İttihad ve Terakki ricali arasında Musa Kâzım Efendi
kadar Şarkı ve Garbı iyi kavramış bir münevvere az tesadüf olur
nur. Okuyucular içinde Rufaîlerin kalın şişelerle avuçlarını, avurtlarını deldiklerini, keskin bıçaklarla dillerini yardıklarını, kundakdaki çocukları çiğnediklerini ve sonra şişlerin, bıçaklarm çıktığı
yerlerde hafif bir izden başka bir şey kalmadığını, çocukların ağır
gövdeler altında hamur gibi yoğruldukları halde ezilip ölmek şöyle
dursun «vık» bile demediklerini hatırlayanlar her halde eksik değildir. Aldanması ve aldatması müsteb’at, hakikaten tanınmış, ciddi ilim adamlarından Tibetdeki sihirbaz lamalara, Hindistandaki yoği
ve fakirlere, Efganistandaki kem gözlü ciğerhorî şeyhlerine (*) dair
birçok vak’alar işitilmiştir. İstanbuldaki Ayasofya Camii ile Hahiredeki Camiülezherde veya Medinei Münevveredeki Ravzai Mutahharada aynı öğünde namaza durduğu görülen müslüman müttekisinin veya İspanyada bir kilisede vazederken Romada Papanın cenaze merasimine iştirak eden papasın, yahut havrasından dışarı çıkmadığı halde cemaatından her birinin ne yaptığını, ne düşündüğünü
bilen hahamın hikâyeleri boş değildir. «Keramet gösterip halka suya seccade salmışsın» masadakınca suda yürüyenler, vasıtasız havada uçanlar, vücutlarmdan kendilerinin benzeri, benzemezi bir
veya müteaddit vücut çıkaranlar, nefesle, el pasları, el sığazlamaları ile ağır hastalan ayağa kaldıranlar, hiç tutmadıkları halde masaları, iskemleleri, dolapları, sair ağır cisimleri oynatanlar .gedik
açmadan duvarlardan geçenler, eşya geçirenler... velhasıl fevkalâde halleri ile muhitlerini hayrete, hattâ dehşete düşürenler saymakla tükenmez. Bunlar hokkabaz değil, medyomdur. Mamafih bazı
hokkabazların medyomlarla yarış ettikleri görülmemiş değildir. Fakat bunların kısmen aynı şeyleri yapabilmeleri medyomların kaderini tenzil etmez, arttırır. Çünkü hokkabazlarm sun’î vasıtalarına
mukabil onlarda yalnız ruh kuvveti vardır. îlim ve fen de onların
«uyur» şuurla başardıklarını uyanık şuurla başarmağa çalışmaktan
başka ne yapıyor ki... Sayın Dr. Mazhar Osman «Spiritizme Aleyhinde »adlı kitabında medyomluğu reddetmiyerek manyatizme, «keşfi
fikir,» «hüddam celbi», «ayna bakıcılık» gibi işlerin bugün müsbet
hâdiseler arasında sayıldığmı söyliyor ve bunları «Poligon» un,
şuuraltının faaliyetiyle izah ediyor. İtirazı sadece spiritlerin ervahı
müstekille telakkisine, hilekârlıklara, spiritizmenin Memleketimizde az veya yarım tahsilli kimseler arasmda meşgale mevzuu olmasmadır. Mumaileyhin fikrine göre etraflı malûmatla kendini teçhiz
etmiyenlerin spiritizme ve emsali ile uğraşmaları gördükleri tezahürleri yanlış tefsir edeceklerinden tehlikelidir. Kendisi sekiz sene
spiritizme ve okültizim ile uğraşmış, fakat bu işi tıbbiye talebesi
iken değil, ruh hekimliği ihtisasım elde ettikten sonra yapmıştır.
