Havas Okulu - Tekil Mesaj gösterimi - Artık inanınız (1)#3
Tekil Mesaj gösterimi
  #2  
Alt 26.12.19, 00:16
Celil Celil isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Gayretli üye
 
Üyelik tarihi: 14.10.17
Bulunduğu yer: LEVH-i MAHFÛZ
Mesajlar: 686
Etiketlendiği Mesaj: 256 Mesaj
Etiketlendiği Konu: 0 Konu
Standart

İyilik ve fenalık bazen telâkkiye göre yer değiştirir. Hıristiyanlara göre birden
fazla kadın haram, yani fenadır. Müslümanlara göre birden itibaren
kat’î ihtiyaç halinde ahkâmı dahilinde dörde kadarı caiz, ondan
ötesi fuhuştur. (Swedenborg) a, Rusyadan Amerikaya hicret eden
(Duhoborz) lara, müteaddit Brehmen ve Budist tarikatlarına ve bizdeTahtacılara ve emsaline göre senenin muayyen günlerinde yapılan
toplantılarda her kadın her erkeğe helâldır. Halbuki Aztek — Târiki
dünya tarikatları için bunların hepsi, tek kadın da, kötüdür, iğrençtir. Buna mukabil ileri Freibad — Çıplak hamam sporcuları (1)
için sıhhat müsaade ettiği takdirde cinsî temayüllerde gelenek yasaklarına uymak fena, uymamak iyidir. İyilik ile fenalık arasında
her vakit kat’î bir hudut çizilemez. Deniz iyi bir şeydir. Fakat yüzme bilmeyeni boğar. Beşeriyet için matlup olan en faydalı dozu
bulmaktır ki kanaatimizce o doz ifrat ile tefrit arasında, itidal balaıısmdadır.
Swdenborg rahipliğe pek ehemmiyet verir. Onu, hiç bir şahıs haliki ile kendisi arasındaki işleri yalnız başına düzenine sokamazmış gibi mutlaka lâzım bir müessese sayar. Bu itibarla (Davis) den ayrılır. Pek üstün bilgisi hariç, medyomluk kuvveti bakımından o (Davis) ile ayni seviyededir. Bu kuvvet onda elli beş
yaşında inkişaf etmiştir. Çocukluğunda pek hassas idi. Arasıra hayaller görürdü. Fakat çocukluk devresini takip eden pratik, enerjik
erkeklik çağı tabiatinin bu ince, hassas tarafını onda derinlere daldırmıştır. Medyomluğu gizliyi görmek ve duymak iktidarı şeklinde
gözüküyor. Böyle olan medyomlarda ruh uzak mesafelerden haber
almak için vücudu terketmişe ve sonra topladığı haberler ile vücuda dönmüşe benzer. Yahut olduğu yerde eşyanın vibrasyonlarını
alır. Bu suretle eşya hükmen onun ayağına gelir. Hangisi vakidir,
kafiyet ile bilmiyoruz. Bildiğimiz uzaktan görmek ve duymak hâdiselerinin müsbet varlıklarıdır. Tecrübî Spiritualizmde bir kanaat
vardır: Fazla malûmat, âlimlik zatî psişik tecrübenin yoluna dikilir,
medyomluk istidadını baltalar. Maamafih bunun bazı istisnaları
vardır. Swedenborg bu istisnalardan bidir. O, büyük bir âlim olduğu kadar büyük bir medyom idi. Fazla bilgisi medyomluk istidadını vâkıa elli beş yaşma kadar körletmiş ise de ondan sonra ilmi
azalmadığı, bilâkis arttığı halde uzun müddet baskı altında kaldıktan sonra harice yol bulan tahtelarz bir su cereyanı gibi şuuraltı
enerjisi onda bütün kuvveti ile meydana çıkmıştı. İhtimal ruhunun
fazla kuvvetlenmesinden olacak, transları pek hafif geçiyor, o başkaları ile konuşurken derin bir dalgınlığa düşmeden şuuraltı tecelliyatma mazhar olabiliyordu. Meşhur kâhin (Gothenborg) da böyle idi. Bu zat (Stockholm) dan üç yüz mil uzakta on altı kişi ile beraber bir ziyafet sofrasında bulunurken birdenbire ayağa kalkarak«bakınız arkadaşlar! ne görüyorum...» diye (Stockholm) da bir
çok tarihî binaları kül eden bir yangını baş gösterdiği andan itibaren saatlerce bütün tafsilâtı ile anlatmıştır. Meşhur Filozof (Kant),
ki aynı zamanın adamıdır, bu hâdiseyi merak ederek tahkik etmiş,
doğru bulmuş, mesafe tanımıyan ruh gözüne şaşmıştır.
Swedenborg Londıradaki ilk büyük Vizyonunu ve fevkalâde
hallerini şöyle anlatır: — «... o gece ruhlar âlemi, cennet ve cehennem kapıları bana açıldı. Tanıdıklarımdan bir çok kimseleri
oralarda buldum. Rüya görmüyordum. Bunlar hakikatti. Katiyen
inanılması lâzım şeylerdi. Çünkü her şeyi dünya gözü ile gördüğüm
kadar açık görüyordum... O geceden sonra Tanrım her gün öbür
dünyada neler olup bittiğini tamamen uyanıkken görmem ve yine
pek uyanık, apayık iken melekler ve ruhlar ile konuşmam için ruhumun gözünü açık tuttu. Yine o gece vücudumun mesamelerinden
su buharına benzeyen bir duman çıktı. Sis gibi yere çökerek halı
üstüne yayıldı. Görmelerim başlayınca bu madde bazan ilk gecede
olduğu gibi benden ayrılmaktadır. Bir keresinde yerde bit, tahtakurusu, pire gibi haşerata tahavvül etti. Sebebini siyanet meleklerine sordum. Bana orucunu tam tutmuyorsun cevabını verdiler... Ahıret hallerini seyrederken nefesim darlaşır. Daha doğrusu çok az,
saatte 'bir nefes alırım. Etrafımızda hava ve esîr vardır. Ben fevkalâde duruma girdiğim vakit az hava, çok esîr ile yaşıyorum.»
