2. KISIM
MU KARASI, LEMURYA VE ATLANTİ
Yaklaşık olarak 12.000 yıl önce meydana gelmiş olan Nuh tufanından önceki zamanlara ait tahmini Mu, Atlantis ve Lemurya haritası.
Bugün müthiş bilgi kirliliği ve yanıltma, manipülasyon işlemektedir. Bu kavram ve bilgi kirliliğini bilinçli olarak kullanan İblisve adamlarıdır. İnsanlığı "kadim planları"na alet etmek için sürekli "gerçek"le, "yalan"ı harmanlayarak, insanlık tarihinin en büyük "Fitne"sini hazırlamaktadırlar. Bütün vahye dayalı kavramların ve gerçeklerin altüst edildiği "enigmatik çağ"ın kapısını açmak üzere durmadan beyin yıkamaktadırlar. Bugünün gerçek vahiyden mahrum insanlık ise yarasalar gibi maalesef karanlığa doğru koşmaktadır. İşte tam bu zamanda Mu, Lemurya, Atlantis'le ilgili "bilgi kırıntıları", İblis'in açık ve gizli medyumlarınca; New Age'ci, ezoterikçi kaynaklarca, "yaldızlı paketler" halinde piyasaya habire sürülmektedir.
İnsanlığın Tufan öncesi tarihinde yer alan Mu toplumu yahut imparatorluğunun sınırları; Tibet-Hint-Çin topraklarına; Doğu Asya'nın güneydoğusunda yer alan Pasifik'teki tüm adaların da katılmasıyla oluşan geniş bir karayı kaplıyordu. Bu sınırları şöyle belirleyebiliriz: Burma'nın güneydoğu ucundan, Smith adası, Sumatra, Java, Avustralya ve Yeni Zelanda'nın alt ucundan Güney Amerika'ya yönelerek, yukarıya dönüp Japonya'yla daireyi tamamladığımız zaman;"Mu-Lemurya karasının batmış olan kısmı"nı da elde etmiş olacağız. Bu dairesel dönüşle, Doğu Asya'nın güneydoğusuna, yarım daire yahut atnalı içinde kalan irili-ufaklı adalarla, Pasifik denizinin önemli bir kısmını katmış bulunuyoruz. Sınırlarını çizmeğe çalıştığımız bu genişletilmiş Asya,Mu ve komşusu Lemurya karasının toplamıdır. Başka bir ifadeyle; Doğu Asya'nın jeolojik olarak da bir parçası olan ve "Solomon adaları"nı da içine alan "Pasifik'teki batmış bölge", Mu'nun komşusu Lemurya'dır. Aynı zamanda bu Kara, Mu'yu,Nuh tufanı öncesi Güney Amerika'ya-Meksika'ya bağlayan bir köprü görevi yapmıştır.
Bugün bakıldığında, çerçevesini çizdiğimiz bu coğrafyanın, Asya'nın devamı olduğu, ancak bir kuyruklu yıldız darbesiyle karanın bazı kısımlarının batarak bugünkü şeklini aldığı rahatlıkla söylenebilir. Zira "Mu karası"nın bir kısmının batışına işaret eden antik tabletler ve yazıtlar bulunmaktadır. Özellikle Mu karasının devamı olan "batmış kara", cin-şeytanların yurduLemurya olarak adlandırılır. Solomon adalarını da içine alan ve Meksika körfezine doğru uzanan tamamen batmış "Lemurya karası"nın, "Mu karası"nın devamı olması sebebiyle Mu insan toplumu ile Lemurya cin-şeytan toplumu aynı toplum sanılmış yahutta karıştırılmıştır. Esasında bu karışıklığın arkasında İblis'in manipülasyonu vardır.
Mu uygarlığı hakkında ilk bilgileri, Hindistan'da bulunan Nakal tabletlerinden öğrenen Albay James Churchward, "Kayıp Kıta Mu" kitabında şunları yazar:
"Uygur uygarlığının kaynağı, bugünkü Moğolistan ve Gobi çölünün dağ yamaçlarına yakın olan bölgeleridir. Çok nesiller önce insanlar bir kral seçmişler ve isminin başına da 'Ra' ekini getirmişlerdi. Böylece o 'Ra Mu' adı altında hiyeratik baş ve imparator olmuştu. İmparatorluk da 'Güneş İmparatorluğu' adını almıştı. Tufan öncesi dönemde tarih sahnesinde bulunan bukayıp ülkeye, değişik isimler verilmiştir. Tibet metinlerinde ondan Ra Mu diye söz edilirken, Amerika'daki yazıtlarda Mu'nun Anavatanı olarak yer almaktadır."
Mu toplumu; Kabil'in oğlu Yuan'dan beri Lemuryalılar; yani cin-şeytanlar tarafından yönlendirilen, adeta yönetilen bir insan toplumudur. Bu nedenledir ki; tüm kültürlerinin, din anlayışlarının ilham kaynağı Lemuryalı cinlerdir ve onlarla uygarlıkları adeta bütünleşmiştir. Lemurya; esasında Lemura'dır. Lemura'da; le-mu-ra açılımından oluşur. Yani "Mu-Ra"; "Ra'nın(İblis'in)Mu'su" demektir. "Ra", İblis'in, Güneş simgesinin arkasında saklanmasını sağlayan bir maskedir. Mu insan toplumunun; Muismi de Ra'sı da Lemuryalı cinlerden ödünç alınmıştır ve bu iki ayrı "cin ve insan toplumu"nun efendileri aynıdır: İblis.
Gerçekte "Ra", Allah'ın Rahman ve Rahim sıfatlarının ilk iki hecesidir ve Allah'ı temsil eder. Allah, Kur'an'da: "Güneş ışıktır, Ay nurdur" der. Dolayısıyla Güneş(Ra) Allah'ı simgelerken; Ay, Peygamberimizi simgeler. Ancak tüm şanını ve şerefini kaybeden insanlık düşmanı hırsız İblis, bu simgeyi de çalarak, arkasına saklanmış; cinleri, insanları ve toplumlarını saptırarak "şirk"e; oradan da "paganizme-putperestliğe" kaydırmıştır. Böylece Mu toplumunun tüm şeytanileşmiş dini anlayışları ve kutsal saydığı kavramlar, Mu'dan sonra gelen Atlantis'e, oradan da arkadan gelen tüm "antik toplumlar"a, cin-şeytanlar tarafından taşınmıştır.
Bu "Mu karası"na Lemurya ismini yanıltıcı bir şekilde verenler; cin-şeytanların varlığını kabul etmeyen ve Mu'ya komşuluğunu gizlemek isteyen kaynaklardır. Bu sınırlarını çizdiğimiz "kayıp kara"nın bir kısmında cin-şeytanlaryaşamaktaydı. Evet cin-şeytanlar, Adem'in, Dünya'ya; yani "Güney Arabistan"a yerleştiği tarihten itibaren "dönen kılıcın alevi" olarak bu bölgeye yerleştirilmişlerdir. Kabil'in Yuan'ın soyu, Doğu Asya'da çoğalıp "Mu toplumu"nu oluştururken; önceden beri bu bölgede yaşayan "cin-şeytanlar"ın komşuluğu ve kılavuzluğunda bir millet haline gelmiştir.
Burada cinoğullarının, ademoğulları Dünya'ya gelmeden önce bizim gibi 3-boyutlu kendi formlarında yaşadıkları; öldükleri zaman da bizim gibi iskelete dönüştükleri görüşümüzü kaydetmekte fayda vardır. Zira, "yüz binlerce senelik kafatası" bulan evrimcilerimizin anlamakta zorluk çektikleri "insan evrimi meselesindeki yanılgıları"nın önemli sebeplerinden birisi bucin kafalarıdır, diğeri de cin-insan soyunun karışmasıyla ortaya çıkan "Ye'cuc-Me'cuc kafaları"dır...
CİN-ŞEYTANLARIN YURDU: LEMURYA
Solomon adaları ve Meksika körfezi arasında kalan batmış bölgenin, "Lemurya cin-şeytan toplumu"nun yurdu olduğunun altını çizmiştik. Bu Lemurya ismi, özellikle cin-şeytanlar tarafından kullanılmakta ve bu isimde kitaplar yazdırılmaktadır. Sonuç olarak Mu ve Lemurya, komşu iki toplumdur; biri Ademoğulları-Kainoğulları, diğeri cinoğullarıdır... Bütün antik toplumları kandıran cin-şeytanlar, Romalıları da işletmişlerdir. Nitekim kendi atalarının geceleri dolaşan ruhları(!) için Romalıların kullandıkları "lemures" kelimesi bir Lemuryalı oyunudur. Bugün de Romalıları kandırdıkları gibi çağdaş cahilleride, atalarının ruhları, yahut ölülerin ruhları, yahut da ruh ve melek olarak kandırmaya devam ediyorlar.
Murry Hope, "Atlantis Efsane mi Gerçek mi?" isimli eserinde şunları yazar:
"Atlantis, Pasifik okyanusunda, Güney Amerika'nın batı kıyıları dolaylarında gelişmiş bir başka tarih öncesi uygarlıktan beslenmiştir. Gerçekte, eski Lemurya kıtasının, bir zamanlar Güney Amerika ve Asya'ya bağlı olduğuna inanan pek çok kişi vardır."