İlmî kanaati şudur; Tetkik edilebilen zamanımız medyomlarmda
görülen haller biyolojik, yani hayatîdir. Hayattan ileri gelir. Dünyadan çekilmiş kimselerin, ölülerin, spiritlerin iddiası gibi, Dünyadaki insanlarla alâkadar olarak onlara masaları oynatmak, kapılara
vurmak ilh ile haberler saldıkları ilmen isbat edilememiştir. Buna mukabil aksi sabit olmuştur, şöyle ki: Masaları oynatan, rapslar yapan,
haberleri veren medyomlarm poliğonları, yani alt vicdanları, şuuraltlarıdır. Medyomlar poliğonlarmm icat ettiği rüyaları diğer insanlardan daha canlı olarak yaşarlar. Onları kendileri fark etmedikleri halde yine poliğonları marifetiyle masa haberlerine, kendiliğinden yazı yazan kalem yazılarına, irticalen söylenen sözlere - füân
filân ruhlardan aldıkları tebligata ilh. tahvil ederler. Hattâ ayna bakıcılığında, hüddam celbinde olduğu gibi rüyalarmı, hayali hislerini
bir aynaya, parlak bir satha, tırnağa, şeffaf bir cam kürreye aksettirebilenler vardır. Hem de sanılacağmdan fazla miktarda. On kişi
dikkatini parlak bir satıh üzerinde toplarsa içlerinden biri evvelâ
sathın kesif bir bulutla kaplanmasını müteakip orada hayaller, manzaralar, yazılar belirmeğe başladığını görür, sinema seyir eder gibi
vak’alar seyir eder. Bunlar hep poliğonun uydurduğu vak’alardır. Medyomlar daha ileriye giderek meşhur medyom Helenin yaptığı gibi öldükten sonra yıldızlarda yerleşen insan ruhlarına misafirliğe gidebilirler. Fakat yıldızlarda veya ahiret oraları ise ahirette
gördükleri yine alt vicdanlarının doğurduğu hallucinationlardan,
hayali hislerden, oraları hakkında söyledikleri alt şahsiyetlerinin
tertip ettiği romandan ibarettir. Helen yanlız Merihe gitmekle kalmamış, Merih lisanını da konuşmuş, lâkin konuştuğu dilin, Merih
sakinlerinin Dünyadaki insanlardan çok müterakki olduklarını söylemesine rağmen, poligonu tarafmdan tahrif edilmiş düşük kaliteli
bir fransızcadan başka bir şey olmadığı anlaşılmıştır.
1910 tarihinde yazılan, yalnız otomatik muhayyile medyomluğuna taallûk eden «Spiritizme Aleyhinde» ki kitaptan anlayabildiğimiz meal hülâsasını şimdilik bu kadarla keserek medyomralda görülen hallerden bazılarının diğer izahlarına geçiyoruz;
---------- Post added 25.12.19 at 23:45 ----------
1 — Değajman izahı: Bu izah havası hamsesini fikir süratiyle istenilen yere tevcih eden, bir anda muhtelif mekânlarda görülen,
müteaddit kılıklara giren medyomların haline taallûk eder. Medyomun ruhu muvakkat bir değajman, yani çıkma Ue uzaklara gidiyor,
dolaşıyor, öğreniyor. Hafif maddeleri toplıyarak aynı şahsın veya
başkasının fantomunu vücude getiriyor.
2 — Vibrasyon izahı: Tabiatde herşey kendine mahsus vibrasyonlar, titremelerle tezahür eder. Vibrasyonların dalga uzunlukları
muhteliftir. Bu, sebepten birbirlerine karışmazlar. Medyomların duygu uzuvları bu ihtizazları alacak tarzda ayarlanmış veya doğrudan
doğruya ruhları bu işe hazırlanmıştır. Binaenaleyh onlar kâinatta her
varlıkla doğrudan doğruya, zaman ve mesafe haizi ehemmiyet bir
faktör teşkil etmiyerek, temas haline gelebilirler. Başkalarının bilmediklerini bilmeleri böylece medyomlarda imkân dahiline girer.
3 — Ektoplazma izahı: Levitasyon, el dokundurmadan ağır cisimlerin kaldırılması, hafifçe tutulan kalemin kendiliğinden harekete
gelerek yazı yazması gibi tezahüratta medyomun vücudundan bazan
sis, bulut gibi, bazan jelâtine yakın kıvamda bir madde çıkar; karanlıkta fosforumsu donuk bir ziya neşreder. Bu madde medyomun üçüncü eli hükmündedir. Madam (Bisson) ile (Dr. Notzing) in (Eva) isimli
medyumdan aldıkları parçasma nazaran ektoplazmanm esas terkibi
tuz ve fosforiyeti potasyumdan ibarettir. Ektoplazma yeni bir keşif
olmayıp çok eskidenberi malûmdur. Eski hristiyanlarda adı azizlik
halesidir. Teozoflar ona «nuru marifet» derler ve onun kendilerinde
zuhuru ile iftihar ederler. Ancak, nadir medyomlarda görülmesi onu
henüz herkesin tanıdığı maddeler arasında saydırmamaktadır. İlerde ayrıca bahsedilecektir.
Müsbet ilim bunlardan birinci izahı reddeder. İkincisinde mütereddittir. Üçüncüsünü ise, üzerinde Sir William Crookes, Richet,
Geley, Crauford, Sir Oliver Lodge v.s. tanınmış fizik ve psikoloji
âlimleri ehemmiyetle durduklarından kabule mütemayildir.
