Yaslandığım Dağ Yıkılmış Gibi
Yaslandığım Dağ Yıkılmış Gibi
Atletik yapılı, spora düşkün biriydi Mahmut. Evlendikten sonra da, işlerinin en yoğun olduğu zamanlarda da spordan uzaklaşmamıştı. Hatta evlendiğinde karısına, '-Çocuğum büyüdüğünde onunla top oynayacağım, kendime iyi bakmalıyım.' demişti neşe içinde.
Hep bu güzel düşünceler içinde beklemişti çocuğunu doğumunu.
Doğum periyodunda sigarayı bırakması için zaman zaman eşine kızsa da, genelde gönlünü hoş tutmak için elinden geleni yapmıştı. Beklenen gün gelip çatmış ve doğum gerçekleşmişti sonunda. Anne-babasının kızmasına 'Evladım, önce sağlık dile, önce hayırlı evlat dile' demesine rağmen ısrarla, gözleri ışıldayarak; 'Onlar da olsun tabi ama ilk çocuğum erkek olmalı, onunla futbol, basket oynayacak, yüzeceğim, koşacağım.'
Hastane de küçük bebeklerini kucağına verdiklerinde mutluluktan uçuyordu.
Çocuğuna 'Boğaç' ismini verdi, 'O benim kahramanım, aslan parçam' diye bağırdı.
Her şey istediği gibi gidiyordu, bir kaç gün sonra bebeği kontrole götürdükleri ana kadar.
Doktor kan sonuçlarından sonra çocuğun bacaklarını elle incelemeye başladı. Mahmut, kötü düşünceleri zihninden uzak tutmaya çalışıyordu. Eşi Sümbül endişeyle doktora sordu;
-Bir sorun yok ya doktor bey.
Doktor endişeli bakışlarını gizlemedi;
-Henüz emin değiliz ama...
-Evet...
-Kusura bakmayın, yüzde yüz emin olmadan bunu söylememiz gerekli olsa da bazı testler için yazılı izninizi almamız gerektiğinden... (Mahmut köşede sessizce ama içinde fırtınalar koparak dinliyordu) .. söylemek zorundayım ki, çocuğunuzun bacak ve kollarına giden bazı sinirlerde sorun var.
Sümbül endişeyle konuştu;
-Fakat sorun varsa hareket ettirememesi gerekmez mi? Hareket ettiriyor.
-Beyinden gelen uyarılar da sorun var, tepkilerin zamanlaması da önemli. Şu anda baktığımda bazı tepkileri geç verdi, bazılarında ise tepki göremedim.
Anne babanın yıkılışına rağmen, doktor açıklamaya devam etmek zorunda hissetti kendini;
-Her hareket sorun olmadığını göstermiyor maalesef. Önemli olan hareketlerin beyinden gelen sinirsel uyarılarla uyum içinde olması.
Mahmut zorlukla konuştu;
-Eğer öyleyse ümit var mı düzelmesi için.
-İncelemelerimize bağlı. Bazen beyinden çıkan damarlarda ufak bir tıkanıklık da böyle sonuçlara yol açıyor ve beslediği kısımlar canlıyken müdahale edilebilir, damar açılabilirse büyük bir sorun oluşmadan kurtarılabilir. Fakat sinirlerde yapı bozukluğu oluştuysa veya sorun omurilik gibi zor müdahale edilen kısımlardaki sinir veya damarlardaysa önceden bir şey söylemem çok zor.
-Böyle bir şeye sebep ne olabilir?
-Hamilelik süresince alınan ilaçlar veya....
Mahmut, karısına bakışlarını çevirerek doktorun cümlesini tamamladı;
-…veya sigara...
Sümbül hızla koridora çıkarken doktor mırıldandı;
-Maalesef sigara da ihtimallerden biri.
Mahmut yıkılan umutlarıyla sarsılarak doktorun uzattığı muayene izin kağıtlarını imzaladı.
**** **** ****
Şehirdeki en iyi hastaneydi ama günler, haftalar geçmişti. hastaneye her gidişlerinde umutları körelmişti. Mahmut hamilelik sırasında sigarayı bırakmayan eşine soğuk davranıyor, evden sabah erkenden ayrılıp çok geç saatte geliyordu. Çocuğunun da yüzünü bakmamaya başlamıştı. Nerdeyse 2-3 günde bir kez o da elini bile sürmeden bakar olmuştu. Ne neşesi kalmıştı ne de gelecek planı.
Eşi sigarayı bırakmış, suçluluk duygusuyla kendini perişan etmişti. Kocasının çocuğa ilgisini çekmeye çalışıyor, her gün Boğaç'ın yaptığı bir şeyleri anlatıyordu 'Bu gün gülümsedi, bu gün serçe parmağımı öyle bir sıktı ki...' ne söylese ne yapsa kocasının ilgisini çocuğa yönlendiremiyordu.
Yıllar üzüntü ve acıyla geçti. Çocuk büyümüş, özürlü sandalyesiyle okula da başlamış, okumayı öğrenmişti. Babasının kendisine ilgisizliği, uzak kalması önceden normal geliyordu ama okulda arkadaşlarının babalarının çocuklarına ilgisini gördükçe eksikliği hissetmeye başlamıştı.
Okula başlaması ve sağlıklı çocuklarla karşılaşması içinde zaten acı duygular doğurmuştu ama babasının ilgisizliği uzak duruşu, ezikliğini daha da artırmıştı.
Annesi yıllardır ümitsizce sürdürdüğü çabalarına devam ediyordu;
-Bak oğlumuz yazmayı öğrenmiş babası, ilk kelimesini yazmış.
Mahmut elinde kendisine bakan Boğaç'la arasında gazetesini alarak soğukça sordu;
-Öyle mi, ne yazmış?
-'Baba' yazmış.
Mahmut elindeki gazeteyi sıktığını, fark etti kendini toparladı;
-İyi.
Sonra zorlukla konuşan çocuğunun sesini duydu;
-Anne, ...babam beni niye sevmiyor.
Annesi ikna edici olmaya çalıştı;
-Babalar böyledir yavrum, babalar işte çok yorulur, anneler sarılır yavrularına
Çocuk babasının kızmasından korkarak sesini alçalttı;
-Okuldaki çocukların babası sarılıyor, kucağına alıyor.
Annesi çocuğunu başka odaya götürürken Mahmut içindeki duyguları bastırmaya çalışıyordu.
**** **** ****
Ertesi gün öğle saatlerinde çıktı işinden, eşi çocuğunu almaya gittiğinde orda olmak istiyordu. İçinde çırpınan duygular, çocuğuna daha fazla ilgi göstermesi gerektiğini söylüyordu.
Beklerken, kenarda çocuğuyla gördü. Duramadı, döndü çıkışa doğru yöneldi. Arkasından bağıran Boğaç'ın sesiyle irkildi, sesteki acıyı hissetmişti. Aceleyle gözünü sildi.
-Baba, beni almaya mı geldin?
Vücudundaki sorundan konuşması da hafif sorunlu olsa da çocuğunu sesindeki kırgınlığı fark etmişti. Döndü, birkaç saniye bekledi, önündeki görünmez duvarları yıkar gibi yavaş yavaş yürüdü. Belki bir şeyler söylemeliydi, söylemedi. Eşiyle çocuğunun yanına vardı.
-Gidiyor muydun baba?
-Buradayım işte.
Yanlarına gelen bir kaç arkadaşına sesi titreyerek seslendi;
-Bakın, '-Senin baban yok mu? , niye hiç gelmiyor? ' diyordunuz. İşte, işte benim babam.
**** **** ****
O gün bir sürü duvar yıkılmıştı ama Mahmut hala çocuğuna gidip sarılmıyor, o yanına gelince konuşmadan sarılıyordu. Her akşam babasının yanına geliyor, zorla yanağını isteyip öpüyordu.
Bir akşam yine yanına geldi babasına bakarak sustu. Mahmut bir an bekledi, 'Babacığım iyi geceler' deyip yanağından öpmek istemesini. Oysa Boğaç öylece bakıyordu. Boğaç'ın konuşmayacağını anlayan Mahmut, kendisi yanağını uzattı, oğlu öptü. 'İyi geceler' dedi. Fakat Boğaç hala bekliyordu.
-Ne oldu, niçin yatmıyorsun?
-Sen niçin beni öpmüyorsun baba?
-? ? ?
-Beni sevmiyor musun?
-Seviyorum.
-Sevsen bir kere öperdin.
Mahmut kalktı, Boğaç'ın gözyaşıyla ıslanmış yanağına bir öpücük kondurdu.
-Seviyorum.
-Sevsen ben söylemeden bana sarılır öperdin.
-Öptüm ya.
-Hep annem beni dışarı çıkarıyor, sevsen bir gün de sen çıkarırdın. (Gözlerinin içine baktı) Benden utanıyor musun baba? (özürlü sandalyesiyle yavaşça geri çekildi) Bu benim hatam değil baba, ben istemedim ki böyle olmayı.
Mahmut yüreğinin ezildiğini hissetti. Bir çocuk daha ve gülüp oynayacağı yerde çektiği acılar yetmiyormuş gibi bir de ben üzüyorum.
Bir kaç dakika öylece kaldıktan sonra kalktı, annesinin yeni yatırdığı Boğaç'ın yanına vardı. yüzü diğer tarafa dönük çocuğun üstüne eğilip yanağına bir öpücük kondurdu;
-İyi geceler yavrum.
