Havas Okulu - Tekil Mesaj gösterimi - ilahi vahy
Konu: ilahi vahy
Tekil Mesaj gösterimi
  #2  
Alt 31.12.19, 23:08
Celil Celil isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Gayretli üye
 
Üyelik tarihi: 14.10.17
Bulunduğu yer: LEVH-i MAHFÛZ
Mesajlar: 686
Etiketlendiği Mesaj: 256 Mesaj
Etiketlendiği Konu: 0 Konu
Standart

Ebionî’lerden ismi malûm olmıyan, fakat bilgili, uyanık bir zat
olduğu anlaşılan biri tarafından yazılan «Clemen’in yirmi va’zı»
kilise tarihinde meşhur bir eserdir. Bu eserde muharrir olarak ortaya sürülen Klemene söyletüdiğine göre mumaileyh Roma İmparatoru Domitian’m akrabasıdır. Roma dininden memun olmaımş,
hakikati aramak üzere seyahate çıkmış, Filistinde St. Pier’e rastlamış, onun irşadı ile hıristiyan olmuştur. Clemen St. Pier’den ayrılmıyor. Beraberce dolaşıyorlar. St. Pier’in va’zlarmı, münakaşalarım
dinliyorlar. Sonra dinlediklerinden öğrendiklerini St. Pier’in emriyle yirmi vaiz halinde kaleme alıp Kudüs hıristiyanlarınm reisi Yakuba gönderiyor ve ayrıca bildiriyor: St. Pier onu, Clemen'i, Romada yerine vekil tâyin ederek vefat etmiştir... Bu Clemen Romada
St. Pier’e halef olan asıl Clemen olamaz. Yirmi va’zm kanonik
hıristiyanlığa bir alâkası yoktur. Bununla beraber Clemen’e isnad
edilen yazı eski kilise tarihinde gayet mühim bir yer tutar. Çünkü
pek ciddî münakaşalara yol açmıştır. İddia mucibince muhteviyatının asıl hıristiyanlık olduğu sabit olsa idi, kanonik hıristiyanlığm
uydurma bir hıristiyanlık olması lâzım gelirdi. Kanonik hıristiyanlık: İsanın Tanrılığı uydurma olmadığından «Clemen’in yirmi
va’z» inde ismi geçen Clemen’e St. Pier’in halefi birinci Papa
Clemen’den tefrik için «düzmece Clemen» denmiştir. Hakikî hıristiyanlığın mümessili olan St. Pier’in fikirlerine makeslik ettiği iddiası ile milâdî ikinci asırda Ebionîler tarafından ortaya çıkarılan
Clemen’in yirmi va’zinde, daha doğrusu yirmi va’z romanında müdafaa edilen tez şudur: Hıristiyanlık Tanrmın ilk insana vahyettiği
dîni aslînin tekrarıdır. Dini aslîye süflî maksatlar ile hurafat karıştıranlar olmuş. Tanrı icap ettikçe gönderdiği peygamberler ile onu
yenilemiştir. Musa Peygamberden sonra yahudilerin çığırından çıkardığı dini eski safiyetine irca için Tanrı İsa Peygamberi göndermiştir. Âdemden itibaren İsaya kadar olan peygamberler dini
aslînin yeryüzündeki direkleridir. Bu direklerin sekiz tanesi baş
direktir: Âdem, îdris, Nuh, İbrahim, İshak, Yakup, Musa ve İsa.
İsadan sonra bir baş direk daha gelecektir. Peygamberler ilk peygamber olan Âdemin ruhunu taşırlar. Hepsinde ilk peygamber ağız
açar. Saf Musevilikle saf hıristiyanlık hem mahiyettir. Her iki din
ayni din halinde ilk insan ve ilk peygamber olan Âdemin dinine intibak eder. Mahiyet bakımından hakikî dinde, dini aslîde terakki
yoktur. Çünkü hakikî din, dinî aslî değişmiyen hakikatin ifadesi,
her zaman ve mekân için sabit İlâhî vahydir. Bu sebepten Musaya
veya İsaya inanmak arasında fark yoktur. Fakat isanıştan inanışa
fark vardır. Sureti mahsusada yapılan incelemeler ile îsada Musayı
bulanın, saf Musevilikle saf İseviliğin ayni din olduğunu anlıyanın
ruhu daha mükemmel aydınlanır. Böyle bir kimse görür ki din değişmez, dindarlar çoğalır. Musevilik İbranilerin dışına taşmamıştı.
