İLMİN GÖRÜŞÜ...
İlim deyince bütün şubeleri arasından ruh fikri ile doğrudan
doğruya ilgili şubeleri kastettiğimiz bedihidir. Bunlar da 1 — Psikoloji, 2 — Psişiatri dir. Yani birisi ruhiyat ilmi, diğeri de ruh has
talıkları ve tedavisi ilmidir. Her ikisi de mevzuumuz bakımından
aynı kanaati taşıdıklarından bu kısmı ikiye ayırarak mütalea etmeyi
uygun bulmadık. Bilâkis her ikisini de birlikte gözden geçirmeyi
münasip gördük. Ve ilim deyince bu kısımda münhasıran bunları
kastedeceğiz. Zarurî izahlara sapınca, eğer başka bir ilim şubesi bahis
mevzuu olursa adını yazarak bir karışıklığa meydan vermemeğe dikkat edeceğiz. Yukarıdanberi zikrettiğimiz kanaatlerin tersine ilim ruh
diye bir şey kabul etmez. Yani maddeden ayrı ve müstaikl, ona tesir edebilen bir cevher yoktur der. Dinlerin ve aşağıda zikredeceğimiz bazı felsefe mekteplerinin iddiasını tamamen çürütür. İlimle beraber felsefenin materyalizmi elele yürümektedir. Onun için
bu kısımda yazılacaklar aynı zamanda materyalizm mektebinin de
görüşlerini ihtiva edecektir. Hattâ Psikoloji, psişiatri, ilim gibi adlar kullanacak yerde doğrudan doğruya bu görüşün sembolü olan
materyalizm kelimesini kullanmamız daha uygun düşecek. Aralarında Meslier, Helmoltz, May er, Johans Muller, Haller Hidenheim,
Raymond, Moleschott, Buchner gibi cidden mühim şahsiyetlerin
bulunduğu bu materyalizm mesleği mensupları, çoğunluğu teşkil
eden felsefe, din ve spiritualizmacıların iddialarına rağmen ruhu
kabul etmiyorlar. Kendilerine hak verdirecek bazı delillerine rağmen... Materyalizmin bu ademci (yokluğa inanan) düşüncelerine
fizyoloji, psikoloji, psişiatri ve materyalist felsefe sadakatle bağlanmıştır. Burada sözü onlara bırakalım:
«Semayı her türlü mânasiyle tetkik ettim, araştırdım, hiç bir
yerde Allahtan eser görmedim. Lalande» (18) «Kâinat ne bir Allah,
ne bir insan tarafından yaratılmadı. O daima mevcuttur... «Anpedokl»: (18).
«Materyalislterle spiritualistler (Maddiyun ile ruhiyun) arasında, henüz uzayıp giden münakaşalar dikkatle takip edilecek olursa ciddî hiç bir mânayı haiz olmadıkları ve ruhiyun mesleğinin esasını teşkil eden (Sünaiyyet = Dualisme) fikrinin ne kadar boş olduğu görülür. Bugüne kadar konulmuş olan bütün felsefe
mesleklerinde bu esası görmek mümkündür. Bunlarm hepsinde de iki
ayrı üs vardır: Madde ile kuvvet, cevherle şekil, vücutla mevcut,
haıeketle muharrik, tabiatla ruh, âlemle Allah, vücutla ruh, yerle
gök, hayatla ölüm, zaman ve ebediyet, mekân ve lâyetenahiyet her
meslekte, az çok yekdiğerine zıd olarak, mevcutturlar. Halbuki, asrımızın ilimleri, gösteriyor ki sayılan şeyler arasındaki zıddiyet
hakıkatta mevcut değildir. Bunlar ancak fikren ve hayalen birbirinden ayrılabilirler. Maddesiz kuvvet ve kuvvetsiz madde olamıyacağı gibi vücutsuz ruh ve ruhsuz vücut, intizamsız kâinat, kâinatsız intizam, semasız yer, yersiz sema mevcut olamaz. Kezalik ebediyetin haricinde zaman olmadığı gibi zaman olmaymca ebediyet de olamaz. Bunu makân hakkında da tatbik edebiliriz.» (18)
«Allah fikri insanın tahayyülleri neticesinde husule gelir. Yani Allah olmadan insamn mevcudiyeti mümkün olabildiği halde, insan
olmadan bir Allah hayali mümkün olamaz. Çünkü Allahı hayalen
halk eyleyen insanlardır.» «Beyin, tefekkür, irade ve hassasiyetin uzvudur. Dimağ olmaksızın bu hassalardan hiç biri anlaşılamaz. Bu bir hakikattir ki hiç bir tabib, hiç bir fizyoloji âlimi bunda
tereddüt edemez.» «Bir çoklarının iddia ettiği gibi eğer ruh bedenden ayrı ve müstakil olsaydı vücudun harap olmaya yüz tuttuğu nisbette aklın da tezayüd etmesi lâzımgelirdi» (19).
