Havas, ilim adı altında şirk içeren bir tılsımdan başka bir şey değildir
Havas, ilim adı altında şirk içeren bir tılsımdan başka bir şey değildir.
HAVAS İLMİ (!)
Nesnelerle harf, kelime ve duaların gizli özelliklerinden faydalanarak gaybdan haber verdiği veya varlıklar üzerinde etkili olduğuileri sürülen bir ilim.
Bir nesnede bulunup başkalarında bu*lunmayan tabiat, özellik ve niteliği ifade eden hâs ve hâssa kelimelerinin çoğulu olan havas insanlar için kullanıldığında "sıra dışı, üstün, seçkin kişiler" anlamına gelir.
Havas kelimesi, "bir şeyde bulunup başkasında bulunmayan hal. kuvvet, tesir, özellik" gibi anlamlara gelen hâssa*nın çoğuludur.Havâssu'l-Kur'ân terkibi Kur'an'dan bazı kelime, âyet ve sûrelerin belli bir tertibe göre okunması veya ya*zılması halinde niyet ve maksada uygun sonuçlar veren tesir ve özelliklerinden bahseden bir disiplini ve bunun literatürünü ifade eder.
Bazı kimseler, Allah'ın varlıkları farklı şekillerde ve bir hikmet üzere yarattığı gerçeğinden hareketle onlardaki ilâhî sır*ları keşfedebilmek için türlerini araştır*maya çalışmışlardır. Meselâ Câhiz, Gazzâlî, Demîrî, Zekeriyyâ b. Muhammed el-Kazvînî. Ebu'l-Ferec Abdurrahman b. Ebû Bekir b. Dâvûd, Hârûn Şah es-Simâvî gibi âlimler, tabiattaki canlı ve cansız varlıkların sahip oldukları özellikleri keşfetmek üzere gayret göstermiş, araştır*malarını kitap ve risaleler şeklinde orta*ya koymuşlardır. Bu husustaki genel yak*laşım şöyledir:
Her varlık türü kendi olu*şumunu sağlayan bir elemana sahiptir ve her varlık farklı karışımların meydana getirdiği bir birleşiktir; varlıkları diğerle*rinden farklı kılan bu özelliklere "havâs-su'l-eşyâ" denilir. Dolayısıyla her varlığın kendine ait bir havassı söz konusudur. Ancak bazı varlıkların hâssaları bilinmek*te, bazılarınınki ise gizli olduğu için bilin*memektedir. Havas ilmiyle uğraşanlar, bu gizlilikleri keşfederek olağan üstü sa*yılan birtakım işleri yaptıklarını iddia et*mektedirler.
İbnu'n-Nedîm gizli ilimlerin azâim, si*hir, şa'beze, nîrâncât, hiyel ve tılsım çe*şitlerine ayrıldığını söyledikten sonra bun*ların bir kısmının (azâim, sihir gibi) cin*leri kullanmak, bir kısmının (tılsım, şa'*beze, nîrâncât gibi) yıldızları gözlemle*mek veya taş, boncuk, yüzük vb. nesne*ler üzerine işaretler yapıp yazılar yazmak suretiyle icra edildiğini belirtmektedir. Ona göre bu usullerin bazıları Hz. Suley*man ve Âsaf b. Berahyâ örneklerinde ol*duğu gibi dinen hoş karşılanmakta; bun*ların İslâm toplumunda ilk uygulayıcıları olan Halef b. Suleyman ed-Destmîsânî, Hammâd b. Murre el-Yemânî, Ebu'l-Kâsım FazI b. Seni el-Harîrî, İbn Vahşiyye el-Keldânî ve arkadaşı Ebû Tâlib Ahmed b. Huseyin ez-Zeyyâfınki ise hoş karşılanmamaktadır.
Yine İbnu'n-Nedîm dindar insanların Allah'a boyun eğmek, ibadet*lere sarılmak ve riyazet yapmak suretiy*le ruhanîleri etkileri altına alabilecekleri*ni kabul ederken sihirbazların, şeytanın oğlu (veya torunu) olduğuna ve su üze*rindeki bir tahtta oturduğuna inandıkla*rı Bîzâh'ın isteklerini yerine getirdiği şek*lindeki görüşlerini reddetmektedir (el-Fihrist, s. 369-372). İbn Haldun ise havas ilmini, onun bir cuzunu teşkil eden esrâr-ı huruf ve simya ile bir arada ele al*makta ve başlangıçta müslümanlar ara*sında böyle bir ilmin mevcut olmadığını, daha sonraki yıllarda Şia ve Bâtınîliğe yö*nelen sûfîler tarafından İslâm kültürüne sokulduğunu kaydetmektedir (Mukad*dime, m, 1159). Onun insan-gayb ilişki*sini incelerken insanları özellikleri bakı*mından tabiatı icabı duyuların ve aklın ötesine geçemeyen, ruhanî idrakten âciz nefisler, riyazet ve gayret sayesinde akıl ve duyuları kullanmadan kısmen gaybı idrak eden nefisler, yaratılışları bakımın*dan beşeriyetten bütünüyle sıyrılıp me-lekiyete yükselme yeteneğine sahip ne*fisler olmak üzere üç gruba ayırdığı ve birinci gruba avamı, ikinci gruba velî ve sûfîleri, üçüncü gruba da peygamberleri dahil ettiği görülür (a.g.e., 1, 411).