Hıristiyanlık taştı ve daha taşacaktır. Tevratta Tanrının oğullarından, kızlarından bahseden, melekleri Tanrı ile karıştıran, peygamberlere sarhoşluk, zina, zevk ve safa, israf, sefahet gibi kötü fiil ve
ameller atfeden yerlerde şeytanın parmağı vardır. Şeytanın iğvaatı
ile Levitler (Lavî kabilesinden olan rahibler) o kitabı istedikleri
gibi değiştirmişlerdir. Dini aslî, her türlü nakaisden münezzeh olan
tek Tanrının insanlığa lâyık kıldığı yegâne yoldur. Âdem, Musa ve
İsa o yolu tutmuş, mabud olarak ancak tek Tanrıyı tanımıştır. Her
şey tek Tanrıdan sudur ve tek Tanrıya rücu eder. Tanrı her şeyi
zıddı ile birlikte yaratmıştır: Sağ - sol, yer - gök, gece - gündüz,
hayat - ölüm, iyilik - fenalık, saadet - felâket, dinsizlik dindarlık,
Âdem - Havva gibi. Âdem doğru ve faydalı, Havva yanlış ve zararlı
haberlere vasıtalık etmiştir. Şeriate tutunmak ve Tanrıyı tanımağa,
marifetullaha cehd etmek selâmet yolunun iki koludur. İki cihanda
aziz olmak için hayır işlemek, çok oruç tutmak, çok yıkanmak, fakirliğe gönül rızası ile katlanmak lâzımdır. Erken evlenenler kendilerini fuhuştan daha kolay korurlar. Günahlar affettirilebilir. Tanrıyı inkâr edenlerin ruhları ahırette tasfiye edici ateş ile tazib edilirler ve kendi amellerinin neticesi olarak Tanrı örneğinde yaratılmış olmak hasletini kaybettiklerinden ölürler. Mü’minlerin ruhları
ise ebedî hayata kavuşur...»
Yukarıdaki satırlardan biz kendi hesabımıza müellifin maksadının aksini anlıyoruz: Clemen’in vaizleri hakikî hıristiyanlıktır.
Aysi müellif yani Dr. P. Schaff ilk hıristiyan mezheplerinden
Montanî’ler hakkında şu malûmatı vermektedir: — «Anadoluda Firikyada milâdın ikinci asrı ortalarında Montanus isminde biri Hiristo
(İsa) tarafından geleceği haber verilen Paraklet’in ^ öncüsü olduğunu, istikbalde dünyayı kaplıyacak olan Paraklet fikirlerinin ilham
rabbani ile şimdiden ön hazırlığını yaptığını ilân etti. Montanus cahil,
fakat gayyur, ateşli bir adamdı. Ortaya attığı fikirleri somnambol’e
benzeyen vecd ve istiğrak hallerinde ediniyordu. Ayni tarzda ekstaz’lara düşen Priscilla ve Maximilla namınad iki kadın ona iltihak
etti. Roma İmparatoru Mark Aurel devrinde hıristiyanlara reva görülen mezalim esnasında bunlar hıristiyan cemaatlerini dolaşarak Paraklet’in zuhurunun uzak olmadığını, onun çok yakında Firikyada Pepuza’da zuhur etmesine ihtimal olduğunu, din uğrunda ölenlerin doğruca cennete gideceğini bildirdiler. Hıristiyanlık icapları olarak şunları ileri sürüyorlardı: îsanın müjdelediği Paraklet’e şimdiden iman,
oruç, zahidane bedenî mümareseler, ibadette rahiblerin tavassutuna ihtiyaç olmaması, resim ve heykellerden yüz çevirilmesi, kadınların süslü elbiseler giymemeleri, yetişkin bakirelerin örtünmeleri,
zevk ve saf aya dalınmaması... İncil ile amel İsa ile nihayet bulmuş,
hakikî din Paraklet gelinciye kadar ilhamı rabbani ile Paraklet dinini sezmekten ibaret kalmıştır.
