İslâm dininde şarabın ve sarhoşluk verici nesnelerin yasak edilmesi tedricen (aşama ile) olmuştur. İslâm'ın geldiği ilk zamanlar, henüz şarap mübahtı. Bu konuda derece derece dört âyet inmiştir. Önce Mekke'de, "Hurma bahçelerinin ve üzüm bağlarının meyvelerinden de, hem bir sarhoşluk verici şey çıkarırsınız, hem de bir güzel rızık." (Nahl, 16/67) âyeti inmişti. O zaman müslümanlar da içerler, Hz. Peygamber ses çıkarmazdı. İkinci olarak yukarıda geçtiği üzere Hz. Ömer, Muaz ve diğer bazı sahabelerin, "Ey Allah'ın Resulü, şarap hakkında bize bir fetva ver, çünkü o aklı gideriyor." diye hükmünü sormaları üzerine bu âyet indi ve ilk haram kılma bununla başladı. Bu âyette yasaklık açık olmakla birlikte caiz olma ihtimali de yok değildi. Bunun üzerine hemen terk edenler bulunduğu gibi, henüz terk etmeyenler de vardı. Sonra bir namaz olayı üzerine, "Ey iman edenler! Sarhoş iken namaza yaklaşmayın." (Nisa, 4/43) âyeti indi. Bunun üzerine içenler pek azaldı ise de yine vardı. Bir gün İtban b. Mâlik, Sa'd b. Ebi Vakkas ile beraber birkaç kişiyi davet etmiş, içki içmişler, sarhoş oldukları zaman, övünmeye ve şiir söylemeye başlamışlar. Bu sırada Sa'd, Ensardan birinin hicvini (şiir yolu ile yerme) konu alan bir şiir okumuş, o da bir çene kemiği ile ona vurup başını yarmıştı. Bundan dolayı Sa'd, Hz. Peygambere giderek şikâyet etmiş, bunun üzerine Resulullah'ın: "Allahım! Şarap hakkında bize yeterli beyanda bulun!" diye, dua etmesi üzerine Mâide Sûresindeki: "Ey iman edenler! İçki, kumar, putlar ve fal okları hep şeytanın işinden olan murdar bir şeydir. O halde ondan kaçının ki kurtuluşa eresiniz. İçki ile kumarda şeytan sırf aranıza düşmanlık ve kin düşürmeyi ve sizi Allah'ı anmaktan ve namaz kılmaktan alıkoymayı ister. Artık vaz geçiyorsunuz değil mi?" (Maide, 5/90,91) âyetleri inmiş ve bununla şarabın haramlığı son derece şiddetli bir şekilde yasaklanmıştır. Hz. Ömer bunu dinleyince, "İnteheynâ ya Rabbî" yani tamamen vazgeçtik ya Rabbî demiştir. Hz. Ali'nin: "Bir kuyuya bir damla şarap düşse, sonra oraya bir minare yapılsa, o minarede ezan okumazdım ve bir damla şarap bir denize düşse sonra o deniz kuruyup da yerinde otlar bitse orada hayvan gütmezdim." dediği, Abdullah b. Ömer hazretlerinin de: "Bir parmağımı şaraba sokmuş olsam, o parmak bende kalmazdı, yani keser atardım." dediği nakledilmiştir ki ilâhî emir üzerine Resulullah'ın ashabının, ne büyük iman ve takvaları bulunduğunu anlamalıdır. Allah cümlesinden razı olsun.
MEYSİR: Meysire gelince yüsür veya yesardan mimli masdar olarak kumar oynamak anlamınadır. Kumarda ya kolaylıkla zahmetsiz mal çarpmak veya çarptırmak vardır. Kumar demek de zar gibi ne olacağı belli olmayan tehlikeli bir şeye bağlanarak mal vermek veya almak demektir. Cahiliye devrinde Araplar gerek kendilerine ve gerekse Acemlerden ve diğerlerinden belledikleri "nerd" yani tavla, "satranç" ve diğerleri gibi oyunlarla kumar oynarlardı. Kısacası frenklerin piyango dedikleri tarzda bölüşme yolu ile bir kumarları vardı ki bunu "hayır" bile sayarlar ve övünerek yaparlardı. Şöyle ki: Zar yerinde "ezlâm ve aklâ" denilen on adet okları vardı. Bunlara: Fezz, tev'em, rakib, hils, nafis, müsbil, muallâ, menih, sefih, vağd derlerdi. Menih, sefih, vağddan başka diğerlerinin bir hissesi bir payı olurdu. Meselâ, piyango çekilmek üzere, bir deve kesilir, yirmi sekiz hisseye ayrılır; fezze bir, tev'eme iki, rakibe üç, hilse dört, nefise beş, müsbile altı, muallaya yedi, hisse ayrılır. Menih, sefih vağd okları boş ve mahrumdur. Bu on kalemin hepsi "rebâbe" denilen bir torbaya atılıp adaletli kişinin önüne konulur, o da torbayı çalkalayıp elini sokar, katılan herkes adına bir ok çeker, hissesi bulunan ok çıkanlar belirlenmiş olan hisseyi alırlar, boş ok çıkanlar da mahrum kalırlar ve fakat devenin bedelini öderler. Hisse çıkanlar da da paylarına çıkan hisseyi fakirlere verirlerdi. Böylece meysir öncelikle diğer kumarlara göre ehven-i şer (şerrin en hafifi) görünen ve hayır zannedilen böyle dağıtım ve bölüşme; yani piyango tarzına denilmiş ve bundan, bütün kumarlara da "meysir" denilmiştir. Hatta bir hadis-i şerifte, çocukların aşık ve ceviz oynamalarının bile meysirden olduğu beyan edilmiştir. İki kişiden biri diğerine şu kadar yumurtayı yiyebilsen şu senin olsun demişti. Bunlar Hz. Ali'ye hüküm vermesi için başvurdular. Hz. Ali bu kumardır diye izin vermedi. Zaten hayır namına piyango haram olunca diğer kumarların haydi haydi haram olacağı anlaşılır. Şarap ile kumarın bir soruda bir araya getirilmesi de sarhoşluk veren şeylerle kumarın beraber bulunduklarına işarettir.
