Karakum, Gonur tepede şimdiye kadar yapılan çalışmalar bize bu insanların örfsel ve siyasi yapılanma ile ilgili azda olsa fikir vermekte. Türklerin atalarının kurduğu muhteşem uygarlığın daha çok kayıp halkaları var. Genişce alana yayılmış bir çok kent kumların altında. Bilim ve merak aşkıyla insanlığa bir şeyler verebilmek için yaşamlarını insanlık davasına adamış Victor İvanovic Sarianidi, Gabriele Rossi Osmida ,Ferdi Muradov ve Oraz Babakov gibi varlıklarını bilime adamış bilim adamları olan torunlarını bekliyor.
Karakum tarihinin daha başlangıcındayız.
Tarihi gerçekler bir müddet gizlenebilir,gizli kalabilir ama asla yok olmaz, edilemezde.
İnsanlık tarihi yeniden, tekrar eskiden olduğu gibi yine Anu'dan yazılacak.
Acı köy yerleşim mezarlığında 5 bin yıl önce toprak altında ebedi dinlenmeye çekilen karakum sakinleri yeniden günyüzünü görmeye başladılar. Açılan mezar skonukları asırlardan kalma sakinlikleriyle baş uçlarında değerli eşyalarıyla beraber taştan bir yorgan altında ölümden sonraki yaşama kavuşmanın huzuruyla yatıyorlardı.
Bir sonrakiler de aynı biçimde, başları kuzeye, yüzleri sağ tarafları üzerine dönük yatıyordu. Bu insanlar inanç kurallarına göre bu biçimde gömülmüşlerdi.
Kutup yıldızı kuzey kutpu üzerinde sabit durduğu için Tengri inancında kıble görevi görüyordu.
Tengri inancındaki Türkler kutup yıldızını Tengri'nin aydınlık dünyasına açılan kapı olduğuna inandıkları için kurgan ve mezarlara gömdükleri ölülerinin başlarını kuzeye,kutup yıldızına denk getiriyorlardı.
Gaziantep, Kilis'te m.ö. 3 bin yıllarından kalma küçük bir kent mezarlığında da ölüler aynı biçimde gömülmüştü.
Bu mezarlıklarda gördüklerimiz insanı ürperten ölümün soğuk yüzü değil,yaşamın gerçekleriydi.
Yüz yüze, sonsuza kadar, çok sevdiği çocuğuyla bir ana kucağında evladıyla ebedi dinlenmeye çekilmişti.
Galiba yaşamın acı kuralları ikisine aynı anda işlemişti. Yaşamda olduğu gibi aralarında olan sevgi bağını öldükten sonrada devam ettirmişlerdi. Ana yavrusunu ölümde de bağrına basıyordu.
Karakum insanları Tengri'yi kusursuz güzellikte bir kadın olarak değil, kusursuz güzellikte sevgi ve şefkatli bir ana gibi sevdikleri için bu biçimde betimlemişlerdi.
Antropolog Oraz Babakov mezarlıkta arkeologların işleri bittikten sonra mezarlardaki iskeletleri inceliyordu.
Bir iskeletin başı altında bir damga buluyor.
Bu buluş, bu uygarlığın başka bir özelliğinide bizlere gösteriyordu.
Bu damgalar özellikle kafalarının altına yerleştirilmişti.
Kadın mezarlarında devamlı bu tür bulgularla karşılaşılıyordu. Muhtemelen üst düzey kadınlardı bunlar. Gömülürken değerli eşyalarıyla beraber varlıklı olduklarını simgeleyen damgayla gömülmüşlerdi.
Bu uygarlıkta damgalar, seviye derecesini veya bir ürünüde simgeliyordu. Damgaları önemli kişiler, üretilen veya ticarette kullanılan malları denetlemek için kullanıyorlardı.Elde edinilen bütün damgalar kadın mezarlarında bulunulmuştu.
Bu bize bu uygarlıkta kadınların önemli olduğu kadar üst düzey yönetici ve yönledirici bir makama sahip olduklarınıda gösteriyordu.
Mö 3 bin yıllarına kadar Karakum uygarlığı ana erkil bir toplum yapısında olmasından,kadın liderler aile içinde ve toplumsal yaşamda söz sahibiydiler.
