Mankurt ve mankurtlaşma deyimini literatürümüze kazandıran kişi yirminci yüz yılın en büyük romancılarından biri olan Kırgız yazar Cengiz Aytmatov’dur. Cengiz Aytmatov’un Türkiye Türkçesine “Gün Uzar Yüzyıl Olur yada Gün Olur Asra Bedel ” adıyla çevrilen romanında yer verdiği bir Kırgız efsanesinde geçer bu deyim. “nayman ana” nın eserde (romanda genc oglunun düşmanca esir alındıgı ve mankurt yapılarak hafızasını kaybettiği kişi )anlattıklarına göre, kırgızların komşusu ve can düşmanı olan juan-juanlar son derece gaddar ve acımasızdırlar. fırsat buldukları zaman komşu kabile ve oymaklara baskınlarda bulunurlar; yakıp yıkarlar, ne bulurlarsa yağmalarlar ve alıp götürdükleri genç tutsakları da mankurtlaştırarak ölünceye kadar kendilerine köle yaparlar. genç bir tutsağın önce diri diri kafa derisini kazırlar yada yüzerler, sonra yeni yüzülmüş yaş bir deve derisini kafasına sıkıca sarıp günlerce güneşte bırakırlar. Deve derisi kurudukça kafayı sıkar ve kıllar içe dogru uzar. Bu işkence sonucu genç tutsak ya ölür yada beyni zedelenip en sonunda hiçbir şey hatırlayamaz hale gelir. kimdir, nedir, necidir, nereden gelmiştir? bu soruların hiçbirinin cevabını veremez. Bu hale gelmiş kişi artık bir mankurt olmuştur ve serbest bırakılsa bile kaçıp gidebileceği hiçbir yer yoktur. öyle biri ölünceye kadar juan-juanların gönüllü kölesi olarak kalmaya mahkumdur, onların emrinden cıkamaz, sorgulayamaz, tamamen esirdir.
Romanın enfes tadını Cengiz Aytmatovun kıvrak kalemine ve sizin berrak düşüncelerinize bırakarak şu soruyu sormak istiyorum.
Bizler neyin modern mankurtlarıyız?
Teknolojı?
Alişveriş?
İsraf?
Nefis?
Tamamen özgür müyüz yada herzaman bir kösemizde mankurt olamaya hazır yanımız var mı?