Havas Okulu - Tekil Mesaj gösterimi - Kanal istanbul Gerçekleri ve Manipülasyonlar
Tekil Mesaj gösterimi
  #1  
Alt 26.12.19, 02:37
fatih1 fatih1 isimli Üye şimdilik offline konumundadır
 
Üyelik tarihi: 06.05.19
Bulunduğu yer: İstanbul
Mesajlar: 213
Etiketlendiği Mesaj: 16 Mesaj
Etiketlendiği Konu: 0 Konu
Standart Kanal istanbul Gerçekleri ve Manipülasyonlar

Birkaç gündür hem Kanal İstanbul üzerinden hem de Yavuz Sultan Selim Köprüsü üzerinden çok ciddi manipülasyonlar üretiliyor.

Doğru gibi görünen bilgiler yanlış şekilde aktarılıyor yani algı operasyonu çekiliyor.

Bu konularda bir şeyler yazmak artık elzem oldu.

Öncelikle şunu soralım:

Yabancı yatırım nedir?

Merkezi ülke dışında bulunan, finansal kaynakları olan firma ya da kişilerin gelip bir şirket kurması, şirkete ortak olması ya da bir yeri/gayrimenkulü satın alması gibi işlemler “yabancı yatırım”dır.

Bu şekilde yatırım yapan, iş kuran, fabrika açan, gayrimenkul satın alan, bir futbol kulübü satın alan vb. işler yapan kişiye de “yabancı yatırımcı” denir.

Bu yabancı yatırımcı/yatırımcı meselesini gezizekalıların kafasında iyice netleştirmemiz lazım.

Gezici arkadaşlara anlatır gibi anlatmaya devam edelim.

Türkiye vatandaşı olmayıp Türkiye’nin finans piyasalarından bono, tahvil, borsada hisse senedi alan kişiler de yabancı yatırımcıdır.

Ancak Türkiye’de bir cenahın çok ilginç bir şekilde “yabancı yatırımcı” denildiği zaman aklına sadece ABD ve Avrupa ülkelerini geliyor.

Bu ülkelerin dışından gelen yatırımlara “yabancı yatırımcı” gözüyle bakmıyor, hatta “problemli” olarak lanse ediyor.

Peki gerçek olan ne?

ABD ve Avrupa’da en büyük yabancı yatırımcılar kimlerdir dersiniz?

Çinliler
Güney Koreliler
Araplar
Japonlar

Yani ABD ve Avrupa ülkelerine en çok yatırım yapan yabancılar Çinliler, Güney Koreliler, Japonlar ve Araplar olmasına rağmen bizde öyle bir algı oluşturuluyor ki biz sadece ABD’lilere, Almanlara, Fransızlara, İngilizlere “yabancı yatırımcı” gözüyle bakıyoruz.

ABD’nin Avrupa’nın peşinden koştuğu Arap yatırımcıları ötekileştirmek hatta kaçırmak için uğraşıyoruz.

Gelen yabancı yatırımcı, Türkiye Cumhuriyeti’nin bütün kanunlarına uygun iş ve işlemler yapmak zorundadır

Alman, Fransız, Arap farketmez

Yabancı yatırımcı Türkiye’den toprak, gayrimenkul vb. çalıp götüren kişi değil; iş kuran, iş yapan, istihdam sağlayan ve vergi veren kişidir

Bu yabancı yatırımla ilgili son günlerde özellikle Kanal İstanbul konusunda çok ciddi bir tartışma yürütülüyor.

Ancak tartışmaların amacı KANAL İSTANBUL’UN KENDİSİNİ DEĞERLENDİRMEK DEĞİL, KANAL İSTANBUL’U İTİBARSIZLAŞTIRMAK.

Zaten bir proje çok iyiyse ve o projenin kendisi hakkında olumsuz yorum yapılamıyorsa bu kez projeyi dolaylı yollarla itibarsızlaştırma yoluna gidilir.

