Vicdan azabı çekenler...
İnsan bilerek veya bilmeyerek, farkında olarak veya olmayarak birisine haksız bir
davranışta bulunmuş olabilir. Hatta onu mağdur bir duruma düşürüp bazı haklarının
elinden çıkmasına sebep olacak bir muamelede de bulunabilir.
Böyle bir durum karşısında ne yapmalıyız? “Bir defa oldu, bir daha yapmayız, keşke
yapmasaydım” diyerek iç dünyamızda hesaplaşmamız kafi gelir mi? Yoksa meselenin
telafisine gidip de hatamızı düzelterek helallik dileyerek pişmanlığımızı mı bildiririz?
İslâm’da esas itibariyle bir Allah hakkı, bir de kul hakkı vardır. Allah hakkı, her insanın
Rabbine karşı yapması gereken kulluk vazifeleridir. Bu hususta yaptığı bir kusur, günah ve
eksiklikten dolayı Allah’a yalvarır, tövbe istiğfar ederek affını diler. Fakat kul hakkı öyle
değildir. Onun bir tek telafisi vardır, o da haksızlığa uğrayan, hukuku zayi olan kişiyle bizzat görüşüp özür beyan etmek, helallik dilemekle
birlikte maddi bir kaybı varsa telafi etmektir.
Bir hadis-i şerifte Peygamber Efendimiz şöyle buyururlar:
“Bir kimse kardeşinin haysiyetine, yahut malına haksız olarak taarruz etmişse, iltimas olarak verilebilecek altın ve gümüşün bulunmadığı
günden (Kıyamet) önce helalleşsin. Aksi halde, yaptığı haksızlık nispetinde onun iyi amellerinden alınıp hak sahibine verilir. İyiliği yoksa,
hak sahibinin günahından alınıp haksızlık eden adama verilir.” (1)
Peygamberimizin de tavsiyesine göre, bu durumda helalleşmekten başka çıkar yol yoktur. O kadar ki, insan şehit bile olsa, üzerinde kul
hakları varsa, Allah diğer günahlarını bağışladığı halde kul hakkını bağışlamamaktadır.
Siz, zarara uğramasına sebep olduğunuz kimseye gider, önce bir hata yaptığınızı itiraf ederek özür beyan eder, sizi affetmesini, hakkını
helal etmesini rica edersiniz. Maddi bir kaybı varsa, imkanınız nispetinde hakkını verirsiniz. Böylece elinizden geleni yapmış olursunuz.
Muhatabınız da sizi hoş karşılar, müsamaha ve anlayış gösterirse, mes’uliyetiniz kalkmış, hadis-i şerifte açıklandığı gibi, dünyada iken
helalleşerek ahiretteki hesaplaşma ve azaptan kurtulmuş olursunuz.
Bununla birlikte vicdan azabı çekiyorsanız, ayrıca tövbe istiğfar edersiniz. “Pişmanlık tövbenin kendisidir”, “Günahından tövbe eden hiç
günah işlememiş gibi olur” mealindeki hadis-i şeriflerin sırrıyla Allah katında da rahata kavuşmuş olursunuz. (2)
Bir insan tövbesinin kabul olduğunu, günahtan kurtulduğunu nasıl anlar, nasıl fark eder, bu hal nasıl bilinir? Cevabını Peygamber
Efendimizden (a.s.m.) öğrenelim:
“Bir günah işledikten sonra tövbe edip iyilik işleyen kimse, üzerine çok dar bir zırh giyinen bir adama benzer. Günahtan sonra bir iyilik
yaparsa zırhın halkalarından biri çözülür. Bir iyilik daha işlerse öbür halka da çözülür. Yapılan iyiliklerin sonunda zırh yere düşer.” (3)
Gerek Rabbine karşı bir günah işleyen, gerekse bir insana haksız bir davranışta bulunan bir kimse, o günah ve hatanın akabinde pişmanlık
duyarak sevaplı ameller işler, Kur’an ve imana yönelik hizmetlerini ve çalışmalarını arttırırsa günah zırhının düğmeleri teker teker
çözülür, kısa zamanda o günahlardan kurtulur. Artık bundan sonra bir vicdan azabı çekmesine, huzursuz olup üzüntüye kapılmasına gerek
kalmaz. Çünkü o bir kul olarak halis bir niyet ve ihlasla elinden geleni yapmış sayılır.
1.Buhari Mezalim:10.
2.et-Tergib ve't-Terhib, 4:97.
3.A. g. e., 4:106
4.Zümer Suresi, 53.
|