Havas Okulu - Tekil Mesaj gösterimi - Bakara Suresi Açıklamalı Tefsiri
Tekil Mesaj gösterimi
  #65  
Alt 03.07.18, 13:25
Havasokulu Havasokulu isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Daimi Üye
 
Üyelik tarihi: 28.04.15
Bulunduğu yer: Nefes Aldığım Yerde
Mesajlar: 14,906
Etiketlendiği Mesaj: 900 Mesaj
Etiketlendiği Konu: 0 Konu
Standart

Gerçek şu ki, ne zaman ki savaş yazıldı, emir verilip iş kesinlik kazandı, geri döndüler. Hareketleri, sözlerine uymadı, sözlerinde durmadılar, emre riayet etmediler. Savaş alanına gelirken yüz çeviriverdiler. Ancak içlerinden birazı müstesna bir makâm kazandılar ki yakında görüleceği üzere bunlar, bir avuç su ile yetinenlerdi. Azlıklarına bakmadılar, sebat ettiler ve muzaffer oldular.

Bir hadisi şerife göre bu azınlıkta olanlar, "Bedir" ashabının sayısı kadardılar ki üç yüz on üç kişilermiş, demek olur. Sözlerinde duran ve başarıya ulaşan bu azınlıktan başkaları, başlangıçta harbe çoşturdular da savaş alanında bunları yalnız bırakıp çekiliverdiler. Allah da böyle zalimleri bilir, dolayısıyla onlara yapacağını da bilir. Bu tezyîl (ilave) cümlesi, sözlerinde durmayan ve özellikle savaşa talip olup da sonradan dönenler hakkında büyük bir uyarıyı içermektedir. Burada "Benim ahdim (vadim) zalimlere ulaşmaz." (Bakara, 2/124) ilâhî sözünü hatırlamak gerekir.

247-Harbin nasıl kesinlik kazandığına gelince:

Onlar öyle söylediler, o peygamberleri de onlara, Allah size Talut'u emir (hükümdar) olarak gönderdi, dedi. Buna karşı o topluluk, o bize karşı nerden hükümdar olacak? Yahut bizim üzerimize onun hükümdar olması nasıl olur? Halbuki biz, hükümdarlığa ondan daha layıkız, hükümdar olmak, ondan daha çok bizim hakkımız, ona bir mal genişliği, bolluğu da verilmiş değil, diye itiraz ettiler. Cevap olarak o peygamber dedi ki: Allah onu seçip ayırarak üzerinize kesin bir şekilde tayin etti ve ona ilimde ve vücutta, maddi ve manevi bir çok gelişmeler ve güç verdi. Vücutca iri, güçlü, kuvvetli, güzel; manevi bakımdan da din ilmi, siyaset, idare tekniği ve savaşta sizden yüksek yarattı. Fiilen hükümdarlık ve kumandanlık için esas olan şartlar da bunlardır. Yoksa varislik ve soy, asıl şart değildir.

Deniliyor ki İbrâni olan "Talut" ismi, Arapça maddesiyle de ilgili olarak kuvvet ve uzunlukta mübalağa mânâsını içermektedir. Bu bakımdan ilim ve vücut kuvvetine bir ünvan gibidir. Aslında ucme (yabancı) bir özel isimden ibaret olsa da Kur'ân, Arapça açısından mânâsına işaretle bunu bir genel kural hâlinde tarif ve tesbit etmiştir. Talut'un ismi Süryanice Sayil ve İbranice Savil b. Kays imiş. Demek ki Talut lakaptır.

