışmak ve yaşamak zorunda bırakılmakla kalmıyor, aynca ödedikleri vergilerle de eziliyorlardı. İki grup arasında
bir uçurum oluştu. Kudret, Bir Yasası Çocuklan'nın elinde de olsa,
karşı taraf bunların otoritesini yıkmak için her şeyi yapıyordu. Sonunda iç savaş patlak verdi.
Yönetim şekli, sosyalist eğilimli bir monarşi idi. Kral özel bir
konseyin yardımıyla hüküm sürüyordu. Kötü unsurlar, sonunda
bu konseyin içine sızmayı başardılar; yalan, entrika ve komplo,
kralın sarayında bile yaygınlaştı. Toplum üç sınıfa ayrıldı: Hükümran sınıf, her iki gruptan olup da nüfuzlu mevkileri işgal
edenler ve yüksek ruhban takımı tarafından oluşturuluyordu; orta
sınıf öğretmenlerden, idare memurlarından vs ... oluşmaktaydı; ve
son olarak da emekçi sınıfı geliyordu ve işçilerden, köylülerden ve
melez yaratıklardan (hybridler) oluşuyordu. Ayrıca kraliyetin
debdebeli yaşamına tutkun olan saray halkı, prensler ve prensesleri de unutmamak gerekir. Bir Yasası'nın Çocukları ise topluluk
halinde yaşamaktaydılar. ·
lç çalkantılar, huzursuzluklar, anlaşmazlıklar, şahsi arzula-nn iyice azgınlaşması, genelde hakim olan bu tatsızlık ortamı, Atlantis'in son çöküşünü hazırlayıverdi. Ve yıkılışı, daha önce çarpıcı
bilimsel aşamalar yapmaya imkan vermiş olan doğal ve ruhsal yasaların kötüye kullanılmışlıkları oranında da zorlu ve azap verici
boyutlarda gerçekleşti. Tek Tanrı'ya sadık olanlar, sümüksü bez
vasıtasıyla faaliyette olan, ancak giderek kaybolmaya yüz tutmuş
o durugörü yetenekleri sayesinde Atlantis topraklarının batışının
yaklaşmakta olduğunu anlamışlardı. Toplumları uyarmaya, önlenmesi imkansız olan o felakete mümkün olabildiğince engel olabilmek için onları birleştirmeye çok gayret sarf ettiler. Tanrı'nın
emrine göre, Belial Oğulları'nın arzu ettikleri gibi hemcinslerini
itaat altına almak yerine, üstünde yaşadıkları toprak parçalarını
itaat alhna almaları gerektiğini anlatmaya çalışıyorlardı. Felaketi
engellemek için, dünya üzerinde yaşayan tüm ulusların sahip olduk.lan tüm bilgileri biraraya getirme yollan aradılar ve bu amaçla
büyük bir toplantı gerçekleştirildi. Tüm ülkelere mensup delegeler, büyük felaketi önleyebilmek ümidiyle tüm bilgeliklerini ve
bilgilerini ortaya koymak üzere Atlantis'e geldiler; ama tüm çabaları boşuna oldu.
Önlenemez olana boyun eğen Bir Yasası'nın Çocuk.lan başka
çözümler ve kolonileştirebilecekleri yerler aradılar. Emniyetli sığınaklar aramak amacıyla, Mısır'a, Honduras'a, Yucatan'a dünyanın
diğer bölgelerine, denizden, havadan ve karadan olmak üzere sayısız araştırma seferi yapıldı. Her şeyden de önemlisi dini arşivlerini, sembollerini, ibadet eşyalarını muhafaza etmek amacındaydılar ve bunları beraberlerinde götürdüler.
Atlantis, M.Ö. 10700'de zaten tam bir çöküntü durumundaydı, uçurumun dibini bulmuştu. İnsan kurban etmeler ve güneşe tapınma, gerçek dinin yerini almıştı, her yerde zina, ahlaksızlık ve
her türlü bozukluk hüküm sürmekteydi. İnsan ve hayvan karışımı
melez yaratıklar (hybridler) giderek daha çok eziyet görmeye başlamışlardı.