«Ruh kelimesiyle bir taraftan beynin her kısmına ait olan faaliyet anlaşılır. Burada his, hareket ve irade vazifeleri tamamiyle
vardır. Ve bu vazifeler beynin kabuk kısmındaki hususî merkezlerde olur. Diğer taraftan yine beyin vasıtasiyle sinir merkezlerine tesir eden, tartılabilir bir iş (Fiil) anlaşılır. Şu hale göre ruh kelimesi müşterek iki mânayı ifade eder. Ve akıl kelimesine nisbetle
daha umumidir. Çünkü akıl kelimesi daha hususî bir mâna taşır,
meselâ hayvanların ruhu diyebiliriz. Halbuki akıl dediğimiz zaman,
bu ruha nazaran daha hususî olduğundan onu yalnız insanlar hakkında kullanırız. Bir çok zamanlar ruh gayri maddî bir cevher olmak üzere telâkki edildi. O zamanların itikadına göre bu cevher
kendi kendiliğinden mevcut idi. Muvakkat bir surette vücut ile birleşir. Ve ölüm ile ondan ayrılırdı. Bu nazariyeye inananlar böyle
bir ruha vücut da bir makar (oturacak yer) bulabilmek için pek çok
zahmet çektiler. Hakikaten, doktorluğun babası sayılan Hipokrat
(İsadan beş yüz yıl evvel) ve meşhur Filozof Eflâtun ile Araplarca
Calinus adiyle tanılmış olan Doktor Galiyen, dimağî ruhun makam
olmak üzere tanımışlardır.
O zamanlar ruhun bir takım kısımları olduğu farzolunduğundan bilhassa muhakeme ruhunu beyine tahsis etmişlerdi. Bu
zatlarm tababete ait bir çok nazariyeleri on dört asır yürürlükte
kaldı. Fakat Eflâtunun talebesi olan (Aristo) bu nazariyeyi kabul
etmiyerek ruha bir yer (bir makar) olmak üzere kalbi göstermişti. Tevratta da gerek akla gerek ruha ait olan her türlü melekelerin
yeri kalb olarak gösterilmiştir. Çinliler de böyle inanırlar. Diyojen
ve Kristip de bu görüşe katılır. Öbür yönden bir takım Yunan
filozofları ruhun oturduğu yeri kan, diğerleri göğüs olarak tanırlardı. Velhâsıl ruhun makarı nazariyesi eskilerce bir çok ayrılıklara
sebep olmuştur.» 16 ve 17 inci yüzyıllarda gerek teşrih ilminde ve gerek fizyolojide yapılan yemlikler ve ilerlemeler sayesinde ve «1664 de
Tomas Villis» m gayretiyle, ruhun makarı dimağ, (beyin) olarak
gösterillbildi.» Yine Fransız Filozofu (Dekart) beyindeki bir bezeyi, Alman Filozofu (Kant) ve teşrih âlimi Summering beynin içindeki iki boşluğu ve buradaki suyu göstermişti. Daha sonra Ennemoser adındaki âlim ruhun bütün vücuda yayılmış olduğunu, Filozof Ficher sinirlere yayılmış bulunduğunu söyler T. Vignoli kendi
dışında mevcut bir kuvvetin tesiri altında bir maddeyi düşünmek
o kadar hatalıdır ki ancak veraset yoliyle geçmiş kör beyinlerin
batıl itikadlarmdan doğar. Madde ile kuvvet, cisim ile vuh ^ibi asla
birbirinden ayrı olmıyan şeylerdir. Ayni şeyin başka başka jmzleridır. diyor.