Bu gelenek anadoluda yaşayan insanlarımızda hala devam ettirilmekte. Bilhassada torun sahibi olmuş kadınlarımız ailenin en önemli sözü dinlenen, karşı gelinmeyen, saygı gösterilen birey konumundadırlar.
Bu insanlar geçimlerini hayvancılık ve tarım üzerine kurdukları için savaşcı,fetihci bir uygarlıkta değildiler.
Tanrıça heykelciklerine bereket ve huzurlu masumiyet imgeleri işlenmişti.
Ne bir heykelcilikte, ne bir damga ve amülette silah ve savaşı anımsatan imgeler işlenmemişti.
Açılan binlerce mezarda silahla öldürülmüş iskelette yoktu.
Burası barışın ve sevginin hüküm sürdüğü, yaşamdan haz alan insanların oluşturduğu, bereketin ve huzurun bolca olduğu bir uygarlıktı.
Burası kökleri 40 bin yıl öncesine dayanan, Mö 4 bin yıllarından kalma, insanca yaşanılan, huzurun hüküm sürdüğü mutlu insanların ülkesiydi.
Arkeologlar mezarlıkta beklenmedik bir durumla karşılaşıyorlar.
Burda bir hayvan insanların arasına gömülmüştü. Bu "Alabay" cinsi Türkmenistan çöllerine has çoban köpeklerinin atasıydı.
Günümüzde bu alabay'ın torunları hala Türkmen sürülerine bekçilik yapmaktalar.
5 bin yıl önce muhtemelen bu alabay'da sürüleri ve sahiplerini koruyordu.
Zamanında insanlar arasındada özel bir yeri ve değeri olmalıydıki, bu nedenle o'da insan mezarlığına gömülmeyi hak etmişti.
Aramalarda elde edilen damga ve amületletlerde çoğunlukla kartal ve yılan simgeleri bulunuyordu. Bu simgelerin çoğunlukta olması sıradan bir süsleme için kullanılmadığını gösteriyor.
Kartal ve yılan simgeleri, eski bir çok uygarlık nesnelerinede işlenmişti.
Bu simgeler, yeryüzü ve gökyüzü muhalefetini, bereketi, yaşam çizgisini ve öldükten sonra tekrar dirilerek öbür alemde yaşamayı ve ilahi sırları simgeliyordu.
Acı kumda bulunan bu damgalar sade simgelerden öte uyulması gereken inanç kurallarınıda anlatıyordu.
Gabriele Rossi;
"Bu damgalardaki simgeler, iyi ile kötüyü , güzel ile çirkini , Tanrı'yı, dini inançla ilgili öyküleri barındıyor. Birbirleriyle bağlantılıları olan bu görseller insanların uyması gereken inanç kurallarını simgeliyordu. Birliktelik içinde olan kartal ve yılan simgesinin arkasında bir şeyler saklı olmalı... Yeterli amülete daha sahip değiliz, ama daha fazlasını bularak bu uygarlığın efsanelerini ve inancını öğrenebiliriz"
Arkeoloğa göre 6 bin yıl önce kurulmuş uygarlık kentlerinde bir inanç yaşatılıyordu. Lakin elde sadece karmaşık, sıralarının bilinmediği birkaç amület vardı. Yaz'ın kavurucu sıcaklığı 50 dereceyi bulduğu karakumda çalışmalara son veren Gabriele Rossi Osmida, Venedike dönerek hiç vakit kaybetmeden karakumda bulduğu amületlerdeki simgeler üzerine çalışmaya başlıyor. Diğer uygarlık simgeleriyle benzerlikleri olabilir olasılığıyla karşılaştırma yapıyordu. Bazı simgeler ve özellikle yılan ve kartal betimlemesi bütün uygarlıklarda görülüyordu.
Acaba aynı öykülerimi saklanıyordu bu simgelerin arkasında !!!
Ne anlatılıyordu ?
Gabriele, Almanyada yaşayan, Martin Lütherking üniversitesinde profesör olan ve eski ortadoğu mitolojisinde uzman olan Sindia Winkelmanı Venedike davet ediyor.
