Yakaza hali nedir? Yakaza halini yaşamak
Peygamberlerin ve veli zatların rüyaları yakazadır. Fakat kimi rüyaların tabiri gerekmektedir. Bunun için de asfiye denilen zatların bu rüyaları tabir etmesi gerekir ki maksat ve mana anlaşılsın. Sekr haliyse, manevi bir sarhoşluk hali olduğundan, bu durumdaki bir velinin söylediği kimi sözler ölçüsüz olabileceğinden tefsir ve tabiri gerekebilir. Bu açıdan sekr halinin tam bir yakaza olmadığı, kimi şeylerin mutlaka tabir ve tefsiri lazım geldiği açıktır.
Yakaza ehli, seyr-i sülûk-i ruhânînin hemen her mertebesinde basiret üzere hareket eder ve her davranışıyla: “De ki: İşte benim yolum budur! Ben basiret ve idraklerine seslenerek insanları Allah’a çağırıyorum.” (Yûsuf, 12/108) gerçeğini temsil eder.
Duyup işittiği her şeyden kendine göre bir nasihat çıkarır. Gördüğü her nesne ve her hâdiseyi farklı bir ibret levhası gibi değerlendirir ve sürekli tezekkür, tefekkür ve tedebbür ufuklarında dolaşır. Sözlerinde hikmet, susmasında ibret, tavırlarında da mehâbet vardır. Karşılaştığı her çehrede Hakk’ı hatırlar ve ürperir, onun sîmâsının müşahedesinde de hep Hak hatırlanır.
Göz ve gönlün yakazası, Hakk’ın her ân, her halimizi görmesi, bilmesi ve yaratması bilincini sürekli korumakla, his, idrak, irade ve kalplerimizle O’na yönelerek, ömrümüzü hep O’nun huzurunda bulunma âdâbıyla sürdürmektir.
Rivâyet olunur ki: Tövbe ve pişmanlık içindeki bir günahkâra, yakaza hâlinde iken günahlarının listesi verilmiş: “Oku bunu!” denmişti. Bu hâl karşısında mücrim o kadar ağladı ki, gözyaşlarından listedeki günahları göremez oldu. Nihâyet bu samîmî gözyaşları, o günahların tamamını yıkadı, temizledi. Böylece o mücrim affoldu.
Erzurumlu İbrahim Hakkı’nın da belirttiği gibi, Allah’a karşı duyulan sevgi, muhabbet ve tutku öyle bir hastalıktır ki, diğer bütün dertlerin devası ondadır. Çünkü Allah’a karşı duyulan bu sevgi, imanın nurudur. Bu nur arttıkça, iman kuvvetlenir. İman pekiştikçe de, kişi, nefsinin heva ve arzularına dayalı tutku ve bağımlılıklardan kurtulur. En büyük esaret olan, “benlik” zincirlerini kırmaya başlar. Yavaş yavaş bencillikten kurtularak “ben merkezli” kişiliğinin ötesine geçmeye başlar.
Kendi dışında başka değerlerin de var olduğunun farkına varır. Kendinden başka hiçbir şeye değer ve önem vermezken, kendi nefsinin arzu ve heveslerinden başka hiçbir şey düşünmezken, kademe kademe, kendi nefsî hayal kurgu dünyasını yıkarak yeni gerçeklikler keşfetmeye başlar. En önemlisi de kendi nefsinin kendisine neler yaptığının birer birer farkına varmaya başlar. Bu, adım adım nefsini tanımak, Rabbini tanımak demektir. Bu durum kişinin gafletten kurtuluşunun başlangıcıdır. Buna tasavvufta “yakaza hâli” denir.
|