Montanus ve mânevi hemşireleri oçk taraftar topladı. Aleyhtarları Montanus’u ve taraftarlarını tekfir ettiler. Montanus’u müdafaa edenler arasında iki mühim sima vardır: kilise babalarından
Tertullian ve îrenâus. Tertullian, Montanus’un fikirlerini aynen kabul ediyor ve dini dört basamaklı bir merdivene benzetiyordu: îlk
basamak insanda fıtrî olan Tanrı duygusudur. İkinci basamak Tevrattır. Üçüncü basamak İsanm arzı hayatma münhasır İncildir. Dördüncü ve son basamak Paraklet nizamatıdır. İrenâus Paraklet’in Roma İmparatorluğu dağıldıktan ve dünyayı kısa bir müddet için dinsizlik kapladıktan sonra gözükeceğini söylüyordu...»
Montanî’lerin Paraklet ile kime işaret ettiklerini müslümanlar
pek iyi anlamışlardır: Paraklet, yeni peygamber Hazreti Muhammeddir. Fakat bugünkü hıristiyanlar Paraklet’den onu anlamazlar.
Çünkü Katolik kilisesi Paraklet’e papaları tenvir eden Ruhül kudüs
mânasını vermiş, her papa Paraklet’tir demiş, Hazreti İsanm mehdi
olarak yeryüzünde tekrar gözükmesi akidesini reddederek İnciller
mucibince onun bin sene sürecek saltanatını tevellüdünden itibaren
hesaplamıştır. Bu sebepten bininci sene gelice orta çağ Avrupası
pek ziyade korkmuş, kıyametten sonra bir işlerine yaramıyacağmdan zenginler servetlerini kiliselere bağışlamışlardır, inanışlarına
göre saltanatı İseviyenin bininci senesinde kıyamet kopacaktır. Katolik kilisesi Hazreti İsanm kendinden sonra geleceğini katiyet ile
haber verdiği Paraklet ^ hakkında Ruhül Kudüsün papalara ilhamları tefsirini bulduktan sonra Montanîler üzerindeki aforozları refetmiş, Tertullian’ı, îrenâus’u kilise babalarının büyüklerinden bilmiştir. Protestanlar da Katolikler gibi kilise otoritesi veya günün hıristiyanlığı dışında bir saltanatı münciye olabileceğini kabul etmezler. Böyle bir iddia onlara göre de rafız ve ilhaddır. Reylerine kalırsa saltanatı münciye protestanlık esasları dahilinde rahibler marifetiyle yapılan ve yapılacak olan tanzimatı mükemmeledir ki insaniyeti her devirde tatmine kâfidir. Ortodokslar Montanîleri hıristiyan saymamakta berdevamdırlar.
Hıristiyan kiliseleri Paraklet hakkında ne fikirde bulunursa bulunsun bir müslüman hıristiyanlar tarafından yazılan kilise tarihleri eliyle şöyle düşünmekte kendini pek haklı bulur: Hazreti îsa, Hazdoğru büsbütün azalacaktır. Fakat Mehdi ile beraber onların sayıları artacak, arttıkça insaniyetin arzuları tatmin edilecektir: Hırs
ve tamah, kibir, israf, sefahat, fuhuş ilâh, gibi ahlâksızlıklar yerine
güzel huy ve ameller kaim olacak, haksızlıklar, adaletsizlikler tarihe karışacak, toprak hasisliğinde devam etse bile iştiha ve zevklerine hükmetmesini bilen kanaatkâr müminin ihtiyacından fazlası Kur’an mucibince mümin kardeşinin malı olacağından fakru sefalet unutulacak, çalışmaktan zevk alınacağından tenbel insan kalmıyacaktır. Fakat mahlûk kâinatta hiç bir şeyin istikrarı yoktur.
Bu hal de ilelebed sürmiyecek, bolluk, sulh ve müsalemet, güzellik
bazı insanları memnun etmemeğe başlıyacak, onların azgınlığı tekrar ele almaları ile beraber kıyamet kopacaktır. Artık arz kendisine çiizimiş olan yolun nihayetine varmış, fakat ondan evvel insaniyet Tanrının lûtufü ile dünyevî emellerinin tahakkuk ettiğini
görmüştür.
Ahmedi Kadyanînin baş gayesi müslüman olmıyan milletler
arasında müslümanlığı yaymak idi. Kanaatince bu gayeye mevsul
yegâne yol pasifizmdir.
