Dönüp Duran Kalpler
Her Âdemoğlunun kalbi, Allah Azze ve Celle’nin parmaklarından iki parmağı arasındadır. Onu sebat ettirmek istediği zaman sebat ettirir, çevirmek istediği zaman çevirir. Kalbin misali, çölde rüzgârın sürekli çevirip durduğu bir tüye benzer.” (Hadis-i Şerif)
İnsan bedeni bir ülkeye benzetilecek olursa, kalp bu ülkenin hükümdarıdır. Bedenin dıştaki ve içindeki bütün organlar da ülkenin ordusu, yani hizmetkârları sayılabilir. Ordu hükümdarın hizmetinde ve emrindedir.
İnsanın sahip olduğu bütün organlar kalbe itaat etmek, verdiği emri yerine getirmek üzere yaratılmışlardır. Asla ona aykırı biçimde hareket etmeye güçleri yetmez ve yapıları da buna elvermez. Kısaca, insanın bütün organlarını yöneten ve yönlendiren sadece kalptir. Yüce Rabbimizin, cehennemliklerin ilâhî hakikatler karşısındaki durumunu anlatırken ifade buyurduğu, “onların kalpleri vardır, onlarla kavramazlar...” (A‘râf 179) buyruğu da kalbin bu merkezî konumunu ortaya koyar.
Kalbin önemi ve istikameti
Kalbin önemine işaret eden pek çok ayet-i kerime vardır. Aynı husus Rasul-i Ekrem s.a.v.’in çok sayıdaki hadis-i şeriflerinde de ifade edilmiştir.
Rasul-i Ekrem s.a.v.’den rivayet edilen şu hadis-i şerif ise, insanın hem dünya hayatı hem de ebedi ahiret hayatı için kalbin ne kadar önemli olduğunu açık biçimde ortaya koyar.
Abdullah b. Mes‘ud r.a., Rasulullah s.a.v.’in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
“Dikkat edin vücudun içinde bir et parçası vardır; o düzelirse bütün vücut düzelir, o bozulursa bütün vücut bozulur. Dikkat edin, o kalptir!” (Buhârî, İmân, 39, Büyû‘, 2; Müslim, Müsâkât, 107)
Bu hadis-i şerif bize, bir kimsenin Allah Tealâ’nın emirlerine uygun bir hayat sürdürebilmesinin ancak kalbin düzelmesi ile mümkün olabileceğine işaret eder. Eğer kalp selamette ise, yani Allah’ın ve O’nu sevenlerin muhabbetiyle dolu; Allah korkusu ve O’nun yasaklarını çiğneme endişesi ile atıyorsa bütün organlar düzelir. Böylelikle bu organlar şüpheli işlerden de sakınmaya başlar.
Şayet kalp bozuk olursa, Allah Tealâ’nın hoşuna gitmediğini bile bile nefsin hoşuna giden şeyleri yapma arzusuyla dolar. Bu durumda vücudun bütün organlarının davranışları bozulur; nefsin kötü isteklerine göre hareket ederek her türlü haramı ve şüpheli ameli işler.
Allah katında ancak kötülüklerden selamete ermiş olan kalp fayda verir. Cenab-ı Hak şöyle buyurur: “O gün ne mal ne de evlat fayda verir. Ancak Allah’a selim bir kalp ile varan kimse müstesna.” (Şuarâ 88-89). Rasulullah s.a.v. de dualarında: “Allahım, senden selîm bir kalp istiyorum.” (Tirmizî, Daavât, 23; Nesâî, Sehv, 61) derdi. Selîm kalp, bütün âfet ve kötülüklerden selamette olan kalptir. İçinde tek sevgi ve tek korku bulunur: Allah sevgisi ile Allah’ın sevdiği şeylerin sevgisi; Allah korkusu ile Allah’tan uzaklaştıracak şeylerin korkusu...
Eğer kalp selamette ise,
yani Allah’ın ve O’nu sevenlerin muhabbetiyle dolu;
Allah korkusu ve O’nun yasaklarını çiğneme endişesi ile
atıyorsa bütün organlar düzelir.