Şimdi, biz dururken Allah bunu niye böyle yapmış mı denecek? Allah, mülkünü dilediğine verir. Mülkün sahibi o, asıl mülk (hükümranlık) O'nundur. Hükümranlığa kavuşanlar, asaleten değil, ondan vekaleten kavuşurlar. Hem Allah'ın rahmeti geniştir, o her şeyi bilir. Rahmet ve ihsanı çoktur, dilediğini yapar. Daraltmasını, genişletmesi takip eder. Fakiri, zengin kılar, mülksüze mülk verir, vereceğini vermek için de hiç bir kayıt ve şarta tabi değildir, bilgisizlikten münezzehtir, yücedir. Hükümdarlığa layık olup olmayanları, kimlere niçin ve ne kadar müddet vereceğini de bilir. Buna karşı, "Biz dururken mülkünü Talut'a niye verdi? denemez. Ancak habere itimat edemeyecek kimseler, mantık açısından bu davanın önermesi (suğra) olan seçme meselesini (kaziyye), "ne malum?" diye reddedip, delil isteyebilirler. Bunu tamamlamak için, Bir de peygamberleri onlara dedi ki:

248- Talut'un hükümdar olmasının görünürdeki alâmeti ve peygamberliğin mucizesi, size tabutun gelmesidir.

TÂBÛT: Sandık demektir. Bununla birlikte müracaat demek olan "tevb" maddesinden mübalağa sığası (kipi) olması bakımından dönüp dolaşıp gelinecek olan herkesin dönüş yeri meâlinde bir anlam da ifade eder. Bu tabuttan maksat da Tevrat sandığıdır ki Hz. Musa'dan sonra İsrail oğullarının isyanıyla ellerinden çıkmış, (Allah tarafından) kaldırılmıştı. Haberciler demişlerdir ki: "Allah Teâlâ, Hz. Âdem'e bir tabut indirmiş, içinde çocuklarından gelecek peygamberlerin suretleri (resimleri) varmış. Şimşir ağacından eni boyu üç iki (3x2) kadarmış. Âdem (a.s.)in vefatına kadar yanında kalmış, ondan sonra birer evladı miras yoluyla devralmışlar, nihayet Yakub (a.s.)'a intikal etmiş. Sonra İsrail oğullarının elinde kalmış, Musa (a.s.)'ya kadar gelmiş. Hz. Musa, Tevrat'ı buna kor, savaş yaptığı zaman öne geçirir, İsrail oğullarının gönülleri bununla huzur bulurdu. Vefatına kadar yanındaydı. Ondan sonra İsrail oğulları arasında elden ele geçti. Bir hususta muhakeme olacakları zaman buna müracaat ederler, aralarında hakim olurdu. Savaşa gittiklerinde önlerinde götürürler ve bununla teberrük ederek (bereket umarak) düşmanlarına karşı zafer ümid ederlerdi. Melekler bunu askerin başında tutar, savaşa girişirler, sonra tabuttan bir ses işittikleri zaman gâlip geleceklerine kesin bilgi edinirlerdi. Ne zaman ki İsrail oğulları isyana başlamışlar, fesada düşmüşler, işleri çığırından çıkmış; Allah, başlarına Amalika'yı musallat etmiş, bunlar galip gelmişler, tabutlarını da almışlar, götürmüşler, bir pisliğe, bir helaya bırakmışlar. Cenab-ı Allah, Talut'u hükümdar yapmak isteyince Amalika'ya bir bela vermiş, hatta tabutun yanında abdest bozanlar basura tutulur olmuş, diğer taraftan ülkelerinden beş şehir de mahvolmuş, kâfirler bu belânın tabut yüzünden olduğu kanaatine varmışlar, onu çıkarmışlar, iki öküze yükletip koyuvermişler. Allah da bunun için dört melek görevlendirmiş, sürmüşler, Talut'un evine getirmişler. İşte İsrail oğulları, Talut'un hükümdarlığına delil istedikleri zaman peygamberleri, onun hükümdarlığının alâmetinin, tabutun gelmesi olduğunu söylemiş..."

