GÜZEL BİR KISSA.
Tarihte Hülagü hanın bir hikayesi anlatılır. Hülagü han,
Cengizhan’ın torunudur. Kadın, yaşlı, çocuk, hamile demeden
bazı kaynaklara göre 200 bin, bazı kaynaklara göre de 400 bin ki-
şiyi katletmiştir.
Cami, hastane, saray ne varsa hepsini yok eder. Kütüphaneleri
ve tarihi eserleri yakar, yıkar. Milyonlarca dini ve ilmi eserin
büyük bir kısmını Dicle Nehri’ne attırır.
Hülagü’nün zalimliğini anlatmak için Dicle’nin günlerce
kan ve mürekkep aktığı söylenir.
Hülagü bir gün, şehrin dışına kurduğu karargâhında, o beldenin
en büyük âlimi ile görüşmek istediğini bildirir.
Bu haber, âlimler arasında korku ve endişeye sebep olur.
Kimse Hülagü tarafından öldürülmek korkusuyla bu davete icabet
etmek istemez.
Bu haber, zamanın genç âlimlerinden Kadıhan’a da ulaşır.
Kadıhan, ufak tefek tıfıl bir gençtir. Daha sakalı bile çıkmamıştır.
Böylesine bir daveti kabul ettiğini söyleyerek Hülagü ile
görüşmeye gidebileceğini bunun için kendisine bir deve, bir keçi,
bir de bir horoz verilmesini ister.
Böyle bir fedainin ortaya çıkması ulema sınıfını rahatlatır.
Çünkü bir kurban bulunmuştur.
Hülagü’nün şerrinden korkan ulema sınıfı bu isteği hemen
karşılar.
Kadıhan, hayvanlarla birlikte çadıra varır. Hayvanları çadırın
dışında bırakarak içeriye girer ve kendini tanıtır. Kendisiyle
görüşmek üzere geldiğini söyler.
Hülagü, genci tepeden tırnağa süzer ve beklediği tipte biri
olmadığını görerek, ‘‘Bana göndermek için bula bula seni mi buldular.
Gönderecek başka birini bulamadılar mı?’’ diye sorar.
Kadıhan gayet sakin bir şekilde ‘‘Görüşmek için iri yarı,
boylu boslu birini istiyorsan, bir deve getirdim. Sakallı yaşlı birisi
ile görüşmek istiyorsan, bir keçi getirdim. Eğer gür sesli birisiyle
görüşmek istiyorsan horoz getirdim. Üçünü de çadırın önüne bı-
raktım. Onlarla görüşebilirsin’’ der.
Hülagü, karşısındakinin sıradan biri olmadığını anlar ve
‘‘Şöyle otur bakalım’’ diyerek kendisine yer gösterir ve ilk sorusunu
sorar.
‘‘Söyle bakalım, beni buraya getiren sebep nedir.’’
Kadıhan gayet sakin bir şekilde; ‘Seni buraya bizim amellerimiz
getirdi. Allah’ın bize verdiği nimetlerin kıymetini
bilemedik. Esas gayemizi unutup makam, mevki, mal mülk
peşine düştük. Zevk ve sefaya daldık. Cenab-ı Hak da bize
verdiği nimetleri almak üzere seni gönderdi’ der.
Hülagü, ikinci sorusunu sorar.
‘‘Peki, beni buradan kim gönderebilir?’’
Cevap çok manidardır.
‘‘O da bize bağlı. Kendimize dönüp ne kadar kısa zamanda
toparlanıp, bize verilen nimetin kıymetini bilir, zevk
ve sefadan, israftan, zulümden, birbirimizle uğraşmaktan
vazgeçersek işte o zaman sen buralarda duramazsın.’’
__________________
Hiç kimse vazgeçilmez değildir.
Ve kimse kendini vazgeçilmez sanan
biri kadar aptal değildir.
|