Burada ifade edilen şudur: Atlantis'ten önce, Güney Amerika ile Asya arasında başka bir toplum-uygarlık vardır ki bu bizim dikkat çektiğimiz "Lemurya yurdu"dur.
Hope'ye göre; Hesiodos, bu "eski cin kavmi"nin helakından söz ederken şu ifadeleri kullanır: "Şimdi yazgı kapandı bu kavmin üzerine, onlar yeryüzünün kutsal cinleri, kötülükleri doğru yola çeviren, ölümlülerin koruyucuları."
Bu ifadelerde anlatılan kavim, bize göre helak olan Lemurya cin-şeytanları, batan yurt da Lemurya yurdudur. Ayrıca insanlığın yol göstericileri ve koruyucuları cin-şeytanlar değil, gerçek meleklerdir. Bu cin-şeytanlar ise saptırıcı-aldatıcı ve helaka hazırlayıcılardır. MÖ 8. yüzyılda yaşamış bir Yunan şairi Hesiodos'un, şeytani Yunan felsefesinin temsilcilerinden olduğu hatırlanacak olursa, cinlere yaptığı bu övgülerin boşuna olmadığı anlaşılır.
Lauren O. Thyme ve Sareya Orion'u medyum olarak kullanarak; yani onlara vahyederek "Lemurya Yolu" diye kitap yayınlatancin-şeytanlar; bu kitapta, "Lemurya yaşamı" diye "şeytan toplumu"nun yaşamını ve Solomon adaları merkezli yurtlarını, insanlara özendirecek şekilde ve gerçekleri tahrif ederek anlatırlar. İşte bu kitaptan birkaç satır:
"Bizim uygarlığımız binlerce yıl önce, bugün Güney Pasifik denen bölgede bulunan büyük bir kıtada doğup gelişti. Üzerindeana yurdumuzu kurduğumuz kıta, ayrıca Mu ya da Mukalia olarak da bilinir, ama biz Lemurya ismini kullanacağız.Lemurya, Atlantis olarak bildiğiniz uygarlıktan hem önce hem de onunla aynı zamanda var olmuştur. Ancak, bizim uygarlığımız, Atlantis uygarlığının tamamen yıkılmasından binlerce(!) yıl önce yok olmuştur."
Burada tam bir dezenformasyon söz konusudur. İblis yöntemine göre; ya bir meselenin gerçekliği değiştirilerek batıla dönüştürülür, ya da gerçeklerin üzeri örtülerek unutturulmaya çalışılır. Burada olduğu gibi cin-şeytanlar, kendilerini,insanlığın atası, ilk gelişmiş insan toplumu olarak yutturmaya çalışıyorlar. Onun için de Mu ile Lemurya(kendi toplumları)nın aynı olduğu yalanını sürekli tekrarlıyorlar. Ayrıca yukarıdaki Lemurya ile Atlantis'in helakları arasında binlerce sene olduğu iddiası gerçeği ifade etmiyor.
ATLANTİS TOPLUMU VE YURDU
Churchward, "Kayıp Kıta Mu" kitabında Atlantis'le ilgili şunları yazar:
"Mu Uygarlığı'nın en büyük evladı Atlantis'tir. Atlantis, Grönland'a yakın bölgelerden İrlanda'yı içine alacak şekilde bütünKuzey-Doğu Amerika'nın doğu kıyılarından aşağıya doğru Güney Amerika'nın doğu kıyılarını kapsayacak şekilde bir bölgede yer almaktadır. Schliemann, yalnızca iki belgeye; Troano el yazması ve Lhasa belgesine dayanarak; Atlantis'in Mu ülkesiolduğunu iddia etmektedir. Oysa bu kayıtlarda, Mu ve Atlantis'in aynı yer olduğuna dair bir beyan yoktur, bu sadece Schliemann'ın düşüncesidir. Eğer başka kayıtları da inceleseydi, Mu topraklarının, Amerika'nın doğusunda yani Atlantis'in bulunduğu yerde değil, Amerika'nın batısında olduğunu görecekti. Buna karşın hem Atlantis ve hem de Mu toprakları,volkanik patlamalarla helak olmuş ve batmışlardır. Bilim bunu kesin bir şekilde kanıtlamıştır.
"Atlantik okyanusunun kuzeyinde, Avrupa'yla birleşen bir "kara yolu" vardı. Bu yol, Amerika, Grönland ve Norveç arasında yer alıyor ve batı çizgisi İzlanda'dan Fransa'nın kuzeybatı köşesindeki Cape Finisterre'ye uzanan büyük bir üçgen çizen bir parçayla birbirine bağlanıyordu."
Murry Hope ise "Atlantis Efsane mi, Gerçek mi?" isimli kitabında şunları söyler:
"Fenikeliler, Antilla dedikleri çok zengin gizli bir adadan söz etmekteydiler. Hindistan'ın kutsal yazıları Puranalar'da veMahabharata'da, kendi alt kıtalarının yarım dünya uzağındaki okyanusta yer alan Attala adlı bir kıtaya gönderme yapmaktadırlar. İğnatius Donnelly, Atlantik okyanusundaki Kıta'nın(Atlantis'in) batışı sırasında; her iki yanından yeni kıtaların yükseldiği bir dizi devasa değişimin son halkası olduğunu ileri sürer.
"Sulara gömüldüğü söylenen efsanevi ada Atlantis'in ismi; 'Atalantis' ya da 'Atalantica' olarak da yazılır. Atlantis efsanesine ilk kez Platon, Timaio adlı diyalogunda değinir ve Atlantis konusundaki bilgilere kaynak olarak da Solon'u gösterir. Platon,yine Kritias adlı diyalogunda da Atlantis'le ilgili olarak daha başka ayrıntılar verir ve burayı bir yeryüzü cenneti olarak tanımlar. Ada halkının atalarının, Poseidon tanrısı(şeytanı) ile insan anneden doğan nesil olduğunu ileri sürer. Efsane, Ortaçağda Yunanlılardan, Arap coğrafyacılara, onlardan da Avrupalı yazarlara geçer. 17 ve 18. yüzyıllarda da efsanenin gerçekliği konusunda tartışmalar devam eder. Montaigne, Buffon ve Voltaire gibi ünlü yazarlar bile bu efsaneye inanırlar."
Atlantis efsanesi, birçok Avrupalı yazara da ilham kaynağı olur. F. Bacon'ın fizik bilimlerinin ideal devletini resmeden romanı "Yeni Atlantis"(New Atlantis); İsveçli Rudbeck'in (1679-1702) "Atland Eller Mahneim" adlı eseri; Kristof Kolomb'u yitik eski kıtaları aramaya çıkan biri olarak tasarlayan Katalan yazar Verdaguer'in, "I'Atlântida" (1877) adlı şiiri; G. Hauptmann'ın, aynı efsaneyi simgeleştirerek, bir kadın oyuncuya aşık olan bir bilim adamının psikolojisine uyguladığı romanı "Atlantis" (1912) ve P Benoit'nin, "l'Atlantide"(1919) adlı eseri bunlardan bazılarıdır.
Bu yazarlara göre Yunanlılar, çok eskiden, Atlas okyanusunda Herkül sütunları(Cebelitarık boğazı)'nın karşısındaki bir kıta adadan gelen Atlantislileri püskürtürler. Platon'a göre bu olay, Solon'un yaşadığı dönemden 9.000 yıl önce, yaklaşık MÖ 9600'lerde geçmiştir.
Kemal Menemencioğlu, Solon'la görüşen Mısırlı rahibin; Atlantis'in hakimiyetiyle ilgili görüşünü; Platon'a dayanarak şöyle aktarır:
"Atlantis adasında, hükümdarlar, hakimiyetini bütün adaya, öteki adalara, hatta kıtanın (Amerika?) bazı parçalarına kadar uzatan büyük, hayranlığa değer bir devlet kurmuşlardı. Bundan başka boğazın iç tarafında, bizim tarafta, Mısır'a kadarLibya'nın, Tyrhenia(Batı İtalya)'ya kadar da Avrupa'nın hakimi idiler. Birgün bu devlet, bütün kuvvetlerini bir araya toplayarak sizin yurdunuzu, bizimkini, boğazın iç tarafındaki bütün ulusları boyunduruğu altına sokmak istedi... Ancak bundan sonra korkunç yer sarsıntıları, tufanlar oldu. Bir korkunç yağmurlu gün ve bir gecenin içinde, bütün savaşçılarınız birden, bir vuruşta toprağa gömülüp yutuldular. Atlantis adası da aynı şekilde denize gömülerek yok oldu. İşte bunun içindir ki, ada çökerken meydana getirdiği sığ bataklıklar yüzünden, o deniz bugün bile geçilmez, dolaşılmaz bir haldedir."
TUFAN'IN BAŞLANGICINDA: MU VE ATLANTİS HELAK OLDU
Amerikan senatörü ve önemli Atlantis araştırmacısı olan Ignatus Donnelly (1831-1902) "Atlantis"i, "Tufan Öncesi Diyar" olarak niteler ve Atlantis'in korkunç bir felaketle yok olduğunu, çok az kişinin sallarla kaçıp kurtulabildiğini ileri sürer.