Demek oluyor ki İsrail oğullarında tabut, mukaddes emanetlerden olup Hıristiyanlıktaki "haç" gibi bir mevkide tutulurmuş. Nitekim Hıristiyanların büyük haçları da buna benzer bir olay geçirmişti. Tabutun ta Hz. Âdem'den beri gelmesi, içi resimli bir sandık olması, bunun insanların babası olan Hz. Âdem olmasıyla uyumu güçtür; aynı zamanda bu yaygın haberleri düşünmeksizin hemen yalanlamak da haksız olacağından İbnü Abbas hazretlerinden rivayet olunduğu üzere bunun zayi olmuş "Tevrat sandığı" olmasıyla yetinmek ve şu kadar ki bunu Hz. Musa yaptırmış olmayıp, daha eski tarihi bir sandık olduğunu da kabul etmek uygun olacaktır. Bununla beraber Ragıb'ın naklettiği gibi, "Tabut, kalb, Sekîne (huzur) ise ondaki ilimden ibarettir." de denilmiş. Çünkü kalbe: "İlmin düşüp biriktiği yer", "hikmet evi", "ilim tabutu", "ilim kabı", "ilim sandığı" isimleri de verilir. Gerçi bu, meşhur ve zahir olan görüşlere aykırı görünürse de onun gereği olan önemli iş'arî (işaret yoluyla çıkarılan) bir mânâ olduğu da inkar edilemez. Buna göre meâlin özeti: Onun hükümdarlığının gerçek alâmeti, isyan ve gururla zayi olmuş ve sizi perişan etmiş olan kalbinizin yerine gelmesi ve hakikate iman ederek huzur ve sükünete ermenizdir. Gerçek delil, objektif olmaktan çok sübjektiftir. Siz, bozgunculuk düşüncesiyle zayi olmuş kalbinizi bulup, davayı bırakarak ona biat ettiniz mi (uydunuz mu) mesele biter. Aksi halde Allah'ın ona verdiği kudret ve vereceği başarı, size hükümdarlığını, karşısında aciz bırakarak kabul ettirir. İşte onun hükümdarlığına kesin delil, bu zahirî (açık) ve batınî (gizli) tabutun gelmesidir. O tabutta veya gelişinde Rabbinizden bir sekine, Musa ailesiyle Harun ailesinin bıraktıklarından bir kalıntı vardır.

SEKÎNE: Aslında sukûnet gibi (sukûn) kökünden ve vakar, sebat, güven, gönül rahatlığı demektir ki dilimizde de sekinet (huzur) denir. Hafifliğin ve telaşın zıddıdır. Bir de tanınan ve kendisiyle huzur ve rahatlık hissedilen herhangi bir işarete, bir alâmete "sekine" denir. Mesela bir ordu için sancak bir sekinedir. Burada bunun ne olduğu hakkında çeşitli rivayetler vardır ki bazıları maddî ve bazıları manevîdir: Özel bir resim, hoş bir rüzgar, konuşan ilâhî bir ruh, cennetten altın bir tas ki, içinde peygamberlerin kalbleri yıkanır, rahmet, levha kutusu, belirli bir âyet. Bunların özeti başlıca şöyle toplanmıştır:

1- Sekine, İsrail oğullarında zebercedden veya yakuttan iki kanatlı ve kedi gibi başı ve kuyruğu bulunan bir resimmiş, bir inilti yaparmış, inledikçe tabutu alıp düşmana doğru giderler, durdukça dururlarmış.

2- Hz. Ali'den: insan yüzüne benzer yüzü olan bir "rih-i heffafe = hoş, hafif bir rüzgar."

3- Sekine, Hz. Musa ve Harun ile onlardan sonraki İsrail oğullarının peygamberlerine inmiş kitaplardan Cenab-ı Allah'ın, Talut ve askerlerine yardım ihsan edip, düşmanları savacağına dair bazı müjdeler.

4- Ne olduğu bilinmeyen bir şey.

BAKİYYE'YE GELİNCE: Diyorlar ki bu da levhaların kırıkları, Musa'nın asası ve Tevrat'tan bir parça idi. Birinci mânâ üzere tabut'un, bir sakinlik sebebi olduğu da rivayet edilmiştir.