Hz. Enes r.a.’dan rivayet edildiğine göre Rasulullah s.a.v. buyurdu ki: “Bir kişinin kalbi dosdoğru (müstakim) olmadıkça imanı dosdoğru olmaz. Kişinin dili dosdoğru olmadıkça da kalbi dosdoğru hale gelmez.” (Ahmed, el-Müsned, 20/343; İbn Ebü’d-Dünya, es-Samt, s. 48; Kudâî, Müsnedü’ş-Şihâb, 2/62; Beyhakî, Şu‘abü‘l-Îmân, 1/98)
İmanın istikamet bulmasından maksat, el ayak, göz kulak gibi organların yaptığı işlerin doğru olmasıdır. Zira diğer organların amelleri ancak kalbin istikamet bulmasıyla düzelir. Kalbin istikametinden maksat ise kalbin Allah’ın muhabbeti, O’na itaatin muhabbeti ve günahlara karşı nefret ile dolu olmasıdır.
Hasan-ı Basrî k.s. bir zata demiştir ki:
“Kalbini tedavi et! Çünkü Allah kullarından kalplerini düzeltmelerini istiyor. Kalbin düzelmesi de ancak oraya marifetullahın; Allah’ın azameti, muhabbeti, heybeti ve O’na duyulan haşyetin ve tevekkülün tam anlamıyla yerleşmesi ile mümkün olur. İşte kelime-i tevhidin gerçek anlamı budur. Kalp de ancak kendisinden başka ilâh bulunmayan Allah Tealâ’ya ibadet edip O’nu yegâne ilâh tanıması, O’nun muhabbeti ve haşyetiyle dolu olmasıyla salâha kavuşur.” (İbn Receb, Câmi‘u’l-Ulûm ve’l-Hikem, 1/210)
Anlaşılıyor ki, vücudun hareketleri kalbin hareket ve iradesine bağlıdır. Onun hareket ve iradesi sırf Allah Tealâ için olursa, kendisi kurtuluşa erdiği gibi diğer organların hareketleri de kurtuluşa erer. Eğer kalbin hareket ve iradesi Allah’tan başkası için olursa fesada uğramış demektir. Kalp fesada uğrayınca vücudun bütün hareketleri de bozulur. Ki buna düşünce, fikir, muhayyile dâhildir.
Kalbin düzelmesi ancak oraya marifetullahın;
Allah’ın azameti, muhabbeti,
heybeti ve O’na duyulan haşyetin ve
tevekkülün tam anlamıyla yerleşmesi ile
mümkün olur.
Kalplere etki
Kişinin geçerli bir imana sahip olması ve sâlih ameller işleyebilmesinin ancak kalbin dosdoğru olmasıyla mümkün olabileceği ifade edilmiştir. Bu durum, kalp istikametinin hayatî derecede önemli olduğunu ortaya koyar. Bunun yanında kalbin, sürekli olarak ilâhî tasarrufun ve kudretin etkisi altında olduğunu anlamaktayız.
Rasul-i Ekrem s.a.v.’in Medine’de on yıl boyunca hizmetinde bulunan Enes b. Malik r.a.’ın rivayet ettiği şu hadis-i şerif, kalpler üzerindeki bu ilâhî tasarrufu beyan etmektedir:
“Her Âdemoğlunun kalbi, Allah Azze ve Celle’nin parmaklarından iki parmağı arasındadır. Onu sebat ettirmek istediği zaman sebat ettirir, çevirmek istediği zaman çevirir. Kalbin misali, çölde rüzgârın sürekli çevirip durduğu bir tüye benzer.” (Ahmed, el-Müsned, 11/130; 29/178; 32/530; Buhârî, Îmân, 11; Müslim, Kader, 17; İbn Mâce, Mukaddime, 10, 13; Nesâî, es-Sünenü’l-Kübrâ, 7/156)
Allah Tealâ “Rabbinin ordularını da ancak kendisi bilir.” (Müddessir 31) buyurmuştur. Bu bakımdan Allah Tealâ’nın kalpler, ruhlar ve başka âlemlerde talim ve terbiye ettirilmiş orduları vardır. Onların hakikatlerini ve sayılarını ancak Allah bilir.