Ama gelin önce Kanal İstanbul’un ne olduğunu anlatalım biraz..

Kanal İstanbul, Karadeniz ile Marmara Denizi (ve oradan Akdeniz’i) birbirine bağlayan GÜVENLİ bir su yolu projesidir.

45 km uzunluğunda,150 metre genişliğinde ve 25 metre derinliğinde olması planlanmaktadır.

Şu anda 2 bin tonluk bir gemi Türk Boğazlarından geçerken (kılavuz vb. hizmetler alırsa) 689 dolar ödüyor.

Kanal İstanbul’dan geçecek aynı gemi;

7 bin 584 dolar fener,
3 bin 200 dolar tahlisiye,
240 dolar sağlık gideri olmak üzere

Toplam 11 bin 24 dolar ödeyecek.

Kanal İstanbul’dan beklenen yıllık gelir 8 milyar dolar.

Projenin tamamlanmasından sonra bölgede 1,5 milyonluk yeni istihdam sağlanacak.

İstanbul Boğazı’ndan yılda yaklaşık 50 bin gemi geçiyor ve elde edilen gelir son derece düşük.

Bu az gelirin esas nedeni, Montrö Boğazlar Sözleşmesi nedeniyle geçen hiçbir geminin Türkiye’ye vergi vermemesi.

Bu durum, Kanal İstanbul’un önemini daha da artırıyor.

Peki Kanal İstanbul projesine en başından beri kimler karşı çıkıyor?

Başta İngiltere ve Fransa olmak üzere Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nde imzası olan ülkeler.

Türkiye’nin Kanal İstanbul projesiyle ulaşacağı 2 hedef var:

1- Montrö kaynaklı sömürge düzeninden kurtulmak

2- Boğazların çevresel ve tarihi güzelliği ile flora ve fauna zenginliğini korumak

Türkiye, Montrö Sözleşmesi’nin Boğazlar üzerinde oluşturduğu baskıyı bitirmek, Boğazları özgürleştirmek, Boğazlardaki geçişlerin uluslararası sözleşmelerin (sömürge valiliğinin yerini alan düzen) değil Türkiye’nin kontrolünde olmasını sağlamak istiyor.

1923 Lozan Antlaşması ile Boğazlara “yabancı ülke toprağı” muamelesi yapılmış ve Boğazların yönetimi uluslararası komisyona (sömürge komiserlerine) bırakılmıştı.

O dönemde Türkiye’nin Boğazlarda asker bulundurma hakkı dahi yoktu.

Yani Türkiye, kendi sınırları içinden geçen bu su yolu üzerinde egemenlik hakkına sahip değildi.

İstanbul ve Çanakkale Boğazları, 13 sene sömürgeciler tarafından yönetildi.

Türkiye’nin bu durumu daha fazla kabul etmemesi üzerine 1936’da Montrö Boğazlar Sözleşmesi imzalandı.

Türkiye’nin hakları biraz daha genişletildi.

Ancak Boğazlar üzerindeki sömürü düzeni yine de tamamen kalkmadı.

Sömürge komiserlerinin yerini sömürge anlaşması aldı.

Hem 1923-1936 arasında hem de 1936 sonrasında Türkiye, kendi toprakları olan Boğazlardan geçen hiçbir ticari gemiden vergi alamamaktadır.

Bu, düpedüz bir sömürü rejimidir.

Ayrıca belli tonaja kadar savaş gemileri Türkiye’den izin almadan Boğazlardan geçebilmektedir.

Yani Montrö ile oluşan fiili durum, sömürü düzeninden farklı değil.

Şu an Boğazları yöneten uluslararası bir komisyon yok ama bunun yerine sömürünün modern şekli olan Montrö Sözleşmesi var.

Ticaret gemileri Türkiye’ye hiçbir ödeme yapmadan Boğazlardan gelip geçiyor.

Türkiye’nin ilk hedefi, Montrö’nün getirdiği bu sömürü düzenini sona erdirmek.