(Swedenborg) un kendi vaziyeti hakkındaki sözleri pek dikkate şayandır. Vücudundan çıkarak yere yayılan madde sonraları
Ektoplazma veya medyoma impoze edilen fikirlere göre şekil aldığı için İdeoplazma adı verilen maddedir. Faslı mahsusunda görüleceği gibi ciddî âlimler tarafından tetkik edilmiş, terkibi bulunmuştur. «Az hava ve çok esîr ile yaşanması» Hint fakirlerindeki (Yoğa) sisteminin esasım teşkil eder. Lourence Oliphant fakirlerin
harikulâde icraatını bu yoldan (Sympneumata) adlı eserinde izaha çalışır. Ondan sonra bir çok kalem tecrübeleri yapılmış, fakat
onun eseri kadar bu mevzu etrafında derli toplu malûmat
veren bir eser vücude getirilememiştir. Tecrübî spiritualizmin
vardığı neticelerden biri her hakikî medyomda teneffüs tekniğinde
bir değişiklik olması lâzım geldiğidii. Trans, dalgınlık bariz olsun,
olmasın, medyomlar medyomluk işinin başlangıcmd hışıltılı nefes
almağa başlarlar ve sonunda derin bir nefes koyuverirler. O sırada kalbin çarpışları değişir, gayri uzvî kalb hastalıkları ârazı belirir. Bu alâmetleri göstermeyen medyomlardan şüphelenmelidir. Çünkü bazı kimseler medyom olmadıkları halde medyomluğa heveslenenerek etrafmdakileri aldatırlar. Böyle sahte
medyomlara aldanarak ciltler ile kitap yazmış psişik müdekkiklerine az rastlanmamıştır. Fikrimizce bir medyomun hakikî medyom olup olmadığını ciğer ve halb muayenesinden ziyade ahlâkı
tâyin eder. Medyom sağlam ve dürüst ahlâklı ise sadece şuuraltı
muhayelesinin icad ve ihtiralarmı yaşasa, ruh gözü asıl ruh âlemine ılişememiş olsa da medyomdur. Sözleri ruhiyat bakımından tetkika değer. Sağlam bir karaktere malik olmıyan kimselere, kendilerinde her türlü medyomluk alâmeti tam olsa bile itimat etmemek yerinde bir ihtiyat olur.
Şimdi (Swedenborg) un müteaddit mânevi seyahatlerinden derleyip getirdiği başlıca malûmatın nelerden ibaret olduğuna ve bunların zamanımız metodları ile elde edilenlere ne dereceye kadar
uyduğuna bakalım:
Swedenborg ergeç hepimizin gideceği yer olan âhıreti bir çok
bölümlerden mürekkep buluyordu. Her birimiz ruhî durumumuzun bizi yakıştırdığı bölüğe gidecek, İlâhî kanunlara teb’an otomatik bir surette muhakeme edilecek idik. Neticeyi hayatımızın umumî neticesi, amellerimizin muhassalası tâyin edecekti. Öyle ki günah çıkartma veya ölüm döşeğinde imana gelip tevbe ve istiğfar
etme az hüküm ifade edebilecekti. Ahiret bölümlerinde dünyamızdaki hayat sahneleri tekrar vücüde gelmekte idi. Ahirette evler
vardı, köşkler vardı. İbadethaneler ve saraylar vardı. İçlerinde oturuluyor, ibadet ediliyor, saltanat sürülüyordu. Ölüm yeni bir hayatın kapısı idi. O kapıdan geçiş semavî varlıkların, meleklerin yardımı ile kolaylaştırılıyordu. Ahiret hayatına yeni başlıyanlar mutlak
bir istirahat devri geçiriyorlar, zamanımız ile bir kaç gün içinde
sersemlikten kurtularak şuurlarına tekrar sahip oluyorlardı. Orada
hem melekler, hem şeytanlar vardı. Fakat bunlar insan varlığından başka varlıklar değiller idi. Vaktiyle hepsi insan idiler. Dünyada yaşamışlar idi. Ya geri kalarak şeytanlığa düşmüş, ya tekâmül
ederek melekliğe yükselmiş kimseler idi. Ölüm ile hiç değişmiyorduk. Onun ile bir şey kaybetmiyor, her cihetten yine insan kalıyorduk. Ahirete dünyadaki düşüncelerimizi, itikatlarımızı, batıl itikatlarımızı, kemal veya noksanımızı beraber alıp gidiyor idik. Çocuklar vaftizli, vaftizsiz cennet kapıcıları tarafmdan hoş karşılanıyorlar, asıl anneleri yanlarına gelinceye kadar huriler tarafmdan
anne şefkati ile bakılıyorlar idi. Ebedî ceza yok idi. Cehennemlerdekiler cehd ederler ise oralardan çıkmanın yolunu bulabilirler idi.