Mânânın özü: O tabutta veya gelişinde size Rabbinizden bir sukûnet, bir gönül rahatlığı ve Musa ailesiyle Harun ailesinden kalma kutsal şeylerden bir kalıntı vardır ki siz bununla huzur bulur, güven ve gönül rahatlığına erer, onlar gibi amel edersiniz, demek olur. Bu durumda tabut, içindekilerle kendisi bir sekinedir (rahatlıktır). "Peygamberler ne bir altın, ne bir gümüş miras bırakmamış, ancak ilim miras bırakmışlardır." hadis-i şerifi gereğince peygamberlerden kalma yadigâr kalıntısı ise ilme, din ve şeriata ait şeyler olur.

Fakat bu kalıntıyı ve o sekine ve huzuru içeren tabut nasıl gelir? Onu melekler, Allah'ın elçileri, kuvvetleri getirir. Yerden getirir, gökten getirir, nasıl getirirse getirir, siz o tarafı düşünmeyin de gelirse bilin ki Talut hükümdardır. O tabutun gelişinde sizin için mutlaka bir gerçek alâmeti, ilâhî bir delil vardır. Eğer siz iman etmiş kimseler iseniz veya iman şanınızdan ise bu böyledir. Bu bölüm, şunu da gösterir ki iman ehline yaraşan, hafiflik değil, vakar (ağır başlılık) ve sakinlik, kararlılık ve gönül rahatlığıdır. Bunda da peygamberlerin mirasının, ilim ve dinin büyük önemi vardır. Mukaddes emanetlerin de kalbin kuvveti için bir feyiz ve bereketi bulunduğu inkar edilmemelidir.

249- Ne zaman ki bunlar tamam olup, Talut askerleriyle hareket etti, askerlerine hitaben şöyle dedi: Allah sizi mutlaka bir ırmakla imtihan edecektir. Dolayısıyla ondan her kim içerse benden değil, ve her kim ona ağzını sürmezse o şüphesiz bendendir, benim askerlerimden veya beni sevenlerdendir. Ancak eliyle bir avuç alan içlerinden müstesna, bu kadarına ruhsat vardır. Doğrudan doğruya ağızla içmeye izin yoktur. Talut bir hükümdar sıfatıyla bu emri, bu talimatı vermişken ırmağa gelince askerlerin birazı hariç, hepsi de ondan içtiler, emri dinlemediler.

Rivayet olunuyor ki, bir adam bir avuç alır, kendine ve hayvanına yetermiş, fakat saldırıp içenlerin dudakları morarır, hararetleri artarmış. Bu bakımdan onlar ırmağın berisinde dökülüp kaldılar da Talut ile iman eden beraberindeki kimseler ırmağı geçince kalanlar geriden bu gün bizim Calut ve askerleriyle savaşacak gücümüz yok dediler. Yahut bunlar değil de ırmağı geçmiş olan müminlerin zayıf kısmı düşmanın çokluğunu görünce, ümitsizliğe düşüp birbirlerine böyle söylediler. Çünkü müminlerin de imanda dereceleri farklıdır. Söylediler de ne oldu? Her halde Allah'a kavuşacaklarını bilen ve bunu bekleyenler, yani ölümden kaçmanın mümkün olmadığını, bugün bu savaşta ölmezse diğer bir gün mutlaka öleceklerini ve nihayet Allah'ın huzuruna varacaklarını bilen, bundan dolayı da sözünde duran veya zafer ümidiyle ya şehid veya gazi olmaya karar veren kesin iman sahipleri, nice defalar azıcık bir bölük, birçok bölüklere Allah'ın izniyle galip geldiler. Allah sabır ve sebat edenlerle beraberdir, dediler. Zayıfların kalplerine de kuvvet verdiler.