Türkiye, kendi marifetiyle inşa edeceği Kanal İstanbul’dan yapılacak ticari gemi geçişleri için vergi alacak.

Türkiye için 2. önemli nokta, yapılan yoğun geçişlerin bir dünya harikası olan İstanbul Boğazı için tehdit arz ediyor olması.

İstanbul Boğazı’nda
2016’da 21,
2017’de 22,
2018’de 13 ve
2019’un ilk yarısında 9 olmak üzere 65 gemi kazası meydana geldi.

Geçmiş yıllarda İstanbul Boğazında felaketlere neden olan büyük kazalar da meydana geldi.

1 Mart 1966’da Dolmabahçe açıklarında çarpışan iki Sovyet tankerinden denize sızan ince mazotun alev almasıyla yüzer Karaköy iskelesi ve Kadıköy vapuru yandı.

15 Kasım 1979’da Haydarpaşa önlerinde bir Yunan şilebiyle çarpışan Independenta adlı dev Romen tankeri infilak edip yanmaya başladı.

Kabataş ve Kadıköy cephesine bakan evlerin camlarının tamamı patlamanın etkisiyle tuzla buz oldu.

51 denizci hayatını kaybetti.

Yangın 1 ay sürdü. İstanbul Boğazı'nda trafik büyük ölçüde akışı aksadı.

96 bin ton ham petrol denize aktı.

Boğaz'a akan petrol nedeniyle deniz dibinde yaşayan canlıların %96'sı öldü.

İstanbul halkı uzun süre balık yiyemedi.

Siyah bir duman bulutu İstanbul'da gökyüzünü kapladı.

Kazanın 22. gününde gemide sıkışan petrol nedeniyle 2. bir patlama daha meydana geldi.

Enkaz, ancak 1987’de Tuzla'ya çekildi.

14 Kasım 1991’de koyun yüklü Lübnan bandıralı bir gemi ile Filipin bandıralı gemi çarpıştı.

Kazada 22.000 koyun boğaz sularına gömüldü.

27 Nisan 2017’de İstanbul Boğazı'nın Karadeniz girişi açıklarında Rus askeri gemisi ile canlı hayvan taşıyan bir gemi çarpıştı.

78 personeli kurtarılan Rus askeri gemisi battı.

7 Nisan 2018’de dümeni kilitlenen bir tanker, Hekimbaşı Salih Efendi Yalısı'na çarptı.

225 metre boyundaki Malta bayraklı dökme yüklü tanker, 206 milyon TL’lik maddi zarara ve tarihi dokunun zedelenmesine neden oldu.

Bu kazaların 2 ana nedeni vardır:

1- İstanbul Boğazı’nın düz bir coğrafi şekle sahip olmayıp kavisli yapıda olması.

2- Akıntı yön ve rejimlerinin boğaz içinde bile değişiklik göstermesi.

Bu coğrafi unsurlar, gemi geçişleri sırasında çok ciddi kazaların meydana gelmesine neden olmuştur ve olmaya da devam edecektir.

Kanal İstanbul’un İstanbul Boğazı’na göre çok daha düz ve doğrusal bir coğrafi şekli olacak.

Gemi geçişleri Kanal İstanbul’a kaydırılacak.

İstanbul Boğazı, doğaya ve şehre de zarar veren kazalardan korunacak.

Peki Kanal İstanbul projesine karşı çıkanlar ne yapmaya çalışıyor?

Hatırlarsanız 2019’da bir İstanbul seçimi yaşadık.

Bu seçimde AK Parti’nin doğruları ve yanlışları vardır ama karşı tarafa da inanılmaz bir uluslararası basın ve PR desteği verilmiştir.

CHP adayına verilen bu PR desteğinin arkasından Lobby diye bir firma çıkmıştı. Bu kimin firmasıydı?

Koç’un tüm organizasyon, reklam ve lobi faaliyetlerini yürüten bu firma Koç grubu adına CHP için de yapmıştı.