Müslümanlığın gaza — cihad: mukaddes harp akidesi hıristiyanİlk âlemine gayrimüslimlere karşı açılan sulh kabul etmez bir harp
şeklinde aksetmiş olduğundan hıristiyan milletlerini çok korkutmuştur. İspanyanın, şimalî Akdeniz sahillerinin yedi sekiz asır İslâm hâkimiyetinde kalması, buna inzimamen Türklerin Viyana kapılarına dayanmaları ve Türk akıncılarının îskandinavyada görülmeleri garp hıristiyanlığı indinde unutulmasına imkân olmıyan
«dehşet» lerdir. İslâm memleketlerini tetkik eden bazı AvrupalI ve Amerikalı muharrirler günümüzün müslümanlığını artık
ateş püskürmiyen, fakat için için yandığından dünyayı alt üst etmek üzere her an patlaması ihtimal dahilinde bulunan yuca bir
volkana benzetirler. Siyaseten, iktisaden müslümanların ekseriyetine hâkim olan hıristiyanların müslümanlık karşısında duydukları
asla üstünlük hissi değil, sadece endişe ve ihtirazdır. Rahib Gedat,
H. P. Beach, Campbell, Young ve saire eserlerinde bu duyguyu
açıklarlar. Bu duygu iledir ki Tanrı takdiri ile hakimiyetlerini kaybetmiş müslüman milletlerine galipleri gaza ve cihad akidesine
bağlı kaldıkları nisbette hüsnü muamele etmişler, diğer dinlerden
olan tâbilerine tanımadıkları imtiyazları tanımışlardır. Tarihi kalbinde yaşadığı müddetçe hiç bir mağlûp millet ezilmez. Tam istiklâl
ve hürriyetten onu ancak bir kaç hatve ayırır. Bunu atmak ise mukaddesatını unutanların iktiham etmeğe mecbur kalacakları büyük
müşkülât karşısında hiçtir. Alelâde fırsat meselesidir. Fakat... alevli
bir gaza — cihad akidesi ile günümüz hıristiyanlarınm kalpleri
fethedilemez. Kur’anî olan ve müdafaa harbine inhisar eden
gaza - cihad akidesi ile milletlerin kuvvetli zamanlarında yayılmak,
memleketler fethetmek isteklerini birbirinden ayırmak lâzımdır ^
Ahmedi Kadyanî islâmiveti bilhassa hıristiyanlar arasında yaymak
istediği için gaza - cihad akidesinin mahiyetini tavzih etmiş, bu hususta tek hatası, arzettiğimiz gibi, silâhsız müdafaaya silâhlı müdafaa âciz kalmadan ümit bağlamak olmuştur. Silâhsız müdafaa Hindistan için doğru olabilirdi. Nitekim olmuştur. Osmanlı İmparatorluğu dağıldıktan sonra Araplar da kısmen silâhsız hareketler ile
istiklâllerine kavuşmuşlardır. Fakat bu vaziyet silâhla taarruz eden
bir düşmana silâhla karşı koyarken müslümanm dininden kuvvet almağa hakkı olmamasını icap ettirmez. Ahmedi Kadyanî hıristiyanlığı kazanmak, Hazreti İsaya atfolunan mutlak sulhperverlik
ile paralel teşkil edebilmek için asrında islâmiyetin muharipliği hiç
bir veçhile desteklemediğini ileri sürüyordu:— «... Zaman olgunlaşmış, islâmların dinlerini silâh ile korumak mecburiyetinde kaldıkları devirler geçmiştir. Müslümanların
hayatına müslüman oldukları için kastedenler artık görülmüyor.
Dine karşı taarruz silâhı hâlen kalemdir. Binaenaleyh müslümanlığı
ancak kalem ile müdafaa şer’î olabilir. Harbin her nev’i menfurdur.
Zamanımızdaki siyasî harplerde galip taraf mağlûp tarafın dinine
hürmet ettiğinden müslümanlar gaza ve cihad akidesine tutunarak
bundan böyle silâhlı çarpışmalarmda sağ kalanlarının gazi, ölenlerinin şehit olduğunu iddia edemezler. Silâhlı cidali dinî vazife kılan
sebepler ortadan kalkmış, din harplerde kuvvet kaynağı olmaktan
çıkmıştır. Hürriyet ve istiklâl mevzubahs ise o en iyi kültür ile,
ilim ve irfan ile, güzel ahlâk ile korunur. Kaybedilmiş ise yine bunlar ile kazanılır. Silâhın zaferi muvakkattir.