250- Ne zaman ki Talut ve beraberindeki bu müminler, Calut ve askerlerine karşı savaş alanına çıktılar ve düşmanın çokluğunu ve hazırlığını gördüler, hepsi birden kalb kuvvetiyle Allah'a yalvarıp şöyle dediler: Ey Rabbimiz! bize sabır yağdır, bizi sabit kıl, ayaklarımızı denk ve yerinde tut, titretme, kaydırma, azim ve hedefimizden şaşırtma ve o kâfirler topluluğuna karşı bize yardım ve zafer ihsan et.

251-Bunun üzerine, çok geçmeden o kâfirleri Allah'ın izniyle bozdular ve Davud, Calut'u öldürdü ve Allah ona -yani Davud'a- hükümdarlık, hikmet ve peygamberlik ihsan etti. Talut kendisine kızını vermiş ve daha sonra Arz-ı mukaddesin (Filistin ve Kudüs civarı) doğusunda ve batısında büyük bir devlete kavuşmuştu. İsrailoğulları, Davud'dan önce hiçbir hükümdarın etrafında bu kadar toplanmamıştı. Bunlardan başka ona daha dilediği bazı şeyler de öğretti. Bu cümleden olarak, demirleri yumuşatıp zırhlı elbiseler yapma sanatını ve başkalarının bilmediği kuş dilini, güzel nağmeleri ve diğerlerini öğretti ve işte o zalimlerin zulmüne rağmen bir azınlığın azim ve imanı, gayret ve duasıyla Allah Teâlâ böyle ümit edilmez büyük başarılar ihsan etti.

Şimdi, buna karşı, iyi ama Allah savaşa hiç meydan vermese ve hükümetin baskısına müsaade etmese daha iyi olmaz mıydı, dememeli. Çünkü Allah insanların bazısını, bazısıyla savmasa veya müdafaa etmese, bozguncu ve saldırganları, ıslah ediciler ve mücahitlerle savıp barış ve düzen taraftarlarını, çocukları ve kadınları korumasaydı, yeryüzü bozulurdu, dünyanın menfaat ve düzeni dağılır, çoluk çocuktan, ilim ve sanattan, din ve imandan eser kalmazdı. Çünkü uzaklaştırıp karşı koyma kanunu olmasaydı, insanların çoğu, uyum içinde, itaatkar ve boyun eğmiş bile olsa, saldırganların devamlı olarak hücumuna uğrarlar, çiğnenir, mahvolurlardı. Sosyal eşitlik bulunmaz, nihayet herkes saldırgan olur; herkes saldırgan olur da, direnme de varsayılmazsa hepsi mahvolur. Cenab-ı Allah, insanları irade sahibi olarak yaratmıştır ve böyle yaratması, sırf rahmet ve kudrettir. Fakat bu iradeler mutlak bırakılır da birbirleriyle ölçülü hâle getirilmez ve hiçbir direnişle karşılaşmazlarsa, çalışma zahmetine katlanmaz, önüne geleni çiğnemeye çalışır. Savunma ve karşı koyma olmayınca da saldırı, yolların en kısası ve doğru yol olmuş olur; o zaman da insan adına bir şey kalmaz, yeryüzünün düzeni bozulur. Fakat Allah, bütün âlemlere ve bu arada özellikle akıl sahipleri âlemine bütün bir lütuf ve rahmet sahibidir. Bu fesada razı olmaz, o yeryüzünü imar edecek, üzerinde insanları lütuf ve ikramıyla yaşatacak, ebedî mutluluklara, yüksek mertebelere erdirecektir. Şu halde sonradan gelen fesat batıldır. Allah'ın istediği düzendir. Bu bakımdan düzenin, fesadı ortadan kaldırması için; düzen ve hayır sahiplerinin, bozgunculuk ve kötülük çıkaranları defetmesi lazımdır ve zaten karşı koyma ve savunma, bütün dünyada hak olan bir kanundur. İradeden, akıl ve şuurdan nasibini almayan yaratıklar, bu direnişlerini, Hakk'ın zorlamasıyla mecburen ortaya koyarlar. İstediğini, dilediğini yapanlarda bunun tatbikinin de akıl, irade ve imanlarıyla yapılması gerekir. İşte Allah, savaşı ve hükümeti bu hikmetle meşru kılmış ve insanların bozguncu ve saldırgan kısmını, ıslahatçı kısmıyla defetmek ve güzel bir şekilde çalışacak korumak için emretmiştir. Düzen ve fazilet sahipleri, bu noktayı göz önünde tutmayıp ve savunma kaydıyla meşgul olmayıp da saldırganları serbest bırakacak olurlarsa, bütün güç onların eline geçer ve onlar da dünyayı ele geçrimek sevdasıyla yer yüzüne bozgunluk verecekler ve buna meydan verenler, sorumlu olacaklardır ki yukarda buna bir, "Ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın" (Bakara, 2/195) hatırlatması geçmişti.

