Havas Okulu - Tekil Mesaj gösterimi - Vücuttaki Letaiflerin yerleri (Görsel)
Tekil Mesaj gösterimi
  #12  
Alt 18.11.19, 16:14
Fakir111 Fakir111 isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Gayretli üye
 
Üyelik tarihi: 28.10.19
Bulunduğu yer: Istanbul
Mesajlar: 60
Etiketlendiği Mesaj: 6 Mesaj
Etiketlendiği Konu: 0 Konu
Standart

Alıntı:
Nun Nickli Üyeden Alıntı Mesajı göster
Allah razi olsun senden.kardes buraya kadar anladim simdi. Peki bu letaifleri mesela bir zikir cektgmizde yada bir gunah isledgmizde etkilenme olayi varmidir nasildir varsa ?
amin ecmain

öncelikle hadis i şerif de (Bir kimse, günah işlediği zaman kalbinde siyah bir nokta hasıl olur. Eğer tevbe ederse, o leke silinir. Tevbe etmeyip tekrar günah işlerse, o leke büyür ve kalbin tamamını kaplar, kalb, kapkara olur.) [Harâiti]

buyruluyor. öyle olduğun için tabi günahlar etkiler (KÖRELTİR). PEYGAMBERİMİZ (S.A.S) EFENDİMİZ HİÇ GÜNAHI OLMADIĞI HALDE GÜNDE BİR RİVAYET 70 BİR RİVAYET 100 DEFA İSTİĞFAR ETTİĞİNE dair HADİSLER VAR.

öyle olduğu için kul istiğfar halinde olacak.

istiğfarda 3 çeşitlidir.

AVAM TABAKASI: GÜNAHLARINA TEVBE EDERLER.
HAVAS TABAKASI(SEÇKİN KULLAR): GÜNAHLARI TEKETMİŞ BİR ZÜMREDİR. GAFLETLERİNE TEVBE EDERLER. BİR ANLIK GALTEN ONLAR İÇİN ÇOK BÜYÜK GÜNAH GİBİ GELİR.
HAVASSUL HAVAS TABAKASI(seçkin kulların şeçkini): bu tabakada CENAB I HAKKA DAHA ÇOK YAKLAŞMAK İÇİN İSTİĞFAR EDERLER.

yani YA RABBİ SANA LAYIKIYLA ŞÜKREDEMİYORUM, ZİKREDEMİYORUM SANA LAYIK KULLUK YAPAMIYORUM BUNLARA İSTİĞFAR EDERLER.

İSTİĞFAR İNSANIN TEMİZLENMESİNE VESİLE OLAN ANAHTAR HÜKMÜNDEDİR. İSTİĞFAR İNSANIN FEYZİ ALACAK BİR HALE GETİRİR.

ŞİMDİ ZİKİR ÇEKMEK DE ETKİLER(FAYDALI YÖNDE).

AMA LETAİF ZİKRİYLE İLGİLİ AÇIKLAMAMI DİKKATLİCE OKURSANIZ LETAİF ZİKRİNİN HAFİ YAPILACAĞINI GÖRÜRSÜNÜZ.

HAFİ ZİKİR İSE NAKŞİBENDİLİKTE VAR.
FAKİRİN MENSUB OLDUĞU TARİKAT HEM NAKŞİBENDİ HEM KADİRİ İSE DE MEVCUT BİZİMKİNDE ELHAMDÜLİLLAH

ÖYLE OLDUĞU İÇİN HAKİKİ BİR NAKŞİBENDİ TARİKATINA GİRERSİNİZ.
İSTİHARE YAPTIRIRLAR GENELLİKLE
ONLAR SİZE BİZATİHİ GÖSTEREREK ÖĞRETİRLER.

MESELA YENİ TARİKATA GİRDİNİZ.

KALB LETAİFİNDE ZİKİR ALDINIZ ŞU KADAR ZİKİR ORDA HAFİ ÇEKECEKSİNİZ.

BUNU SİZE BİZATİHİ EHİL OLAN HOCAEFENDİ ÜZERİNDE NASIL ÇEKECEĞİNİZİ GÖSTERİR.

SİZDEN GECELERİ KALKMANIZI TEHECCÜD NAMAZI KILMANIZI VE DERSİ SEHER VAKTİ ÇEKMENİZİ TAVSİYE EDER.

BELLİ BİR SÜRE BU ZİKRE SAMİMİYETLE DEVAM EDİNCE KALB LETAİFİNİZ UYANIR VE SÜREKLİ ZİKREDER HALE GELİR. ALLAH ALLAH ALLAH DEMEYE BAŞLAR.