Koç grubu kimin temsilcisidir? Uluslararası sömürgeci sermayenin.

Dolayısıyla Koç grubu bir adaya destek veriyorsa bu, uluslararası sömürgeci kapitalin desteklemesi demektir.

Peki bu desteği nasıl sağladılar?

1- Uluslararası basını,
2- Türkiye’deki muhalif basını,
3- Ajanslar üzerinden Türkiye’deki sanatçıları,
4- Görüşü fark etmeksizin Türkiye’deki muhalif yazar ve çizerlerin tamamını CHP adayı üzerinde birleştirdiler

5- Aralarında aslında kan uyuşmazlığı olan Temel Karamollaoğlu ile Canan Kaftancıoğlu’nu,

6- Taban tabana zıt olan İyi Parti ile HDP’yi aynı aday etrafında yan yana getirdiler.

Bu çok büyük bir organizasyondu ve sonuçlara bakıldığında başarılı olduğu görülüyor.

Bu organizasyonu yapan akıl kimdi? Lobby üzerinden Koç’tu.

Peki Koç’un bu adayı destekleyip seçtirdikten sonra bir beklentisi/diyeti olmayacak mıydı?

Elbette olacaktı.

Herkes zaten bunu soruyordu: Koç neden destek veriyor?

“Koç’un neden destek verdiği” sorusunun cevabını Türkiye çok kısa sürede gördü:

Koç, uluslararası sermayeye sahip olanların yani Montrö’yü imzalayanların isteklerini, CHP’li İBB Başkanı üzerinden yaptırmak istiyor.

Kanal İstanbul’un yapılmasını istemeyenler, işte bu uluslararası sömürgeci kapital sermayenin sahipleridir.

Aynı şekilde CHP’li İBB Başkanına yurt dışından (çok küçük miktarlarda) kredi sağlayanlar, “biz seni seçtirdik, finansal olarak da destekleyeceğiz ama sen Kanal İstanbul’u yaptırmayacaksın ki biz Montrö’de kurduğumuz Türkiye’deki sömürge düzenini sürdürelim” diyorlar.

Peki CHP’li İBB Başkanı üzerinden itibarsızlaştırma çalışmalarını nasıl yapıyorlar? Bu noktada 3 temelsiz iddiaları var:

1- “Kanal İstanbul doğaya zarar verecek”

2- “Boğazdaki tarihi doku zarar görecek”

3- “Kanal İstanbul’un etrafını Araplar satın aldı”

1- Küresel kapitalin yerli işbirlikçi algı operatörleri, Gezi’den beri kullandıkları şeyi CHP’li İBB Başkanı üzerinden tekrar dillendiriyorlar:

Kanal İstanbul “doğaya zarar verecek”.

Aslında doğaya en büyük zararı, bu kadar fazla geminin İstanbul Boğazı’ndan geçişi veriyor.

Sık sık kazalar oluyor.

Gemilerin bekleme süreleri çok uzun.

Kazalar meydana geldikçe deniz canlıları ve çevredeki ağaç türleri dahil Boğaz habitatı ciddi şekilde olumsuz etkileniyor.

Kanal İstanbul için çok büyük bir çevre çalışması yapıldı. Güzergâh üzerinde Karadeniz ve Marmara Denizi girişlerindeki rüzgâr ve derin deniz dalgaları incelendi.

Proje alanında yaklaşık 25 yıllık rüzgâr verileri kullanılarak modelleme çalışmaları yürütüldü.

Marmara Denizi ve Karadeniz'de oluşabilecek tsunami etkilerinin kayıtlı tüm verileri çerçevesinde detaylı çalışmalar yapıldı.

Gemi geçişlerinden oluşacak dalgaların kanal yan yüzeylerine etkisi en olumsuz senaryolara göre değerlendirildi.

