Çoğu arkadaşlar kimi titremeyi, silkinmeyi, elini kolunu sallamayı, başını oynatmayı, sayha atmayı, ilahi ve ruhani bir cezbe zannedip, bu kabil hallerine pek ehemmiyet veriyorlar. Pek çokları da böylesine kimi halleri, mürşidin, pirlerin bir tasarrufu olarak düşünüyor. Mesela günlük virtlerini yapan pek çok hizmet insanı murakabe yapıp mürşidi düşünürken kuvvetli bir silkinmeyle karşı karşıya kalıp, bu halin mürşitten gelen bir tasarruf olduğunu zannediyor. Yıllar yılı aynı minval üzere cezbeyle virtlerini yaptığını zannediyor. Bu titremelerin ruhani anlamı geleni latifelerin tutup hazmedemeyerek silkelenmesinden başka nedir ki? Bu halleri tutup sindirmek, sıradağlar gibi sabit kalmak güzeldir… Velayet yolunda aslolan cenab-ı Allah’tan (c.c) başka hiçbir şeye itibar etmemektir. Hal böyleyken, silkinme, titreme gibi hallere iltifat edip bu hallere kanmak doğru değildir. Eğer bu haller maksudu bizzat yapılırsa, nefis ve şeytan o hizmet insanını tuzağına düşürüverir. Umumi olarak yapılan virtlerde, şiddetli sayha atan pek çok hizmet insanını görmek mümkün. Böylesine bir hizmet insanı hemen hemen her umumi toplantılarda, virtlerde kendini sanki sayha atmaya mecbur biliyor, sayha üstüne sayha atıyor.
Üstelik de silkinme, titreme nasıl yanlışlıkla cezbe zannediliyorsa; atılan sayhalar da birer ilahi tasarruf ve cezbe olarak düşünülüyor. Böylece gizli bir riyakârlık, cemaat huzurunda alenen icra edilebiliyor. Gavs-ı Azam Şeyh Abdulkadir Geylani Radıyallahu anhum sohbet ederken müritlerinden biri “ Allah!” diyerek şiddetli bir sayha atıyor. Gavs-ı Azam “ Sus ey münafık! Allah öyle denmez” diyerek müridi azarlıyor. Gavs-ı Azam kendisi ilahi bir ihsanla “Allah!” deyiverince, dağ taş, mescit yerinden oynuyor. Cemaat baygınlık geçiriyor. “Allah işte böyle denir” buyuruyor. Tabi bu hal menkıbesi hakiki ve sahte sufi hallerinin ayrımı için Hz.Gavs’tan (ra) bir ikaz tarzında algılanmalıdır.
Peki, cezbe nedir? Aslında cezbenin kaynağı cenab-ı Allah (c.c) olup, kulun ruhunu bir mıknatıs gibi kendine doğru karşı konulmaz bir aşkla, şevkle çekme durumunda olmasıdır. Böyle bir anda mürit akıl ve beyin fonksiyonlarını yitirir. Kendine bir fena ( yok olma) hali gelir. Ardından çok şirin bir baygınlık hali gelir. Mürit kendinden geçer. Bütün vücudu ilahi şevkten ve lezzetten tir tir titrer. O anda gerip haller olur. Tecellileri görebilir. Pek çok ilahi sırları müşahede edebilir. İlm-i ledün bilgisi elde edebilir. Nefsin kötü sıfatları yanar kül olur. Cezbenin olduğu mekânda bulunan bütün sufli şeytanlar kaçar. Böyle bir insana bakanlar, mıknatıs gibi cezbeye kapılana doğru çekilirler. Cenab-ı Allah’ın (c.c) tecellisi cezbeye tutulanın gönlüne dolar. Umumiyetle bu durumdaki mürit şiddetli bir şekilde ilahi aşkın lezzetiyle yanar. Eğer cezbeye tutulan güçlü değilse baygınlık geçirir. Bu çok lezzetli bir baygınlıktır. Öylece hareketsiz kalabilir. Gayp âlemlerini seyre dalar. Kendi benliğini kaybeder. Murat edilen, arzulanan cezbe kulun kendi isteğiyle gelmez. Hiç akıl ve fikirde yokken müridi kuşatıverir. Bu makbul olan, özlenen bir cezbedir. Cezbeye yakalanmak durumunda sekir hali de yaşanabilir. Böyle bir haldeki salik garip sözler söyleyebilir. Şeriata muhalif olan, küfür sözler edebilir. Sekir halinde olduğu için onun bu nevi sözlerine itibar edilmez. Ayıkken şeriata muhalif sözler ediyorsa mesul sayılabilir. Cezbeye tutulanların ruhunda büyük inkişaflar meydana gelir. Salik velayet menzillerine adım atar. Bu, daha velayet yolunun başlangıcıdır. Gerçek velayet bu ve benzeri hallerden sonra gelir. Tabi ki ehl-i keşf ve marifet ufkundaki velayeti kastediyoruz. Cezbeye tutulmanın bazı şartları vardır: En önemlisi şeriata sünnete uymak, mürşidi çok şiddetli rabıtaya devam edip sevmek, lafza-yı celal zikrullahını (gizli) olarak çok zikretmek, nefis mertebelerinden o anda bir kaçını geçip üçüncü ve dördüncü nefis mertebelerine yükselmek gibi şartlardır.