Doğa güçlerini çok kötüye kullanıyorlardı. Güneş prizmaları, birer zor kullanma, işkence ve ceza aracı haline gelmişti; öylesine ki, halk bunlara "Korkunç Kristaller" adını takmıştı. İnsani değerlere hiç mi hiç saygı kalmamıştı ve ahlak, yeni yeni uçurumlarda yitip gidiyordu. Tüm ülkede şiddet ve isyan hüküm sürmekteydi. Ve ardından, sonuncu afet geldi.
Muazzam yer sarsıntıları toprakların altını üstüne getirdi.
Büyük adalar, kendilerini yutan okyanusun karanlık sularına gömülüp gittiler. Kısa bir sürede, su yüzeyinde adeta bir milletin
mezarının yerini işaret edercesine sadece birkaç zirve kaldı. Bazıları kaçmaya muvaffak oldular; diğerleri ise zayıf olanlara diğer ülkelerde sığınma imkanları yaratmak amacıyla kahramanca kalmayı seçtiler. Büyük bir çoğunluk kıta ile birlikte sulara
gömüldü. M.Ö. 9500' de, Atlantis yeryüzünden tamamen silindi.
Bununla beraber, Atlantis kültürü tamamen yok olmadı.
Onun izlerine Çin' de ve Hindistan' da hala rastlanmaktadır ve
etkisi, sayısız tekrardoğuşlarla kendini günümüzde de gayet
kuvvetle hissettirmektedir.
Tarih, ebedi bir yeniden başlangıçtır ve bu batık kıtanın
tüm bölgelerinin yeniden gün ışığına çıkacak olması gibi, Atlantisliler'in ruhu da günümüzde yeniden ortaya çıkmaktadır. Poseydia Adası, suların üstüne çıkacak olan ilk bölgedir ve Atlantik Okyanusu'nda, A.B.D. kıyıları açıklarında yeni kara parçaları belirecektir. Bunun zamanı yakındır.
Bahama A daları, ikinci tufandan önce geniş kıtanın bir
parçasını oluşturan Poseydia Adası' nın zirve kısımlarından yegane geriye kalanlardır. Buraya çok yakın bir bölgede, Bimini
sularında ve Florida kıyılarından elli mil açıkta, çamur tabakaları eski ve batık bir Atlantis tapınağının kalıntılarını örtmektedir. Günün birinde ortaya çıkarılacaktır.
Pireneler' de ve Fas'ta, eski bir Atlantis kolonisinin yıkıntıları hala keşfedilmeyi beklemektedir.
Atlantis'ten kaçıp sığınanlara, Honduras, Guatemala ve Meksika' da (Yucatan), ''Mayalar" deniyordu. Kuzey Amerika'da ise
New Mexico'ya, Arizona'ya ve Colorado'ya yerleştiler; doğuya,
Mississippi ve Ohio'ya kadar ilerlediler ve tümülüsleri (*) yaptılar. lrokua (lroquois) yerlileri bunların doğrudan torunlarıdırlar ve
Atlantis dininin izlerine hemen hemen tüm kızılderili kabilelerinde rastlanır.
Atlantisliler'in etkisi, Mısır'da kendini piramitlerin yapınunda gösterir, ki bu mimari şekline Meksika'da da rastlanır. Bazı yazıtlar birbirinin aynıdır ve Eski Ahit'in bazı kısımlarını aydınlatma
imkanı verecektir. Buna ek olarak, Büyük Kristaller'in yapılış
planlarını da içermektedir. Bu kalıntılardan bazıları, bunları çözmeyi başaramayan arkeologlar tarafından Yucatan piramitlerinde
bulunmuştur.