Cihad akidesini ters anlıyarak karşılarına çıkan gayrimüslimi
kesmekten ibaret sananlar İslâm dâvasına ihanet ederler. Bu yanlış
telâkki ve tatbikatı islâmiyete sayısız düşman kazandırmış, diğer
milletlerin kalplerinde sönmez bir kin uyandırmıştır. Cahil monlalarm, mutaassıb dervişlerin mesuliyeti büyüktür...»
Silâhlı cidali şer’î kılan sebeplerin henüz ortadan kalkmadığına, düşmanın ancak yıldığı yerlerde âlicenab olabildiğine, müslümanlığın istediği şekildeki hürriyeti vicdanın en medenî ülkelerde
bile henüz teessüs etmediğine kani olduğumuzdan Ahmedi Kadyanînin fikirlerini bugün için yersiz buluyoruz. Gayrimüslim düşmanlığı islâmiyete yabancıdır. O her din ve mezhebe hayat hakkı
tanımıştır. Fakat gayrimüslimlerin istilâsına uğrıyan yerlerde halkın onlara düşmanlığını da tabiî karşılamak lâzımdır.
Ahmedi Kadyanî anladığına göre müslümanlık esaslarını havi
bir kitap yazarak İngiliz kıraliçesine gönderdi. Onu ve hükümetini
İslâm olmağa davet etti. Kıraliçe ve kabine âzalarından kimse müslüman olmadı amma kitap ciddiyetle karşılandı. Çünkü bir meczubun eseri değil. Şark - Garb teolojileri ve hukukunda behresi olan,
sosyoloji ve psikolojiden iyi anlıyan bir âlimin eseri idi. Anglikan
Kilisesinin müdafaa bakımından fazla alâkasını mucip oldu. Ahmedi
Kadyanî ondan evvel de müteaddit kitaplar yazmıştı. Bunları neşretti. Hindistanda ve civar memleketlerde olduğu kadar Ingiltere,
Amerika ve Avustralyada okuyucular buldu. Kitaplarında kullandığı lisan İngilizce ve Arapça idi. Kuvvetli kalemi olduğu kadar kuvvetli nutku da vardı. Halk vaizlerine koşuyordu. Çok geçmeden
müslümanlardan, hindulardan, Hindistan dahilinde ve haricinde
İngilizce konuşan hıristiyanlardan bir hayli taraftar edindi. Gayrimüslim taraftarları evvelâ onun dinleri birleştirmek projesine hayran oluyor, sonra ihtida ediyordu. Çeyrek asrı geçmeden Kadyankasabası büyük bir hareketin merkezi haline geldi. Reislerine son
derece bağlı ve ekserisi münevver Kadyanilerin sayısı yalnız Hindistanda iki yüz bine vardı. Ahmedi Kadyanî Hind zenginlerinin
yardımı ile beş kıtaya şamil büyük bir misyon teşkilâtı vücude getirdi. İngilizce konuşan hıristiyan ülkelerine binlerce müslümanlık
misyoneri — murabit gönderdi. Bunlar her sene milyonlarca broşür, pamflet, kitap dağıtarak, vaizler ,nutuklar, konferanslar vererek
müslümanlık hakkında muhitlerini tenvir etmeğe başladılar ve çok
ihtida kaydettiler. Bu teşkilât hâlâ muvaffakiyet ile faaliyettedir.
Gündengüne kuvvetini arttırıyor, daha şimdiden Anglikan misyonerliğine mukabil sıklet olabilecek duruma gelmiş, faaliyet müddetinin yarım asrı doldurmamasına rağmen muvaffakiyet kalitesi bakımından onu geçmiştir. Hıristiyan misyonerlerinin büyük şehirlerde hıristiyan edebildikleri kimseler daha ziyade fakir çocuklar ve
kadınlar olduğu halde Kadyanilerin İngiltere, Amerika, Avustralya büyük şehirlerinde hıristiyanlıktan müslümanlığa döndürdüğü
kimseler daha ziyade zenginler ve münevver erkeklerdir.
Ahmedi Kadyanî birinci dünya harbinden sonra vefat etmiş,
teşkilâtının büyük başarıları, Amerikada hıristiyanlar tarafından
çıkarılan «The Moslem World» mecmuasında D. Vander Meulen
imzalı makalede izah edildiği vecihle (Cild XXVI, sayı 4, sene 1934)
Kadyanîliği İslâmiyet dışı sayanları Kadyanîliğe ısındırmış, Vehhabîler bile onlara «kâfir» demekten vazgeçmiştir.