Cehennemlerden cennete, cennetten cennetlere geçiliyor, en son
cennet ile asıl mealiye adım atılıyordu.
(Swedenborg) un âhiret vizyonları pek zengindir. O, onlarda
her teferruata dikkat etmiş, mufassal malûmat toplamıştır. O kadar ki oraya gitmeden hayalimizde âhireti mükemmelen canlandırabiliriz. Çünkü bize âhiıetin her şeyinden: Sanat eserlerinden, mimarisinden, nakış ve süslerinden, musikîsinden, edebiyatından, çiçeklerinden, yemişlerinden, mektep, müze ve üniversitelerinden, kütüphanelerinden, sair ilim ve irfan ocaklarmdan, eğlencelerinden
ve... azaplarından bahsetmiştir. Söyledikleri bazı büyük İslâm mutasavvuflarının keşiflerinde tesbit ettiklerine gayet yakındır.
Muhyüddini Arabî, İmamı Gazali ruhun (Âlemi Misal ve Berzah) da dünyadaki hayatını bir çok değişiklikler ile baştan yaşadığını ileri sürmüşlerdir. Şark vâkıflarına Garp ruh sahasında yeni
hiç bir şey bildirmiyor. Hattâ bu sahada garplıların şarklılardan
bir hayli geride oldukları görülüyor. Ancak, «İlmüledün» naehille
rin elinde suiistimale uğramasın diye şarkta saklanmış, açığa vurulmamıştır. Spiritualizmde garbin bize yeni bir çok şeyler anlatıyor
gibi gelmesinin sebebi budur. Eski tasavvuf kitapları yoklanır ve
şifreleri çözülürse müsbet ilim adamları olan (Bröer) ve (Freud)
dan asırlarca evvel ruh tahlili ilminin bile tedvin edildiği ve şimdi
histeri hastalarında tatbik olunan usuller ile ruh hastalarının iyileştirildiği görülerek hayrete düşülür. Fakat kaderin bir cilvesi ile onların naehil ve ağyar korkusu müsteşriklerin aksine tozlu kitaplar
üzerinde geçirilen ömrü boşa gitmiş sayan torunlarını asıl ağyarın
kucağına atmıştır. Şimdi bir (Sewddenborg) u, bir (Davis) i bir
(Dede Korkut) veya (Deniz Abdal) dan daha kolay tanıyor ve ileri
buluyoruz. Edebiyat tarihinde yer alabilen mutasavvufları şöyle
böyle tanıyoruz. Fakat onlar dışında kaldıkları halde psişik tecrübelerde onlardan ileri gidenleri çoktan unutmuş bulunuyoruz. Şark
spiritualizminden bahis bir tarihe, hakikî tasavvuf tarihine ihtiyacımız büyüktür. Müsteşriklerin himmeti ile garplılar bizden bu hususta çok zengindir. Kendi ruhumuzu başkasının aynasından seyretmek gibi olacak ise de spiritualizm bakımından kütüphanelerimizi
taramağa vaktimiz yok ise bari onların eserlerinden bir kaçını dilimize çevirelm. Bunu olsun yapmazsak ruhumuzun bugünkü akışını asla kavrıyamayız. Spiritualizmin ortaya koyduğu hakikatlerden
biri de şudur: Dirileri dirilerden çok ziyade ölüler idare eder.
(Swedenborg) a göre — «Bu âlemi yaşlı, alil, mariz, perişan
bir halde terkedenler âhirette gençlik ve dinçliklerini yenileyip tam
kuvvetlerini elde ederler. Evli çiftler beraber yaşarlar. Amma, bu
birbirlerine karşı sevgi duydukları takdirdedir. Böyle değilse evlenme çözülür. Başka ruhlar ile evlenilir. Hakikaten birbirini sevenler ölüm ile birbirinden ayrılmazlar. Çünkü ölenin ruhu kalanın ruhundan uzaklaşmaz. Bu hal diğerinin de ölümüne kadar devam
eder. O zaman yeni ölü eski sevgilisine kavuşur. Dünyada çektikleri ıstırap nisbetinde beraberce âhrette mesut olurlar.»(Leylâ ile Mecnun), (Kerem ile Aslî), (Tahir ile Zühre) halkımız
arasmda yayılmış eski bir kanaate göre cennette buluşmuşlardır.
(Swedenborg) da bunu söylüyor. Mumaileyh ölüler ile teması hakkmda şunları yazmaktadır:
— «Polhem ölümünün ertesi günü benim ile konuştu. Cenaze
merasimine davet edilmiştim. Cenaze arabasına baktı. Tabutu mezara indirdiklerini gördü. Hayatta olduğu halde ne rçin kendisini
gömdüklerini sordu. Rahip (Ruzu Ceza) da mezarmdan kalkacağını söylediği zaman: bu da nesi, dedi, mademki şimdi ayaktayım?.,
hâlâ yaşadığına göre böyle bir itikadın tutunabilmesine hayret ediyordu... (Braha) saat (10) da balta ile kafası kesilmek suretiyle
idam edildi. Ayni günün gecesi saat (10) da yanıma gelerek benim
ile konuştu. Ondan sonra bir çok günler hep yanımda kaldı.»