Donelly, yaptığı araştırmalara dayanarak 500 sayfalık kitabında; eski ve yeni dünya arasındaki etnik, mitolojik, dini, dil, sanat, mimari, tarım, evcil hayvan benzerliklere işaret eden 650 kanıtı toplar ve bunların ortak bir kaynaktan geldiğini belirtir. Ayrıca, jeoloji, deniz coğrafyası, bitki ve hayvan türlerindeki kanıtlara yer verir. 1883'de "Ragnarok, the Age of Fire and Gravel" adındaki eserini yayınlar. Bu kitabında Nuh tufanından önce Dünya'ya bir "kuyruklu yıldız"ın çarptığını iddia eder.
Churchward, "Kayıp Kıta Mu"da; Mu ve Atlantis'in, nasıl ve ne zaman helak olduğunu açıklar. İşte bu açıklamaların bir özeti:
"Kara parçasının, kadim zamanlarda, biri hiyeratik diğeri ise coğrafi olmak üzere iki ismi vardı. Hiyeratik isim Mu'ydu;coğrafi ismi ise Batı ülkeleriydi. Atlantis ve hem de Mu toprakları, volkanik patlamalarla helak olmuş ve batmıştı. Bilim, bunu kesin bir şekilde kanıtlamıştır. Aşağılara, daha aşağılara cehennemin ağzına "ateşten bir gölge"ye doğru indi. Koskoca kıta, parçalar halinde ateşten ibaret bir uçurumun içine düştü "her taraftan saldıran alevler tarafından yutuldu."
"Sais mabedinin baş rahibi Suçis, Solon'a; Atlantis'in, 11.500 sene önce battığını ve bu büyük karanın batışına bağlı olarakBatı ülkelerine(Mu'ya) gidişin önünün kesildiğini ve Atlantis'in ötesinde bulunan "aradaki ülke"nin(Lemurya'nın) da büyük bir afete kurban giderek yok oluşundan dolayı, artık oraya geçmenin imkânsız olduğunu anlatmıştır."
Aşağıda Lhasa belgesinden ilginç bir alıntı bulacaksınız:
"Şimdi deniz ve gökyüzünden ibaret olan yere Bal yıldızı düştüğü zaman; altından giriş kapıları, transparan mabetleri olanyedi şehir, fırtınaya tutulmuş yapraklar gibi sarsılmaya, savrulmaya başladılar.
"Bu Uygarlık(Mu), 11.500 ve 11.750 yıl önce, Atlantis'in batışından kısa bir süre evvel bu bölgenin altındaki ve civarındakigaz kuşaklarının yukarı doğru zorlanması ve aynı paralelde dağların yükselmesi sırasında sulara gömülmüştür. Uygur İmparatorluğu, Mu'nun en başta gelen koloni imparatorluğuydu ve Doğu yarısı Tevrat'ta geçen "Tufan" sırasında mahvolmuştu.
Taiwan'ın 40 km açıklarında, Japonya'nın güneyinde Yonaguni adasının açıklarında; 1986 ve daha sonra da 1998 yıllarında; 200 m uzunluğunda, 25 m yüksekliğinde bir pramit yapı ve bazı kalıntılar keşfedilmiştir. 10 bin yıldan beri su altında bulunan bu yapılar, Mu imparatorluğunun Tufan sırasında Lemurya ile beraber batmış kısmında bulunmaktadır ve büyük bir ihtimalle Mu uygarlığına aittir. Batık kentle ilgili deniz altı görüntünün üstündeki haritada bu antik kalıntının yeri işaretlenmiştir.
"Mısırlı rahip-tarihçi Manetho, papürüslerden birisine şöyle yazmıştı: "Atlantisli bilgelerin hükümranlığı 13.900 yıl sürdü." Atlantis, 11.500 yıl önce batmıştır. Büyük merkezi gaz kuşağı, Mu ve Atlantis'i batırmıştı. Pasifiği çevreleyen kuşak Bering kara köprüsünü batırmıştı;Apalaş-İzlanda-İskandinavya kuşağı, Avrupa kara yolunu batırmıştı."
Hope ise, Mu ve Atlantis'in batışını şöyle özetler:
"Plato'nun anlatımıyla, kuyruklu yıldızın yaklaşmasıyla hızlanan şiddetlidoğal felaketler ortaya çıktı. Zac ayının on birinci Muluk'unda, Çan'ınaltıncı günü, Chuen'in on üçüne kadar süren korkunç depremler oldu.Kil tepeler ülkesi Mu ve Moud(Lemurya?) bu felaketin kurbanıydılar. İki kez sarsıldılar ve bir gecede yok oldular. Yer kabuğu, basınca dayanamaz hale gelip derin yarıklarla birbirinden ayrılana dek yükseltip alçaldı. Bu olay, MÖ 8060 yıl önce gerçekleşti. Efsaneye göre Atlantis kıtası bir zamanlar Pasifik okyanusu boyunca uzanan veMu adı verilen daha büyük bir kara kütlesinin bir parçasıydı; bu kıtaya sonradan bilim adamı Sclater, Lemurya adını vermiştir. Pasifik okyanusunda batık ada, hatta kıtalar bulunduğuna dair efsaneler vardır; eski bir Havai efsanesi, "Anavatanımız... krallar, okyanusun dibinde yatıyor" der.
"Atlantis'in yok oluşuna, dev bir göktaşı neden oldu. Yeryüzü dışından gelen nesnenin asteroit değil de bir kuyruklu yıldız olduğu görüşü de pek çok ünlü destekçi bulmuştur. Muck'ın, Atlantis'in sular altında kalışı konusunda hesapladığı MÖ 8498 tarihini, ya da, daha iyisi Mooney, Ivimy, Spence ve diğerlerinin verdiği daha sonraki tarihleri düşünecek olursak, sarkacın savruluşuna insanı tedirgin edecek kertede yakın olduğumuz ortaya çıkar."
MU VE ATLANTİS'TEN ÖNCE DE "LEMURYA" HELAK OLDU
"Enok'un Kitabı"nda Bölüm 66 ve 67'de "cin-şeytanlar"ın ve yurtlarıLemurya'nın helak oluşu Nuh'a vahyediliyor ve aynı zamanda ona gösteriliyor. İşte Nuh'un bu vahye dayalı anlatımları:
"Bölüm 66:
4. Ve Tanrı, adaletsizlik gösteren o gözcüleri(cin-şeytanları), büyük babam Enok'un daha önce bana 'Batı'da gösterdiğialtından, gümüşten, demirden, kurşun ve kalaydan dağlar arasındaki yanan vadiye tıkayacak.
5. O vadiyi gördüm. Karalarda ve denizlerde büyük bir sarsıntı vardı.
6. Tüm bunlar olurken, o ateşli, metalden ve onun hareketinden bir sülfür kokusu çıktı ve koku sularla birleşti. İnsanlığı yoldan çıkaran gözcülerin vadisi o toprak altında yandı.
7. O vadide, dünyada yaşayanları saptıranların cezalandırılacağı ateşten ırmaklarda akıyordu.
10. Vücutları yandıkça, ruhlarında ebediyen bir değişiklik meydana gelecek.
12. Vücutların şehvetine inandıkları ve Tanrı'nın (yarattığı) ruhu inkar ettikleri için onlara yargılama gelecek.
13. Ve o sularda, o günlerde bir değişiklik olacak. O gözcüler, o sularda cezalandırıldığında, o suların sıcaklığı değişecek."
"Bölüm 67:
2. O gün Yüce Mikail, Rafael'e(Azrael'e) dedi ki: "Gözcülerin yargılanmasının şiddetinden dolayı ruhun gücü beni sersemletiyor, titretiyor. Onları titreten bu şiddetli yargılamaya kim dayanabilir?" Yüce Mikail tekrar Rafael'e dedi ki: "Liderleri yüzünden onlara uygulanan bu yargılama karşısında kimin kalbi yumuşamaz, kimin içi titremez?"
4. Ruhların Tanrısı'nın önünde yüce Rafael, Rakael'e dedi ki: "Tanrı'nın gözü önünde olmayacaklar. Ruhların Tanrısı onlara kızdı, çünkü onlar, Tanrı kendileriymiş gibi davranıyorlar. O yüzden gizli bir yargı ebediyen buldu onları şimdi."
Nuh'un bize aktardığı yukarıdaki vahye dayalı bu ifadelerde, tüm sorularımızın cevapları saklıdır. Bunları maddeler halinde şöyle ifade edebiliriz:
1) Helak olanlar gözcüler; yani cin-şeytanlardır ki; bugün kendilerini "tanrı, melek, ruh yahut uzaylı" diye insanlığa pazarlıyorlar.
2) Yaşadıkları yer, yani yurtları; Enok tarafından kendisine "Batı"da gösterilmiş. Burada "Mu ve Lemurya Karası"nın bir adının da "Batı ülkeleri" olduğu hatırlanmalıdır.
3) Bugün bu bölgede; Solomon adaları ve bölgeye komşu; Papua Yeni Gine, Avustralya, Yeni Zelanda gibi adalarda 4. ayette ifade edilen madenler önemli bir yer tutmaktadır.
4) "Karalarda ve denizlerde büyük bir sarsıntı vardı" ifadesinde, kuyruklu yıldız darbesi ve volkanik patlamalara açıkça işaret ediliyor ki; bugünkü bilimle ve kanıtlarla örtüşüyor.
5) "Sülfür kokusu çıktı ve sularla birleşti" ifadesi, volkanlara işaret ettiği gibi, cin-şeytanların yapısındaki sülfür kokusuna da bir göndermedir.