Müsbet ilmin bir şeyi red ve inkârı spiritualistleri, metafizikçileri acaba ne dereceye kadar ilzam eder? Bu mesele, üzerinde
cidden durulmağa lâyık bir meseledir. Müsbet ilim zarurî münasebet, kanun demektir. Binaenaleyh sarsılmaz. Fakat istinadgâhının sarsılmaması şartı ile. Müsbet ilmin, zarurî münasebetin,kanunun temeli beş duygumuzdur. Bu duygular insanı aldatır, hiç
bir şeyi lâyıkı ile bildiremezse hakikat diye zahire, galata, tam
bilgi, kanun diye noksanlığa bel bağlamış oluruz. Tecrübî, ekzakt
bilginin kâinat hakkında bize söylediği hakikat hep beş duygumuza göredir. Acaba bunun dışmda hakikat yok mu? İşte meselenin
can evi burasıdır. Fizikin madde ,cisim dediği varlık, sübjektif bir
lemis Ve ziya duygusu kompleksinden, halitasından ibarettir. Sübjektiflik behemahal bir de objektifliği icap ettirir: Beş duyguya
göre olan hakikatin bir de beş duygu dışmda nefsi hakikata göre
hakikati olacaktır. O hakikata aklımızın ermemesi başka meseledir. Müsbet ilim beş duyguya dayanması hasebile nekadar ince teferruata girişirse girişsin daima sübjektif durumda kalarak beş
duyguya göre hakikat sahasını terkedemez. Onun objektif hakikat,
kanun dediği zarurî münasebet haddi zatinda asıl objektif değil,
teker teker sübjektif den ibaret insanların müşterek beş duyguya
müstenit umumî tecrübesi, kendilerinin ve atalarının kat’î fakat
şahsî malûmatıdır. Yer yüzünde insanlar bilfarz basıradan mahrum
olsalardı, bu günkü şekilde ziyaî bir yıldızlar âlemini tasvir eden
bir kozmoğrafya, astronomi herhalde olmazdı. Müsbet ilmin varlığı
beş duygunun varlığı ile kaimdir. Duygularımızın husufu nisbetinde
ilmen kâinat ta husufa uğrar. Fakat hakikatte de uğrar mı?... İlme
kalırsa buna hüküm etmemiz lâzımdır. Ancak, aklımız bunu kabul etmez ve bize der ki ilim duygu rıbkasından kurtulup hakikati
objektif olarak seyir ve temaşa edemediğinden onun dediği ile
kalma! Sübjektif kâinatın, meşhudat âleminin herhalde bir de öbür
tarafı, objektif yüzü vardır. Buna katiyetle vardır diyoruz, çünkü
mademki sübjektif tarafı, bize göre olan yüzü vardır. Havasa çarpmıyan bir varlık sırf teşhis edilemediği İÇİ^ inkâr edilemez Fizik
varsa, metafizik te vardır. Dâvanın aksi olarak metafizik, maddenin öbür yakasındaki objektif yoksa, madde veya fizik te yoktur.
Lâmise ve bâsıranın bulunmadığı dünya edvarında, yer yüzünde
canlı varlık yokken, iş ilmin temeline kaldığı takdirde maddî kâinatı da inkâr etmek, ondaki varlıkları insan varlığı ile kaim bilmek lâzım gelecektir. Netekim Pozitivistlerden bir kısım bu mesleğe sülük etmiştir. Bu yola düşülünce objektif, hakikatte sübjektifden ibarettir, demek icap eder ki bu fikrin müdafaasında ileri sürülen haklılık iddiası bile bizatihi bizden, maddeden müstakil bir objektifin vücudünü iktiza ettirir. Mamafih ilim adamlarının objektif bir tabiat ve tabiat kanunları aslında objektif ve zarurî olmaya
bilir. Yani sadece sübjektifden, bizlere göre vaki hâdiselerden, zarurî münasebetlerden, varlıklardan ibaret bulunabilir.Çünkü bun1ar yanlışa pek müsait olan havas ile idrak edilmişlerdir. Bu günün tabiat felsefesi artık eskisi gibi İlmî müşahedelerin önünde diz
çökmüyor. Zira müsbet ilmin objektifi, asıl hakikati bulmakta aczine hükmetmiştir. O, hakikatin beş duygu dışmda, madde maverasında, madde fevkinde olması gerekdiği kanaatine varmıştır. O halde... o halde netice şudur: Müsbet ilme ondokuzuncu asır materyalistlerinin gözlüğü ile değil, Yirminci Asır atom âlimlerinin gözlüğü ile bakmak, onun aczini anlamak, ancak ilim adamı olmıyanların zihninde yer tutan namağlûp müsbet ilim imajinasyonuna