(Swedenborg) un ba’sü badelmevt akidesinde hıristiyan ve müslümanlardan ayrılması onlar hesabına bir zarar teşkil etmez. Mumaileyh ölüm ile hayatm nihayet bulmadığını kabul etmesi itibariyle hükmen ba’sü badelmevti kabul etmiş durumdadır. Ancak,
ruhun zaten ayakta, diri olması itibariyle tekrar ayaklanmağa, dirilmeğe ihtiyacı olmaması Swedenborg ile birlikte bir kısım spiritualistlerin ve bu meyanda spiritlerin ehemmiyetle üzerinde durdukları bir meseledir. İlerde bahsedeceğiz. Şimdilik şu kadarını
söyJiyelim ki ba’sü badelmevt ruhun maddî bir âlemde maddî bir
beden sahibi olarak tekrar yaşamasıdır. Madde ile irtibatlar olan
bu yeni hayat, bilhassa müslümanlara göre, kabirde geçen ve esas
itibariyle dünya hayatının bir çok tenevvüler ile hoş veya korkunç
rüyalar halinde baştan yaşanması demek olan «Âlemi Misal» hayatının kuvvetli bir surette maddiyete aksinden ibarettir. Yani öleceğiz. Öldükten sonra ölüm ile sersemlemiş bir halde bulunan ruhumuz mezarda ayılarak mesuliyetini idrak edecek, hayatının hâsılası halinde karşısında beliren suallere amellerini anlatmak, onları pek değişik semboller ile baştan yaşamak, bu sırada mânevi
Düyük zevkler veya ıstıraplar duymak, kabir saadetini veya kabir
azabını tatmak suretiyle cevaplar verecek. «Cennet bahçelerinden
bir bahçe veya cehennem çukurlarından bir çukur olan kabir hayatı» (1) asıl ceza gününe kadar devam edecek. O gün maddî bir
âlemde işlenen iyiliklerin, fenalıkların mukabillerini yine maddî
bir âlemde bulmak üzere bütün ruhlar yer ile gökün birbirine karışmasından sonra doğacak olan yeni madde kâinatında maddî vücut sahibi olarak yer tutacaklar ve vaktiyle dünyada fiilen ekip kabir hayatında üzerinde bol bol düşündüklerini tekrar maddeye bağlı bir hayat ile fiilen biçecekler...
Swedenborg ve emsali garplılar, vizyonlarında, yani manevî
keşiflerinde büyük İslâm mutasavvuflarının aksine bu hakikate erememiş gözüküyorlar. Fikrimizce garplılaır hakikatin ancak bir kısmını görebilmişler, üst tarafına ruh gözlerinin kuvveti yetişmemiştir.
Bu hükmü bize verdirenin İslâmî gayretimiz olmadığını okuyucuya temin edeıiz. Bu kanaate bizi sahip kılan büyük Şark - Garp
medyomlarımn eserleri üzerindeki etüdümüzdür. Etüdlerimiz kitabî dinleri teyid ediyorsa .sebebini ruhumuzun o cihete temayül
etmesinden ziyade o dinler esasının sağlamlığında aramalıdır. Böyle olmasa, aksi vâki olsa idi, bu eserimizde çocukluğumuzda bize
telkin edilen dinî akidelerin yetişkin çağımızda bizi tatmin etmediğini açıkça söyler, bazı vatandaşlarımız gibi açıkça bir spirit veya
neospiritualist olur ve asıl o zaman kalemimizi aklî daîlerden ziyade
his tarafına çekerdik. Biz, kendi görüşümüze göre, ön istek ile değil,
ancak akıl kanunları ile Muhammedi lider tanıyan spiritualistler
kafilesinden naçiz bir ferdiz.
Bir ölünün tekrar uzvî bedene kavuşması mümkün mü?...
Mümkün. Bunun iki yolu vardır: 1 — Tenasüh veya reincarnation.
2 — Ba’sü badelmevt. Tenasüh ve (reincarnation) u spiritlik bahsine bırakarak burada kısaca İkincisinden bahsedelim:
Basü badelmevt, yani öldükten sonra uzviyet âlemine gönderilme — tâbirin tam tercemesi budur— akidesi hakkında bazı hıristiyan ve müslüman ilâhiyatçıları şöyle bir tez ileri sürerler:
İnsan vücudunda iki nevi tohum vardır. Biri ile kıyamet gününe kadar cinsini, nev’ini temadi ettirir. Diğeri ile kıyamet gününde
ölümü ile kaybettiği uzvî bedenini telâfi eyler. İkinci tohum birinci tohum gibi değildir. Toprakta çürümez, suda dağılmaz, ateşte
yanmaz. Kıyamet gününe takaddüm eden ve yeni bir madde âleminin doğması ile nihayet bulan umumî hercümerçde bile mevcudiyetini muhafaaz eder. Vaktiyle yeryüzünü doldurmuş olan insanların maddî mümessilleri olan bu tohumlar kıyamet günü İsrafil adlı Tanrı kuvvetinin parolası üzerine misal âleminde âkıbetlerine muntazır olan ruhlar tarafından uyandırılarak buğday tarlalarındaki yeşil buğdaylar gibi yerden fışkırma bir halde diri insan
vücutları teşikl ederler. Kıyamet, umumî ayaklanma, budur. Misal
âlemindeki ruhların kendi eski maddî kalıp mümessillerine hulûl
ederek tekrar uzvî bir beden sahibi olmalarıdır.
Bu teze bugünkü müsbet ilim acaba ne diyor? Hayatın mahiyetini ve başlangıcını bilemediğinden ölümün mahiyeti ve sonu hakkında ağız açmağa o kendini yetkili görmez. Hakikî ilim adamı ilmin bu yetkisizliğini bilir ve ilim namma ölüm ötesi işlerini tekzibe
kalkmaz. Laboratuvara sığmıyan, tecrübeye girmeyen işlerde ilmin verebileceği hiç bir hüküm, söyleyebileceği hiç bir söz yoktur.
