Hayatı bir imtihan olarak kabul edip, iman etmemişsek imtihanı nimet olarak göremeyiz. Bunun yerine bağırıp çağırırız. En azından kendi gönlümüzde, nefsimizle bağırıp çağırır, feryat ederiz. Böyle yapmak doğru bir hal değil yanlış bir haldir. Böyle yapıyorsak Allah’a göre bakamamış, hayatı imtihan olarak, kazanma imkânı olarak görememiş, bize yapılan muamelenin rabbimizden geldiğini anlamamışız demektir.
Eğer Allah’a göre bakamıyor, bize yapılan muameleyi Allah’tan bilmiyorsak hiç iman iddiasında bulunmayalım. İmtihanı kabul edemiyor, imtihanlar; yani musibetler karşısında sabredemiyor, nimetleri Allah’tan bilip şükredemiyorsak; “ben mü’minim, ben Müslümanım” dememize gerek yoktur; çünkü her şey ortadadır. Niye kendi kendimizi kandırıyoruz!
Peki, bu durumda ne yapmamız gerekir?
Secdeye kapanıp; “ya rabbi! Bana iman ver, bana yardım et, yapamıyorum, beceremiyorum, bunu tadamıyorum” deyip feryat etmemiz, ağlamamız gerekir.
Başkasına bakıp onu suçlamak yerine nefsimize; “beni nereye götürmeye çalışıyorsun” deyip nefsimizi suçlamamız gerekir.
Kuddüs olan, her türlü noksanlıktan, yanlıştan beri olan Allah sevilmeye layık olandır. Hata ve kusur bizde, bizim anlamayışımızda, daha doğrusu anlayışsızlığımızdadır. Rabbimizi tanımadığımız için rabbimizin bize yaptığı muamelesini anlayamıyoruz; çünkü rabbimizi rab olarak, rahman ve rahim olarak, kerim olarak, vedud olarak, vehhab olarak anlasaydık, rabbimizin hayır olduğunu bilseydik, buna iman edip, bunu kabul etseydik rabbimiz hakkında su-i zanda bulunmazdık.
|