Şu halde iki savaş vardır: Birisi ıslah savaşı, diğeri ifsad (fesat ve bozgunculuk) savaşıdır. İman ehline emredilen de Allah yolunda ıslah savaşıdır ki, bu da zulüm ve bozgunculuğun ve zulmün kaynağı olan küfür ve şirkin yok edilmesi ve genel barışı sağlamaktır. Düzene ve İslâma sahip çıkanlar, bunu yapmazsa, küfür ve bozgunculuk ortalığı kaplayacak; o zaman da insanlar, kökünden kazınıp kıyamet kopacaktır.

252- Ey Muhammed! Şunlar, binler kıssasından Davud kısmına kadar olan şu kıssalar, Allah'ın ibret alınacak âyetleridir. Biz bunları sana her türlü şüphe ve hatadan, bozup değiştirme ve yanlış kuşkusundan uzak, sırf hak ve gerçek olarak okuyoruz, Cebrail ile sana devamlı bir şekilde okuyoruz. Sen de gerçekten mutlaka gönderilmiş olan resullerdensin, o büyük peygamberlerden birisin. Bunu bil, vazifeni yap.

O gönderilen peygamberlerin makamlarını anlamak ister misin?

Meâl-i Şerifi:

253- O işaret olunan resuller yok mu, biz onların bazısını, bazısından üstün kıldık. İçlerinden kimi var ki Allah, kendisiyle konuştu, bazısını da derecelerle daha yükseklere çıkardı. Biz Meryem oğlu İsa'ya da o delilleri verdik ve kendisini Rûhu'l-Kudüs (Cebrail) ile kuvvetlendirdik. Eğer Allah dileseydi, bunların arkasındaki ümmetler, kendilerine o deliller geldikten sonra birbirlerinin kanına girmezlerdi. Fakat ihtilâfa düştüler, kimi iman etti, kimi inkâr etti. Yine Allah dileseydi, birbirlerinin kanına girmezlerdi. Fakat Allah dilediğini yapar.

254- Ey iman edenler! Kendisinde hiçbir alış verişin, hiçbir dostluğun ve hiçbir şefaatin bulunmadığı bir gün gelmeden önce, size verdiğimiz rızıklardan Allah yolunda harcayın. Kâfirlere gelince, onlar zalimlerdir.

__________________
Sözün kıymetini '' Lal'' olandan,
Ekmeğini kıymetini ''Aç '' olandan,
Aşkın kıymetini ''Hiç'' olandan öğren..

Alıntı ile Cevapla
 

1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41 42 43 44 45 46 47 48 49 50 51 52 53 54 55 56 57 58 59 60 61 62 63 64 65 66 67 68 69 70 71 72 73 74 75 76 77 78 79 80 81 82 83 84 85 86 87 88 89 90 91 92 93 94 95 96 97 98 99 100 101 102 103 104 105 106 107 108 109 110 111 112 113 114 115 116 117 118 119 120 121 122 123 124 125 126 127 128 129 130 131 132 133 134 135 136 137 138 139 140 141 142 143 144 145 146 147