Havas ilmi konusunda en geniş bilgiyi Taşköprizâde Ahmed Efendi vermekte*dir. Ona göre gizli ilimleri elde etmede etkili olan ya nefsin gücü (sihir) ya felek*lerin yardımı (da'vet-i kevâkib) veya sema*vî kuvvetlerle yeryüzü kuvvetlerinin mez-cedilmesi (tılsım)yahut da nesnelerin giz*li özelliklerinden istifadedir. Nesnelerin gizli (tabii) özelliklerinden faydalanılarak kazanılan gizli ilimleri de okumakla (ilm-i havas), yazmakla (nîrâncât), fiil şeklinde (rukye) bedensiz ruhlardan istifade et*mek suretiyle (azâim) ve bedenienmiş ruhların yardımı ile (ilmu'l-istihzâr) ger*çekleştirilenler şeklinde kısımlara ayırır; sonra da ilm-i havassın, esmâ-i hüsnâyı ve kutsal kitapları okuyarak kazanılan hassalardan bahseden bir ilim olduğunu, bundan yararlanabilmek için her şeyden önce insanın kendini tamamen Allah'a verip dunyevî zevklerden uzaklaşması ve yalnız evrad ile ilgilenmesi gerektiğini söyler: böylesine sıkı bir riyâzat yapan kimsenin nesnelerin gizli Özelliklerini öğ*renebileceğine ve onları kullanabileceği*ne inanır(Miftahu's-saâde, I, 364-370)
Araştırmalar, İbn Haldun'un da belirttiği gibi havas kültü*rünün müslümanlara dışarıdan geldiğini ortaya koymaktadır. Bu kültürün İslâm öncesi Bâbil ve Harran'da yaygın olması ve İslâmî donemde de İbn Vahşiyye gibi Keldânî asıllı müellifler yoluyla yayılması, ayrıca Yunanlı filozoflara ait hermetik düşünceleri içeren risalelerin Arabca'ya ilk çevrilen eserler arasında bulunması bu görüşü desteklemektedir. Bundan baş*ka Empedoklesçi kozmolojinin nisbeten kılık değiştirmiş muhtevasıyla İslâm dün*yasında tanındığı ve "muhabbet ve gale*be" kavramları etrafında geliştirilen bu "oluş ve bozuluş" telakkisinin eşyanın ha-vassına dayandırıldığı bilinmektedir (Şehristânî, II, 69-70; Empedoklesçi fikirlerin Şehrîstânî'nin yanı sıra Ebû Süleyman es-Sicistânî ve Âmirî'deki yansımaları için bk. Kraemer. s. 141-143).
İslâmî dönemde havas ilmine ilk ilgi du*yan ve onu yaygın bir şekilde kullananla*rın başında Şiîler ve Mutasavvıflar gel*mektedir. Şiîler'in bu ilgisinin temelini, Ehl-i beyt'e mensup kişilerin diğer insan*lardan imtiyazlı oldukları inancı ile Hz. Âdem'e esmanın öğretilmesiyle başlatıp bütün peygamberlerde devam ettirdik*leri hurûf ilminin Hz. Muhammed'de en üst noktaya ulaştığı, ondan Hz. Ali'ye ve ondan da imamlara geçtiği yolundaki te*lakkileri oluşturmaktadır. Şiîler, Ca'fer es-Sâdık'ın hem havâss-ı eşyaya dair sim*yayı hem de esrâr-ı hurûfa dayanan cefri bildiğini iddia etmektedirler. Bazılarınca Ca'fer es-Sâdık'ın öğrencisi ve Şîa'nın bab mertebesine ulaşmış ileri gelenlerinden biri olduğu kabul edilen Câbir b. Hayyân madenler, bitkiler ve yıldızlar hakkında birçok kitap yazmış, özellikle Kitabu'l-Havâşşi'l-kebîr, Kitâbu'l-Bahş, Kitâbu'l-Hamsîn, Kitâbu's-Seb'în ve Kitâbu'1-Mîzân'da havas ilmi kapsamına gi*ren konular üzerinde durmuştur. Bunla*rın yetmiş bir makaleden meydana gelen birincisinde nesnelerin özellikleri(Keşfu'z-zunûn,II, 1416), ikincisinde tılsımla*rın mahiyeti, çeşitleri ve hangi amaçlarla yapıldıkları, üçüncüsünde muhabbet iş*lemleri ve astroloji konuuları, dört ve be*şincisinde ise simyanın temel meseleleri ele alınmaktadır (İbnu'n-Nedîm, s. 420-423).
Câbir, nesnelerin sahip bulunduk*ları gizli özellikleri "el-kuva'r-rûhâniyye" şeklinde nitelendirmekte, örnek olarak da görülmeyen ve hissedilmeyen gizli bir güçle demiri kendine çeken mıknatıs ta*şını göstermektedir. Bunların, aralarına kalın bir pirinç levhanın konulması halin*de bile birbirlerini çektiklerini söyleyerek söz konusu güce "hassa" demekte ve onun bu nesnelerin içinde saklı olduğu*nu, bir başka nesneye yaklaştırıldığında ortaya çıktığını ileri sürmektedir. Daha sonraları İsmâilîler Câbir'in kulliyatına birçok yeni eser ilâve etmişlerdir. İsmâilî âlim Ebû Ya'kub es-Sicistânî Kitâbu'l-İftihâr'da yedi ulvî harfin değerini anlat*mak üzere bir bölüm ayırmış (s. 47-56), bu yolla bâtınî yorumlar yapmak için de el-cîlmu'l-meknûn ve's-sirru'l-mahzûn adlı risaleyi yazmıştır(Deylemî, s. 43).
|