Kanal İstanbul’la beraber hem kaza ihtimali düşecek hem de kaza meydana gelse dahi oluşturulacak havuz sistemiyle beraber bu kazalar Marmara Denizi ve Karadeniz’i etkilemeyecek yada minimum düzeyde etkileyecek. “Havuz sistemi” ile alınan önlemler sayesinde muhtemel bir kaza ve zararlı madde sızıntısı durumunda bu maddelerin denizlere ulaşması engellenecek. Kazalar minimum zararla bertaraf edilecek.

2- “Boğaz tarihi bir incidir, tarihi dokusu zarar görecek” diyorlar. Bu nasıl bir paradokstur? Boğaza en büyük zararı zaten gemi kazaları veriyor. 7 Nisan 2018’deki kaza buna en iyi örneklerdendi.

Gemi geçişleri Kanal İstanbul’a taşınacak ve Boğaz’daki tarihi yapılar korunacak.

Bu zihniyete göre sadece İstanbul Boğazı’nı balıkçı gemileri, özel yatlar ve ulaşım gemileri kullanınca mı tarihi doku zarar görecek?

3- “Kanal İstanbul’un etrafının tamamını Araplar satın aldı” diyorlar.

Bu iddiayı birkaç açıdan çürüteceğiz.

Öncelikle bunu söyleyenler sanki Kanal İstanbul güzergahının her tarafını komple Arap sermayedarlar satın almış gibi yanlış bir algı oluşturuyor.

Bu iddia tamamen yalan.

Kanal İstanbul güzergahının etrafından Türkler ve çeşitli yabancı yatırımcılar ve yine bir yabancı yatırımcı olması hasebiyle Arap yatırımcılar da gayrimenkul aldı.

Bu sözleri söyleyenler; gayrimenkul alıcıları Alman, Fransız olunca tek kelime etmezler.

Şunu sormak gerekir: Yabancı yatırımcı neden Türkiye’ye gelsin?

Para kazanmadığı sürece yabancı yatırımcı Türkiye’ye gelir mi?

Aynı akıl bir yandan da şunu ileri sürüyor: “Türkiye’ye yabancı yatırımcı gelmiyor.”

Halbuki Türkiye’ye Körfez sermayesi, Arap iş adamları vb. geliyor.

Ancak onlar gelince “ARAPLAR Kanal İstanbul’un etrafında arazi almışlar” diye olumsuz algı yaratıyorlar.

Arap iş insanlarının gayrimenkul almasında Almanların Fransızların alması gibi hiçbir problem yoktur.

Yani o arazileri alıp kaçırıp götürüyorlar mı bir yere? Hayır.

Veya buralarda Türkiye devletinin kanunlarına aykırı herhangi bir faaliyette bulunabiliyorlar mı? Hayır.

Bu arsaları alanlar, Türkiye’deki sahiplerinden veya Türkiye devletinden satın aldılar.

Mülk sahipleri ve emlakçılar para kazandı, devlet satış işlemlerinden vergi aldı.

Yatırımcılar, her türlü konut inşaatı, ticaret vb. faaliyetler için Türkiye’ye vergi verecekler.

Buralarda yapılacak yatırımlar, “Türkiye içinde” yapılmış olacak, yani Türkiye’ye yapılacak.

Buralardan para kazanıldığı sürece

Türkiye devletine vergi ödenecek.

Oradaki istihdam, Türkiye’deki insanlarla sağlanacak.

Buralarda yapılacak yatırımlar, “Türkiye içinde” yapılmış olacak, yani Türkiye’ye yapılacak.

Buralardan para kazanıldığı sürece

Türkiye devletine vergi ödenecek.

Oradaki istihdam, Türkiye’deki insanlarla sağlanacak.

Aslında oradaki “Arap” kelimesi yerine “Alman” kelimesini koyunca algı operatörleri nezdinde hiçbir problem kalmıyor.

Ama yatırımcı Arap olunca “Eyvah Araplara sattık” diye yaygara koparıyorlar.

Bunların tek amacı ağa babaları Batılı sömürgeci sermayedarlara hizmet etmek.

