Mürşid-i kamil kul ile Allah arasına girmez; kul ile nefsi arasına girer, kul ile şeytan arasına girer. Biz Allah'ın ruhuyuz ve Allâh ile aramızda bir ara yoktur ki Mürşid-i kamil araya girebilsin.
"Kullarım beni sorarlarsa ben yakınım." BAKARA:186
Allah ruhumuza yakındır ama biz ruhumuza uzağız.
Allah bize şahdamarımızdan daha yakındır ama biz şahdamarımıza uzağız.
Allah kuluna şahdamarından daha yakındır ve kul ile Allah arasında perde yoktur. Fakat dünya sahnesinde insan, Allah'a kul olma halini kaybederek hevasına kul olan nefis halini almıştır.
Şahdamarımız bizim can damarımızdır, bizim hayatta oluşumuzdur ve Rabbimiz bize şahdamarımızdan daha yakındır; yani canımızdan da, hayatımızdan da daha yakın. Hakikatimiz...
Allah bizim hakikatimize yakındır, hatta O bize en yakın olandır. Ruhumuz ilahi nefhadır ve O her an rabbini zikir halindedir.
Fakat biz hakikatimiz olan varlık olmaktan uzaklaşmışız; hayali, vehmi, sanal bir kişilik olmuşuz, sahte bir benlik ve kişilik olarak ruhumuzunkinden farklı istek ve hedeflere, düşünce ve temayüllere sahibiz.
Ve bu, biz değiliz, biz kendimiz olmaktan çok uzaklaşmışız.
Evet, biz kendimizden çok uzaklaşmışız. Kendimize yakın olursak Rabbimize de yakın olur ve o yakınlık duygusunu tadarız, hissederiz.
Manevi yolculuk yani seyrû sülûk kendimize geri gelme yolculuğudur. Kendimizi bulma yolculuğudur. Hakikatimizi bilme, bulma ve hakikatimiz olan ruh olma yolculuğudur.
Şu an nefsimiz ve onun hevası bizi rabbimizden perdeliyor. Rabbimizle aramızda nefis perdesi var ve Resulullah Efendimiz nefsin yetmiş bin perdeden oluştuğunu söylemiştir.
Yani seninle gerçek sen arasında yetmiş bin perde var ve bunlar aralanmadan, aradan çıkmadan sen hakikatte kim olduğunu, asli hüviyetini bilemeyeceksin.
Manevi yolculuğun sonunda kendine ulaşacak ve kendini bulacaksın. Kendini bulduğun aynı yerde, aynı anda rabbini de bulacaksın.
Çünkü Resulullah Efendimiz dedi: Kim nefsini tanıdı, o rabbini tanıdı.
Şu an "ben" dediğimiz vehmi varlığımız, özümüzden, öz benliğimizden mesafe olarak yaşadığımız yıllar kadar uzaklaşmış ve rabbimizle olmadığımız her an ister kabul edelim ister etmeyelim şeytanla beraberiz. Yıllarca şeytan o kadar bizimle biz arasına girmiş ve her istediğini bize yaptırmış ki onun istek ve arzularını kendi istek ve arzularımız olarak görüyoruz. Kendimizi ondan ayıramıyoruz. Hatta onu göremiyoruz. Ve hatta onun varlığına bile gerçek manada inanmıyoruz.
Kendimizi Allah'tan ayrı ve uzak hissetmemizin nedeni kendimizden ayrı ve uzak olmamızdır.
Ve Allaha yakınlık yani kurbiyet, iki cisim arasındaki mesafe yakınlığı gibi değildir; bilakis iki rengin, iki sesin, iki kokunun, iki tadın birbirine yakınlığı gibidir.
"Biz size şahdamarınızdan en yakınız." KAF:16
"Biz ona sizden daha yakınız." VAKIA:85
"Kullarım beni sorarlarsa ben yakınım." BAKARA:186
Bu ayetlerde yakın, daha yakın ve en yakın manasında "karib" ve "akreb" kelimeleri kullanılır. Allah bize karibdir ve akrebdir ama biz ona karib değiliz. Çünkü biz kendi hakikatimize karib değiliz. Bu manada kendisine ermiş, kendisini bulmuş ve kendisi olmuş olan insan gerçek insandır, hazret-i insandır.
"Onlardan önce kaç kuşağı kendilerine dönmediğinden dolayı helak ettiğimizi görmediler mi?" YASİN:31
O şimdi kendisidir ve kendisine en yakındır. Böylece rabbine de çok yakındır, en yakındır. Öyleki artık gözlerinden bakıp görenin rabbi olduğunu bilir, kendisinde işitenin, konuşanın, tutanın, yürüyenin, dileyenin, yapanın, edenin, işleyenin rabbi olduğunu bilir.
Fakat rabbimiz kendi hakikatini bulmuş olan arif kulunu "karib" olarak vasıflandırmaz, ona "mukarreb" der. Yani yakınlaştırılmış... Çünkü sen kendin kendine yakın olamazsın. Sen "ben" derken, onun sen olduğuna inanırsın yoksa sen olmadığına inanarak ben diyemezsin ki! Ben derken kendini kast ediyorsun ama kast ettiğin senin hakikatin değil. Zira senin hakikatin Hak'tır. Hak hepimizin hakikatidir ve özümüzdeki hak, rabbimizdendir. Hatta rabbimiz hakkın ta kendisidir.