BU NASIL OLUR DERSENİZ ŞÖYLE DERİZ:
YEMEK YİYORSUNUZ MİDEMİZ ÇALIŞIYOR ONLARI SİNDİRİYOR. PEKİ SİZ FARKINDAMISINIZ. SİZ İŞİNİZLE MEŞGUL OLSANIZ DA O ÇALIŞMAYA SİNDİRMEYE DEVAM EDER.

KALB ZİKRE GEÇTİMİDE SİZ İSTER İŞTE OLUN İSTER ORDA O ÇALIŞIR BİİZNİLLAH(ALLAHIN İZNİYLE)

Letâifler, ancak çok zikretmekle uyandırılabilir. Son dönemin büyük âriflerinden Mahmud Sâmi -kuddise sirruh- bu konuda şöyle buyurur:

“Zikr-i dâimî, kalbi yumuşatacak ve tasfiye edecek birinci şarttır. Çünkü Cenâb-ı Hak; “Ey mü’minler! Allâh’ı çok çok zikredin.” (el-Ahzâb, 41) buyurmuştur. Zira az yapılan zikir, kalbin yumuşamasına kâfî gelmez, kalp ancak çok zikirle yumuşar. Hiçbir şey buna mânî olmamalıdır. İnsanın mükerrem oluşu, zikr-i dâimî ile tecellî eder, beden bununla nurlanır, temizlenir.”[1]

Sâhibü’l-vefâ Mûsâ Topbaş -kuddise sirruh- da, zikrullâhın mânevî terbiyedeki ehemmiyeti hususunda şu tespitlerde bulunur:

“Zikir, mühim bir aşk ve îmân ölçüsüdür. Seven sevdiğini çok zikreder, ara vermeden gece gündüz, her saatte, her anda zikreder, anmadan yapamaz. Zikrullâha vâsıl olan her şeye kavuşmuştur. Zikrullâhtan mahrum olan da her şeyi kaybetmiştir. Zikrullâh kalbin nuru, rûhun huzuru, gönlün cilâsı, aklın ölçüsüdür. Zikre devam edenin kalbi mâmur, fiil ve ahlâkı güzel, rûhu sevinçli olur.

Bir kalbe aşk-ı ilâhî girerse, o gönülde Allah zikrinden başka hiçbir şey kalmaz, hepsi yok olur. Evvelce geçirilen büyük mecâzî aşklar bile.

Kalbi zikirle meşgul etmeli, zikirle uyandırmaya, çalıştırmaya gayret etmelidir. İyi çalışıldığı takdirde zikir bütün letâiflere dağılır, nefse, sonra cesede.”[2]

AHİRETTE YÜZ AKI İÇİN

İnsan, bedeni itibâriyle türâbîdir, yani toprağa mensuptur ve neticede toprak olacaktır. Ruh itibâriyle ise Rabbânîdir ve ruh ölümsüzdür. Yeniden dirilişin gerçekleşeceği kıyâmet gününde, bu rûha yeni bir beden giydirilecektir. Bu bedenin keyfiyeti, dünyada iken rûhun kazandığı mânevî seviyeye göre nûrânî ya da zulmânî bir şekilde tezâhür edecektir. Nitekim âyet-i kerîmede şöyle buyrulur:

“O gün bazı yüzler ağarır, bazı yüzler de kararır. Yüzleri kararanlara; «Îmânınızdan sonra küfrettiniz ha? Öyle ise inkâr etmenize karşılık azâbı tadın.» (denecektir). Yüzleri ağaranlara gelince, (onlar) Allâh’ın rahmeti içindedirler. Onlar orada ebedî kalacaklardır.” (Âl-i İmrân, 106-107)

Letâiflerin ve hattâ bütün mânevî dünyamızın şu âlemde nurlanması, kıyamette yüz aklığının en müessir vesîlesi olacaktır. Bu itibarla ölmeden önce nûrâniyete bürünme adına tam bir mücâhedeye sarılmak zarûrîdir.

Dipnotlar:

[1] Mahmud Sâmi Ramazanoğlu, Bayram Sohbetleri, Erkam Yayınları, İstanbul 2005, sh. 44-45.

[2] Sâdık Dânâ, Altınoluk Sohbetleri-I, Erkam Yayınları, İstanbul 2004, sh. 66.

Alıntı ile Cevapla
 

1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41 42 43 44 45 46 47 48 49 50 51 52 53 54 55 56 57 58 59 60 61 62 63 64 65 66 67 68 69 70 71 72 73 74 75 76 77 78 79 80 81 82 83 84 85 86 87 88 89 90 91 92 93 94 95 96 97 98 99 100 101 102 103 104 105 106 107 108 109 110 111 112 113 114 115 116 117 118 119 120 121 122 123 124 125 126 127 128 129 130 131 132 133 134 135 136 137 138 139 140 141 142 143 144 145 146 147