Allah Tealâ’nın eli ya da parmağı ifadeleri
Şeyh Kelâbâzî rh.a. demiştir ki:
Allah Tealâ kendisi hakkında yed (el), sem‘ (işitmek), basar (görmek) sıfatlarını kullandığı gibi, Nebî s.a.v. de Yüce Rabbimizi esâbi (parmak) sıfatıyla vasfetmiştir. Ancak O’na ait olan “yed”, “sem‘“ ve “basar” gibi sıfatların organ, uzuv, bedenin bir parçası ve unsuru anlamında olmadığına kesin delil bulunmaktadır. Çünkü Allah Tealâ Vâhid, Ahad, Ferd ve Samed’dir. Sonradan olan vasıflardan ve yaratılmışlara benzemekten uzaktır. O’na benzeyen hiçbir şey yoktur. Her şeyi layıkıyla işiten (Semî‘) ve hakkıyla görendir (Basîr). Bize düşen, bu sıfatlara inanmak; O’nun kendisini vasfettiği sıfatları kabul etmek, sonradan olmaya delalet eden sıfatları nefyetmektir. Yine O’nu teşbihten (yaratılmışlara benzetmekten), keyfiyetten ve idrak edilebilir olmaktan tenzih etmek gerekir.
Allah Tealâ, yaratılmışlar gibi damar, kan, kemik ve etten oluşan parmaktan münezzehtir. Boğumlara taksim olunan parmaktan Allah Tealâ’nın şanı yücedir. Parmaktan maksat süratle çevirmektir. Hareketlendirme ve bozmaya muktedir olmaktır. Nasıl ki insan parmaklarıyla işler yapmaktaysa, Allah Tealâ da yaptıklarını, meleklerle ve şeytanı musallat kılmak suretiyle yapar. Tıpkı insanın parmaklarının cisimleri evirip çevirmesine hizmet ettiği gibi...
Kalbin düzelmesi ancak oraya marifetullahın;
Allah’ın azameti, muhabbeti,
heybeti ve O’na duyulan haşyetin ve
tevekkülün tam anlamıyla yerleşmesi ile
mümkün olur.
Kalplerin iki parmak ile çevrilmesinin anlamı
Kalp, yaradılış itibariyle hem melekten hem şeytandan gelen etkileri de kabul etmeye elverişlidir. İnsanın hür ve irade sahibi olarak yaratılması sırrınca esasen bunların biri diğerine ağır basmaz. Ancak taraflardan birinin ağır basması, nefsin isteklerine tâbi olmak veya bunlardan yüz çevirmekle olur. Eğer insanoğlu öfkesine ve şehvetine ayak uydurursa, nefsinin arzuları vasıtasıyla şeytanın etkilerine teslim olduğu anlaşılır. Böylece kalp şeytanın yuvası ve barınağı haline dönüşür. Çünkü nefsin istekleri şeytanın otlağıdır.
Eğer insanoğlu şehvetlerle mücadele edip onları nefsinden uzaklaştırır ve meleklerin ahlâkına uyarsa, bu takdirde onun kalbi meleklerin uğrak yeri ve mahalli olur. Hiçbir kalp şehvet, öfke, hırs, tamahkârlık ve kötü emellerden; yani nefsin arzularından dallanıp budaklanan beşerî sıfatlardan boş değildir. Bu nedenle şeytanın vesveseyle dolaşmadığı kalp yoktur.