Ahmedi Kadyanî, yahut uzun ismi ile Kadyanlı Mirza Gulam
Ahmet şüphesiz müslümanlarm beklediği Mehdi değildir. Fakat
herhalde pek samimî, Hazreti Muhammede son derece hürmetkâr
bir müslümandır. Sisteminde Kur’an ve sünnete harfiyen ittiba
eder. Kendi hakkında kullandığı mehdi tabirini nuru Kur’an ile hem
cinsini tenvir ve irşad eden kimse mânasında kullanır:
Ben müceddid ve mehdiyim, fakat şari’ değil, müctehidim.
Kur’an üzerinde çalışanı Kur’an ruhu kaplar. Kur’an okuyan vahyi
İlâhinin mürselileyhi olur, ve siası nisbetinde işaratı s.emaviyeyi
görür, halin iyi yollarını tâyin ve istikbali keşfeyler. Kur’an öyle
bir kitaptır ki onun satırlarını takip eden Allah ile ittisal temin ettiğini duyar. Bu duygusu ile mesut olur. Dualarının müstecab olacağını Tanrıdan öğrenir. Kalbine ilmi İlâhî dolar. Böylece her türlü
günah temayülâtını yener. Gayrı ahlâkîlikten kendini uzak tutar. Diğer din kitaplarında ise akıl ve mantığa muhalif olarak günahtan,
kurtulma usulünden başka bir şey yoktur: günahlardan, sebepleri
giderilmeden kaçınılır. Müctehidin vazifesi halin icaplarını Kur’andan
istinbat etmek, müceddidin vazifesi Kur’an eli ile saf imana ermek.Mehdinin vazifesi Kur’anî olan saf imandan hemcinsini nasibedar
etmeğe çalışmaktır. Bu üç vazife bende birleşmiştir...»
Ahmedi Kadyani’ye intisab etmek için islâmın beş farzına riayetkâr olmak, hüsnü ahlâk üzere yaşamak, ameli sâlih işlemek,
maddeye bağlanmamak ve kimseye tahakküm etmemek şarttır:
— «.... İnanarak kelimei şehadet getirecek, usul ve erkânı dahilinde namaz kılacak, oruç tutacak, fukara vergisi (zekât) verecek
ve imkân bulursan hacca kideceksin!... Cehennem azabı Tanrının
sonsuzluğu gibi nihayetsiz değildir. Kur’andaki ebedî lâfzı iradei
İlâhiye ile takyid edilmiştir. Yani Allah isterse cehennem azabı ebedî olacak, fakat o rahmenürrahim — merhametlilerin en merhametlisi olduğundan istemiyecektir. Bir hadisi şerifde bu ciheti bildirir: Cehenneme öyle bir zaman erişecek ki artık onun içinde kimse kalmıyacak, serin sabah rüzgârı kapılarını oynatacak... Lâkin
bil ki muvakkat de olsa o azap çok şiddetlidir ve sana, senin mikyasın ile ebediyet kadar uzun gelebilir. Tanrı sana borçlarını narı
cahimde ödetirse vay haline!... Tanrım cennetimdir. Tanrı senin de
cennetin olsun!... Maddeyi ruhtan üstün tutanları taklid etmeyiniz:
Onlar toprak yutan yılanlara benzerler. Leşler üzerine atılan köpeklerden farklı değildirler. Hırslarına gem vuramazlar. Her şeyi
yerler ve her şeyi içerler. îndlerinde domuz eti, şarap ve gayrın
hakkı mubahtır. Tanrı yerine insanlara taparlar... Serveti menetmiyorum. Fakat ona güvenmemek, aç, çıplak bulunmasına razı olmamak şartiyle. Geçinmek için herhalde çalışmalı, helalinden kazanmalı, naçar kalmadan başkalarının yardımına katlanmamalı,
okuduğunuz için okumıyanlara, akıllı olduğunuz için akılsızlara,
kuvvetli olduğunuz için kuvvetsizlere tahakküme kalkmamalısınız!...».
Mumaileyh mehafetullah teessüs edinceye kadar kadınların tesettürü taraftarıdır. O teessüs edince zinaya, fuhşa gözler kapanır.
