Men Samete Neca
"Men Samete Necâ.."
“Dilini tutan (Susan) kurtuldu”
Tirmizi
Tirmizî (Sünen, İman 8), Muâz b.Cebel’den (r.a) nakleder: Muaz, Efendimiz’e (s); “Beni Cennet’e girdirip Cehennem’den de uzak tutacak bir amel söyle” der. RESÛLÂLLAH da (SÂLLÂLLAHÛ ALEYHİ VESELLEM), ona uzun uzun nasihatlerde bulunur. Sonunda; “Bütün bunların kendisine bağlı olduğu şeyi sana bildireyim mi?” der. Muaz; “Evet” deyince, mübarek parmakları ile mübarek dilini tutar; “Şuna sahip ol!”buyurur. Muâz, hayret içinde:
-“Ey ALLAH’ın RESÛLÜ! Biz konuştuklarımızdan da sorgulanacak mıyız?” diye sorar.
EFENDİMİZİN (SÂLLÂLLAHÛ ALEYHİ VESELLEM) cevabı, bütün zamanlar, mekânlar ve konumlar için çok anlamlı ve ibretâmizdir:
-“Ey Muaz! İnsanları yüzüstü Cehenneme sürükleyen, dillerinin ürettiklerinden başka nedir ki?”
İslâm âlimi İbnü’s Sekît der ki: “İnsan, dilinin sürçmesinden dolayı uğrayabileceği musîbete ayağının sürçmesi ile uğramaz. Zira insanın sözü başını götürebilir, hâlbuki ayağının sürçmesinden hâsıl olan yarası zamanla iyileşir.” Atasözünde dendiği gibi: “Bıçak yarası geçer, dil yarası geçmez.”
Hz. İsa’nın (a.s) şöyle buyurduğu rivayet edilir: “İyilik üçtür: Söz, bakış ve sükût. Düşüncesiz söz boş; ibretsiz bakış yalan-yanlış; tefekkürsüz sükût da mânâsızdır.”(Maverdi, Edebü’d-Dünya ve’d-Din)
Sâdi Şirâzi’ye göre; “insan ruhunu iki şey karartır: susulacak yerde konuşmak ve konuşulacak yerde susmak!” Galiba bizim ruhlarımızı karartan, daha çok birincisi. Mevlana der ki: “Kalp deniz, dil kıyıdır. Denizde ne varsa kıyıya o vurur.” Öyleyse, kıyıya vuranlarımıza bakıp, kalblerimizi arındırmak durumunda değil miyiz? Bu yüzden Mevlana; “Dilini terbiye etmeden önce yüreğini terbiye et!” der. Yürek ise ancak ALLAH’ın Zikri KUR’ÂN’la tatmin olup arınır (Ra’d/28); zira kalbin cilası KUR’ÂN’dır. O halde “KUR’ÂN’a yapış; her derde bir devâ, her zulmete bir ziyâ, her ye’se bir ricâ, içinde vardır” (Said Nursî).
İmam Kurtubî, el-Câmi‘u li-Ahkâmi’l-KUR’ÂN isimli tefsir kitabında; “takvâ” kelimesinin, dilde asıl olarak, ‘az söz söylemek’ demek olduğuna dair bir görüş nakleder ve bu bağlamda, “Takvâ sahibi gemlenmiştir (fazla konuşmaz)” deyişine yer verir. Demek; “takvâ”nın dile yansıyan kısmı susmaktır. Ama elbette, konuştuğunda da ALLAH rızasını gözetmektir. Kurtubî, Bayezid Bestami’den güzel bir söz aktarır: “Takva sahibi, konuştuğu zaman ALLAH için konuşan, amel ettiği zaman ALLAH için yapandır.”
|