Allah Tealâ için kullanılan el, ayak, parmak gibi sözler, ancak idrak sahipleri tarafından anlaşılabilen misallerdir. Cahilin anlayışı ise misalin zâhir manasını geçmez. Bu bakımdan cahil kişi Allah’a el ve parmak isnad eder. Oysa Allah Tealâ onun bu yakıştırmasından kesinlikle yüce ve münezzehtir. Ahiret hakkında da bu gibi temsilî anlatımlar olmuştur. Cahil kimseler onu yalanlar ve misalin zâhirini dikkate alırlar. Hz. Peygamber s.a.v de “Müminin kalbi Rahman’ın parmaklarından ikisinin arasındadır.” sözüyle kalbin süratle değiştirilmesini ifade etmiştir. (Gazâlî, İhyâu Ulûmi’d-Dîn, 4/23)
Yapmamız gereken Cenab-ı Hakk’ın kendisini vasfettiği sıfatların varlığını kabul etmek, O’na iman edip tasdik etmektir. Aynı şekilde Rasulü s.a.v. onu “isba‘‘ (parmak) sıfatıyla vasfettiğine göre bizim yapmamız gereken; keyfiyet (Allah Tealâ’ya bir şekil vehmetmek), idrak (O’nu kavrayabileceğini zannetmek) ve teşbih (benzetmek) hatalarına düşmeden hak ettiği ve layık olduğu biçimde O’na teslim olmaktır. Çünkü Rasul-i Ekrem s.a.v., yaratılmışlar arasında Allah Tealâ’yı en iyi bilen ve tanıyandır.
Nitekim Rasulullah s.a.v. bir hadis-i şerifte şöyle buyurmuştur: “Ben, içinizde Allah Tealâ’yı en iyi bileninizim.” (Ahmed, el-Müsned, 40/376; 41/396; Buhârî, Îmân, 11; İbn Ebu Davud, Müsnedü Âişe, s. 69). Cenab-ı Hak da Peygamberi hakkında; “O, nefsinin arzusuna göre konuşmaz. Bildirdikleri vahyedilenden başka bir şey değildir.” (Necm 3-4) buyurmuştur.
İnsanoğlu şehvetlerle mücadele edip
onları nefsinden uzaklaştırır ve meleklerin
ahlâkına uyarsa, bu takdirde onun kalbi
meleklerin uğrak yeri ve mahalli olur.
Kullara karşı lütuf ve adalet
Allah Tealâ kulun kalbini hidayete doğru çevirdiğinde bu O’nun fazlındandır. Dalâlete çevirdiğinde ise adaletinin tezahürüdür. Rasul-i Ekrem s.a.v. şu duayı çokça yapardı: “Ey kalpleri evirip çeviren…” Bu duayı sıkça tekrar eden Hz. Peygamber s.a.v., kalbini İslâm dini üzere sabit kılmasını Hak Tealâ’dan hep niyaz ederdi. (Ahmed, el-Müsned, 19/160; Buhârî, el-Edebü’l-Müfred, s. 237; Tirmizî, Kader, 7, Daavât, 90, 125; Nesâî, es-Sünenü’l-Kübrâ, 7/156)
İşte Allah Tealâ, düşmanlarının kalplerini adaletiyle çevirir. Adalet de O’nun bir sıfatıdır. Bu sıfatla onların kalplerini halden hale çevirir, ama bu hallerin hepsi de onlar hakkında şerri ve dalâleti diler. Nitekim bir ayet-i kerimede; “Onlar, Allah’ın kalplerini temizlemeyi istemediği kimselerdir.” (Mâide 41) buyrulmuştur.
Allah Tealâ onların kalplerinde hastalık (maraz) var etmiştir. Kalplerindeki o hastalığı lekeye (reyn) çevirmiş, leke perdeye (ekinne) dönüşmüş, perde ardından mühüre (hatem) çevrilmiştir. Allah Tealâ böyle yapmakla adalet göstermiştir.
Saymış olduğumuz bu safhalar (maraz, reyn, ekinne, tab‘, hatem) ayetlerde şöyle geçmektedir:
“Onların kalplerinde bir hastalık (maraz) vardır. Allah da onların hastalığını artırmıştır.” (Bakara 10)
“Onlar yoldan sapınca Allah da kalplerini saptırmıştı.” (Saf 5)
“Hayır! Aksine onların işlemekte oldukları (kötülükler) kalplerini paslandırmıştır. (râne/reyn)” (Mutaffifîn 14)
Kendilerine güzel mükâfat hazırlanmış olan
mümin ve ihlâslı kulların kalpleri hep korku ile ümit,
haşyet ile itminan, gerginlik ile rahatlık,
şevk ile muhabbet, ünsiyet ile
heybet arasında çevrilip durur.