6) "Dünya'da yaşayanları saptıranların cezalandırılacağı ateşten ırmaklar", "vücutları yandıkça", "o gözcüler, o sularda cezalandırıldığında, o suların sıcaklığı değişecek" ifadeleri bizce anlamlı bilgiler içeriyor.
7) Allah'ın azabı karşısında Baş melek Mikail bile ürperdiğini söylüyor ki, bu helakın şiddetini bize göstermektedir.
8) Yukarıda "Enok Ye'cuc-Me'cuc'u İfşa Ediyor" başlığı altında cinlerin liderlerinden bir grubun, "nesli bozma, Ye'cuc-Me'cuc üretme" suçunu işlediğini ifade etmiştik. Ayrıca Mikail'in "liderleri yüzünden onlara uygulanan bu yargılama" ifadesi bu tespiti bir kere daha doğruluyor.
9) "Tanrı kendileriymiş gibi davranıyorlar" ayeti, cin-şeytanların temel sapkınlığını net bir şekilde tanımlıyor. Bugün de "kendilerinin ve hatta tüm insanların tanrı olduğu" şeytani yalanları, zehirli ve süfli propagandalarının temeline ışık tutuyor. Unutmayalım ki; Adem'i ve Havva'yı da cennette "Tanrı olma" zehirli yalanıyla kandırmışlardı.
Lemuryalı olduklarını söyleyen "cin-şeytanlar", Atlantis'ten önce adalarının ve toplumlarının helak olduğunu tevil etmeye çalışsalar da; bu gerçeği inkar edemiyorlar. İşte Lemuryalı olduklarını söyleyen cin-şeytanların, medyumları aracılığıyla yaptıkları konuşmalar:
"Lemurya, Atlantis olarak bildiğiniz uygarlıktan hem önce, hem de onunla aynı zamanda var olmuştur. Ancak, bizim uygarlığımız, Atlantis uygarlığının tamamen yıkılmasından binlerce(!) yıl önce yok olmuştur.
"Yerküre'nin çekirdeğindeki büyük patlamalardan ötürü, Lemurya'yı oluşturan kara kütlesinin parçalanıp dağılmaya başladığını büyük bir üzüntü ve korkuyla gördük. Depremler, dev dalgalar ve volkanik patlamalar kıtamızı paramparça etti. Yerkabuğu kayarken Lemurya kıtasının birçok parçası suya gömüldü. Okyanus suları boşlukları kapladı ve bir çok Lemuryalı öldü.
Uygarlığımızın ölümüne birkaç etken yol açmıştı. Genç Gaia(toprak-yer) giderek şiddetlenen sancılar çekiyordu. Ana yurdumuzun tektonik tabakaları kayıyor ve birbirinin altına gömülüyor, Yerkabuğu'nun eğilip bükülmesine, kabarmasına; ve çatlayıp yarılmasına yol açıyordu. Bunun sonucunda daha güçlü depremler, dev dalgalar ve volkanik patlamalar meydana geldi ve bunlar giderek sıklaştı. Çok geçmeden ana yurdumuzun(Lemurya'nın) tamamen yok olacağını sezdik."
Allah'ın helakını gizlemeye çalışan cin-şeytanlar, bugün de tüm olayları, insanlara ve dünyanın hakim güçlerine fatura ederek, Yüce Allah'ın uyarısını ve tehdidini ellerinden geldikçe unutturmaya çalışıyorlar. Böylece "Allah korkusu"nu tamamen yeryüzünden; insalardan silmek istiyorlar. Maalesef bugün bu amaçlarına da ulaşmışlardır.
LEMURYA, MU, ATLANTİS ÜÇLÜSÜ: YE'CUC-ME'CUC(DEVLER) ÜRETTİ VE HELAK OLDU
Araştırmamızda geldiğimiz noktayı kısaca tespit etmeliyiz ki; bu iki insan, bir de cin-şeytan toplumunun neden helak olduklarını anlayabilelim. "Güney Arabistan"da Dünya yaşamına başlayan Ademoğlu'nun Kabil kolunun, Asya'ya geçmesiyle başlayan doğuya yayılma serüveni, Nuh tufanına kadar Mu ve Atlantis toplumlarını oluşturmuştur. Kabil soyu toplumlarının, "kadim dini-kültürel felsefeleri"nin oluşumunda ve gelişiminde en büyük pay; bu iki insan toplumunun arasında yaşayan "Lemurya cin-şeytan toplumu"na aittir. Lemurya, cin-şeytan toplumu, en eski toplum olan Mu ve onun devamı olanAtlantis'in arasında Pasifik'te yer almaktaydı. Lemuryalı şeytanlar, bir üst boyutta olmaktan kaynaklanan görünmezlik yeteneklerini kullanarak, bu toplumları sinsice yönlendirmiş; insan neslini bozmakla kalmamış, insanlık tarihini adeta "paganizme-putperestliğe-panteizme" mahkum etmiştir.
Bu iki topluma başlangıçtan itibaren rehberlik eden, onları manipüle eden; her türlü doğal olayların arkasındaymış süsünü vererek, onları korkutan ve "Mu-Atlantis çok tanrıcı kadim Ra(Güneş) dini"ni oluşturan işte bu "Lemurya cin-şeytanları"dır. Mu ve Atlantis'in felsefi takipçisi olan Mısır, Sümer, Babil, Çin, Hint, Yunan ve Roma toplumları da aynı "Güneş dini"nin zamana ve şartlara bağlı çeşitli versiyonlarını yansıtmaktadırlar.
Mu ve Atlantis'in "şeytani felsefesi", bu toplumlarda egemen olunca, insanlık tarihinde o güne kadar görülmemiş bir şekildeAllah'ın koyduğu sınırlar zorlanmış, insan fıtratı ve nesli bozularak büyük bir suç işlenmiştir. İlk ve belki de son defacin-şeytanlar, insan soyu ile birleşerek lanetli bir neslin ortaya çıkmasına sebep olmuşlardır. Kimdir bu lanetli nesil? Elbette "devler" yahut diğer ismiyle Ye'cuc-Me'cuc... Evet, yukarıda delilleriyle ortaya koyduğumuz gibi Ye'cuc-Me'cuc;yani "devler", baştan çıkarılmış Mu ve Atlantis toplumlarının, cin-şeytanlarla olan ilişkisinin bir ürünüdür. Bu "üçlü kadim toplumun helakı"nın asıl sebebi; Sonsuz Yüce Rabb'imizi ve O'nun tüm yasalarını örterek, İblis'e köle olmalarıdır.
Taberi, "Milletler ve Hükümdarlar Tarihi" kitabında, Ye'cuc-Me'cuc'un, Mu'nun oğulları olduğunu; Hazar ve Türktopraklarının doğusunda ortaya çıktıklarını söyler. Ve yine Saklep, Burcan ve Uşpan'ların da Yuvan(Yuan)'ın oğulları olduğunu ifade eder ki; bu kavimlerin, Mu'yu meydana getirdiği kanısındayız.
"Ölü Deniz Parşömenleri Kumran Yazıtları"nın "Yaratılış Çağları (4QI80)" bölümünde; İblis ve onun meleklerinin(!); yanigözcüler denen cin-şeytanların, insan kızlarına yaklaştığı, onların da "devler"i doğurduğu ve böylece yeryüzünde fesadın vekaosun yayıldığı vurgulanır.
Ye'cuc-Me'cuc'ların kimler olduklarını; yeryüzünü nasıl fesada, zulme boğduklarını ve arkasından Allah'ın azabının nasıl kaçınılmaz hale geldiğini, Enok(İdris) peygamber, en çıplak bir şekilde özetliyor:
"Bölüm 15:
8. Şimdi bu ruhtan ve etten olma devlere, dünyada kötü ruhlar denecek ve mekanları dünya olacak. İnsanlardan ve gözcülerden doğdukları için onların bedenleri kötü ruhlara hizmet edecek. Göğün ruhlarının mekanı gökler, dünyada doğan dünya ruhlarının mekanı, dünyadır.
9. Devlerin ruhları, dünyaya zulüm, yozlaşma, savaş ve bela getirecek.
10. Feryatlara neden olacaklar. Onların yemeğe ihtiyacı yoktur, ama yine de acıkırlar, susarlar. Ve suç işlerler. Bu ruhlar, insanoğullarına, özellikle kadınlara zulmedecek, çünkü onlardan çıktılar."
"Bölüm 9:
1. Sonra Mikail ve Cebrail, Rafael, Suryal, Uriel; göklerden aşağı bakıp dünyada dökülen hesapsız kanı, işlenen sonsuz kötülükleri gördü. Birbirlerine dediler ki:
2. ''Boşalan dünyanın çığlıkları, göklerin kapısına ulaştı...
8. Kadınlardan devler doğdu.
9. Sonra da tüm dünya kan ve günahla doldu.
10. Bak şimdi ölenlerin ruhları ağlıyor.
11. Ve çığlıkları cennetin kapılarına ulaşıyor."
İşte helakın gerçek sebep budur. Nuh tufanı gibi "evrensel bir helak"ın gerçek sebebi budur. Bu sapkın "cin-insan ilişkisi"nin vahiy kaynaklı delillerini, son olarak vereceğimiz mitolojik kanıtlarla zenginleştireceğiz. İnsan-cin toplumlarının ürettiği "devler"in; yani "Ye'cuc-Me'cuc"un varlığının ve insanlığın başına nasıl bela olduğunun bir başka kanıtı olan "devler mitolojisi"ne bir göz atacağız:
DEV MİTOLOJİLERİ": "YE'CUC-ME'CUC BELASI"NIN BİR BAŞKA KANITIDIR
Nevada'daki "Humbolt Müzesi"nde, Lovelock mağarasında bulunan Dev iskeletlerinden birine ait bir kafatası.