Hüküm ve söz yalnız felsefenindir. Felsefenin her çeşidi ise sadece muhtelif bakış zaviyelerinden akla, mantığa uygun birer tahminden ibarettir. Hem de objektif hakikat olarak ileri sürüldükleri halde bu böyledir.
Aristo, Platon ve diğerleri objektif hakikatlerinde aldanabilirler. Çünkü bu objektifler yine onlara, yahut insanların heyeti umumiyesine göredir. Yani asimda objektif değil, sübjektiftir. Maamafih
sağlam felsefe hakikî objektif bilgi demek olmamakla beraber
kuvvetli bir hüccet teşkil eder. İnandığımız mânevi kıymetlere mantıkî destekler aramak ihtiyacını duyduğumuz zamanlar olabilir. Bu
zamanlarda kendi akıl ve bilgimiz bize rehberlik edemiyorsa bizden akıllı ve bilgili adamların reylerinden istifade etmek muvafık
olur. Ancak, bir, iki, üç, beş akıllı ve bilgili adam da bazan yanılabilir ve bizi yanlışlıklara sevkeder. Bunun için kendi aklımızın yetmediği yerlerde akıllı, bilgili adamların ekseriyetinin fikrini yoklamak lâzımgelir. Böyle çok miktarda akıllı, bilgili adamı ise ancak
felsefe tarihinde bulabiliriz. O halde felsefe tarihini açalım. Filosofların fikirlerini, tercemei hallerini, hayatlarını takip edelim. Negörüyoruz? Ekseriyet Tanrıya, âhirete ve ba’sü badelmevte inanıyor. Bu vaziyet karşısında bize düşen, ruhun, âhiretin, ba’sü badelmevtin mantıkî nehcini kavrıyamıyorsak mücerredat sahasında
düşünme kabiliyetimizin noksanlığına hükmederek eksiğimizi tamamlamağa çalışmak olacaktır. Dinlerin temel akideleriyle ilgili
tereddütlerde veya zatî içtihatlarda felsefe tarihinin hakemliğine
müracaat edilir ve filozofların ekseriyetinin fikri ile hareket olunursa bir çok felâketlere yol açacak inkârlardan ve yanlış telâkki
ve zanlardan çabuk kurtulunur. Teoloğları, din felsefecileri olmaları itibariyle filozoflar arasında sayıyoruz. Tarihi edyan ve akaid de
felsefe tarihinin yanısıra nazarı itibara alınmalıdır. Din iman ise,
felsefe imanın mantıkî desteğidir. Bu mantıkî destek ba’sü badelmevt akidesini şöyle destekler: Mademki bugün varız. Binlerce sene evvel nev’imizin başlangıcı olması lâzım gelen ilk insanda
kendimizi bilmez bir halde de olsak ve bizi temsil eden muayyen
bir (hücre) de bulunmasa herhalde var idik. Ölümümüzden sonra
dağılıp parçalanacağız, bizim cinsimizden veya başka cinslerden
bir çok uzviyetlere dahil olacak, fakat maddesi itibariyle hiç olmazsa uzun bir müddet kaybolmıyacak olan vücudumuzun herhangi bir atom bölümünde neden meknuziyete rücu etmiş bir haldevarlığımıza devam etmiyelim? Keza neden bu meknuz varlığımız
yeni bir hayat şartına kavuşunca (toprak ana) dan tekrar doğmasın?!... Yeryüzünde hayatın bulunmadığı bir devirde bilfarz yıldızların birinden ziya tazyiki ile arza bir tek mantar hücresi fırlatılsa
ve bu hücre çoğalmadan mahvolup gitse, aradan bir milyar sene
geçse... hayatiyat âlimleri o tek hücrenin veya parçalarının arza
fırlatıldığını herhangi bir hesap ile şüpheye yer kalmıyacak surette bilseler... arzda ilk hayatın bir milyar sene sonra bu hücre atomlarından veya atomları akşamından türediğini ilmen ileri sürmekte
tereddüt etmezlerdi (1). O halde neden, her gün toprağa verilen bu
kadar insan cesedi ile zamanı gelince intaş edecek hayat çekirdekleri
toprağa karıştırılmamış olsun?!.. Son incelemeler atom dahilinin
zaten canlı olduğunu göstermedi mi?
Felsefe imanı katiyet ile değil, ancak imkân ve ihtimal ile destekliyebilir. Ondan, fazlası beklenemez. Katiyeti müsbet ilimler bile vermekten âcizdir. Çünkü beş duygu dışında kalan asıl objektif,
mutlak hakikat beş duygu temelli ilimler ile kavranamıyor. Binaenaleyh... kat’iyet isteyen son çare olarak umumî duygu yollarına baş
vurmak, kendi ruhu ile başbaşa kalmak ıstırarındadır. Ruhunu dolaşan titremelerin delâletlerini anlıyabilirse ba’sü badelmevtin kafiyelini idrak etmekte gecikmez. Tasavvuf tarihi bu tarzda idraklere
kavuşanların tarihidir.