“Onu anlamamaları için kalpleri üzerine perdeler (ekinne) gereriz.” (En‘âm 25)
“Doğrusu Allah, küfürleri yüzünden onların kalplerinin üzerine mühür (tab‘) vurmuştur.” (Nisâ 155)
“Allah onların kalplerini mühürlemiştir (hatem).” (Bakara 7)
Allah Azze ve Celle bunu münafıklara ve kâfirlere yapar, ihlâslı müminlere yapmaz. O’nun dilediğini yapma hakkı vardır, çünkü onların gerçek sahibi O’dur. O’nun dışında herkes yaptığından hesaba çekilir, fakat O yaptığından dolayı sorgulanamaz. Dilediğine dilediği gibi hükmeder.
İşte bundan dolayı düşmanlarının ve ezelî ilmiyle şekâvet ehli olarak küfre, inkâra, şirke ve nifaka gireceklerini bildiği kimselerin kalplerini bu şekilde çevirir. Hak Sübhanehu ve Tealâ, kullarına zulmetmekten çok yüce ve uzaktır.
Sevdiği kullarına gelince; onlar hakkında hayır dilediğinden, hidayet üzere olmalarını sağlamak için kesin imana sahip olmaları ve imanlarını güçlendirmek maksadıyla fazlı ile kalplerini halden hale çevirir. Nitekim Allah Tealâ, “İmanlarını bir kat daha arttırsınlar diye müminlerin kalplerine güven indiren O’dur.” (Fetih 4) buyurmuştur.
Yahut şu ayeti kerimede geçtiği gibi, onları sebat ettirmek için bunu yapar: “Allah, iman edenleri hem dünya hayatında hem de ahirette sabit bir sözle sağlamlaştırır.” (İbrahim 27)
Ne yapmalı?
Kendilerine güzel mükâfat hazırlanmış olan mümin ve ihlâslı kulların kalpleri hep korku ile ümit, haşyet ile itminan, gerginlik ile rahatlık, şevk ile muhabbet, ünsiyet ile heybet arasında çevrilip durur. Allah Tealâ fazlı ile onların kalplerini bu hallerin birinden diğerine çevirip durur. Bu sayılan hallerle ilgili ayetler şöyledir:
“Onlar öyle kimselerdir ki, Allah anıldığı zaman kalpleri ürperir.” (Enfâl 2; Hac 35)
“Sonra derileri de kalpleri de Allah’ın zikrine karşı yumuşar.” (Zümer 23)
“Onlar, Allah’ın kalplerini takva (Allah’a karşı gelmekten sakınma) konusunda sınadığı kimselerdir.” (Hucurât 3)
“Bilesiniz ki, kalpler ancak Allah’ı anmakla huzur bulur.” (Ra‘d 28)
“Allah kimin gönlünü İslâm’a açmışsa o Rabbinden bir nur üzerinde değil midir?” (Zümer 22)
“Müminlerin Allah’a olan sevgisi daha güçlü bir sevgidir.” (Bakara 165)
“Allah daraltır ve genişlik verir.” (Bakara 245)
Müminlerin kalplerini korkuyla daraltır, ünsiyet ve zikri ile genişlik verir. Şu halde kulların kalpleri bu iki sıfatla, yani adalet ve fazl sıfatıyla çevrilip durur.
Kalpleri çeviren Allah Tealâ’dır. Yaratma ve emretme O’na aittir; hidayet ile dalalet arasında çevirir. Sağlamlaştırma ve silip giderme O’na aittir. Hüküm O’nun, dönüş de ancak O’nadır. Müminlerin genelinin kalpleri farklı hallerde çevrilip durur; yakîn ile ıstırap, gaflet ile uyanıklık, dünyaya yönelme ile ahirete meyil arasında gidip gelir. Bir o hale bir diğer hale döndürülür.
Abdullah b. Abbas r.a.’ın şöyle dediği rivayet edilmiştir: “Kalbe, sürekli değiştiği için kalp adı verilmiştir.” (Ahmed, el-Müsned, 32/431; Bezzâr, el-Müsned, 8/167; Beyhakî, Şu‘abü‘l-Îmân, 2/207)
Hikmet ehlinden biri şöyle demiştir: “Kul için kalbini muhafaza etmekten daha çetin bir iş yoktur. Kalp Arş’ın etrafında tavaf ederken, bir de bakarsın helanın etrafında dönmekte!”