Hemen hemen tüm toplumların efsanelerinde, masallarında "devler"den söz edilir. "Devler", tüm insanlığın ortak hafızasında silinmez, derin izler bırakmıştır. Kimdir bu "devler?" Neden tüm milletlerin efsanelerinde "devler" denen bu acaib yaratıklar yer alır? Mu, Atlantis, Yunan, İskandinav, Güney Amerika, Avrupa, Kafkas, Türk, Pers, Moğol, Hint vs. eski toplumların kendilerine has "devler mitolojisi" ve bu "devler"le mücadele eden kahramanları vardır. Bu ortak ve adeta mütevatir bir mertebeye ulaşan "devler"in varlığıyla ilgili metinler, mitoloji olsa da bir gerçeği yansıtmıyor mu? Kaldı ki Kur'an, Tevrat, İncil ve tüm vahye dayalı açık-saklı metinlerde bu gerçeğe ışık tutulmaktadır. Kur'an'da "Ye'cuc-Me'cuc", Tevrat'da "Yegog-Megog", Enok(İdris)'de "Devler" gibi... Bakalım Wikipedia'da devler nasıl tanımlanıyor:
"Dev, birçok farklı kültürün efsane, folklor ve mitolojisinde yer alan birdoğaüstü yaratık. Genellikle insan görünümünde fakat anormal büyüklükteve çok kuvvetli tasvir edilmiştir. Kadın veya erkek olabilir. Farklı bölgelerin mitolojilerinde, kökenlerine dair farklı inanışlar vardır. Örneğin Hint-Avrupa mitolojilerinin çoğunda, kaos ile ilişkilendirilmiş lanetli bir ırktır ve yabani bir doğası vardır."
Taberi, "Milletler ve Hükümdarlar Tarihi"nde, Kaf dağında yaşayan ve kendilerine zarar veren "devler"den şikayet eden bir kavmin diliyle, bu "devler"i; yani Ye'cuc-Me'cuc'u bize şöyle anlatır:
"Ey Şah! Bu dağın ardında bir taife insan vardır ki onlara Ye'cuc ve Me'cucderler. Kimisinin boyu bir karıştır. Kimisinin ise uzundur. Yüzleri adama benzer. Dişleri domuz dişi gibi ağızlarının dışındadır. Kulakları ise boyları kadardır. Başlarından ayaklarına kadar vücutlarını kıl tutmuştur. Yedikleri yazları yılan, kışları ise ottur. Daima yurtlarından çıkarlar, gelirler bizi incitirler. Burada ne görürlerse alırlar."
Taberi, "Tarih-i Taberi"de; Kaynan'ın oğlu yahut torunu Keyumers'in, "devler"le savaşından ve onları nasıl etkisiz hale getirdiğinden bahseder. Bu anlatımlardan bir bölüm aşağıda verilmiştir:
"(Keyumers), devlere saldırdı. Devler de Keyumers'in heybetinden korkup kaçtılar. Onun oğulları nicesini esir etti. Keyumers, o tutulan devleri, Allah'u Teala'nın adı ile bağladı. İşinde kullandı. Oğulları, devlere ne iş buyursalar yaparlardı. Bir yere gidilse üstlerine binilirdi. Devler, oradan bir türlü kurtuluş yolu bulamamışlardı. Allah'u Teala'nın adından dolayı da bu halka ziyan ve zararda bulunamazlardı."
"Tarih-i Taberi"de, Mu ve Atlantis döneminde "devler"in ve "cinler"in gözle görüldüğü, ancak Nuh tufanından sonra kayboldukları ifade edilir:
"O tarihte devler ve periler gözle görülebilirdi. Öyle ki insanlarla, onlar arasında dostluk, düşmanlık, cenk ve barış halleri olurdu. Bu hal, ta Nuh zamanına kadar sürdü. Tufan'dan sonra periler ve devler gözden kayboldu."
"Mitoloji Sözlüğü" Tibet maddesinde şunları yazar:
"14. yüzyıldan kalma bir metin olan 'Kralın Sözlerinin Kitabı'nda; çok daha eski geleneklerin varlığı dile getirilmektedir. Bölümlerden birinde ilk kralın iktidarından önce Tibet'e hakim olan şeytansı mitik yaratıklar anlatılır. Önce siyah bir şeytanhüküm sürdü ve ülke, şeytanlar ülkesi diye tanındı. Bundan sonar Niyen-po ve Cin-po isimli cinler çıktı. Sonra bir şeytan ve bir Dev anası hüküm sürdü. Ve ülke iki kutsal öcü ülkesi diye tanındı. Buradan et yiyen kırmızı yüzlü yaratıklar ortaya çıktı. Sonra yılanlar ve güçler hüküm sürdüler ve ülkenin tamamı Tibet adını aldı.
"Çin'in Seu-çuan eyaletinin batısında yaşayan Kiangların mitolojisi, onların önce başka yerlerde yaşadıklarını, daha sonra bölgelerine göç etmek zorunda kaldıklarında 'Qa' adı verilen yaratıklarla mücadele etmek ve onları burdan kovmak zorunda kaldıklarını anlatır. Bu 'Qa'lar, güçlü ama aptal yaratıklar olarak gösterilmiştir. Geniş ve sağlam yapıları,uzun dişleri vardı, mağaralarda yaşarlardı."
İskandinav topluluklarından olan ve antropoloji yönünden Moğol sayılan Finlilerin milli destanı "Kalevala"dan; Vipunendevi'yle savaşan kahraman ozan Vainamöinen'le ilgili şiirsel deyişlerinden bazı ifadeler aşağıya alınmıştır:
"Duydum ki Dev Vipunen, haftalık uykusuna yattı, yok ortada kapanları, ağları, Dev görünmez oldu. Yer altında dinlenir. Vipunen'in yanına vardı, (dedi ki): 'Sözü bol bunak dev'... Sıyırdı kılıcını; demir, sağlam kargısıyla ejderhaya yüklendi dedi ki: 'Köle oldun insanoğluna, son ver artık uykuna, çık haftalık uykundan, toprakların altından.'... Zavallı adamı yuttu dev, dedi ki: 'Yüzlerce insan yuttum, bin yiğiti yok ettim, böylesini görmedim.'"
Yunan mitolojisinde alınlarının ortasında tek gözleri olan "kikloplar"dan; yani "devler"den bahsedilir. Onlar, insanlardan vecinlerden korkmayan, zalim, insan etiyle beslenen yaratıklardır ve mağaralarda yaşarlar. Türk mitolojisinde bunların karşılığı "Tepegöz"dür.
Dr. Ufuk Tavkul, "Kırım Dergisi"nde, Nart destanları ve "emegenler"(devler) konusunu şöyle açıklar:
"Kafkas halklarının mitolojisi olarak da adlandırabileceğimiz Nart destanları, Karaçay-Malkar folklorunun en önemli bölümlerinden birini oluşturmaktadır. Kafkas mitolojisine göre bugünkü Kafkasya halklarının ataları sayılan efsanevi bir halk olan Nartlar, destanlarda anlatılanlara göre atı evcilleştirmişler, demiri bulmuşlardır. Nartlar, mertliğin, cesaretin, iyiliğin ve Kafkas kültürünün sembolüdürler. Son derece akıllı ve usta savaşçılar olan Nartlar, insanüstü varlıklar olan düşmanlarınıkaba kuvvetle değil, ince zekâları ve kurnazlıkları ile yenmektedirler. Dağıstan halkları 'Kafkas kültürü'nü meydana getirenKafkas halklarıdırlar. Nartlar, 'dev yaratıklar' olan amansız düşmanları 'emegenler' karşısında savaşta başarısızlığa uğradıklarında, Nart yaşlıları, Demirci Debet'i bulup, ona 'emegenleri' yenebilecekleri bir kılıç yaptırmaları için genç Nartlar'ıDebet'in yaşadığı Elbruz dağına gönderirlerdi."
Kafkas efsanelerinde anlatılan çirkin, insanüstü güce sahip devlere; emegen yahut imegen denir. Kafkas Nart efsanelerinde "emegenler" çok çabuk çoğalırlar. Nart kahramanları, sürekli "emegenler"le savaş halindedirler. Nartkahramanları, üstün zekalarıyla emegenleri her zaman yenmeyi başarsalar da, emegenlerden çok çekinmektedirler. Çünküemegenler, yakaladıkları zaman Nartları yemektedirler.
Kafkasya, kafkas halkları ve Abhazlarla-devler mücadelesi konularında; Ömer Büyüka'nın "Abhaz Mitolojisi Anaç mı?"çalışması, kaynak bir çalışmadır ve bu dev efsanelerine yeterince ışık tutmaktadır. "Ateşi çalan Promete" olayının da esasen bir Kafkas efsanesi olduğunu; Tufan'dan sonra ateşsiz kalan "artık toplumlar"ın, "devler"den ateşi çalarak; hem yaşamlarını kolaylaştırdıklarını, hem de ateşle-demircilikle devlerden kendilerini daha iyi koruyabildiklerini bu çalışmadan öğreniyoruz. Bu çalışmadan çok özet bir anlatım aşağıya alınmıştır:
"Daw=Dağ adlı halkın anayurdu olan Kafkas=Kaf dağı ve arkası, Doğu efsanelerinde devlerin yurdu olarak gösterilir.