Görüşme, araştırmalara destek veren Ligabue vakfının merkezinde yapılıyor.
Sorunun içinden çıkamayan Gabriele, Sindia'ya bu nedir diye bir soru yöneltir.
Sindia Winkelman için bunlar, kuşkusuz insanlığın ilk efsanelerinin en eski simgeleriydi.
Sindia Gabriele'ye Etena/Atana/Atapa mitolojisini biliyormusunuz diye bir soruyla beraber bunların Etena/Atana efsanesinin anlatıldığı öykü simgeleri olduğunu söylüyor.
Atana mit'i insanlığın en eski efsanesidir.
Amületler düzgün sıralandığında öyküde anlaşılır, okunur bir hal alıyordu.
Bu öyküleri biz karakumdan çıkan silindir damgaları hamur üzerinde çevirdikten sonra çıkan görsellerin anlatımlarından öğreniyoruz.
Öykü şöyle başlıyor ;
Kartal ve yılan bir zamanlar yaşam ağacında barış içinde yaşıyorlardı.
Bir gün kartal, kalbinde ve beyninde kötü düşünceler hisseder. Sonra yavrularıyla yılanın yumurtalarını yemeye karar veriyor ve yumurtaları yiyor.
Tanrı'nın yardımıyla yılan öcünü almak için ölü bir hayvan leşinin içine saklanır.
Kartal tam leş'i yemek için konduğunda, yerinden çıkan yılan kartala saldırır.Kartaldan öcünü alan yılan, yaralı kartalı çıkamayacağı bir çukurun içine atar.
Amület ve damgalarda anlatılan bu öykü Mö 2 bin yılından kalma Sümer yazıtlarında da görüyoruz ama karakum, gonur tepedeki silindir damgalardanda anlaşıldığı gibi efsane çok öncelerden kalma.
Sindia Wilkelman ;
" Bana göre, Etena/Atana öyküsü bütün insanlık tarafından bilinen bir olguydu. Lakin yazılı olarak Mö 2 bin yılından kalma eski güney mezopotamyada Sümer yazıtlarında bulunabilindi"
Karakumda bulunan Mö 4 bin yıllarından kalma silindir damgalardaki görseller aynı öyküyü anlatıyordu.Tekrar Karakum'a dönen Gabriele amület ve damgalarda Etana/Atana öyküsünün anlatıldığını delillendirmek için öykünün devamını bulması gerekiyordu.
Konuyla ilgisi olabilecek Arkeoloji ile ilgili çevreye haberler gönderdikten iki gün sonra ülkesinin tarihinde uzman olan, Türkmen gazeteci Bolodiya elinde eski döneme ait bir kaç silindir damgayla ziyaretine geliyor.
Bu nesneler, bu uygarlığın geleneksel özelliklerini taşıyan damgalardı. Silindir damglar Türkmenistan'da kendi imkanlarıyla aramalar yapan geçmişe meraklı insanlar tarafından bulunmuştu.
Bu damgalar Etena/Atana efsanesinin devamını anlatıyordu. Damgaları Gabriele'ye teslim eden Bolodiya ya Gabriele sonsuz tesekürler ediyor ama en çok tesekürüde Son kağan Victor İvanovic ve kendisi hak ediyordu.
Türkmen gazeteci Bolodiya, Gabriele'ye şükranlarını sunarak " Size ülkem Türkmenistan adına çok teşekür ederim, siz bizim uygarlık köklerimize inerek bütün dünyaya anlatıyorsunuz" diyerekten ne kadar büyük bir iş başardığını söylüyordu.
Gerçektende öyleydi, Gabriele ve karakumun son kağanı Viktor İvanovic Sarianidi, bilindik tarihi ters yüz ederek, insanlık tarihini tekrar yazıyorlardı.
Etena/Atana ile ilgili Verilerin tamamı artık Gabriele'nin elindeydi.
İlk defa karakum uygarlığına ait silindir damga ve amületler birleştirilerek öykü anlaşılacaktı.
Her görüntü tarihin bir dönemine tanıklık ediyordu.
Yeni bir gücün doğumunu parçaları birleştirince anlayabiliyoruz.
Bu Atana'nın, insanlığın ilk kağanı'nın doğumuydu.