"Hak senin rabbindendir." BAKARA:147
"Şunlar kitab'ın ayetleridir ki sana Hak olan Rabbinden indirildi." RAD:1
Zihnimiz, şuurumuz kendisini haktan ayrı görür, rabbinden ayrı bir varlık olduğunu zanneder. Fakat Allah'ın resullerinin özündeki hak, şuuruna gelmiştir, şuuruna inzal ve irsal olmuştur. Bu yüzden onlar için ayetlerde "onlar hak ile ve hak olarak gelmiştir" denilmektedir. Onların iki tane benliği yoktur. Vehmi olan sanal benlikten kurtuldukları için hakikatleri olan hak ile insanlara gelirler.
Resuller hak olarak gelirler ve rabbimiz adına insanları hakka davet ederler. Ve bu hak gaib olan hak değil, resule inzal olan haktır. Ve iman eden resuldeki hakka iman eder, resulün rabbine iman eder. Kendi hayalindeki ilahı, rabbi bırakıp resulün rabbine tabi ve teslim olur. Bu yüzden resule iman Rabbimizin kırmızı çizgisidir.
Resul üzerinden hak olarak geldiğinde mutlak teslimiyet, itaat, muhabbet, hizmet ve aşk ister.
"Ey insanlar! Resul size hak olarak rabbinizden gelmiştir." NİSA:170
"Ve senin haberini soruyorlar: O hak mıdır? Söyle: Evet, ve rabbimdir. Muhahhak ki o kesinlikle haktır ve siz onu acze düşüremezsiniz." YUNUS:53
"Ve keşke onları rablerinin karşısında duruyorken görseydin. Dedi: Bu hak ile değil mi? Dediler: Evet ve rabbimiz. Dedi: O halde inkar etmenizden dolayı tadın azabı!" EN'AM:30
"Rabbimizin resulleri hak ile gelmişti."ARAF:43
"Peki, rabbinden sana indirilmiş olanın hak olduğunu bilen kişi o kör gibi midir? Ancak gönül sahipleri tezekkür eder." RAD:19
"Katiyyen size Hak ile gelmiştik ve fakat çoğunuz hakkı hoş karşılamazsınız.” ZUHRUF:78
Resulullah Efendimizin adı ile inen Muhammed Suresinde bakın rabbimiz onu nasıl tarif ediyor;
Muhammed:2-3
"Onlar ki iman ediyorlar ve salih amel işliyorlar ve Muhammed’in üzerine indirilene iman ediyorlar ve o Rabblerinden olan hak’tır, kötülüklerini kendilerinden örttü ve hallerini düzeltip ıslah etti. Bu, kafirlerin batıla tabi olması ve iman edenlerin, Rablerinden olan hakka tabi olmaları sebebiyledir. İşte Allah insanlara misallerini böyle verir.
Resulullah Efendimizin buyurduğu "nefsini tanıyan, rabbini tanımıştır" sözüne ithafen sufiler "çekilirsen aradan geri kalır yaradan" demişlerdir. Ve zaten ayet-i kerimede nefsimizin hakikatinin rabbimiz olduğu açıkça ifâde edilir.
Ruhlar aleminde bezm-i elestte rabbimiz bize asli varlığımızı yani nefsimizi gösteriyor ve biz onu müşahede ediyoruz. Rabbimizin nefsimizi kendisinden var ettiğini görüyoruz ve kendi hakikatimiz olan rabbimizin cemaline bakarken onun aşkıyla sarhoş bir halde nefsimiz yani rabbimiz bize soruyor:
"Ben sizin rabbiniz değil miyim?"
O an hem aşık, hem sarhoş, hem şaşkın, hem de hayret içinde, vecd ve istiğrak halinde rabbimizin nefsimiz olduğuna şahit olarak "belâ" diyoruz, buna şahidiz diyoruz, hakikatte kim olduğumuzu gördük diyoruz.
Ayetten okuyalım;
"Ve hani Rabbin, Adem oğullarının sırtlarından zürriyetlerini almış ve onlara nefislerini müşahede ettirmişti. ‘Ben sizin Rabbiniz değil miyim?’ Onlar dediler: ‘Evet, şahid olduk’ Kıyamet günü ‘biz bundan habersizdik’ demeyesiniz.
İnsan rabbine rücu etmek için burada. "İnna lillah ve inna ileyhi raciun" ayeti bunu ifade eder. Biz Allah'a aidiz ve biz ona rücu ediciyiz.
Biz Allah'ın ruhuyuz ve Allah, Adem'in beden kalıbına kendi ruhunu üfleyerek insanı yarattı ki ruh, Rabbimizin emrindendir ve Rabbimizden gayrı değildir.
Ruhumuzla rabbimiz arasında bir ara yoktur. Bu yüzden birinin araya girmesi de mümkün değildir. Mürşid-i kamil evet aracıdır ama seninle Allah arasında değil; seninle nefsin arasında.
O, sohbetiyle ve manevi tasarrufuyla sana kim olduğunu sürekli hatırlatacak, Allah'ın ruhu olduğunu sana tattırıp yaşatacak. Nefsini tezkiye edecek.
Ruhumuza yakın olduğumuzda rabbimizle aramızda hiçbir perde olmadığını göreceğiz inşallah.
|