ABD ve Avrupa ülkeleri, gayrimenkul alan Araplara büyük destekler veriyor.

Devletler temsilcileri ve özel aracı şirketler, gayrimenkul alıp yatırım yapmalarını sağlamak için özel olarak Araplarla görüşüyor.

“Yabancı yatırımcı getirdik” diye bununla da gurur duyuyor.

Bizdeki algı operatörleri ise “Araplar tu kaka, Arapları istemiyoruz” diye feryat ediyor.

Amaçları Türkiye’nin yatırım alarak kalkınmasını engellemek, Arap fonlarının kaçmasını sağlamak ve Türkiye’nin Batı ülkelerine bağlı kalmasını sağlamaktan başka bir şey değil.

Mesele Türkiye’ye yabancı yatırımcı getirmekse, Arapların burada gerek Kanal İstanbul etrafında gerek başka yerlerde gayrimenkul almaları büyük bir başarıdır.

Yabancı yatırımcı o arazileri alıp götürmeyecektir, o araziler Türkiye Cumhuriyeti devleti sınırları içindedir. Yatırımcı Türkiye içinde istihdam oluşturacak ve vergi verecek, sonuçta kazanan Türkiye olacaktır.

Gelelim Yavuz Sultan Selim Köprüsü olayına.

Bu köprüyü, Türkiyeli IC İçtaş ve İtalyan Astaldi ortaklığında kurulan ICA inşa etti ve işletiyor. Türkiye devletinin köprü işletmesinde ortaklığı bulunmuyor.

Yap-işlet-devret modelli köprünün en büyük ortağı İtalyan Astaldi. Bu firma, İtalya’daki kriz yüzünden batıyor. Bu nedenle İtalyan firma, ICA’daki hisselerini devretmek istiyor.

Çin'in dev şirketlerinden China Merchants Expressway, China Merchants United, Zhejiang Expressway, Sichuan Expressway ve Anhui Expressway’in oluşturduğu konsorsiyum, ICA'nın %51'ini almak istiyor. Bu noktada ise “yaptıkları yeri satıyorlar” diye bir algı operasyonu yapılıyor.

Her şeyden önce Yavuz Sultan Selim Köprüsü’nü devlet yapmadı, Türk-İtalyan ortaklı özel bir işletme (ICA) yaptı. İtalyan firma Astaldi battığı için hisselerini devretmek istiyor.

Bu hisse devir işleminde devletin herhangi bir dahli, kamunun herhangi bir zararı söz konusu değildir

Özel işletmenin İtalyan ortağı İtalya’daki işlerinden dolayı battığı için, şirket kendi hisselerini başka bir yabancı ortaklığa satıyor.

Yavuz Sultan Selim Köprüsü’ne de en fazla karşı çıkanlar kimlerdi?

Uluslararası sömürgeci kapitaldi.

Çünkü Yeni İpek Yolu projesinin en büyük bağlantısı, Türkiye’deki Kuzey Marmara Otoyolu ve Yavuz Sultan Selim Köprüsü olacak.

Raylı geçişleri de mümkün kılacak olan Yavuz Sultan Selim Köprüsü, birkaç yılda olmasa da 10-20 yıl arasında küresel ticaret ağını değiştirecek olan çok önemli bir hamledir.

Yeni İpek Yolu projesi en fazla zararı kime verecek? Avrupa’ya. Bundan dolayı şiddetli şekilde karşı çıkıyorlar.

Şimdi bu karşı çıkışı uluslararası kapital kimin ağzıyla dillendiriyor? Seçilmesi için büyük emek verdikleri CHP’li İBB Başkanı üzerinden.

CHP’li İBB Başkanı aynı zamanda “Atatürk Havalimanı’nı tekrar açalım” diye bir tartışma başlattı. Neden? Hedefi İstanbul Havalimanı’nı boşa çıkarmak. Peki İstanbul Havalimanı en çok kime zarar veriyor ve verecek? Almanya ve İngiltere’ye.