Damgalarda anlatılan öykü şöyle;
Atana'ya Tanrı tarafından kağan'lık verilir.
Lakin Atana varis bırakamaz, çocuğu yoktur,olmazda.
Yılana ihanet etiği için cezalandırılan kartalın atıldığı çukura iner ve kartala anlaşma sunar. şöyle der; "eğer beni sevgi tanrıçasına götürürsen seni özgür bırakır, yaralarını iyileştiririm"
Kartal öneriyi kabul eder, beraber Tanrı'ya doğru yükselirler.
Yolculuğun sonunda Atana Tarıçayla buluşur, ve sorununu anlatır
Tanrıça Atana'yı dinledikten sonra soyunu devam ettirebilmesi için yaşam suyu dolu bir tas verir.
Güç erkektedir artık.
Babadan oğula geçecek olan, devam edecek bir geleneğinde baslangıcıydı bu.
Tarihi çok öncelere dayanan, en az 6 bin yıl önceden kalma damgalarda anlatılan bu öyküde Atana'nın Tanrı olmadığını, sadece soyunu ve inancını devam ettirebilmek için Tanrı'dan yaşam suyunu alan, yeryüzünde Tanrı'nın temsilcisi olan ilk kağan olduğu anlaşılıyordu.
İnsanlığın ilk kağanı, günümüzün söylemiyle Sümerlerin büyük tanrılarından kabul edilen Etana/Atana'nın Tanrı olmadığınıda bu damgalardan öğreniyoruz. Tengri inancının ilk kağanı Atana'dan sonraki sinsiledeki kağanların tanrılar olduğu iddiasinda bulunmanın, bu tarihi,delilli gerçeklerden sonra pek geçerliği ve mantığıda kalmıyor.
Bu damgalardaki anlatımlara göre karakum uygarlığında yaşayan insanlar çeşitli tanrı veya tanrıçalar edinmemişlerdi. Onlar sadece tek bir sevgi Tanrıçasına inanmışlardı.
Bulunan heykelcikler kadın olarak görsellenmiş tek Tanrı betimlemeriydi
Bulunan erkek heykelcik ise Tengridan bir tas içinde yaşam suyunu alan insanlığın ilk kağanı Atana'yı simgeliyordu.
Kökleri 40 bin yıl öncesine dayanan Anu'da, 6 bin yıl öncesi kentlerinde bu öyküler anlatılıyordu.
Dinsel öyküleri bu insanlar nasıl algılıyorlardı, toplumda etkisi nasıldı ?
Gabriele rossi-Osmida;
"Mit içinde her zaman bir öykü gizler ve devamlı hatırlanmalıdırda.
Bu mit'te önemli olan, soydan soya geçen ana erkil bir yapının devamını sağlamak için neolitik taş devrinden ve tarımın ilk yapıldığı,madenin ilk işlendiği çağdan beri soydan soya aktarılmış. Ana tanrıçanın bereketi ve yaşamın devamını sağlayan doğumu temsil ettiğini biliyoruz ama Atana kartalın yardımıyla gökyüzünde bulunan ana tanrıçadan yaşam suyunu almıştır. Biz bu olguyu karakumda öğreniyoruz. Atana'nın kağanlığından sonra yeryüzünde Ana erkil yapıdan, Baba erkil bir topluma evrilme olmuştur. Bu nedenden dolayıda Atana'ya insanlığın ilk kağanı ünvanı verilmiştir"
Gabrile Rossi'ye artık bu değişimin delillerini bulmak kalmıştı.
Burda, bu kentin kalbinde,Anu'da bir yerde gizliydi bu delil .
İşçilerin temizledikleri topraklarda küçük, kırık dökük heykelcik kalıntıları görünüyordu, bunlar çanak parçalarından kolaylıkla ayırt edilebiliyordu. Gabriele aramalarında erkek heykelcik parçaları bulmuştu ama kafaları yoktu. Kazıdan çıkan topraklar elekten geçiriyordu ama önemli parça bir türlü bulunamıyordu.
Kafalar bulunamayınca bu heykelciklerin buraya, karakumamı ait, yoksa başka yerden burayamı getirildiğini söylemek zordu.