Cezbe de derece derecedir. Umumiyetle cezbe öncesinde uzun süre ruhi sıkıntılar ve ruhi sevinçler yani kabz (darlık), bast (ferahlık, açılma) halleri birbirini takip eder. Cezbeye tutulacak olan salik o anda “korku” duygularına kapılır. Ruh bir derece serbest kaldığından, ulvi (yüce) âlemlere doğru yükselmek ister; bu arada nefis (sufli) alçak âleme doğru kendini çeker. Böyle bir durumda salik, şiddetli bir korkuya kapılır. İki arada bir derede kalır. Genellikle cezbe öncesinde fena ( yok olma, ölmeye benzer hal ) söz konusu olur. umumiyetle de bazı salikler farkında olmadan bu halleri uykuları esnasında geçirebilirler. Bizim hizmet yolunda fena halleri genellikle uyku halinde olur. Salik bazen farkına varır ve uyanır. O anda fena (ölüm hali, yok olma) halinde kendini bulur. Şiddetli bir şekilde ruhunu cismani ten vücuduna doğru çekip hayat bulmaya çalışır. Bazen de salik, uykusundaki fena halinin farkına vardırılmaz. Her cezbede, gayp âlemlerini müşahede etmek, ilm-i ledün sırlarına vukuf olmak söz konusu olmayabilir. Bazen cezbeye maruz kalan salik o anda şiddetli bir aşkın, lezzetiyle mest olup Allah’a (c.c) iştiyak duyar. Sonradan bu hal yavaş yavaş geçer.
Yukarıda da izah edildiği gibi cezbe, derece derecedir. Eğer virt çekiliyorken cezbe gelip insanı kuşatmışsa; virt söylemeyi bırakıp o hal içinde kalıp Allah (c.c)’a, iştiyakla, aşkla sevgi duymaya çalışmak ve hal ile meşgul olmak gerekir. Virt yapmak kapının tokmağına vurup kapıyı çalmaktır. Kapı açılınca da virt yapmayı terk etmelidir. Gelen halle olmalıdır. Cezbenin lezzeti dünyadaki hiçbir beşeri hazla, lezzetle denk tutulamaz. Leyla ve Mecnunun dillere beste olan efsanevi aşkları ve sevgililerin, âşıkların aşklardan duydukları lezzet dahi cezbenin yanında bir hiç hükmünde kalır. Dünyanın bütün lezzetlerinin toplamı, ilahi cezbenin yanında okyanustaki damla mesabesinde kalır. Bir evliya,”Aşıklar Nakşi ufkundaki aşk cezbesinin pınarından bir damla içselerdi, mecazi sevgililerinden nefret edip sufi olmayı yeğlerlerdi.”der.
Seyr ü sülük’ün, velayetin, tasavvufun gayesi nefsi ıslah edip hakiki bir mümin olmak, güzel ahlakla donanıp cenab-ı Allah’a (c.c) iştiyak duymak ve bu minval üzere teslimi ruh etmektir. Cezbede de bu sevgi vardır, Allah (c.c) vardır. Velayet yolunda da asıl maksat ilahi cezbe olmalıdır. Cezbeye maruz kalan salike düşen, o esnada mürşit dahil her şeyi bırakıp, yalnızca cenab-ı Allahla meşgul olmaktır. Böyle bir hale maruz kalan pek çok salik umumiyetle mürşit sevgisinden dolayı mürşidini bırakmak istemiyor; oysa bu durum hiç de mürşit –i kâmilin arzuladığı bir durum değildir. Cezbe ve sekir halinde, cenab –ı Allah’tan (c.c) başka her şeyi aklından, fikirden silmek gerekir. Bu cezbe esnasında cezbetullaha maruz kalan ilk önce kendi suretinden vazgeçerek hakiki bir fena haliyle yok olup cenab –ı Allah’ta (c.c) fani olmalıdır. Bu durumdaki sufi tasavvufi ifadeyle fenafillâh ( Allah’ta yok olma) ufkunda bulunmalıdır.
Tasavvuf berzahında mürşit-i kâmilin müridini yetiştirme, ruhani eğitme şekline göre cezbe, keşif yollu hususlar, değişiklik gösterir Mürşitler, umumiyetle müritlerine geldikleri menzilleri göstermezler. Onları daha da ileri götürmek isterler. Bu nedenlerle hizmetin başındaki mürşitler, mürit farkında olmaksızın onu yetiştirirler. Nefis menzillerini aşırtırlar. Böyle bir yetiştirme ashap efendilerimizin yetiştirilme tarzı gibidir. Ashap efendilerimizin büyük çoğunluğu da cezbe, keşif konaklarına uğramadan en yüksek velayet ufkunu temsil etme noktasına gelmişlerdir
.
|