Benzer şekilde, doğanın Yaratan’ı, Kök ve tüm yaratılanın Kaynağı olduğuna göre,
O’nun içinde etkin olan tüm yasaları hoş ve O’nun içinde eksik olan her şeyi de
tamamıyla ters ve sevimsiz olarak algılarız. Mesela, dinlenmeyi sevip hareketten öyle hoşlanmayız ki sadece dinlenmeye ulaşma amacıyla hareket ederiz. Bunun sebebi,
hepimizin kaynaklandığı Kök’ün (Yaratan’ın) kesinlikle hareketsiz olmasıdır. Dolayısıyla
her tür hareket doğamıza terstir.
Tamamıyla sadece kendini düşünen egoistler olarak doğduk ve öyle de büyüyoruz.
Egoist olmamız bizi, tüm doğayı yaşamsal yapan Yaratan’a zıt yapar. Fakat toplumun
etkisinde kalmaya başladığımızda, her ne kadar ölçüsü ve yönü toplumun gelişmişlik
seviyesine bağlı olsa da, karşılıklı yardımlaşma ihtiyacını anlamaya başlarız.
Kötü arzumuzu yaratarak ve bize Kabala’yı bir dengeleyici olarak vererek, Yaratan
bizim egoizmi ortaya çıkarmaktan kurtulup utanma olmaksızın haz almamızı sağladı.
Kabala’da iki tür yasa vardır – başka insanlarla ilgili olanlar ve Yaratan’la ilgili olanlar.
Ancak her ikisi de bizi Yaratan’a benzer yapmak için tasarlanmışlardır. Yaratan’ın
uğruna mı yoksa başka insanlar için mi hareket ettiğimiz bizim için tamamıyla
önemsizdir. Çünkü kişisel ilgimizin sınırlarını aşan her şey tamamen algılanmaz olarak
kalır.
Başkası için yaptığımız her hareket, sonunda, kendi çıkarımız içindir. Biraz da olsa bir
fayda elde etmek için önceden planlanmış bir niyeti olmayan her hangi bir fiziksel ya
da zihinsel hareket yapmak kesinlikle mümkün değildir. Doğanın bu kanunu “mutlak
egoizm” olarak bilinir. Yalnızca manevi yasaları yerine getirerek kişi başkalarını sevme
özgecil durumunu başarabilir.
Kabala kurallarını takip etmeyenlerin “mutlak egoizm” sınırlarını geçme yolu yoktur.
Kabala’ya göre, sosyal ilişkileri düzenleyen yasalar, Yaratan’la ilişkiyi düzenleyen
yasalardan daha önemlidir. Çünkü ancak değişen sosyal koşullar altında bu yasaları
izlediğimiz zaman kendimizi sonuçlandırıcı ve doğru yönde düzeltebiliriz.
Şimdi Hilal’in öğrencisine cevabını anlayabiliyoruz: asıl olan komşunuzu sevmektir,
gerisi sadece ikincil yasalardır, hatta Yaratan’la ilişkilerimize ait olanlar bile. Aslında, kişi diğerlerine karşı sevgiyi edinmeden Onunla birleşemez. Dolayısıyla, antik çağ
bilgesi “komşunu sev” ilkesi ile Kabala’yı öğrenmenin en kolay ve hızlı yoluna işaret
etti.
Şimdi, her üyesinin sevgiyle ve ayırmadan toplumun her bir üyesine yardım etmek ve
her ihtiyacını karşılamak istediği milyonlarca nüfusu olan bir millet hayal edin. Açıkçası,
o toplumun hiçbir üyesinin kendini düşünmesi ya da gelecekten korkması gerekmez.
Gerçekten de, milyonlarca seven insan sürekli onların çıkarlarını korur ve ilgilenirdi.
Buna rağmen o millet, üyelerine ihtiyaç duyduğundan, yükümlülüğe uymama bir
boşluk yaratır ve toplumda bir kişi yardımsız kalır. Bozguncuların sayısı ne kadar çok
olursa, toplumun her bir üyesinin riayet etmesi gereken kuralların daha da çoğu ihlal
edilecektir. Herkes yasalara uymakta ve bozmakta bir birinden sorumludur.
Başka bir antik çağ bilgesi olan Elazar’ın, Raşbi’nin oğlu (Rav Şimon Bar-Yoha, Zohar’ın
yazarı), bizim için daha büyük bir sürprizi var. Şöyle der; “Sadece her millet değil tüm
insanlık, her yaşayan varlık, bir birinden sorumludur.” Elazar, tüm milletlerin bu kuralı
uygulaması gerektiğini belirtir ve bunu yaparak tüm dünya düzeltilecektir. Her birey
evrenin bu kapsamlı yasasını kucaklamadan dünya tamamen düzeltilip yükseltilemez.
|