Gabriele heykelciklerin ilk bulunduğu alanı tekrar inceliyor. Bir odanın duvarında değişik bir şeyler görür.Kerpiçlerin arasında gizli bir bölme vardır. Özenle burada çalışmaya başlayan Gabriele sonunda aradığını bulur.
Bu erkek egemenliğinin başlangıcını oluşturan kağan Atana/Atapa'yı simgeleyen bütün parçalarıyla bulunan bir heykelciktir.
Hiç kuşku yoktu, bu heykelcik aynı özelliklerle yapılmış, karakum uygarlığına ait ilk Tanrıça heykelcikleri gibi aynı özellikleri olan Atana heykelciğiydi.
Bu insanlar kutsadıkları ana tanrıçadan sonra inançlarına yol gösterici erkek önderlerinide bu biçimde ilk başlarda heykelini yaparak kutsamışlardı.
Esas ilginç olan Karakum insanlarının Tengri betimlemesi yaptıkları kadın heykelciklerini giyinik olarak yapmış olmalarından sonra sanatsal olarak çok ince zerafette olan Atapa heykelcikleri yapmamışlardı.
Bulunan Atapa heykelcikleri 10 binlerce yıl öncesine aitti.
Bu bize Göksurilerin insanımsı tanrılar edinmediklerini gösterdiği gibi Tek bir Tanrı'ya inandıklarınıda gösteriyordu.
Karakumdan başlayan bu değişim diğer uygarlıklarda da kendini göstermişti.
Bu kadınların yönetici oldukları toplumdan, erkeklerin yönettiği bir toplum biçimine evrilmeydi.
Bu toplum neye benziyordu ?
Toplumsal yaşam nasıldı ?
Kent yapısı aynı örümcek ağı gibi bölümleri olan ayrıntılarla inşa edilmişti.
Dikkatli bakılınca sokaklar, halka açık meydanlar, özel odaları olan yerleşim yerleri seçilebiliyordu.
Bu kalıntılar hala sesizdi, arkeologlar bu değişik yapıların ne anlama geldiğini anlamaya çalışıyorlardı.
çalışma kentin kuzeyine odaklanıyor, buradaki odalar labirent gibi birbirlerine girişleri çıkışları olan yerlerdi.
Ne için, kim için yapılmıştı ?
Yanıt kentin labirentleri andıran bölümünün derinliğindeydi, burada bulunan büyük çanaklar mahsülleri uzun süre korumak için yapılmıştı.
Burda, Anu'da 5 bin yıl önce bir sanatçı normal boyutları olan bir çanağı araç gereçlerini koymak için kullanıyordu.
Çanağın içinde nakış, çizim ve taş üzerinde çalışmaya yarayacak demir, kazı kalemi gibi gereçler bulunuyordu.
Burası bu sanatçının çalışma odası olmalıydı.
Çalışma odasının bir kaç metre ilerisindeki uğraş meyvesini vermişti.
Sanatçının yarattığı eserler burada hala duruyordu.
Başka odalardaki kazan büyüklüğündeki geniş çanaklar şaşkınlık vericiydi.
Arkeologlara göre bu odalar ürünlerin korunmasına uygun depo ve idarenin yapıldığı özel bir bölümdü
Bu görüşü doğrulayan araç gereçleri Gabriele yine bu bölmelerin birinde buluyor.
Bu bölüme Gabriele, "Acıköy" kentinin muhasebe odası ismini veriyordu.
Bu bölmede satılan ve alınan malları kayda geçirmeye yarayan çeşitli biçimlerde damgalanmış düz hamurlar ve sayımda kullanılan, sayıların kazıldığı kertikli taşlar vardı.
Düzen şöyle işliyordu; sayıları gösteren kertikli küçük yuvarlak taşlar, alınan, verilen malların hesabını yapmak için kullanılıyordu.
Alış verişlerde ne kadar malın alınıp verildiği, kimin kimden ne kadar, neyi aldığı, çabuk kuruyan katı çamur hamura damgalanıyordu. Bu biçimde alım verimleri delillendiriyorlardı. çabuk sertleşen damgalı hamurlar, alış verişlerin belgesi oluyordu.
