Havas Okulu - Tekil Mesaj gösterimi - Gerçek tövbe ve istiğfar nasıl olmalıdır?
Tekil Mesaj gösterimi
  #1  
Alt 01.01.20, 23:16
MrBerkHD - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
MrBerkHD MrBerkHD isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Gayretli üye
 
Üyelik tarihi: 24.02.18
Bulunduğu yer: İstanbul
Mesajlar: 738
Etiketlendiği Mesaj: 25 Mesaj
Etiketlendiği Konu: 0 Konu
Standart Gerçek tövbe ve istiğfar nasıl olmalıdır?

GERÇEK TÖVBE VE İSTİĞFAR NASIL OLMALIDIR?

Gerçek tövbe ve istiğfar nasıl olmalıdır? Nasıl edilmelidir? Tövbenin kabul olması için neye dikkat etmeliyiz? Sadece "Tövbe ettim" demek yeterli midir? Abdülkâdir Geylânî Hazretleri bakın ne buyuruyor...
Abdülkâdir Geylânî Hazretleri buyurur:

“Tevbe et, Allah yoluna uymayan fiil ve hareketlerden vazgeç. Aynı zamanda, tevbende de sebât et. Mesele sadece tevbe etmek değildir. Sadece tevbe etmiş olmak, işi halletmez. Asıl mesele, tevbede sebât etmektir. Nitekim bir ağaç dikmekte esas olan da, ağacı dikmek değildir. Asıl mesele, dikilen ağacı büyütmek, meyve verir hâle getirmek ve dâimî bir sûrette güzel meyve vermesini temin etmektir.”

İnsanoğlunun -beşeriyet îcâbı- günah ve kusurlardan tamamen sâlim kalması düşülemez. Nitekim peygamberler dışında hiçbir insan, mutlak sûrette mâsum değildir; az veya çok günah işlemekle karşı karşıyadır. Hattâ peygamberler dahî zelle işleyerek beşerî acziyeti tatmışlardır. Bunun vicdânî ıztırâbı ile tevbe ve istiğfar hâlinde yaşamışlardır. Böylece ümmetlerine, günaha düştüklerinde nasıl davranmaları gerektiği hususunda numûne olmuşlardır.

Mutlak üstünlük ve hatasızlık, yalnızca Cenâb-ı Hakk’a âittir. Acziyet, noksanlık ve kusurdan münezzeh olan ve müteâl yani idrâk ötesi bir mükemmellik sahibi olan, yalnızca Cenâb-ı Hak’tır.

HATA YAPANLARIN EN HAYIRLISI
Bunun içindir ki bir hadîs-i şerîfte;

“Her insan birçok hatâ yapabilir. Fakat hatâ yapanların en hayırlısı, çokça tevbe edenlerdir.” buyrulmuştur. (İbn-i Mâce, Zühd, 30/4251)

Kulun, günahından hattâ gafletinden suçluluk hissetmesi bir irfan, Rabbinden af dilemesi de bir vicdan borcudur.

Her amelde olduğu gibi tevbenin kabûlü için de ihlâs, yani samimiyet şarttır. Bunun en büyük alâmeti ise nedâmet/pişmanlık ve gözyaşıdır. Nitekim Hazret-i Mevlânâ:

“Nedâmet ateşiyle dolu bir gönülle ve nemli gözlerle duâ ve tevbe et! Zira çiçekler, Güneş’li ve ıslak yerlerde açar!” buyurmuştur.

ALLAH'A DÖNÜN AMA NASIL?

Cenâb-ı Hak da âyet-i kerîmede:

“Ey îmân edenler! Samimî bir tevbe ile Allâh’a dönün…” (et-Tahrîm, 8) buyurmaktadır.

Samimî tevbe hususunda ilk numûne, Hazret-i Âdem -aleyhisselâm- olmuştur. İşlediği bir zelle dolayısıyla zevcesi Havvâ Vâlidemiz’le birlikte Cennet’ten Dünya’ya indirilmişlerdir.

Hazret-i Âdem -aleyhisselâm- Serendib’e, Havvâ Vâlidemiz de Cidde’ye gönderilmiş ve canhıraş bir tevbe içinde kırk sene birbirlerinden uzak, garip, yalnız ve bîçâre kalmışlardır. Onların bu tevbesi “nasuh tevbe”nin ilk misâlini teşkil etmiştir.

Tevbe eden biri de düşünmeli ki, nasıl dünyada kendilerinden başka hiçbir insan yokken Hazret-i Âdem ile Havvâ Vâlidemiz yegâne sığınak, barınak ve dayanak olarak Cenâb-ı Hakk’ı bilip O’ndan mağfiret dilemişlerse, bu hâlet-i rûhiye ile ilâhî rahmet kapısına ilticâ etmek îcâb eder. Uçsuz bucaksız bir okyanusta tek başına kalan veya karanlık bir ormanda yolunu kaybeden biri nasıl can havliyle; “Aman yâ Rabbi, beni kurtar!” derse, nasûh bir tevbe de böylesine canhıraş bir yakarışla Cenâb-ı Hakk’a sığınmayı gerekli kılar.

Yani Rabbimiz, sırf dilde kalan değil, nedâmet ateşiyle gönül kandilini yakan, makbul davranışlarla samimiyeti ispat edilen bir tevbe arzu ediyor. Öyle ki tevbe esnâsında ılık gözyaşlarıyla ilâhî rahmet kapısına sığınılmalı, sonrasında ise günah ve kusurlar, bir daha dönülmemek üzere terk edilmelidir.

Ayrıca; “…İyilikler, kötülükleri giderir…” (Hûd, 114) âyet-i kerîmesi muktezâsınca, sâlih amelleri artırarak mânen temizlenmeye de gayret edilmelidir. İşte bu azim ve gayretle yapılan bir tevbe gerçek tevbedir.

Bu şekilde samimiyeti ispat edilmeyen bir tevbe ise, yine bir başka tevbeye muhtaçtır. Yani dil; “Yâ Rabbi, tevbe, beni affet!” derken, kişinin hâl ve davranışları bu söyledikleriyle âhenk teşkil etmiyorsa, aynı günah ve kusurlar işlenmeye devam ediliyorsa, işte bu hâl, Hazret-i Mevlânâ’nın ifadesiyle “sözün maskarası” olmaktan ibarettir.

Cenâb-ı Hak bu hâle düşmekten îkaz sadedinde şöyle buyurmaktadır:

“Ey insanlar! Rabbinize karşı gelmekten sakının! Ne babanın evlâdı, ne evlâdın babası nâmına bir şey ödeyemeyeceği günden çekinin! Şüphesiz, Allâh’ın vaadi gerçektir. Sakın dünya hayatı sizi aldatmasın ve o aldatıcı (şeytan), Allah hakkında (O’nun affına güvendirerek) sizi kandırmasın!” (Lokman, 33)

Kaynak:Altınoluk Dergisi, 2019 – Ocak, Sayı: 396, Sayfa: 032

Alıntı ile Cevapla
 

1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41 42 43 44 45 46 47 48 49 50 51 52 53 54 55 56 57 58 59 60 61 62 63 64 65 66 67 68 69 70 71 72 73 74 75 76 77 78 79 80 81 82 83 84 85 86 87 88 89 90 91 92 93 94 95 96 97 98 99 100 101 102 103 104 105 106 107 108 109 110 111 112 113 114 115 116 117 118 119 120 121 122 123 124 125 126 127 128 129 130 131 132 133 134 135 136 137 138 139 140 141 142 143 144 145 146 147