Sen Rabbini kaybetmişsin
Mevlana Hazretlerleri, Selahaddin’in kuyumcu dükkânına teşrif etmişlerdi. Ve bunu duyan dostlar da oraya gelmişti. Selahaddin'in dükkânı tıklım tıklımdı. Mevlana Hazretleri ona baktı, iyice süzdü. Uzattığı şerbeti ağzına götürürken Selahaddin'e "otur!" dedi. "Otur ve dinle!"
Mevlana Hazretleri’nin üzerinde bugün ağır bir hal vardı. Derken aniden başını kaldırdı ve bir şiir okumaya başladı.
Mevlana Hazretleri ayıklığını tamamen yitirmişti. Etrafa bakıyor ama sanki hiçbir şey görmüyordu. Sanki ruhu arşa çıkmış ve gözleri ortama yabancılık çekiyordu.
Aniden ihtiyar bir adam göğsünü döverek, ağlayıp sızlayarak içeri girdi. Mevlâna’nın dizlerine kapandı, hüngür hüngür ağladı ve dedi: “Yedi yaşında bir çocukcağızım vardı. Onu çaldılar. Onu çalmış olmalılar. Kesin kaçırdılar onu. Kaç gündür aramaktan dermansız bir hâle geldim. Fakat yine de onu bulamadım.”
Bunun üzerine Mevlâna Hazretleri celallendi ve ayağa kalkarak büyük bir hiddetle dedi: “Tuhaf şey! Ne garip! Yazıklar olsun! Tuhaf ki bütün insanlar Allah’ı yitirmişler, Rablerini kaybetmişler ve ama kimse onu hiç aramıyor.”
Sonra ekledi: “Garip olan şu ki; Ne göğsünü ne de başını kimse dövmüyor. Sana ne oldu da göğsünü dövüyorsun. Ne oldu ihtiyar? Rabbin için dövündün mü hiç? Sana emanet verilen çocuk için mi kendini heder etmektesin? Senin gibi bir ihtiyar kendi çocuğunun hasretiyle harap ve rüsvâ oluyor. Neden bir an olsun Allah’ı aramıyor ve onun seni bulması için imdat istemiyorsun? Kaybolan sensin sen! Sen evini, obanı, yuvanı kaybetmişsin. Sen Rabbini kaybetmişsin. Allah’ı ara, Allah’ı iste ki önce Rabbin Yakup gibi Yusuf’unu bulsun. Seni bulsun bir hele! Hele önce Rabbin seni bir bulsun. Otur baş koy, bende ol ve biraz soluklan da biz Yusuf’umuzu bulmuş olalım ve senin yusufun da buraya gelsin.”
İhtiyar mesajı aldı, işi anladı ve derhâl tövbe edip baş koydu bende oldu, mürid oldu ve oturdu. Mevlana Hazretleri iki dervişini çocuğu aramak için dışarı gönderdi ve şiir okumaya devam etti. Mevlana Hüdavendigar söyledikçe açılıyor, konuştukça aşkı daha da alevleniyor ve inciler saçmaya devam ediyordu.
Derken çocuğu aramaya giden canlar çocukla beraber geri döndüler. Fakat ihtiyar ağlıyor ve ağlıyordu. Başını kaldırdı ve boş gözlerle çocuğa baktı. Sonra Mevlana Hazretleri’ne döndü ve dedi: “Biz de Rabbimizi bulabilecek miyiz efendim?”
Mevlana dedi: “Sizi bulduk evladım, sizi bulduk. Çok kaçtın ama ceylan gönüllü Allah yolcusu, bir Allah arslanından ne zamana kadar kaçabilir?”
Pirimiz Mevlana Muhammed Hüseyin Hazretleri ne buyurmuştu: "Aşksız insan ölüdür; âşık ise Allah ile diridir."
Allah bizi kendisinden mahrum eylemesin, aşkından mahrum eylemesin! Allah bizi kendisiyle diriltsin, aşkıyla diriltsin! Bizi aşkıyla diriltecek olan aşk ehli bir mürşid-i kâmil nasip etsin!
Ve şunu bilelim ki, mürşid-i kâmil’in dervişinden ilk alacağı şey onun dinidir. Mürşid sana dinin sahibini vaad eder, Allah'a vasıl olmayı vaad eder. Rabbinden daha değerli bulduğun ilmini kendine put yapıp tutarak, yapışıp bırakmayarak nasıl Rabbini istemiş oluyorsun ki!
Teslimiyet cesaret ister, aşk ister, gözü karalık ister. Cesur insanlar kendisini korkusuzca bir Allah dostuna teslim edebilir. Bu yol korkak insanların, ilmine, aklına, dinine tapanların yolu değildir. Aşkı olmayan korkak insanlar bildiği birkaç satırlık yarım yamalak dine tutunur ve mürşidini kendi bildiği dinin ve mezhebin kriterlerine vurur.
Ve fakat hiç Allah, dinin ve mezhebin kalıplarına sığmış olan insanın gönlüne sığar mı? Ve Allah'ın tecelli etmediği gönlün sahibine mürşit denir mi?
Bilakis, Allah'a talip olanlar aşksız, ruhsuz, kuru kara dinlerini vermeden hakiki dini, tevhid dinini, vahdet dinini, aşk dinini bulamaz ve dinin sahibine eremezler. Zira din, tüm zerreleriyle baştan ayağa aşktır.
Bizim dinimiz aşk dinidir ve Resulullah Efendimiz aşkın peygamberidir. Varisleri olan mürşid-i kâmillerin de işleri güçleri aşktır, işleri güçleri Allah’tır.
|