Vehhabüer gibi ölülere fazla hürmet edilmesini, kabirlere adaklar
adanmasını, tarikat pirlerine, şeyhlere ifrat derecede rabtı kalbi
meneder. Alim bir şiî lala tarafından yetiştirildiği halde Şiîler hakkında sühnîler gibi düşünür, onların Ebu Bekir, Ömer düşmanlığını ve taşkın Ali dostluğunu şiddetle tenkit ederler. Asla lâyuhtilik
iddiasında değildir. Keşf, istihraç ve istidlâllerinde yanılabileceğini
söyler. Kur'anı Kerimi modern dünya münevverlerini her cihetten
tatmin edebilecek surette tefsir etmiş, o tefsirler ile teşkilâtının eline müslümanlığa aleyhtar her türlü felsefeyi kıymetten düşürmeğe muktedir mânevî bir arsenal vermiştir. Mumaileyhin Kur’an
tefsirleri muakibleri tarafından ayrıca işlenmiş, böylece mükemmel
bir tfsir kitabı vücude getirilmiştir. Arapça olan bu kitap Lahurneşri İslâm heyeti reisi Mevlâna Mehmet Ali ^ tarafmdan İngilizceye tercüme olunmuştur.
Müslümanlığın yayılmasında artık Kadyanîlik ve Kadyanîliğin
gayrı farkı kalmamıştır. Bütün İslâm misyon heyetleri elele vermiştir. Meselâ Amerikadaki «İslâm hareketi cemiyeti» orada bütün
İslâmî misyon faaliyetlerinin destekleyicisidir. Her yerin İslâmî hareketleriyle alâkadar olur -.
Kadyanîler akkor Kur’an ateşi ile üstadlarınm ruhunda yüksek şuur güneşinin parladığı, mumaileyhin harikalar başardığı fikrindedirler. Kendi de kitaplarında kerametlerinden bahseder, meselâ: binlerce kişinin gördükleri rüyalar üzerine tarikatine sülük ettiğiğini, yanında kırk gün kalan bir kimsenin semavî bir işaret ile bütün inkârlarından sıyrılacağım söyler. Kötürümleri el mesihleri ile
ayağa kaldırmış, hastaları bir kaç söz ile iyi etmiştir. Gaybı Tanrı
dan başka kimsenin bilmediğini, fakat Tanrı dilerse kulunun gözünü istikbale açacağmı, bu lûtfa mazhar olarak senelerce sonra olacak hâdiseleri gözü ile gördüğünü, zamanı gelince bunların aynen
zuhur ettiğini, eynen zuhur etmeyenlerin tabiri gerekli rüya karakterinde olduğunu yazar. Monlanın biri mumaileyh aleyhinde bir kitap yazarak «Yarab, Kadyanî ile ben senin huzurunda mürafaa oluyoruz. İçimizden hangisi haksız ise tez vakitte onun canını al» demiş
ve on gün sonra monla ölmüştür. Bu monladan sonra diğer bir monla
daha ayni tarzda hareket etmiş, onunda soluğu kesilmiştir. Bunlar
Ahmedi Kadyanînin «Nüzulü Mesih» adlı kitabında tarih ve isim zikri suretiyle kayıtlıdır. Bu kitap onun cidden hayreti mucip (150) kerametinden bahseder. Kerametlerinden biri de kendisini irşad eden
sesin (Klairodiance hadisesi) senelerce evvel haber verdiği veçhile
beş senedenberi etraf havali vebadan kırıldığı halde hiç bir sıhhî tedbir alınmamasına rağmen hastalığın Kadyan kasabasına uğramamasıdır. Ahmedi Kadyanî şahsı ile alâkalı harikalar hakkında şöyle
diyordu:
— «Eğer peygamberlere vaki olan vahiy ve ilhamların İlâhî
menşeli olduğu harikalar ile müeyyed ise ben onların çoğunu geride bıraktım. Tanrının bahş buyurduğu kuvvet ile benden sadırolan fevkalâdeliklerin şahitleri mazide değil, haldedir. Onların bugün binlerce şahidi yaşıyor. Fakat Muhammedin mucizesi yanında
bunlar nedir ki?!... Onun Kur’anı var. Ben ancak o zatiâlinin nurunun makesiyim. Vahdaniyeti ilâhiyeyi tebliğe memur hak peygamberi Krişna yerine Hindular, İsa yerine hıristiyanlar bir Tanrı Krişna ve Tanrı İsa uydurdular. Onların Tanrıları ancak muhayyelelerinde mevcuttur. Havarik alanında hindu gurularını, Hint - Tibet yogilerini ve İsaya tapan hıristiyan azizlerini karşımda görmek isterim...»
