ilahi sırlara ulaşmanın yolu
İlahi sırları gizleyen perdeler hangi kalpler üzerinden kalkar? İlahi sırlara ulaşmanın, ilahı sırları keşfetmenin yolu nedir?
Abdülkâdir Geylânî Hazretleri buyurur:
“Şurası iyi bilinmelidir ki, (ilâhî sırları gizleyen) perdeler, ancak fânî varlıklardan, nefsânî ve şeytânî duygulardan arınmış kalpler üzerinden kaldırılır. Fânîlere bağlanan, nefsânî ve şey*tânî heveslerden arınmayan kalplerden ise perdeler kalkmaz. Dolayısıyla bu durumdaki kalpler, ilâhî sırları müşâhede edemezler. Kalp gözünden perdeler kaldırılan kişinin eline ise yeryüzü hazinelerinin anahtarları tevdî edilir. Ne var ki artık onun nazarında, moloz taşları ile inci-zümrüt taşları arasında bir fark yoktur.”
Nasıl ki yeni doğan bir bebeğe yalnızca süt verilir, o büyüdükçe daha değişik ve lezzetli gıdalarla telezzüz etmeye başlarsa, mânevî hayatta da durum bunun gibidir. Ham insanlar, dünyevî lezzetleri gerçek lezzet zannederler. Hâlbuki kalpler mârifetullah’ta mesafe aldıkça; duyuşlar, görüşler, derinlikler artar, lezzetler değişir. Dünyadaki bütün mal-mülk vs. bir çakıl taşına döner; çocukların oyuncakları gibi ehemmiyetini kaybeder, gözden ve gönülden düşer. Dünyevî ve nefsânî zevkler, yerini mânevî lezzetlere bırakır.
İbrahim bin Edhem Hazretleri
Nitekim dünya saltanatını terk ederek ilâhî aşk deryâsına dalmış olan İbrahim bin Edhem Hazretleri;
“İlâhî muhabbetteki vecd, lezzet ve istiğrâkımız müşahhas bir şey olsaydı; krallar onu alabilmek için bütün hazinelerini de krallıklarını da fedâ ederlerdi.” buyurmuştur.
İmâm Gazâlî Hazretleri
İmâm Gazâlî Hazretleri de, Allah Teâlâ ile dostluğun, bütün makamların üstünde bir makam olduğunu şöyle ifade eder:
“Bir lezzet vardır ki, Cennet’in lezzeti dahî onun yanında hiç kalır. Onu anlamak için şu misallere dikkat et, üzerinde tefekkür et!
İnsanın çeşitli devrelerinde, varlıklardan lezzet alması birbirine denk değildir.
Çocuğun bütün lezzeti yemektedir. Bundan başka bir şey bilmez. Yedi yaşına gelince, yedikle*rini birbirinden ayırmaya, seçmeye başlar. Şundan değil de öbüründen biraz daha fazla lezzet alır. Güzel giyinmenin lez*zetini, on yaşından sonra anlamaya başlar. Biraz daha büyü*yüp yüksek bir makam ve mansıba erdi mi, dünya lezzetleri son bulur. Fakat bunların hiçbirinin, bâtınını tatmin etmedi*ğini, gözü varsa görür. Çünkü bunların hepsi Cenâb-ı Hakk’ı bilmenin yanında bir hiçtir.
Âriflerin sözlerine kulak ver ve dikkat et, hâllerini anla*maya çalış. O takdirde, mârifetullah ve Hak dostluğunun her şeyden kıymetli olduğunu anlarsın.”[1]
İşte bu idrâke ulaşanlara, eşyanın hakîkati ayân olmaya başlar. Onlar nazarında fânî lezzetler âdeta kıymetini yitirir. Yeryüzünün gelgeç safâları, birer zıll-i zevâle, yani kaybolmaya mahkûm gölgelere döner.
Hazret-i Süleyman -aleyhisselâm-
Hazret-i Süleyman -aleyhisselâm-’a hiçbir beşere nasip olmamış bir dünya serveti ve saltanatı verildi. Fakat o, kalbini dünyalıkların kasası yapmadı. Dünya metâını hiçbir zaman Rabbiyle arasına perde kılmadı. Nîmetlerin gerçek sahibinin Cenâb-ı Hak olduğu şuuru içinde dâimâ hamd ve şükür hâlinde oldu. Mârifetullah ve muhabbetullâh’ın târifsiz hazzı içinde kullukta bulundu.
“–Ben bir fakirim! Fakir olana, fakirlerle beraberlik yakışır!” diyerek, garip, kimsesiz ve muhtaçların yanında ve yardımında bulundu. Cenâb-ı Hak da ona; “نِعْمَ الْعَبْدُ : ne güzel kul”[2] buyurdu.
Dipnot: [1] Hâce Mûsâ Topbaş, Altınoluk Sohbetleri, c. 2, sf. 111. [2] Bkz. Sâd, 30.
__________________
“gücümü, içimdeki güçsüzlükle boğuşurken tükettim.”
|