Bu Anu, karakum insanlarının sanatta, tarımda olduğu kadar ticaretlede uğraştıklarının göstergesiydi.
Bu insanlar kendilerinde olmayan çeşitli malzeme ve gıda ürünlerinden oluşan malları diğer insanlardan alışverişle temin ediyor, ürettikleri mallarıda satıyorlardı. Alım satımlar bu merkezden yönlendiriliyordu.
Sayıları gösteren, kertikleri olan taşlar depolanmak üzere alınan veya kentin ihtiyacında kullanılması için elden çıkarılan ürünün ne kadar olduğunu hesaplamak için kullanılıyordu.
Muhatapların mühürlerinin olduğu damgalanmış sert hamur, alınan, satılan malın adedini gösteren belgeler olarak muhattaplarda kalıyordu.
Bu damgalar depolanan malları arşivlemek içinde kullanılıyordu.
Çevrede üretilen ürünlerin tamamı bu merkezde toplanıyor, alış verişler buradan yapılıyordu, kentin bu bölümü sadece bunun için inşa edilmişti. Kent yaşayanları korunaklara koydukları malların tutarını gösteren hamura damgalanmış belgeleri kullanarak ihtiyaç halinde bu ürünlerini korunaklardan alıyorlardı.
Ticaretin ve yönetimin yapıldığı büyük kentlerin çevresinde irili ufaklı köyler ve çok yakınlarında sadece yerleşim yeri olarak kullanılan özel uydu semtler bulunuyordu.
Mimar Muradov için bu uydu semtler karakum yapılarının özelliği ile ilgili bilgi veren en uygun yerleşim yerleriydi.
Odaların ortalama büyüklüğünü, açıların derecelerini, duvar derinliğinde malzeme konulan bölümlerin ölçülerini, bacaların biçim ölçülerini , duvarlardaki raflar ve ocakların içine yerleştirilmiş çanaklara kadar bütün ölçüleri aldı.
Artık mimar Muradov aynı özellikte, aynı malzemeleri kullanarak, aynı özellikleri olan bir ev inşa edebilirdi
Aynı 5 bin yıl öncesinde olduğu gibi pişmiş topraktan yapılmış kerpiçden ve tabanı sertleştirmek için sıkıştırılmış taşlarla bir ev inşa edildi. Aynı o dönemdeki gibi çamur harçla taban sıvanarak düzgünleştirildi, duvarlar sıvandı, aynı 5 bin yıl önesinde olduğu gibi tavana kirişler çatıldı ve çatı sıvandı.
Aynı 5 bin yıl öncesinde olduğu gibi gece karakumun üzerine çöküyordu.
Genellikle evler bir odadan oluşuyordu ve bütün aile burada kalıyordu.
Burada el yüz yıkanılarak temizleniliyordu. Üretilen tahıldan un elde ediliyor, ekmek yapılıyordu. çanaklarda keçi veya tavuk etiyle pişirilmiş sebzelerden oluşan yemekler yeniliyordu.
Anu'da Tengri'nin koruması altında huzur içinde uyunuluyordu....
Ticaretin ve paylaşımın yapıldığı 10'larca hektar alana yayılmış büyük kentler üzerindeki çalışmalar tamamlanmak üzere. İçinden çıkılması olanaksız gibi görünen devasal kalıntıların sırları çözülmüştü.
1974 yılından beri üzerinde çalışılan bu uygarlığın kent ölçüleri ve bilimsel verileri kullanılarak, simülasyon görüntüleriyle bu kentlerin nasıl olduklarını tam görebilirdik artık.
Ana surlardan sonra kentin giriş yeri darca doksan derecelik kıvrımla yol sola dönüyordu. Kent meydanına girmek için dar bir boğazdan geçmek gerekiyordu. Bu hızlı giriş yapanları yavaşlatma amacıyla özel olarak düşünülmüştü. Böylelikle kente giriş yapanlar daha kolay denetleniyordu. Sonra kent merkezi olan alana giriliyordu, burada dışardan gelen satıcılar ve kent esnafı satış yapıyordu.
Meydanın ilerisinde, kent yönetim yeri yakınında arkeologlar kentin en büyük toplantı odasını meydana çıkardılar.