bağlanıp kalmamak ve dolayısi ile mâneviyatı tezelden reddetmiyerek onu cedli mantıkî ile değil, hakikî felsefe ile desteklemek,
böylece ne gözü kapalı imana, ne de gözü kapalı inkâra düşmiyerek orta yolu tutmak lâzımdır. Medyomların ekserisi, hatta zamanımız medyomlarınm hemen hepsi şuuraltı muhayyelelerinin icadını hakikî varlıklar sanmış olabilirler. Fakat bunların içinde, beş
duygu dışına çıkamıyanların akıl erdiremiyecekleri bir yoldan asıl
objektife, asıl hakikate erişenlerin mevcudiyeti kendi sözleri kadar
dünyevî durumlarındaki fevkalâdeliklerle de sabittir. Binaenaleyh,
bundan evvelki faslımızda medyomlar hakkında söylediğimiz bir
sözü aynen burada da tekrarlıyarak şöyle diyeceğiz: Melekâtı akliyelerinin yerinde olması, hayallere kapılmadıkları, birsamlar görmedikleri anlaşılması ve ayrıca lâtife, şiir şeklinde bile olsa asla
yalan söylemiyecek, kimseyi aldatmıyacak karakterde olduklarının
temiz, lekesiz masabakları ile tebeyyün etmiş olması şartı ile medyomların sözlerine diğer insanların inanmamalarında makul, ciddî
hiç bir sebep dermeyan edilemez... Zamanımızda bu şartları haiz
bir tek medyom olmıyabilir. Fakat tarihde vardır. Peygamberler
başda olmak üzere bir çok yüksek medyomlar akıl ve zekâ, hak ve
hakikat sevgisi, insaniyet aşkı ile yer yüzüne nur saçmışiradır.
İmdi: Ey muhterem okuyucu, inan! Hakikî yüksek medyomları
insaniyet camiası içinde seni de düşündükleri için muhterem tut!
Bil ki dedelerinin mukaddes bildikleri, hiç bir muakis tezle yıkılmamıştır. Ona mukabil materyalizm bu gün artık tamamen göçmüş, müsbet ilim atom içine göz atınca maneviyatı karşısında bularak şaşırmıştır. Fikir hürriyetini akide bağlarından kurtulup itikadsız, idealsiz yaşamaktan ibaret sananlara acı! Çünkü onlar bedbahtlıklarının derecesini takdir edemiyen bedbahtlardır. Şayet böyleleri sana «çocukluğunda edindiğin boş zanları zihninde büyüterek
büyümüşsün» derlerse hoş gör! Çünkü artık kimin zannınm boş
olduğu anlaşılmıştır. Müsamahan, sabru tahammülün, güzel geçim
ve hareketin ile sen onları yenecek, seni metin, kuvvetli, sarsılmazkılan mâneviyatına nihayet onları hayran ve ram edeceksin! îman
kuvvet, mâneviyat muvaffakiyettir. îneın ki seni, aileni, milletini
ve bütün beşeriyeti kurtaracak odur. îmanların incelmesi, tafsil
edilmesi ve neticede birleşmesi tenevvür işidir. Bütün büyük dinler, bütün büyük idealler aynı ahlâk prensiplerini geçer etmeği şiar
edinmişiredir. Roma, Kabe, bir; yollar muhtelifdir. Kendine göre
en kısasını, düzgününü seçmek senin elindedir. Bunu yap; fakat
yaparken başka yolların yolcularına tariz etme. Çünkü hepinizin
gayesi birdir. Şimdilik yalnız inan ve yer yüzünde tek dinin, tek
idealin hâkimiyetini kaba kuvvetten değil, sulh içinde tenvir ve
irşattan bekle! Zor muvaffak olsaydı yer yüzünde çoktan tek fikir
hüküm sürerdi. însan ruhu zorbalardan nefret eder. Buna da inan,
bunu da imanın bil!... îmanın kıymeti hakkında bundan ötesini
((Artık înanınız» başlıklı faslımızla (Norman Vincent Peale) e bırakarak mühim yerlerini ilerde tafsil etmek üzere medyumluğun mahiyeti ve nevileri bahsine burada son veriyoruz. N. V. Peale, New
York City Marbie Kilisesi pastörüdür, ilerde bir spiritualistdir.
Ehemmiyetle üzerinde durulmasını herkese tavsiye ettiğimiz «(Artık İnanınız» başlıklı yazısı hakkında bir müslümana karşı diyebilleceğimiz şudur: Çan sesidir, (Üç) der deyip geçme! Ezanı kulağın
duymuyorsa o sana (Tek) Tanrıyı hatırlatabilir.
-KUTAY
|