Nitekim Nordik mitolojisinde insan öncesi yaratığı olarak inanılan Ymer'lere, Dev ırkı diyorlar ve Ymer sözcüğü, Daw gibiKafkas sözcüğüdür. 'Dağ' ve 'büyük' anlamlarındaki adın böylece devlere de verilmesi, devlerin de zamanla dağ gibi büyükolarak tasarlanması sonucunu vermiştir. Gerek Abhazların ve gerek Eski Doğu medeniyetlerinin genelinde, bu devlerin fizik yapısının ve fizik gücünün insanüstü büyük olduğu, ancak kafa gücünün; yani aklının az olmasından, insan zekâsına çok kez yenildiği görülür. Devler, fizikçe kendilerinden çok ufak ve güçsüz olduklarından insanları horlayarak onlara 'Apsuwan Ççiye=miskin Abhaz' derlerken; Abhazlar da devlere; 'Daw xıda=kafasız Daw(Dev)' derlermiş.
"Ateş ise Kafkas'ın volkanik yüksek dağlarında barınan devlerin tekelindeydi. Onlar Apsıwa Ççiye= Miskin Abhaz dedikleri halkı, zaman zaman basıp öldürürler, hayvanlarını sürüp götürürlerdi ve öte-berilerini de alırlardı. Miskin Abhazlar, kendilerinden fizik güççe hiçtirler, ancak akıl ve zekaca üstün olduklarından, ateşi kapmaları halinde, kıllı devlere yenilmeyeceklerdir. Bu nedenle devler, uyurken de, uyanıkken de ateşlerinin etrafını kuşatarak onu korurlardı."
Turgut Gürsan'ın "Yeraltındaki Gizli Dünyalar" kitabında şu ifadeler yer alır:
"Peru'nun efsanevi 'devler'i, ülkedeki megalitik yapıların ustalarıydı. Tiahuanaco'nun esrarengiz insanlarının bu devler olduğu sanılmaktadır. Eski Avrupa'nın da devleri vardı. Homer'in Lestrygonları devlerdi. Bu devlerin eski Norveç'te yerleştikleri sanılmaktadır. Norveç'teki bazı mağaralarda devasa boyutlarda kol ve bacak kemikleri bulunmuştur. Bazı iddialara göre,Tufan'dan önce ve sonra ortaya çıkan bu devler, Atlantis'teki aşağı bir kastın lideri idiler. Atlantis'teki egemen kasta karşı isyan etmişlerdi."
Beowulf destanı bir Anglosakson destanıdır. Ancak Anglosaksonlardan değil, İskandinavyalılardan bahseder. İskandinavya, Anglosaksonların anayurdudur. Bu destan, İngilizlerin en eski destanı olarak bilinir. Beowulf adındaki güçlü bir İskandinav, gürültüye tahammül edemediğinden insanları öldüren Grendel adında bir canavarı(devi) öldürür. Beowulf destanında, "Grendel devi"nin annesinin Kabil soyundan geldiği anlatılır.
1930'lu yıllarda İngiliz edebiyat tarihi Profesörü J.R.R. Tolkien, Beowulf'tan esinlenerek "Hobbit"i yazar. Tolkien'in "Hobbit" romanında "orklar"; "daima aç" olarak resmedilir. "Orklar", atlar ve insanlar da dahil her türlü eti yerler. "Orklar"ın kendi türlerini de yediklerine dair kesin bir ifade geçmese de, orkların kendi türlerini de yiyebileceklerine dair üstü kapalı ifadeler vardır. "Yüzüklerin Efendisi" filmi, gerçekleri alt üst eden saptırmalarıyla İblis'in planına hizmet etse de;orklar(devler) gerçeğini yansıtmıştır.
Cin-şeytanlar, insanlardan kendilerini çoğaltmak isterken, nasıl Ye'cuc-Me'cuc ürettikleri gerçeğini gizlemek isteseler de; medyumları aracılığıyla zaman zaman gerçek kırıntılarını yumurtlayarak kendilerini ele veriyorlar. İşte "Lemuryalı bir cin-şeytan taifesi"nin, dostlarına açıktan fısıldadıkları gerçek kırıntılarından bir demet:
"Atlantislilerin, Lemuryalılarla yakın ilişki kurmaları yarı Lemuryalı, yarı Atlantisli bebeklerin doğumuyla sonuçlandı. İki toplumun birbirine karışması tüm Lemurya titreşimini düşürdü ve bu durum daha sonra uygarlığımızın çöküşüne katkıda bulundu.
"Ayrıca insanlarımız, birçoğu Atlantislilerle ve kıtamıza gelen diğer ziyaretçilerle evleniyorlardı. Bu evlilikler çoğaldıkça,Lemurya titreşimimiz daha da düştü. Ancak, meydana gelen şiddetli Yerküre değişiklikleriyle birlikte, hiçbir Lemuryalıdışarıdan biriyle evlendiği için yargılanmıyor, ya da eleştirilmiyordu.
"MÖ 10.000 yıllarında Lemuryalılar ve Atlantisliler birbirlerini ziyaret etmeye başlamışlardır. Görünen o ki aralarında bulunan bazı temel sorunlara rağmen her iki ülkenin de insanları birbirlerinden etkilenmişlerdir; hatta aralarında evlilikler bile gerçekleşmiştir.
"Bu yaratıklar ilk başta üzerinizde insan görünümündeymişler gibi bir izlenim uyandırabilirler ancak genelde pençe, kuyruk, kanat veya ayak yerine toynak gibi hayvanlara has uzuvlara sahiplerdi. Bazılarının kalın kürkleri vardı, bazıları isecüceydi."
SONUÇLAR
Sonuç olarak bu kapsamlı çalışmamızdan çıkaracağımız sonuçlar, elbette tartışılabilir sonuçlar olacaktır. Ancak insanlık tarihi, Kabil soyu Mu-Atlantis, ortaya çıkan Ye'cuc-Me'cuc ve Yaklaşansaat'le ilişkisi konularında ulaştığımız bu "sonuçlaryahut tezler sistemi" tartışılır olsa da; bizim için gerçeğe en yakın sonuçlardır. Ayrıca giderek artan bilimsel, arkeolojik araştırmalar ve Yaklaşansaat'in alametlerinin bu çalışmamızı doğrulayacağı kanaatini taşımaktayız. İşte vardığımız sonuçların bir özeti:
1) İnsanlığın kökeni, yaşadığı ilk Dünya bahçesi; "Mekke merkezli Aden-Yemen-Umman bölgesi"dir, yani "Güney Arabistan"dır. İnsanlık buradan Dünya'ya yayılmıştır ve üç yayılma yönü vardır: Birinci yön; Aden körfezinden Güneydoğu Afrika yönündedir. İkinci yön; Arabistan'ın ortasından Mekke-Medine istikametindedir ve buradan da Ortadoğu veMezopotamya'ya ya yayılmıştır. Üçüncü yön ki bu araştırmamızın temel konusunu teşkil eder; Umman körfezinden Doğu'ya;Kabil kapısından Asya yönünedir.
2) Kabil soyu, Asya'da yoğunlaşarak "Mu toplumu"nu ve daha sonra da "Atlantis toplumu"nu oluşturmuştur. Bu toplumlar, Adem- Nuh tufanı zaman aralığında yaşamış "kadim toplumlar"dır. Bu toplumlara, ikisinin ortasında Pasifik'te batmış olan "Lemurya kıtası"nda yaşayan "cin-şeytan toplumu" komşuluk ve rehberlik etmiş ve "İblis merkezli Güneş(Ra) dini ve kültürü" egemen olmuştur.
3) Bu kadim Mu-Atlantis toplumlarındaki tüm gizemli-şeytani semboller, törenler, dini ritüeller ve çok tanrıcılık; bu toplumlar, Tufan'la yok olmasına rağmen; Nuh tufanından sonraki toplumları; özellikle Eski Mısır, Eski Yunan, Sümer-Babil, Moğol, Çin, Hint, Japon toplumlarını da etkilemiştir. Bu etkilemenin iki yolu vardır: Birincisi; Nuh tufanından kurtulan yüksekte yaşayan az sayıda topluluklar, bu dini-kültürel aktarımı yapmışlardır. İkincisi; cinlerin, hatta cin-şeytanların hepsi ve tabii ki İblis, tufanda helak olmamışlardır ve bu "şeytani dini", Tufan sonrası Nuhoğullarına aktarma görevini hakkıyla(!) yerine getirmişlerdir.
Lemurya şeytanlarının dostlarına yazdırdıkları "Lemurya Yolu" kitabında bu gerçeği bakın nasıl itiraf ediyorlar:
"Ama bizim fikirlerimiz, yaşam tarzımız ve bilgimiz, Dünya'nın birçok bölgesinde, özellikle yerli halkların kültürlerinde, bazılarımızın yaklaşan felaketten kurtulmak için kaçtığımız topraklarda varlığını sürdürürler. Biz Amerikan yerlilerinin, Aborjinlerin, Peru yerlilerinin, Hawaililerin, Tahitililerin, Samoalıların, Tibetlilerin ve daha birçoklarının bizim soyumuzdan geldiklerine inanıyoruz."