Swedenborg ba’sü badelmevti hıristiyanî mânasında lüzumsuz
bir akide gibi göstermekle beraber bir nevi ceza gününe inanır:
— «Arz etrafında insanların ruhî kabalıklarından, günehlarından
sakîl bir bulut hâsıl olur. Bu bulut bir gün arzda şiddetli anî tahavvüllere sebep olur. O zaman ruhlar muhakeme ve tasfiyeye tâbi tutulur. Bu hâdise muhtelif devirlerde tekerrür etmiştir. Zamanımızda kiliseler işi mantıksızlığa döktü. Dinden çıkanlar çoğaldı. Ma’siyet arttı. Bulut yine toplanıyor. Bunu gözümle görüyorum. Dünyamızda tehlike çanları çalmıyor...»
Modern psişik otoriteleri, bu meyanda (Vale Owen), ayni günah bulutundan bahsederek lüzumlu temizleme ameliyesinin fazla
gecikmiyeceğini ileri sürerler. Bizde de kıyametin yaklaştığına dair
bazı alâmetlerden bahsedilir. Bu alâmetlerin başında utanma ve
merhamet duygularının kalkması gelir. Şu halde şarkta - garpta
insanların fena amelleri ile felâketlerini davet ettiklerine dair müşterek bir seziş vardır. Bu seziş herhalde doğrudur. Çünkü umumî
fenalıklar elbet de bir gün umumî bir hercümerç doğuracaktır. Bu
hercümercin maddeye sirayet etmeyip ruh sahasında kalacağı, umumî bir kâinat katastrofuna sebebiyet vermiyeceği iddia edilemez.
Çünkü madde nerede bitiyor ve ruh nereden başlıyor, bilmiyoruz.
O katastroftan sonra ne olacak?... Şark psisik bilgisi otoritelerinin
ekseriyetine göre dünyadaki amellerin mükâfat ve mücazatmı görmek üzere yeni bir madde dünyasında cennet ve cehennem... Sonra
Asıl ölüm, ferdî şahsiyetin zevali ,hiçlik = saadeti mutlaka (l).Daha
sonra tekrar hayat, şahsiyet, tekrar ahiret... Tanrının ihyâ ve imâte
çarkı böylece mütemadiyen dönecektir.
Müslümanların mukaddes kitabı olan Kur’an bunu pek güzel anlatır. İnsana vaktiyle ölü olduğunu, sonra dirildiğini, tekrar öleceğini, tekrar dirileceğini, tekrar mematı ve hayatı tadacağını tekrarda devam ve istimrar ifade eden kelimeler ile söyler.
(Swedenborg) un, vizyonları ile daha ziyade ilâhiyatı kuvvetlendirmesini spiritualistlerin spirit kısmı hiç hoş karşılamazlar.
Çünkü zanlarmca eski dinler artık ölmüş, âhiretteki insan ruhlarından aldıkları haberler ile kendileri modern bir din kurmuşlardır. Bunu söylemekle beraber onlar (Swedenborg) un medyomluk
kuvvetini pek büyütürler ve onun keşiflerinde gördüklerini kendi
medyomlarma gösterebilirlerse kendilerini bahtiyar sayarlar. Spiriller hücumlarını zamanen kendilerine yakın olması hasebiyle bilhassa (Swedenborg) un «Yeni kilise» sine tevcih etmişlerdir.
(Swedenborg) ise kendinden bir hayli sonra gelecek olan spiritlerin, kilisesini yıkmak isteyeceklerini bilmiş gibi daha evvelden onların mesleğine şu devirici darbeyi indirmiştir:
— «Dünyada yaşıyan insanların âhiretteki insan ruhları ile konuşmaları tehlikelidir. Yalan ve kötülük ile dolu olan bu ruhlardan
bize gelecek en büyük tehlike yalanlarına kanmamağa çalışarak kendilerine mukavemet ettiğimiz takdirde mutlaka bizi tasdik edip
bizim noktai nazarımız ile bizi desteklemelerindedir. Onlara kanmaz isek, onlar bize kanarlar. O zaman kendi fikirlerimizin ruhlardan sudur tetiğini görünce biz de kanarız. Tanrı hikmete müstenid, hayıra hâdim maksatlarla ruhlar âlemini bizimkinden ayırmıştır. Mücbir sebepler dışında ruhlar ile temas ve muhabereye
cevaz verilemez. Yalnız tecessüs ve merak mücbir sebeplerden sayılmaz...».
Spiritizmeden yeni bir iman değil, eski imanların takviyesini
isteyen spiritualistler bu sözlerin doğruluğunu teslim eder ve spiritizme tecrübelerinden, ruhların kendi fikirlerini desteklemekten
başka bir şeyi yapmadıklarını bilerek istifade ederler. Onlara göre
ruhlardan sâdır olan fikirler ruhlar adesesi ile tevazzuh etmiş, teferruatmı arttırmış, güzelleşmiş olan kendi fikirleridir. Bu sebepten
ruhlardan aldıkları tebligatta kendi esas fikirlerini bulamazlar ise
şüphelenirler ve ruhlar ile münakaşalara girişerek onları kendi fikirlerine getirirler. Bunların maksadı ruhların sözleriyle amel etmekten ziyade spiritizme tecrübeleri yardımı ile muhitlerini zamirlerinde olan dinî, İçtimaî bir gayeye doğru hazırlamaktır. Kanaatimizce spiritierin üstadı sayılan (Allan Kardec) bu nevi spiritualistlerdendir.
