BİR AMBULANS HATIRASI!!!
Sene 1992 olsa gerek. Bir kış günü Türkiye Gazetesi Çorum Merkez büro Temsilcisi olarak ekibimle birlikte Alaca’ya abone çalışmasına gitmişiz ve akşam hava kararmadan dönüş yolundayız. Her taraf kardan bembeyaz, yol cam gibi buz kaplı. Bu sebeple her zamankinden daha ağır gidiyoruz. Bir otomobil bizi solladı geçti. Reno 12 station wagon Toros, tahminen 100 metre kadar önümüzde seyrederken olanlar oldu. Birden önümüzden buz parçaları bize doğru yağmaya başladı. Arka sağ tekeri patlamıştı ve patlamanın tesiri ile aracın altına yapışan buzlar lastik parçalarıyla birlikte bize doğru akıyordu. Bizim aracı kullanan şoför arkadaşım soğukkanlılıkla hızımızı iyice düşürüp durmayı başardı fakat öndeki araç yalpalıyordu. Yolda bir sağa bir sola yatıyordu, sonunda üçgen yol kenar levhasını altına alıp yoldan çıktı. Yolun sağı yola göre 4-5 metre çukurda idi. Araç oraya uçtu ve taklalar atmaya başladı. Üç dört takla attıktan sonra tekerlerinin üstüne gelecek şekilde durdu.
Her şey saniyeler içinde gözümüzün önünde olmuştu. Hemen yardıma koştuk. Arabanın tavanı takla atarken iyice yamulmuş ve özellikle şoför tarafı göçmüştü. Şoförün yanında hanımı, arkada baldızı ve iki çocuğu vardı. Hepsi ağlıyordu, şoktaydılar. Hepsini indirdik görünürde bir şeyleri yoktu ama şoförde hiç hareket yoktu. Ölmüş müydü, baygın mıydı bilmiyorduk. Hanımı yerden kar alıp yüzüne sürdü. Sonradan hemşire olduğunu öğrendiğimiz kadın (Osman konuş benimle, Osman uyannnnn!) diye yırtınıyordu. Şoför kapısı da sıkışmıştı, çok zor açtık. Arabadan indirip bizim arabaya arka koltuğa hanımının kucağına yatırdık. Bizim diğer arkadaşları onun baldızı ve çocuklarıyla olay yerinde bıraktım ve arkadan gelen arabalarla Çorum’a gelmelerini tembihledim. Dörtlüleri yakıp, mümkün olan azami hızla yola koyulduk. Önce en yakındaki Sigorta hastanesine gittik. Başından kan akan yerlere pansuman yapıp bunun durumu ciddi hemen devlet hastanesine gidin dediler, tekrar yola çıktık. Devlet hastanesinde hemen acile yatırıldı. Biz dışarda haber bekliyoruz, hanımı ağlıyor. Bu arada kadıncağız topallamaya başladı. Meğer ayağı kırılmış, olayın sıcaklığı ve kocasının derdine o zamana kadar hissetmemiş bile. Alçıya aldılar. Epey sonra doktor kocası ile ilgili bilgi vermek için geldi. Yaşıyor, ama durumu ağır dedi. Emniyet kemeri can kurtarır ama bazen burada olduğu gibi zarar verebilir dedi. Ne demek istediğini sonradan anladık. Meğer araç taklalar atarken adamın omuriliği zedelenmiş, yerinden oynayan omurların arasına sinirler sıkışmış, adamın göğüsten aşağısı felç olmuş. Çorum’da buna bir şey yapamayız, Ankara’ya gitmesi lazım dediler.
Ama bir sorun vardı. Çorum devlet hastanesinde iki ambulans vardı. Biri arızalıydı, diğerini de şehirlerarasına göndermiyor, mecburen elde tutuyorlardı. Birisi Belediyenin ambulansı var diye akıl verdi. Başkanı telefonla aradım, uzaktan akrabam da olurdu. Durumun ciddiyetini anlattım, hasta benim değil ama mecburen sahiplendim dedim. (Elvan kardeşim, devlet hastanesine o iki ambulansı da belediye olarak biz hediye ettik, İnan bizde başka yok. İtfaiyede eski bir jipten bozma ambulans var ama o Ankara’ya gidemez, gitse bile hasta ondan sağ çıkmaz) dedi. Vakit ilerliyor, çaresizlikten kahroluyordum. Başkan şoförler cemiyetinin bir ambulansı var deyince hemen orayı aradım. Doğru var ama şu kadar ücreti var dediler. (Bakın ben emekli subayım, Türkiye Gazetesi Temsilcisiyim, hasta benim değil ama kaza önümüzde olduğu için insanlık namına ilgileniyorum, bu adamın acil gitmesi lazım, ailesi Tokat’ta imiş aradık gelecekler) deyince şahsi kefaletimi kabul ederek ambulansı gönderdiler. Hanımı ile birlikte onlar Ankara’ya hareket etti. Arkadaşlarım ailenin kalanını arabadaki eşyalarıyla birlikte getirmişti, onları Çorum’daki bir akrabaları gelip teslim aldı. Ben de bir ara Jandarma Bölük komutanını arayıp dağ başında kalan arabanın çektirilip jandarma bahçesine getirilmesini sağlamıştım.
Günler sonra gazete bürosuna kazazede Osman’ın kardeşi geldi. Dualar etti, Allahtan ki size rast gelmiş, sahiplenmişsiniz dedi. Abisi Ankara’da bir ameliyat geçirmiş, ama hala iyileşmemiş. Bir ameliyat daha olmak için gün sayıyormuş. O yıllarda cep telefonu yok, her evde telefon da yaygın değildi. Maalesef bir daha haber alamadım. O gün akşamdan gece yarısına kadar süren bir kaç yoğun saatte çok ibretlik şeylere şahit olmuş, çok tecrübeler edinmiştim. Bugün Türkiye’miz çok şükür nereden nereye geldi. Geçenlerde şehir hastanelerine teslim edilmek üzere hazırlanmış yüzlerce ambulansın Türk bayrağı çizdiği bir görsel şov seyredince çok duygulanmıştım ve yıllar önceki bu hatıram zihnimde canlanmıştı. Bugün sadece ambulans sayısındaki artışla değil her türlü hava şartlarında gidebilen paletli ambulanslarla bile kardan kapalı köylerden hasta nakletmede çok farklı bir yerdeyiz. Gemi ambulans, helikopter ve uçak ambulanslar da cabası. İsveç’ten sadece bir hasta vatandaşını getirmek için uçak ambulans gönderen devletimiz göğsümüzü kabarttı, gurur duyduk. Bu millet büyük millet, bu devlet büyük devlet. Tekrar tarih yazmaya koşar adım geliyoruz.
|