Ahmedi Kadyanînin karşısma azizleri bol hindulardan, Tibetlilerden kimse çıkamıyordu. Yaşayan hıristiyan azizi ise artık kalmamıştı. Onun olacak dediği oluyor, ölecek dediği ölüyordu. Bir cür’etkâr
ile macerası şöyle olmuştu: Lek Ram isminde brehmen kastından ve
Aryasamaç mezhebinden bir hindu Kadyan kasabasına giderek Ahmedi Kadyanîye Kur’an Tanrı kelâmı değildir. Tanrı kelâmı yalnız
Vedalardır. Vedalara olan imanım ile bana ilhamat vaki olur. Sana
ecelinin ne vakit geleceğini haber verebilirim dedi. Ahmedi Kadyanî
dini hakkındaki sıhhat delilinin neden ibaret olduğunu Hinduya sordu. Hindu dinimden aldığım kuvvet ile istikbali kestirmem kâfi bir
hüccettir cevabını verdi. Ahmedi Kadyanî öyle ise dininin yanlışlığını
dindaşlarına anlatmak kolay olacaktır diyerek karşılıklı kehanetlerin
matbuat ile ilânını teklif etti. Hindu kabul etti. Böylece bütün Hindistan meseleye âgâh oldu: Hinduya göre Ahmedi Kadyanî üç sene
içinde koleradan ölecektir. Ahmedi Kadyanîye göre Hindu altı sene
içinde bir bayram günü dindaşları tarafından parçalanacak ve o günden bir kaç gün sonra Pencab mıntakasında taun zuhur edecektir.
Hindistanda böyle bahisler unutulmaz. Merak ile neticeye intizar
olunur. Üç sene ve daha fazlası geçti: Ahmedi Kadyanî diri kaldı. Altıncı sene bir bayram günü Lek Ram’ı öldürdüler ve bir hafta sonra
Pencaptan taun haberleri geldi.
Ahmed Kadyanînin Berahîni Ahmediye ismindeki Arapça kitabında da bu neviden fevkalâdeliklerine dair bazı notlar vardır.
Bu etüdümüzün baş mehazı mumaileyh tarafından İngilizce olarak
telif edilen «The Promised World Messenger — mevud dünya habercisi »adlı kitaptır. Kadyanî teşkilâtı halen şu yerlerde faal bir
haldedir: Hindistan, Burma, Seylan, Çin, Mauritius, Mezopotamya,
İran, Arabistan, Mısır, İngiltere, Birleşik Amerika Devletleri, Şarkî
ve Garbî Afrika, Avustralya.
Eserleri eli ile Ahmed Kadyanî hakkmda verebildiğimiz hüküm
şudur: Mumaileyh yüksek bir medyom, hakikî bir mutasavvıf, bir
veli, büyük bir idealisttir. Teoloji ve spiritualizm bakımından sureti mahsusade tetkike değer. Kendisinde tecelli eden psişik hallerin mahiyetini bizzat yazdığı İngilizce ve Arapça kitaplarda tamİhtisas ve salâhiyet ile izah etmesi itibariyle müdekkiklere otantik
mesnetler verir. Mefkûre kuvveti, samimiliği, şuuraltını vuzuh ile
idrak kebiliyeti muhtelif ilimlerdeki vukufuna inzimam etmiş, kendisini yüksek deha sahipleri arasında saydırmıştır. Hazreti Muhammede hudutsuz bir aşk ile bağlanmış, onun büyük idealinin tahakkukuna hayatını vakfetmiştir: Cihan sulhu — tek Tanrı, tek din...
Ahmet Kadyanî mevud Mehdi olamaz. Fakat herhalde mevud Mehdi yolunda atılmış bir adım, hem de büyük bir adımdır.
SON...
KAYNAK:İshak L.Kuday - Spiritualizm (Ruh Alemi)

Alıntı ile Cevapla
 

1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41 42 43 44 45 46 47 48 49 50 51 52 53 54 55 56 57 58 59 60 61 62 63 64 65 66 67 68 69 70 71 72 73 74 75 76 77 78 79 80 81 82 83 84 85 86 87 88 89 90 91 92 93 94 95 96 97 98 99 100 101 102 103 104 105 106 107 108 109 110 111 112 113 114 115 116 117 118 119 120 121 122 123 124 125 126 127 128 129 130 131 132 133 134 135 136 137 138 139 140 141 142 143 144 145 146 147