Cayce'in "okumalan"nda verilen ilk tarih on buçuk milyon
yıl öncesine dek -kusursuz ırk ruhlarının ikinci tesirleri- uzanıyorsa da, büyük Atlantis dönemi boyunca, M.Ö. 200000 ile 10700 yıllan arasında pek çok uygarlıklar geliştiler ve sönüp gittiler. İlk ve son
tufanlar arasında binlerce yıl geçti. Birinci felaket zamanındaki
göçler vasıtasıyla Pireneler'e ve Arnerika'ya götürülen kültür, ikinci göç esnasında Orta Amerika ve Fas'a aktarılan kültürden ve
üçüncü ve son tufan zamanında Mısır ve Meksika'ya götürülen
kültürden farklıydı. Atlantis uygarlığı, bir bütün olarak tek bir kerede nakledilmiş değildi. Kıta adalara ayrıldığında konuşulan dillerde de ayrılıklar başgösterdi. Halbuki dünyanın geri kalan kısmında hala aynı diller konuşulmaktaydı. Bu da Atlantisliler'in,
göç ettikleri diğer ülkelere olan etkilerini hayli zora sokuyordu.
Çağımız, pek çok bakımdan eski Atlantis'in bir kopyası gibidir ve sahip olduğumuz teknoloji, Atlantislilerce kaydedilmiş olan
gelişmelerle kıyaslandığında, daha da iyi anlaşılacakbr. Onlar günümüzde de çok büyük miktarlarda tekrar doğup durmaktadırlar,
halbuki insanlık devresi (siklus) Karma Yasalan'na -Etki ve Tepkigöre tekamül etmektedir ve insanlar yeniden, kendi elleriyle yaratmış oldukları bir dünyaya karşı çıkmak zorundadırlar. Gelişmiş
uygarlığımız bizlere ilk kez ve benzer şartlar alhnda, sadece yapmış olduğumuz sayısız haksızlıkları ve insafsızlıkları telafi edebilmemiz değil, tabiat güçlerini yapıcı ya da yıkıcı amaçlarla kullanma konusunda bir·kere daha bir seçme yapabilmemiz imkanını
vermektedir.
Cayce şöyle demişti:
"Bu varlığın Atlantisli olduğunu görmekteyim. Sonuç olarak o da, pek çok Atlantisli'nin yapmakta olduğu gibi, dünya üzerinde içinde bulunduğumuz çağda tekrar doğmayı seçmiş bulunmaktadır. Bir şeyden emin olunuz: Hiçbir ülkenin hiçbir yöneticisi
-varlığın inançların taraftarı ya da düşmanı olsun- bir Atlantisli'den başka biri olamaz. Belirtmiş olduğumuz gibi, Atlantisliler
çok yüksek bir uygarlık düzeyine ulaşmışlardı; ve onlara ilahi faaliyetler emanet edilmişti. Ama -tıpkı bu varlığın da yaptığı gibionlar, tüm varlıkların kimin için ve kimin içinde yaşayabileceğini
unutup gitmişlerdir. Ve sonunda bedenlerini tahrip etmişlerdir,
ama ruhlarını değil. Bu varlığın da yeryüzündeki gayesi şudur: Diğer insanlara mutluluk getirmek, hem de bir an evvel. Yani Tanrı'nın şu sözünün yaşayan bir numunesi olmak: 'Sizler, güçsüz
olanlar ve ezilenler, bana gelin, haçımı taşıyın ve öğretilerime kulak verin.' Bu varlığın tekrardoğuşunun altında yatan sebep budur
işte. Maksadında ya başarıya ulaşacak, ya da tıpkı Atlantis'te iken
yapmış olduğu gibi ve diğer pek çok ruhun da bu özel alanda başlarına gelmiş olduğu gibi acıklı bir başarısızlığa uğrayacaktır."
(2794-L-1)
Bizi.er, hepimiz, bir imtihanlar devrinin eşiğindeyiz. Bugün
yapmış olduğumuz şeyler insanlığın binlerce yıllık kaderini belirleyecektir.
|