Burası önemli insanların ağırlandığı özel karşılama odasıydı.
Ana kent merkezinin 10 kilometre çevresinde arkeologlar sekiz kent yerini bularak yer yüzüne çıkarttılar.
Dokuz kentten oluştuğu düşünülen Anu karakum uygarlığına ait olan bu yerleşim yerlerinde
10 binlerce insan yaşıyordu.
5 bin yıl önce bu çölün arklarla sulanan kentler arası topraklarında tarım yapılıyordu.
Araştırma yapılan ikinci kentte, başından beri arkeologlar tuhaf olaylarla karşılaşıyorlardı. Duvar kenarlarına gömülmüş küçük hediyeleri olan onlarca küçük çocuk iskeleti bulunuyordu. İskeletleri inceleyen antropolog Oraz Babakov kurban edildiklerine dair hiç bir ize denk gelmedi.
Bu çocukların bir kısmı hastalıktan, bi kısmıda doğduktan sonra ölmüşlerdi.
Küçük yaşta ölmelerinden dolayı mezarlığa gömülmediklerini ve evin kenarına ne amaçla gömüldüklerini nasıl anlayabilirizki !!!
Arkeolog ve antropologlar için bunun yanıtı kolaydı.
Burası ilk terkedilen kentlerdendi, çevredeki köy ve uydu semt sakinleri terkedilmiş bu kenti çocuk mezarlığı olarak kullanmışlardı.
Murgap ırmağı yatak degiştirerek kentlerden uzaklaşıyordu. Tarım alanlarında fazla ürün üretilemediği için zanaat ve tarımla uğraşan insanlar göç etmek zorunda kalmışlardı.
Yavaş yavaş kentler boşalıyor, tarım alanlarını besleyen ark'lar bakımsızlıktan işlevini kaybediyordu. Bentlerinden oluk oluk akan suların yerini kum ve toprak dolduruyordu.
Mö 1.700 yıllarında, arda kalan insanlar sadece ticaretin yapıldığı merkez kentte toplanmışlardı, burda bin yıl daha kaldıktan sonra, Anu, karakum, Göksuri uygarlığının son sakinleri olarak, onlarda Mö 700'lü yıllarında tamamen karakumu terkedeceklerdi.
Karakumun son kağanı Victor İvanovic Sarianidi'nin bulduğu kalıntılarda Gabriele Rossi Osmida'nın önderliginde Türkmen bilim adamlarının yıllarca süren çalışmaları sayesinde Anu,Karakum Göksuri uygarlığı günyüzüne çıkarılmıştı.
Yapımcı Marc Jampolsky, "Karakum vaha kentleri" isimli belgeseli 2007 yılından itibaren avrupa geneline şifresiz yayın yapan, Almanya ve Fransa devletlerinin ortak oluşturdukları sanat ve bilim Tv'si olan ARTE televizyonunda dönem dönem yayınlandı.
Marc Jamposky'nin karakum yapıtı Rus tv'lerinde de gösterilmişti.
Üçüncü sınıf, miadi dolmuş ,uftan puftan oluşmus eski belgeselleri her ay tekrar tekrar yayınlayan Türk ulusal Tv'leri Türklerin 40 bin yıllık geçmişlerinin anlatıldığı bu muhteşem uygarlık üzerine yapılmış bu belgeseli nedense hiç biri gösterime almıyor,
görmemezlikten geliyorlar !!!
Ne yapılırsa yapılsın, ne edilirse edilsin, tarihi gerçekleri bir müddet gizleyebilirler ama 40 bin yıllık Türk tarihi asla yok edemezler.
Sonuçta karakum bulguları, tarihi kalıplaşmış eski çağ bilgilerini alt üst etmişti.
5-6 bin yıl önce insanlar neler söylediler, neleri söyleyemediler !!!
Neleri hayal ettiklerini öğrenmemiz için Anu'ya, karakuma daha çok yolculuk yapmamız gerekiyor.
Karakum daha sırlarının hepsini vermedi, sadece gösterdiklerini biz görebiliyoruz.
40 bin yıllık gizem dolu sırlarıyla Anu hala insanlık tarihini yeniden yazacak sevdalılarını, özelliklede torunlarını bekliyor.
.
|