Sehl b. Abdullah et-Tüsterî rh.a. şöyle demiştir: “Kulun üzerine düşen, Allah Tealâ’nın koyduğu sınırları korumaya çalışmak ve nefsin arzularına engel olmaktır. Böyle yaptığında Allah onun kalbini muhafaza eder ve sırrını düzeltir.”
Her insanın kalbine şeytanın bir dokunuşu,
meleğin de bir dokunuşu vardır.
Şeytandan gelen dokunuş şerri vaadedip
hakkı yalanlar ve yasaklar.
Melekten gelen ise hayrı vaadedip
hakkı tasdik eder.
Selman-ı Farisî r.a.’ın şöyle dediği rivayet edilmiştir: “Her kim zâhirini düzeltirse, Allah Tealâ da onun içini düzeltir.” (İbnü’l-Mübârek, ez-Zühd, 2/17; Ebu Nuaym, el-Hilye, 1/203)
Yani bir kimse vücudunun organlarına hakim olur ve hareketlerine dikkat ederse, Allah Tealâ da onun kalbini düzeltmesine yardımcı olur, demektir.
Enes b. Malik r.a., Rasulullah s.a.v.’in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: “Kılıcın paslandığı gibi elbette kalp de paslanır. Onun cilası her yerde Allah Tealâ’yı zikretmektir.” (İbn Kuteybe, Garîbü’l-Hadîs, II, 278; Zemahşerî, el-Fâik, I, 411; İbnü’l-Esîr, en-Nihâye, II, 100)
Ebu Ümame r.a.’tan rivayet edildiğine göre Rasulullah s.a.v. şöyle buyurmuştur:
“Lokman, oğluna şöyle öğüt vermişti: Yavrucuğum, âlimlerin meclisine devam et, hikmet ehlinin sözlerini dinle! Allah Tealâ ölü toprakları nasıl bol yağmur sularıyla diriltiyorsa, ölü kalpleri de hikmet nurlarıyla diriltir!” (Taberânî, el-Evsat, 8/199; Beyhakî, el-Medhal, s. 298-299)
Abdullah b. Mesud r.a.’ın rivayet ettiği şu hadis-i şerif, kalplerin sürekli çevrilmesini açıklayıcı ve bu hususta yapılan yorumları da özetler nitelikte görünmektedir:
“Her insanın kalbine şeytanın bir dokunuşu, meleğin de bir dokunuşu vardır. Şeytandan gelen dokunuş şerri vaadedip hakkı yalanlar ve yasaklar. Melekten gelen ise hayrı vaadedip hakkı tasdik eder. Bu bakımdan kim kalbinde bunu (hayrı) görürse, bilsin ki bu Allah’tan gelen bir lütuftur ve bunun için Allah Tealâ’ya hamd etmelidir. Kim kalbinde diğerinden gelen böyle bir şeye rastlarsa, kovulmuş şeytanın şerrinden Allah’a sığınsın!”
Bunu söyledikten sonra Rasulullah s.av.;
“Şeytan sizi fakirlikle korkutur ve size çirkin şeyleri yapmayı emreder. Allah ise size kendi tarafından bir mağfiret ve bir fazl vaadediyor. Allah’ın lütfu geniştir, her şeyi hakkıyla bilendir.” (Bakara 268) mealindeki ayeti okudu. (Tirmizî, Tefsîr, Bakara 268; Nesâî, es-Sünenü’l-Kübrâ, 10/37)
Hz. Peygamber s.a.v.’in sıkça yaptığı ve ashabına da yapmalarını tavsiye buyurduğu şu iki dua ile bitirelim:
“Ey Muhammed peygamberin Rabbi olan Allahım! Günahlarımı bağışla, kalbimdeki öfkeyi gider ve beni yaşattığın sürece fitnelerin saptırmasından koru!” (Ahmed, el-Müsned, 6/302)
“Ey kalpler üzerinde tasarrufta bulunan Allahım, kalplerimizi taatine yönlendir!” (Müslim, Kader, 17; Ahmed, el-Müsned, 2/168)
Alıntı
|