Spiritizmenin okültizm bakımından delâletini kavramak istemiyen ve vicdanlarını alelekser tenkitsiz ruhların süzlerine göre
ayarlıyan spiritualistler ise — ki Avrupada daha ziyade spirit adı
ile anılırlar— (Swedenborg) un hükümlerine şöyle bir mütalea ile
cevap verirler:
— İddia yalnız göz alıcıdır. Tecrübelerimiz karşısında tutunamaz. İnsan tabiaten fena değildir ki insan ruhu âhirette fena olsun. Ruhlar bizi aldatmak istiyebilirler. Bu, aldanmamızın lehimize olduğunu bilmelerindendir. Tekâmül aldanmalar ile mümkün
olur. Elverir ki aldandığımızı anlıyalım, bir fikirde sabit kalmıyalım. Boyuna hakikati arayalım. Tecrübelerde tuttuğumuz zabıtnamelere bakınız! Orada nadiren müstehcen, gayri nezih bir söze tesadüf edersiniz. Fena bir söz söyleyen ruh irşad edilir ise daima nâdim olur, teessür beyan eder. Bu gösterir ki her ruh iyidir.
Spiritierin bu mütaleası ne dereceye kadar doğrudur, spiritlik
bahsinde gözden geçireceğiz. Şimdi burada işaret etmek istediğimiz
ruhlar ile temasa çalışalım mı, çalışmıyalım mı, meselesidir. Bu hususta ciddî psişik müdekkikleri şu fikri ileri sürerler: Mücbir bir
sebep dışında, sırf eğlenmek, vakit geçirmek için ruhlar ile temas
tecrübelerine girişmek, (Swedenborg) un dediği gibi, pek yanlış ve
zararlıdır. Dünyadaki en ciddî işlerden birinin bir nevi hokkabaz numaraları halinde çoluk,çocuk arasında,eğlenceden başka bir şey
için toplanmı yanların toplantılarında ele alınması, kahkahalar arasında söz konusu edilmesi spiritol maabile her spirit alisti, ruh
merhumuna hürmeti olan her vicdan sahibini müteelli meder . Aklı
başında , malûkatlı kimseler tarafından tertip edilen spiritizme
celselerinde hiçbir sebep kendiliğinden mündemicdir . Çünkü zamanımızda
o celseler d e k i t e c r ü b e l e r i l e ( S w e d e n b o r g ) u n a k ı l v e h a *
y a l i n d e n g e ç i r e m i y e c e ğ i k a d a r m a t e r i y a l i s t o l a n b i r d e v i r d e m a t e -
r i y a i i s t l e r i k e n d i t o p r a k l a r ı n d a g ö ğ ü s l e y i p y e r e v u r a c a k k a d a r o b *
j e k t i f b i r y o l d a n , ş u u r a l t ı h a l i n d e v e y a o n d a n m ü s t a k i l o l a r a k , m e d -
y o m l a r d a k i r u h î t e z a h ü r a t ı n r e e l l i ğ i v e n o r m a l d e n ü s t ü n l ü ğ ü i s p a t
e d i l e c e k t i r . Aklıbaşında , malumatı mücerrep medyomların
s ı h h a t i n i k o r u r l a r . O n l a r k a n a l ı i l e r u h î m a l û m a t h â z i n e s i n i k ı s a
b i r m ü d d e t z a r f ı n d a b o ş a l t m a ğ a k a l k m a z l a r . M e d y o m l a r ı n k u v v e t i *
n i t e e n n i i l e k u l l a n m a s ı n ı b i l m e y e n l e r i n p s i ş i k t e c r ü b e l e r d e b u l u n *
m a s ı t e c v i z e d i l e m e z . Bunlar , m i ı n e n k e n d i l e r i n e t â b i o l a n o i n *
s a n l a r ı a z z a m a n d a y ı p r a t a r a k r u h e n , bedenen mariz bir hale getirirler.Bu sebepten medyumlar
kendilerini sakınmalıdır .(Swedenborg) da vizyona ilim, ilme vizyon tedahül eder. Bu
sebepten sözleri hem âlimane, hem şairane, hem hakikat ve hem hayal doludur. Hayaller çok kere ilmin öncüleri olduklarından hayaller de kıymetlidir. (Arrhenius) un fikrine göre Swedenborg yukardaki vizyonu yani manevî keşfi ile (Laplace) a fikir babalığı ettiğini ispat etmiştir. Güneş sisteminin doğuşu ve güneşteki lekelerin
mahiyeti hakkmda bugün de söylenecek fazal bir şey yoktur. Swedenborg (Newton) u yakından tanımak ve çok takdir etmekle beraber onun cazibei umumiye kanununu şüphe ile karşılamış, aradaki
mesafelerin büyüklüğü hasebiyle ecramı semaviyenin birbirine tesirinin birbirini muvazenette tutacak kadar ileri gidemiyeceğini,
binaenaleyh cazibei umumiye mevcut da olsa muvazeneli temin
edecek başka bir unsur kabul etmek lâzım geldiğini, bunun ise ancak esiri hareketler olabileceğini ileri sürmüştür. Newton bu itiraza susturucu, kesin bir cevap vermek istememiştir.
Seyyareler ile güneş arasındaki mesafeler güneş kütlesinin tesirini çok küçültecek kadar büyüktür. Güneş İstanbulda sekiz on
metre kutrunda bir toparlak farzedilse, seyyareler uzak semt ve
şehirlerdeki darı, buğday, mercimek, ceviz... tanesini andıracak ve
oralardan ona tâbi olacaklardır ki vaziyet gözönünde canlandırılır
ise idrakimizi zorlamadan kabul edilemez. O halde... Bugün için
müsbet ilmin hakkmda bir hükmü olmasa da (Swedenborg) un ileri
sürdüğü esir girdaplarına, gayri maddî, riyazi noktaların süratli
hareketlerine, diğer bir söz ile ruhların, meleklerin yıldızları çevirmelerine bir hak payı ayırmak yersiz sayılmıyacaktır. Esasen büyük
âlim Newton cazibei umumiye kanunu ile Tanrının bir kuvvet tezahürünü keşfettiğini beyan etmiş, hayatının sonuna kadar Tanrıya mutekid kalmıştır. Onun ile Swedenborg arasında izah kalıpları
bakımından fark varsa da kalıpların muhteviyatı bakımından fark
yoktur.