«Ruh beynin, bütünü bakımından ödevi (vazifesi) değildir, tersine, beynin kabuk kısımlarının her kısmı kendine göre hususî bir
ödev görür. Bazı kısımların hafızaya, bazıları muhayyileye, mukayeseye, netice çıkarmaya, hassasiyetlere, iradî hareketler yapmaya
vesaireye sebep olurlar. Ruhun yeri beyin olmak üzere kabul edilirse bedenden ayrılmış bir kafada (aşağıya bakınız) ruhu daima mevcut olduğunu görmek icap eder ki böyle bir hal kabil değildir. Eğer kesilmiş bir kafa içinde bulunan dimağın beslenmesi
için icap eden kanı sun’î olarak vermek mümkün olsaydı, filhakika ruhun bu kafada nihayet zamana kadar mevcut olduğunu görjkten daha kolay bir şey olamazdı. Bu mümkün olmadığı gibi
cuttan ayrılan bir kafada tabiatiyle kandan mahrum kalacağınn ayni zamanda vicdan, dimağ vazifesi, ruhî faaliyet, hulâsa ha-
.t mahvolur, gider.» Hulâsa, Buhner ruh diye bir şeyin mevcut oladığını ve bunun ancak dimağ faaliyetinin bir ismi olduğunu kati-
;tle iddia ediyor. Bu materyalistler arasında Darvin, Ludvig, Fobah Dr. Gustave le Bon, Rahib Meslier en meşhurlardandır,
u son müellifin Le Bon Sens isimli kitabında materyalist görüşün
1 keskin iddialarını bulmak mümkündür (67) ruh hakkmdaki fiırlerini beraber gözden geçirelim: «Diğer hayvanlar üzerine faik
İmaları hakkını, insanlar kendilerinin ezcümle ebedî bir ruha mak oldukları kanaati üzerine kuruyorlar. Fakat bu ruhun neden
iaret olduğu sorulursa apışıp kaldıkları, dillerinin dolaştığı, kekeîdikleri görülür. Çünkü ruh meçhul bir cevherdir, cisimlerinden
yrı ve gizli bir kuvvettir. Hakkında hiç bir fikrimiz bulunmıyan
lir nesnedir. Bu ruha inanan zevata sorunuz! Allahları gibi tahayyüz
yani mekân ihtiyacı olmak) dan tamamen münezzeh (yani ona ihiyacı olmayan) farzettikleri bu ruhun nasıl olup da mütehayyiz
Yani mekâna ihtiyacı olan) cisimlerle birleşiyor?. Cevap olarak
lize, bu yolda hiç bir şey bilmediklerini, bunun bir sır Mystere olluğunu, bu birleşme ve uzlaşmanın Tanrının bir kudreti olduğunu...
JÖyler. Bütün iş ve güçlerinin kaynağı saydıkları gizli, daha doğru-
>u hayalî cevher (Substance) hakkında insanların edindikleri belirli
fikirler işte böyledir.» Ayni müellifin satırlarına devam edelim:
«Bir ruhun mevcudiyeti saçma bir faraziyedir. Ölmeyen (Lâyemut)
bir ruhun mevcudiyeti ise daha ziyade saçma bir faraziyedir. İnsanlar her ne kadar ruhları, yahut kendilerine hayat veren mahud can
nefhası (Esprit) hakkında en küçük bir fikir edinmek imkânsızlığında bulunmakla beraber yine bu meçhul ruhun, ölmezliğine
kendi kendilerini inandırırlar. Hangi sebepten ruhun ebedî olduğunu farzettiklerini sorsam, bana:
— İnsan yaradılışı iktizası olarak ölmez olmak, diğer bir deyimle, daima yaşamak istiyor.» cevabı verilir. Fakat ben de karşılık olarak derim ki:
— Bir şeyi şiddetle istemek, isteğin olacağını bu şiddetle istemekten çıkarmaya kâfi midir? Hangi garip mantıkladır ki vukuu
şiddetle arzu olunduğu için bir şeyin mutlaka olacağına hükmetmeye cesaret olunur? İnsanların muhayyilelerinin doğurduğu arzular
hakikatin (Realite) miyarı mıdırlar?» (67).
Materyalistlerin bu keskin iddia ve görüşleri acaba ölüm karşısında da ayni kuvveti, aynı umursamazlığı taşıyabiliyor mu?.. Bir
de onu görelim«Metchnikoff) nikbinane tecrübeler Essais Optimistes, adlı
eserinde, yaşlıların yaşama zevkine vararak daha çok yaşamayı istiyeceklerini iddia diyor. 88 yaşındaki (Charles Renouvier) ölümünden bir kaç gün evvel şu sözleri söylediğini yazıyor:
— Ahvalim hakkında hayale kapılmıyorum. Pek yakın bir vukitte, belki sekiz veya on beş gün zarfında öleceğimi biliyorum. Halbuki mesleğim hakkında söyliyecek daha ne kadar kanaatlerim var...