Aslında burada, bu topluluklarla, özellikle yerlilerle bütünleştikleri, Nuh sonrası Mısır gibi antik toplumları manipüle ettiklerini itiraf etmiş oluyorlar.
Bugünkü masonluğun köklerini ve gizemli ritüellerinin kaynağını Mu-Atlantis'te ve elbette Lusifer(İblis)'de aramak gerekir. Bugün masonlar, bu bağlantıyı eserlerinde ilan etmekten şeref duyuyorlar. Masonluğun kurucusu Lusifer'dir. Masonluk,Süleyman Peygamberden ve müminlerden rövanş almak için organize edilmiş olsa da, masonik tarikatın sembolleri-ritüelleri ve kutsalları, köklerini Mısır'a, oradan da Mu ve Atlantis'e dayandırmaktadır. "Yüzüklerin Efendisi" filmi, bu rövanşın en açık belgesidir. Sitemizde bu filmin analizi yapılmıştır, dileyen bu analizi okuyabilir.
4) Kabil'den itibaren cin-şeytanların etkisine giren bu Mu-Atlantis toplumlarının, bugün İblis'in medyumları ve ışık işçileri(!) tarafından açık ve gizli propagandası yapılmaktadır. Öyleki bu kadim toplumların, çok gelişmiş, bu çağın da ilerisinde; Güneş enerjisiyle gemiler işleten, ses enerjisini kullanan, DNA üzerinde çalışmalar yapan "altın çağ toplumları" olduğu yalanı, maalesef birçok yazarların kitaplarında flaş iddialardır. Bütün bunlar, aldatma aldanma sonucu ortaya çıkmış, birtakım Mu-Atlantis araştırmacılarını da etkilemiş yaldızlı palavralardır.
Mu-Atlantis toplumları, bu çağ teknolojisiyle hiçbir ilgisi olmayan, ilkel sayılabilecek ve elbette kendi çağlarına göre organize toplumlardır. Kaydettikleri en büyük gelişme; her türlü sihir-büyü tabanlı karanlık işler, şeytanlarla dostluklar kurmak ve onların manipülasyonunda; nesebi ve nesli bozarak Sonsuz Yüce Allah'ın azabını davet etmektir.
Bugün Yaklaşansaat'te dünya insanlığını tamamen ele geçirme peşinde koşan İblis, melek postuna bürünerek, önce Atlantis edebiyatıyla Atlantis'i göklere çıkarıyor; sonra da: "Ey insanlar sizler Atlantis çocuklarısınız, tekrar Dünya'da yeni Atlantis'i kurmak istiyorsanız, kalbinizi ve beyninizi bize teslim edin." diye her ay ışık işçilerine(!) mesajlar yayınlıyor.
5) Mitolojilerde "devler" olarak geçen Ye'cuc-Me'cuc, insanlık tarihinin birinci periyodunda; yani Adem-Nuh arasındaki dönemde; muhtemelen Enok(İdris) Peygamberin babası Yeret zamanında ortaya çıkmıştır. Mu-Atlantis toplumlarının kızlarıyla, Lemurya cin-şeytan toplumunun öncülerinin birleşmesinden Ye'cuc-Me'cuc devleri ve cüceleri ortaya çıkmıştır.Devler, oldukça boylu ve güçlü oldukları için insanlara büyük zararlar vermiş; Dünya'da kaos oluşturmuşlar ve mitolojilere geçmişlerdir.
"Texas'daki Mt Blanco Fosil Müzesi"nde bir Dev iskeletinin uyluk kemiği uzunluğu 47inç(120 cm). 1950'nin sonlarında, Türkiye'nin güneydoğusunda Fırat Nehri vadisinde yapılan çalışmalarda Devlere ait birçok mezar ve kemik bulunmuştur. Bu Dev ayakta iken uzunluğu 14-16 feet (427 cm-488 cm) dir. Devlerin soyları da zamanla insanlar gibi kısalmıştır. Bu kemik muhtemelen Dev soyundan birisine ait olmalı.
Bu insan-cin ilişkisinden ortaya çıkan insan benzeri yaratıkların, insanların ve cinlerin üstün özelliklerini toplayan "üstün insan" beklentisi,insanların da, cin-şeytanların da bir beklentisiydi. Böylece İblis, bu ara üretimle, insanlığı tamamen kontrol altına almayı ve kendisinin kölesi yapmayı planlamıştı. Ancak tüm planlar, "Allah'ın Planı"nın içindedir, Allahneyi dilerse o gerçekleşir; Allah'a köle olanlar kurtuluşa, İblis'e tabi olanlar ise yok oluşa sürüklenir. Böylece şeytani beklentiler suya düşmüş; akli melekeleri zayıf, bedensel yapıları anormal büyüklükte yahut küçüklükte; hem insanlara ve hem de cinlere düşman lanetli yaratıklarortaya çıkmıştır. İşte "Ye'cuc-Me'cuc milleti"nin aslı budur.
Bugün de "üstün insan" yaratma hevesinde olan evrimci-bilimciler, nasıl bir ateşle oynadıklarının farkında değillerdir. Şayet bu bilimciler; az bilgiyle, bazı deneysel başarılarla, evrimin kerametine(!) inanarak bu yolda hırsla ve hevesle çabalarını sürdürmeye devam edecek olurlarsa aynı akıbete uğrayacaklardır, bundan şüpheniz olmasın!
6) O halde Ye'cuc-Me'cuc'un iki ana üretim merkezi vardır. Birincisi;Asya'da Mu toplumu, ikincisi; Atlas okyanusunda batmış bulunan Atlantis toplumu. Üçüncü bir merkez gibi gözüken Kafkasya'nın durumu bizce tartışmalıdır. Kafkasya'da cin-şeytanlarla böyle bir ilişkiye giren bir toplumun varlığı konusunda hiçbir kayıt, delil yahut işaret yoktur. Üstelikte burada ortaya çıkan ve Kafkasya'da yaşayan topluluklara zarar verendevler; Ye'cuc-Me'cuc, Nuh tufanından daha sonra ortaya çıkmıştır ve çıkış kapıları da Zu'l-Karneyn tarafından kapatılmıştır. Biz bu devlerin, Tufan'dan kaçıp Kafkas dağlarında saklanan "artık devler" olduğu kanaatindeyiz.
7) Nuh Tufanı, sadece Dünya'nın sular altında kalması değildir. Bu bir sonuçtur ve bu sonuç, Nuh öncesi uygarlıkların silinmesi ve örtülmesini sağlamıştır. Böyle evrensel bir Tufan'ın olması için; "çok sayıda kuyruklu yıldızın, Dünya'ya çarpması, atmosferde sürekli su buharı bırakması, magmanın hararetinin ve basıncının artması sonucu şiddetli depremler ve volkanik patlamaların oluşması; bazı karaların batması ve bazı karaların yahut dağların ortaya çıkması" gerekir. İşte Dünya sular altında kalmadan önce bu müthiş doğal felaketler gerçekleşmiştir. BugünKaradeniz gibi bazı iç denizlerin de Nuh tufanı sürecinde oluştuğu, konunun uzmanlarınca ifade edilmektedir.
Evet, Dünya, küresel çapta sular altında kalmadan önce Lemurya kıtasıbattı, Mu toplumu ve karasının bir kısmı helak oldu, arkasından daAtlantis kıtası battı. Kuyruklu yıldız darbeleriyle, hem Lemurya-Mu-Atlantis toplumları ve hem de yeryüzündeki "devler"in bir kısmı helak oldu. Diğer bir kısmı da yaşadıkları yer altı mağaralarıyla birlikte battı yahut da dağlara hapsedildi.
Allah'ın vaad ettiği gün gelinceye kadar çoğalacaklar ve Yaklaşansaat'in sonuna doğru, Nuh tufanı öncesine benzer şekilde; "şiddetli depremler-volkanik patlamalar, yarılan dağlar, yere batan yahut denizden yükselen karalar" süreciyle tekrar ortaya çıkacaklar ve her bir tepeden saldıracaklardır.
8) Devlerin ortaya çıktığı iki ana toplum merkezi yahut bölgeden birisi yukarıda belirttiğimiz gibi Asya, diğeri de Atlas okyanusuydu. O halde devlerden bir kısmı helak olurken, bir kısmının bu iki bölgede saklandığını düşündürecek işaretlermevcuttur. Böylece Ye'cuc-Me'cuc'un saklandığı üç muhtemel yerden söz edebiliriz: Birincisi; Dünya'nın çatısı olarak bilinen ve yüksek dağlardan oluşan Tibet platosu; özellikle Tibet'in güneyindeki Himalayalar serisi, yahut da Asya'nın doğusundaPasifik denizidir. İkincisi; Atlas okyanusunun kuzeyi; İzlanda-İskandinav-İngiltere üçgeni. Üçüncüsü ise; Derbent'e yakın Dağıstan-Azerbaycan sınırında; Şah-Tufan-Kızılkaya Kafkas dağları bölgesidir.
Ye'cuc-Me'cuc'un, "yeraltı"nda saklı olduğu Kur'an ifadelerinden anlaşılsa da; yerlerini tam olarak tahmin etmek oldukça zordur. Bu konuda bizim yaptığımız da, bazı işaretlere dayanarak kabaca tahminde bulunmaktır. Bu üçüncü merkez Kafkasyayahut "Kaf dağı" konusunda yazacağımız çok şey var, ancak bu konu, başka bir çalışmanın konusu olabilecek kapsamdadır. Biz burada kısaca bazı işaretlere dikkat çekeceğiz.