Arrhenius, (Swedenborg) un vizyonlarının hikâyesini onun ifadesi ile kaydetmeğe devam ediyor: — «Seyyarelerde ve diğer yıldızlardaki dostlarımı tekrar ziyaret ettim. Haftalarca, aylarca yanlarında oturdum. Oturdukları âlemlere dair olan esaslı malûmatı onlardan
alırım. Bilhassa âdetlerini ve dinlerini bu suretle öğrenirim. Kendim
görmediğim zamanlar onlar bana her şeyi açıkça bildirirler. Onlardan
işittiklerimin kendi gözümle gördüklerimden farkı yoktur... Arzımızdan kısmen büyük olan seyyarelerin yalnız güneş etrafında dönmek
ve bize donuk ziyalar göndermek için yaratılmadığı aşikârdır. Ruhlar melekler bunların meskûn olduğunu bana söylediler. Oralarını
dolaştım. Meskûn buldum. Seyyareler topraktırlar. Nerede toprak
var ise orada insan vardır. Çünkü insan toprağın baş gayesidir. Ruhlar ile, melekler ile konuşamıyanlar da bunu böyle bilmelidir... Bir
keresinde Tanrının kudretine daha ziyade hayran olmak için güneş
sistemimizin hududunu aştım. Başka güneşlerin mıntakalarma gittim.
Oralardan güneşimize baktım. Arzdan görülen yıldızlardan daha büyük gözüküyordu. Bundan güneşin diğer güneşlerden daha büyükolduğuna hükmettim... Ruhlara bir gün beni en küçük seyyareye götürünüz dedim. Götürdüler. Bu (500) Alman mili (1) çevresinde bir
toprak kürre idi. Çok süratle dönüyordu. Sonra güneşimizden en
uzak seyyarede bulunmak istedim. Beni (Satürn) a ilettiler. Bu,
güreşe en uzak olan seyyaredir dediler... (Merkür) seyyaresine güneşin şuaları çok kuvvetle çarpıyordu. Fakat buradaki havanın hafifliği hasebiyle sakinleri sıcaktan bunalmadan lâtif bir bahar havası içinde yaşıyordu. (Merkür) lilerin zekâları diğer seyyarelerde
oturanlarınkinden daha aza benziyor... Samanyolu kum tanesi kadar
çok ve çok büyük yıldızlardan müteşekkildir...»
(Svvedenborg) seyyareleri ve diğer yıldızları insanlar veya insan benzerleri ile meskûn bilenlerin ilki değildir. Ondan çok evvel
(Pythagoras) ayni şeyi talebelerine söyler idi. Büyük felekiyat âlimi (Herschel) güneş lekelerinin sağlam topraklar olduğu ve üzerinde canlı mahlûklar bulunduğu fikrinde idi. (Svvedenborg) u takiben meşhur Filozof (Kant), daha sonraları heyetşinas (Camii
Flamarion) seyyarelerin meskûn olduğunu hararetle müdafaa etmişlerdir.
Swedenborg vizyonlarında her şeyi doğru görmüş değildir. Meselâ güneşimiz, diğer güneşlerin yanında pek küçük kalır. Şimdiye
kadar keşfedilen en küçük şeyyare (3750) kilometre çevresinde değil, (30) kilometre çevresindedir. Güneş manzumesine dahil olarak
(Satürn) dan güneşe nazaran daha uzaklarda (1781 - 1846) senelerinde (Uranüs) ve (Neptün) seyyareleri keşfedilmiştir. (Svvedenborg) un ruhları bunları ona bildirmemiş bulunuyorlar. Fakat bunlara mukabil o, seyyarelerin sureti tahassülünü bugüne nazaran iyi
görmüş, Samanyolunun hakikatini anlamış, güneş hararetinin hava
kesafeti ile makûsen mütenasip olarak tesir ettiğini bilmiştir. Bunlar az şey sayılmaz.
(Arrhenius) a göre (Swedenborg) hem büyük bir âlim, hem
büyük bir kâhindir. Kehanetleri yalana müstenit değil, samimî bir
kanaate müstenittir. Gördüğü için gördüklerini söylemiş, aldatmış
ise aldandığı için aldatmıştır. Arkadaşlarından meşhur bankacı
(Cuno) onun hakkında şöyle demiştir: — «Gülümseyen mavi gözleri
ile bana baktığı vakit sanki doğruluk gözlerinde dile gelir idi.»
-KUTAY

Alıntı ile Cevapla
 

1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41 42 43 44 45 46 47 48 49 50 51 52 53 54 55 56 57 58 59 60 61 62 63 64 65 66 67 68 69 70 71 72 73 74 75 76 77 78 79 80 81 82 83 84 85 86 87 88 89 90 91 92 93 94 95 96 97 98 99 100 101 102 103 104 105 106 107 108 109 110 111 112 113 114 115 116 117 118 119 120 121 122 123 124 125 126 127 128 129 130 131 132 133 134 135 136 137 138 139 140 141 142 143 144 145 146 147