Benim yaşımda bulunanlarda artık daha çok yaşamayı ummak hakkı
yoktur. Bundan sonra günlerimiz, hattâ saatlerimiz sayılıdır.. Mütevekkil olmak lâzım. Teessüfsüz ölmüyorum. Bilhassa fikirlerimin
ileride ne şekilde karşılanacağını şimdiden anlıyabilmeğe hiç bir
suretle çare bulunamıyacağma teessüf ediyorum. Son sözlerimi söyliyemeden gidiyorum. Zaten daima vazifeler ikmal edilmeden bu
dünyadan gidilir. Bu keyfiyet dünya elemlerinin en kederlisidir...
Maamafih iş bununla da bitmez. Hayata alışmış ihtiyar, çok ihtiyar
olmuş olanlar, ölmekte çok zahmet çekerler. Ölüm fikrini, gençlerin
ihtiyarlardan daha pek çok kolaylıkla kabul edebildiklerini zannedebilirim. İnsan 80 yaşını geçti mi korkak oluyor. Ve artık ölmek
istemiyor. Ölümün yakın olduğunun bilinmesi ve bu hususta şüpheye mahal olmaması ruh için büyük bir elemdir... Ben bu meseleyi bütün safahatiyle tetkik ettim. Bir kaç gündenberi tekrar tetkik ediyorum. Öleceğimi bildiğim halde kendimi öleceğime bir türlü kandıramıyorum. Bana itiraz edenler, benim gibi öleceklerine bir
türlü inanmıyan filozoflar değil, ihtiyarlardır. Çünkü ihtiyar adamın mütevekkil olmaya cesareti yoktur. Maamafih çekinilmez olan
şeylere karşı her halde mütevekkil olmaktan başka da yapacak bir
şey yok...» (106)
Hayatta iken bazı materyalistlerin yaratıcıyı inkâr edişi belki
samimidir. Mutlak ademe dönecelkerini ve onun tatlı bir dinlenme
uykusu içinde yokluğuna karışacaklarını sananların ölüm karşısındaki bu âcizane çırpınışı cidden hazin oluyor. Halbuki o, hayatında
şu güzel felsefeyi ne kadar da inanırcasma haykırıyordu:
«îlk bakışta, bir düşünce ile koca bir taş parçası gibi birbirleriyle hiç de münasebeti olmıyan şeyleri birbirine karıştırmak gayri
kabil görünür. Fakat derin derin düşünülecek olursa bu büyük zıdlık kaybolur.», «Bazıları, bir takım esaslara, maddeciliğe düşmekten
korktukları için bağlı bulunduklarını safdilâne itiraf ederler. Ben
bu meslekte — [yani spiritualizm meslekinde, ruhlara inanan meslekte] — ölüme karşı pek tabiî bir dehşet hissi de görüyorum. Ölüm
bir çok kimselere — ki ben de o miyana dahilim— bir kin ve nefret hissi telkin eder. Spiritualizm mesleğine mensup bir zat, tefekkürün kat’î surette mahvolup bitmesi ihtimali karşısında bir isyanhissi duyar, Onun için, bu felsefî mesleği kabul etmesinin büyük bir
sebebi «ölmezliğe» doğru içinden bir gayret hamlesi kabarmasıdır.
İşte bu gayret, biri ruh, öbürü beden olmak üzere iki cevher tahayyül edilmesi nazariyesine sürüklenmiştir.»
«Maddecilik pek eski bir meslektir. Hattâ hepsinin en eskisidir...» Maddeciliğin menşei vahşî kavmlerin itikatları arasında bulunur.» «Fizik ilimlerin nail oldukları fevkalâde inkişafın maddeciliği pek ziyade teşci etmiş olduğu itiraz kabul etmez bir hakikattir, Denilebilir ki tabiat felsefesinde maddecilik üstün bir yer
almıştır. Orada kendi malikânesinde gibidir. Hücumdan masundur.»
«Asrî maddecilerin Allahı rahat bırakarak işe karıştırmamakta
hakları vardır.»
«Ruh ,ancak bir maddeye tatbik edilmesi suretiyle fiil sahasına
çıkan şekil gibidir... Maddesiz ruha akıl erdirmek kabil değildir.» (15).
Fizyoloji, psikoloji, psişiatri ilimleri ruh hakkında daha kat.î
ve kestirme yoldan fikirlerini beyan etmişlerdir: «ruh, dimağın fizyolojik vazifeleri heyeti umumiyesidir!» (3, 22, 23, 43, 49, 89, 90,
91, 92) nihayet bu bahsi kapamak için bugünkü akademinin mümessili sayılanlaidan bir operatörün şu sözlerini yazalım: «Ben bir çok
kadavra (ölü) 1er teslih (ölü üzerinde ameliyat) ettim, fakat bistürü
(bıçak) mün ucuna ruh diye bir şeyin çarptığmı asla görmedim.) (76)
|