Nitekim KAF suresindeki 36. ayet oldukça anlamlıdır. Hem surenin ismi KAF'tır, hem de 36. ayette Ye'cuc-Me'cuc'un yer altı sığınaklarına bir işaret vardır. İşte ayetin ifadesi:
Biz, onlardan önce yakalayış bakımından daha şiddetli nice nesilleri helak ettik. (Onlar), kurtuluş-kaçış var mı diye sığınaklı beldeler oydular.
[KAF(50)/36]
Burada "Kaf" harfini-kelimesini incelediğimizde; "devler" kavramıyla bağlantılı ilginç bir durum karşımıza çıkmaktadır."Kaf/Kof/Kuf" harfi; Arapça, Aramice, Suryanice ve İbranice de benzerlik arzetmektedir. Özellikle Arapça ve İbranice'de kök anlamı ortak olup; şu kök anlamlara haizdir: "İğne deliği", "delik", "boş", "baş-ense", "kof" gibi. Ayrıca "Kaf"tan,Arapça'da "peşine düşmek", "izlemek" anlamına gelen kelimeler türetilirken; İbranice "maymun" anlamına da geldiği ifade edilir.
Özetle, "kof-kafasız-boş", "maymun" ve "delik" anlamları; "devler"e, onların açtıkları "yeraltı tunelleri"ne ve "mağaralar"ına doğrudan bir işarettir. Ayrıca, özellikle Kafkasya'ya devler, muhtemelen "yeraltı boşluklarını-tünelleriizleyerek-açarak" gelmişlerdir. Kafkas dağları; yani "Kaf" dağı bu bakımdan anlamlı bir isimdir ve "devler"in özellikleriyle ilgili mesajları kapsamında barındırmaktadır. Kafkasya'da, Rus bilim adamlarınca, yakın zamanda böyle "yeraltı tunelleri şebekesi" nin keşfedilmesi de bizce oldukça manidardır.
9) Nitekim Zu'l-Karneyn'in Batı'dan, Doğu'ya ve sonra da tekrar Batı'ya; muhtemelen Kafkasya'ya yolculuğunda bazı ima ve işaretler mevcuttur. Bu yolculukla ilgili ayetlerin bize verdiği haberlerin zamanı, amacı ve işaretleri nedir? İşte yorumumuz:
Bu yolculuk, Nuh tufanından sonra Dünya'dan sular çekilip, yaşam normalleştiği bir sırada, Ye'cuc-Me'cuc artıklarından az bir kısmının muhtemelen Kafkasya'da ortaya çıktığı bir zamanda yapılmıştır. Bu yolculuğu anlatan ayetlerin bize verdiği mesaj; Nuh tufanından arta kalan kavimleri, yurtlarını, durumlarını ve de Ye'cuc-Me'cuc'un saklı olduğu coğrafi bölgeleri ifşa etmektir. Nitekim biz 8. maddede; "Asya yahut Doğusu Pasifik ve Atlas okyanusunun kuzeyi"ndeki iki bölgeden söz ederken delillerimizin en önemlilerinden birisi, aşağıdaki ayetlerin verdiği mesajlar olmuştur. İşte Zu'l-Karneyn'in Kur'an'daki anlamlı yolculuğu:
(Ey Muhammed), sana Zu'l-Karneyn'den sorarlar. De ki: "Size, ondan bir hatırlatma ve açıklama yapacağım."
Gerçekten, Biz ona yeryüzünde imkan- güç ve her şeyden bir sebep verdik.
Ve arkasından o bir sebebe(yola) tabi oldu.
Güneş'in battığı yere ulaşıncaya kadar. Onu(Güneş'i) sıcak bir balçıkta batıyor buldu ve onun yanında bir kavim gördü. Dedik ki: "Ey Zu'l-Karneyn, istersen onlara azap et; istersen onlara güzel davran."
(Zu'l-Karneyn) dedi ki: "Kim zulmederse onu biz ileride azaplandıracağız; sonra Rabb'ine döndürülür; O da onu görülmemiş bir azapla azaplandırır."
"Kim iman eder ve salih amellerde bulunursa, onun için güzel bir karşılık vardır. Ona yakında emrimizden kolay olanı söyleyeceğiz."
Sonra o (yine) bir yol tuttu.
Sonunda Güneş'in doğduğu yere kadar ulaştı; onu (Güneş'i), o kavmin üzerine doğarken buldu. Öyleki kendilerini Güneş'ten koruyan bir örtü(perde) kılmadığımız bir kavim.
[KEHF(18)/83-90]
Sonra bir yol (daha) tuttu.
Ne zaman ki iki seddin arasına ulaştı, onun(iki seddin) dışında bir kavim buldu. Öyleki neredeyse bir sözü anlayamıyorlardı.
[KEHF(18)/92-93]
Yukarıdaki [KEHF(18)/83-90, 92-93] ayetlerinin verdiği mesajlar ve surenin ismi olan "Kehf" kelimesinin "mağara" anlamına gelmesi oldukça manidardır. İşte bu ayetlerin tefsiri ve bize verdiği mesajlar:
a) Zu'l-Karneyn, önce Batı'ya gidiyor, gittiği yer Atlas okyanusudur. Nuh tufanından önce kuyruklu yıldız vurması vevolkanik patlamalarla buradaki Atlantis kıtası batmıştır. Özellikle Atlas okyanusunun kuzeyi adeta çamurdan sıcak bir balçıktır. Platon'un ifade ettiği gibi "sığ bataklıklar" söz konusudur. Okyanusun yanında bulduğu kavim, Tufan'dan kurtulmuş ademoğlu "artık bir kavim"dir. Allah, Enok'a(İdris-Hızır) verdiği gibi Zu'l-Karneyn'e yetki veriyor; "ister azab et, ister güzel davran." Ancak Zu'l-Karneyn, azab etmiyor ve uzun bir gelecekte azaba uğrayacaklarını söylüyor, adeta bu azabıYaklaşansaat'e havale ediyor. Elbette Yaklaşansaat'e ulaşacak olan bu gibi artık zalim kavimlerin nesilleridir, kendileri değil. Bu yolculuğun Batı'ya; Atlas okyanusuna yapılmasında önemli bir işarette; Atlantis çocukları olan Ye'cuc-Me'cuc'un "yeraltı merkezi"ne yapılmıştır.
b) Sonra Batı'dan Doğu'ya gidiyor, Güneş'in doğduğu yere; yani Asya'nın doğusuna; Pasifik denizine. Öyleki orada da Güneş'in üzerine doğduğu bir kavim buluyor. Bu kavim de, Nuhoğlu değil Ademoğlu, Tufan artığı bir kavimdir. Bu kavmi de, Batı'daki kavim gibi ne uyarıyor, ne azab ediyor ve ne de salih bir kavim olarak nitelendiriyor. Ancak burada verilen mesaj, bu kavmi Güneş'ten koruyacak bir sütre; tepe ve dağın olmayışıdır. Burası Gobi çölünün doğu sınırıdır. Gobi çölü ile Pasifik okyanusu arasında; Gobi çölünden Pasifik'e doğru gidildikçe alçalır, denize ulaşır; bu arada Güneş'i engelleyecek hiçbir dağ-tepe yoktur. Bu yolculukta da ikinci bir işaret ise yine bu bölgede saklı Ye'cuc-Me'cuc'e bir göndermedir. Böylece biri Batı'da, biri Doğu'da olmak üzere; "yer altında iki Ye'cuc-Me'cuc saklanma merkezi"nden söz edebiliriz.
c) Neden "Güneş'in battığı", "Güneş'in doğduğu" diye sürekli Güneş'e vurgu yapılmıştır acaba? Elbette burada bir yön bildirimi olmakla beraber başka bir mesaj da vardır bizce. O da, bu iki "artık kavm"in ataları Atlantis-Mu ve dinleri de "Güneş(Ra) dini"dir. Güneş'in sürekli vurgulanması bizde Mu-Atlantis ve "Güneş dini" çağrışımı yapmakta ve adeta Ye'cuc-Me'cuc'un kordinatlarını vermektedir.
d) Doğu'dan sonra Zu'l-Karneyn, tekrar bir yol tutup, Kafkasya'ya gelmiştir. İki dağ arasına; yani iki sedde ulaşmış, bu seddin dışında bir kavimle karşılaşmıştır ki; neredeyse bu kavim, derdini anlatacak ve sözü anlayacak bir dilden mahrumdur.Yani dili gelişmemiş Tufan artığı bir kavim. Ancak bu kavim, diğer Batı'daki ve Doğu'daki kavimlere göre muhtemelen daha iyi ve yardımı hak ediyorlar. Zu'l-Karneyn'den, kendilerine zarar veren Ye'cuc-Me'cuc şerrinden koruyacak bir set yapmasını taleb ediyorlar, Zu'l-Karneyn de bu seddi yapıyor.
Evet, söz konusu olan bu bölge neresidir? "Büyük Hadis Külliyatı"nda yer alan bir hadiste anlatılan; demir ve demirciliğin eski zamanlardan beri yaygın olduğu yer, bizce Kafkasya; Kafdağı'dır. İşte bir sahabenin anlatımı: