Ebû Hureyre (r.a.)’dan rivayet edildiğine göre şöyle demiştir: RESÛLÂLLAH (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Muhakkak ALLAH şöyle buyurdu: ‘Her kim benim bir veli (kuluma) düşmanlık ederse, ben de ona harp ilan ederim. Kulum bana, ona farz kıldığım şeylerden bana daha sev¬gili olan birşeyle yaklaşamaz. Kulum bana nafile ibadetlerle yaklaşmaya devam eder. Nihayet ben onu severim. Ben onu se¬vince, artık onun işittiği kulağı, gördüğü gözü, tuttuğu eli, yürüdüğü ayağı olurum. Benden (ne) isterse muhakkak ona veririm. Bana sığınmak isterse muhakkak onu korurum. Mü’min bir kulumun canını almakta tereddüt ettiğim kadar hiçbir şeyde tereddüt etmiş değilim. O ölümü istemezken, Ben de fazla yaşlanarak fena duru¬ma düşmesini arzulamam.” (Buhârî, Rikâk 38)
Veli, ALLAH’ın dostu olan kimselere denir. Çoğulu evliyadır. ALLAH’a kullukta görevini bihakkın yerine getiren, isyan hatasına düşmeyen kimsedir. ALLAH dostu oluşları kaynak bakımından bir olduğu için de aynen peygamberler gibi ibadet ve tatta devamlı; günah ve isyandan ise uzak olmaları gerekir. PEYGAMBER günahtan masumdur ama veli günah işlemeye maruzdur; bununla beraber tövbeye hemen müracaat eden kişidir. Bu yönüyle PEYGAMBERDEN ayrılır. Bir kısım âlimler velinin günahtan mahfuz olması görüşünü savunurlar, tıpkı PEYGAMBERLERİN masum oldukları gibi, Bu âlimlerden Kuşeyri: “Velinin mahfuz olmasından maksat, ayağının sürçmesi veya hataya düşmesi halinde ALLAH-U Teala’nın onu o hal üzere bırakmamasıdır. Hataya düşerse ALLAH ona tövbeyi ilham eder, o da tövbe eder ve bu durum onun bu veliliğine bir halel getirmez.” demiştir.
Hadiste ALLAH Teâlâ’nın dostları olarak nitelendirilen kimseler yine RABBİMİZİN kelamı KUR'ÂN’da şöyle ifade edilirler:
اَلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَكَانُوا يَتَّقُونَۜ اَلَآ اِنَّ اَوْلِيَآءَ اللّٰهِ لَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَۚ
“Bilesiniz ki, ALLAH’ın dostlarına hiç bir korku yoktur. Onlar üzülmeyeceklerdir de. Onlar iman etmiş ve ALLAH’a karşı gelmekten sakınmış olanlardır.” (Yunus, 62/63) Ayet ALLAH dostlarının iki ayrılmaz vasfından bahseder; birincisi iman diğeri ise takvadır. Bu vasıflar bize onların bilinmesinde de bir ölçüdür.
Hadiste ALLAH dostlarının vasıfları zikredilir. Bunlar, ALLAH-U Teâlâ’nın farzlarına şiddetle bağlılıkları, nafile ibadet ve taatlara iştiyak ve ısrarla tutunmaları ve bu sayede HAKK’ın muhabbetini kendilerine celbetmeleridir.
RABBİMİZ, dostlarına olan düşmanlığı kendine harp saymakta; onların müdafaasını bizzat kendi üzerine almaktadır. “Onlara korku ve hüzün yoktur” kavl-i celili ve “Kim benim dostuma düşmanlık ederse ona harp ilan ederim” buyrukları buna delildir. Bu, onların ALLAH katında ki kıymet ve değerlerinin hususî bir ifadesidir.
ALLAH Teâlâ Hazretlerinin, veli kullarına düşmanlık edenlere harp ilan etmesinden, veli kullarını sevdiği ve dostlarına dost olanların da ALLAH’ın muhabbetini kazanacağı anlaşılır.
ALLAH bir kulu sevdiği zaman kulda bunun alâmetleri zuhur eder. Hadis-i şerifte bunlar, ALLAH’ın, onun duyan kulağı, gören gözü, tutan eli, yürüyen ayağı olması olarak zikredilmiştir. Diğer alametler ise ondan istediğinde ona istediğini vermesi ve ona sığındığında onu korumasıdır. Alimler bundan murat şu olsa gerek demişlerdir: “ALLAH’a önce farz sonra nafilelerle yaklaşan kişinin kendisine yaklaşmasına izin verir ve onu iman mertebesinden ihsan mertebesine yükseltir, artık ALLAH’ı görürcesine ibadet eder ve azalarından ancak ALLAH’ın razı olacağı işler zuhur eder. Konuştuğu zaman ancak ALLAH’ı razı edecek sözler konuşur, dinlediği zaman ALLAH’ın gazabını celbedecek şeyler dinlemez, baktığı zaman ALLAH’ın haram kıldığı şeylere bakmaz, aldığını ALLAH adına alır, gittiği yere Allah için gider. ALLAH'IN Kelamını okumaktan zevk alır, O Zatı ZÛLCELÂLE yakınlıktan haz alır, O’nun zikriyle hem dem olur, her halinde O’nu anar her yerde onu duyar, harikulade âlemleri temâşâ eder. Kul bu keramet mertebesine erişince elbette ALLAH ona dilediğini verecek, sığındığında koruyacaktır. İsteyip de vermediği anlar ise o velinin hayrına olduğu için vermediği anlardır. ALLAH’ın onu, sonucunu göremediği, bilemediği şeylerden dinî ve dünyevî felaketlerden koruduğu zamanlardır.
“Mümin bir kulumun canını almakta tereddüt ettiğim kadar hiçbir şeyde tereddüt etmiş değilim” sözündeki tereddüt lafzından âlimler, ALLAH AZZE ve CELLE’nin değişmez bir kanunu olan ölümün onlar için uygulanmasındaki tereddüdün HAKK katındaki değerleri bakımından olduğunu anlamışlar; ama ÖLÜM sonrası kavuşacakları şeyler bakımından da mutlaka vaki olduğunu söylemişlerdir. “Şayet her fani ölümü tadacak olmasaydı ALLAH onların canlarını dahi almayacaktı.” demişlerdir. Bazıları ölüm anındaki çekilen eziyet ve sıkıntılar açısından tereddüt olduğunu söylemişlerdir.
CENÂB-I HAKK’ın veli kuluna dost olmanın önemini ifade eden bir rivayet İhyâ’da şöyle anlatılır: CENÂB-I HAK Musa (a.s.) ’ya vahyedip “Ey kulum Musa, benim için acaba hangi ameli yaptın?” diye sordu. Musa (a.s.) da ’YÂ RABB, senin için NAMAZ kıldım, ORUÇ tuttum, ZEKÂT verdim” der. Bunun üzerine Yüce ALLAH:
“NAMAZ senin için delildir, ORUÇ senin için bir kalkan, sadaka ise senin için (kıyamet gününde) bir gölge, ZEKÂT ise senin için bir nurdur. O halde bütün bunlar senindir, benim için hangi ameli yaptın?” buyurur. Musa (a.s.): “YÂ RABB, sırf senin için olan bir ameli bana öğret!” der. Yüce ALLAH da: ’Ey Musa! Acaba benim bir dostuma hiç dost oldun mu? Acaba be¬nim için bir düşmana hiç düşman oldun mu?” buyurur. Bunun üzerine Hz. Musa, amellerin en faziletlisinin ALLAH için sevmek ve ALLAH için buğz etmek olduğunu anlar. (Gazali. İhya. II. 159)
__________________
Biraz üzgün ve Ömer öfkesinde biraz
öyle hisab katındayım ki katlim savcılardan sorulmaz..
|