**** **** ****
Odadan çıkacakken durdu, sessizce geri döndü. Gözlerini kapatmış çocuğunu bir kaç saniye baktı ve o anda çocuğunun yüzüne yayılan gülümsemeyi izledi. Çocuğunu ilk defa gülümserken görmüştü, ilk defa....
Odadan yavaşça çıkarken karar verdi; 'Bir daha hep gülümsemen için çalışacağım.'
**** **** ****
Ertesi gün işe geç gitmeye karar verdi. Çocuğunu okula bırakıp geçecekti. Ertesi sabah evden çıkmakta olan eşine '-İstersen sen evde kal, oğlumla bu gün ben gideceğim' dediğinde Boğaç'ın yüzündeki mutluluk harikaydı.
**** **** ****
Artık arada çocuğunu okula Mahmut bırakıyordu. Çocuğunun gülümseyişlerine alışan Mahmut, bunun ne kadar değerli bir hazine olduğunu anlamıştı.
Günler günleri kovaladı, sonunda yaz tatili gelmişti. Boğaç'ın başarılı karnesi anne-babasını sevindirmişti. Yalnız, okula gidip gelirken hayatına bir renk katılan Boğaç, tatilin gelişiyle beraber sadece pencere kenarında babasının gelişini gözler olmuştu. Boğaç'ın gittikçe sıkılmaya, mutsuz olmaya başlamıştı.
Bir akşam Boğaç işten dönen babasına sarıldıktan sonra;
-Baba bana karne hediyesi almadın.
-Karne hediyesi ne istersin? Sinemaya gidelim mi?
Boğaç babasına gülümsemeye çalıştı;
-Yaşamak isterim baba...
Mahmut üzgün kalakaldı. Boğaç devam etti;
-Biraz zorla da olsa, babaanneme senin anlattırdım Sen spor yapmayı, yüzmeyi ve doğada yürümeyi çok severmişsin.
-Evet, eskiden yapardım.
-Ben evden, okuldan başka bir yer göremeyecek miyim baba, ben hiç yaşamayacak mıyım baba?
Konuşmaların bir kısmını duyan annesi;
-Evde, bizimle mutlu değil misin?
Annesine cevap vermedi, babası mırıldandı;
-Ben onu anlıyorum. (Çocuğuna sarıldı) Aslan oğlumla omuz omuza her şeyi başarırız. Ne istiyorsun yavrum, ne yapalım?
-Bir kitapta okumuştum baba, şehirde yaşayanlara kızıyordu. Ben evden bile çıkamıyorum.
-Ooo kitapta yazıyor ha. Ne yazıyordu başka?
-'Bazı insanlar yaşadığını sanır ama,ağlamayı bilmeyen gülmeyi,ateşe dokunmayan yanmayı, yükseklere çıkmayan yüceliği bilmez.' yazıyordu... Ben dağlara çıkmak istiyorum baba, ben dünyaya bakmak istiyorum baba.
Mahmut, çocuğun omuzlarından tuttu;
-İşte şimdi tam Boğaç oldun.
**** **** ****
Artık Mahmut çocuğu için üzülmek yerine, onu mutlu etmek için uğraşıyordu. Oğlunu eve hapsetmedi, yıllarca oğluyla gezdi, oğluyla koştu, yüzdü, bisiklet sürdü, özürlü arabasıyla götüremediği yerler kucağında götürdü.
Çocuğu büyüdüğü halde, gücü yettiğince yanından ayırmadı, ona arkadaş oldu, ona dost oldu, ona dayanak oldu, zorluklara karşı yaslandığı bir dağ oldu , gerektiğinde el-ayak oldu.
**** **** ****
Babasıyla geçirdiği o güzel anların haricinde, kitap okumayı da çok seven Boğaç öyküler-şiirler yazmaya da başlamıştı. En çok babası için şiirler yazıyordu.
Çocuğu için elinden geleni yapan, günlerini, hatta ömrünü severek oğluyla paylaşan, onun bir gülümsemesi için her şeyini vermeye hazır olan Mahmut, sonunda gözlerini kapatırken onun için en çok oğlu ağlıyordu. Boğaç babasını dualarla uğurlarken, babasının ölümünün acısıyla, onun için yazdığı son yazdığı şiir dudaklarında 'Yaslandığım dağ devrilmiş gibi' diyerek gözyaşı döküyordu. Annesi de oğluna sıkıca sarılmış, “Seni hiç bırakmayacağım , hep yanında olacağım,” diyerek ağlıyordu.
Yaslandığım dağ yıkılmış gibi
Kurak gönlüme yağandı babam
Her derdime dermandı babam
Ben dayanamam kendim kendime
Dağ gibi dayandı babam
Böğrüme bıçak sokulmuş gibi
Kalbim yerinden sökülmüş gibi
Gittin ya babam, gittin ya
Yaslandığım dağ yıkılmış gibi
Ahmet Ünal ÇAM 10-01-2007 18:00
|