İstanbul Havalimanı, Almanya’daki Frankfurt ve İngiltere’deki Heathrow’un aktarma merkezi (hub noktası) olma özelliklerini ellerinden alacak. İstanbul Havalimanı, havayolu şirketleri için lojistik, bakım ve personel bakımlarından daha az maliyetli bir dağıtım ve ikmal noktası.

Bu nedenlerle İstanbul Havalimanı, Almanya, İngiltere ve biraz da Fransa’nın korkulu rüyası. Uluslararası kapitalin seçtirdiği CHP’li İBB Başkanı’nın diğer bir diyeti, “Atatürk Havalimanı’nı tekrar açalım” tartışması başlatıp İstanbul Havalimanı’nı itibarsızlaştırmaya çalışmak.

“Yeniden açalım, iki havalimanı beraber işlesin” diye başlatılan tartışmayı daha sonra “3. Havalimanına ne gerek var, kapatalım” noktasına getirmek istiyorlar.

Yani uluslararası sömürgeci kapitalin Türkiye tarihinin en büyük lojistik hamlesi olan İstanbul Havalimanı’nı akamete uğratmak gibi çok büyük bir hedefi var.

Türkiye buna direniyor ve direnecek. İstanbul Havalimanı’nın 1. kısmı hizmete açıldı. Sırada 2. ve 3. etapları var.

Kuzey Marmara Otoyolu da yakında bitirilecek ve Yavuz Sultan Selim Köprüsü son derece önemli bir ulaşım bağlantı noktası olacak. İnşa edilecek raylı sistemlerle köprünün ticari rolü katlanacak.

1- Yavuz Sultan Selim Köprüsü’nün böylece artacak olan ticari önemi ile Yeni İpek Yolu projesi hayata geçirilecek.

2- İstanbul Havalimanı ile havayolu dağıtım ve transfer ağları hızla Türkiye’ye geçecek. Türkiye, havayolu transferinde Avrupa için merkez nokta olacak.

3- Kanal İstanbul’la beraber Boğazlarımızdaki sömürge düzenine son vereceğiz.

Boğazımızı ve İstanbul’umuzu çevre felaketlerinden koruyacağız.

Türkiye;

• İstanbul Havalimanı ile HAVAYOLU ulaşım merkezi

• Yavuz Sultan Selim Köprüsü ve Marmara Otoyolu ile KARAYOLU ulaşım merkezi (Yeni İpek Yolu)

• Kanal İstanbul ile DENİZ YOLU ulaşım merkezi haline gelecek.

Kanal İstanbul’a karşı çıkmak, Türkiye’nin uluslararası kapitalle imzalanan Montrö’ye uyması ve sömürülmeye devam etmesini istemektir.

Yavuz Sultan Selim Köprüsü’ne karşı çıkmak, Yeni İpek Yolu’nun kurulmasına ve Çin’den başlayan ticaret ağında Türkiye’nin merkezi konum almasına karşı çıkmaktır.

İstanbul Havalimanı’na karşı çıkmak da Türkiye’nin hava ulaşımında merkez üssü olmasını Almanya ve İngiltere adına istememektir.

Lütfen Kanal İstanbul, Yavuz Sultan Selim ve İstanbul Havalimanı hakkındaki tartışmaları dinlerken burada yazdıklarımızı dikkate alın hem kuklayı hem kuklacıyı hem de kuklacının gerçek hedefini göreceksiniz.

Alıntı ile Cevapla
 

1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41 42 43 44 45 46 47 48 49 50 51 52 53 54 55 56 57 58 59 60 61 62 63 64 65 66 67 68 69 70 71 72 73 74 75 76 77 78 79 80 81 82 83 84 85 86 87 88 89 90 91 92 93 94 95 96 97 98 99 100 101 102 103 104 105 106 107 108 109 110 111 112 113 114 115 116 117 118 119 120 121 122 123 124 125 126 127 128 129 130 131 132 133 134 135 136 137 138 139 140 141 142 143 144 145 146 147