Cevaben de ki: bunlarda büyük bir zarar ve günah vardır. Genel olarak ikisi de malları telef ve insanları perişan eder. Çoğu zaman bunlar birbirini sürükler. Önce şarap aklı giderir ; akıl ise hem dinin, hem dünyanın dayanağıdır. Artık sarhoşlukla öyle cinayetler yapılır ve kumarbazlıkla öyle fenalıklara düşülür ki bunlar saymakla bitmez, ancak "büyük günah" adı ile anlaşılır. Bununla birlikte, bunlarda insanlara bazı yararlar da vardır. Bu cümleden olarak biraz neşe ve lezzet duyulur, birçok ticareti yapılır. Korkaklara cesaret ve mizaca kuvvet gelir. Kumarda , bazıları bedavadan mal ele geçirir. Günahları da faydalarından, zararları yararlarından çok büyüktür.
Şu halde yararları gerçek ve sağlam bir yarar değildir. Verdikleri neşe humar (aklı örtmek)a dönüşür. O gelip geçici cesaret, felaket nedeni olur. O gelip geçici mizaç kuvveti, sağlığı bozar; kazanılan malın hayrı olmaz, bir kâr yüz zarar getirir. Buna tutulanlar yakalarını zor kurtarır. Kısacası neşe ve lezzetleri kişisel ve gelip geçici olduğu halde; zararları, ortaya çıkardıkları kötü sonuçlar, hem kişisel ve sosyaldir, hem bedensel ve hem de ahlâkidir. Bulaşıcı hastalıklar gibi herkese geçicidir. Cezasını başında çekmeyenler sonunda çekerler. Hayali olan bir parça kâr için, kesin ve genel bir zarara düşmek de akıl işi değildir. Zararı gidermek, yarar sağlamaktan önce gelir. Şu halde bunların aklen haram olması gerekir. Bu âyet de böyle delâlet-i iltizamiye (dolaylı bir delaletle) şer'an bunların haramlığını ifade etmiş olur. Kur'ân'da şarap hakkında başka bir âyet olmasaydı, sadece bununla şarabın haramlığı sabit olurdu. Ancak bu haram kılma, bizzat ifadenin kendi kelimesinden açıkça anlaşılan bir haram kılma olmazdı; aklına güvenerek zararlarını sınırlayıp ve yararlarından istifade edeceğini zannedenler bulunabilirdi. Bunun için, ashabı kiram arasında bu akla dayanan haramlıktan, şer'i haramlık anlamayan kişiler olmuş, daha sonra, "Murdardır, ... ondan kaçının" (Maide, 5/90) emri ile açık ve mutlak bir şekilde şer'i haramlık meydana gelmiştir.
Kısacası, şarap içmeyiniz veya sarhoşluk veren şeyleri kullanmayınız, kumar oynamayınız, piyango ile hayır yapılır zannetmeyiniz; bunların, kötülüğü hayrından, günahı yararından çok büyüktür. Buna karşı, hayır olmak üzere sana ne harcayacaklarını yine soruyorlar, iki anlama gelir. Birisi nereye harcama yapılacağını sormak, diğeri de ne verilerek harcama yapılacağını sormaktır ki birincisinde, yani nafaka verilecek, mal harcanacak kimseler ve yerler, ikincisinde de verilecek mal, yani bizzat nafakanın kendisi sorulmuş olur. Yukarda birincisinin cevabı verilmişti. Şimdi kumarın yasak edilmesinden sonra, ikincisine cevap olarak, de ki fazlasını harcayınız. Yani malınızın gerekli ihtiyaçlarınızdan fazlasını infak ediniz. Piyango, kumar gibi gayri meşru araçlarla değil, meşru nedenlere sarılarak mal kazanınız. Ve bu maldan kendinizin aile ve çocuklarınızın gerekli ihtiyaçlarına yeterli olanından fazlasını yukarda açıklanan yerlere ve hayır yerlerine harcayınız. Diğer ayetlerde de görüleceği üzere küçük çocuklar, eş, muhtaç olan ana-baba ve bunlarla aynı hükümde olan usul (dedeler, nineler), kişinin ailesinden ve bakmakla yükümlü olduğu kimselerdendir ve bunların nafakası, kişinin kendi nafakasından sayılır. Dolayısıyla hayır yapacağız diye kendinizi ve bakmakla yükümlü olduğunuz ailenizi (ehl ü ıyal) nafakasız bırakmak caiz olmaz. Hayır yerlerine harcama bunların fazlasından yapılır. İşte böyle Allah sizin için şer'i hükümlerine delalet eden, onları gösteren âyetler, nasslar, deliller açıklayacaktır ki, siz bunları düşünesiniz, düşünüp te bunların amaçlarını öğrenesiniz ve gereğince amel edesiniz.
220-Şu kayda dikkat etmelidir ki, O âyetleri hem dünya ve hem ahiret hakkında olmak üzere açıklayacaktır. Böylece din ve İslâm şeriatı ne yalnız dünyaya ve ne de yalnız ahirete mahsus olmayacak, hem dünyayı ve hem ahireti kapsayacaktır. Ve bunda, "Ey Rabbimiz! bize dünyada bir güzellik ver, ahirette de bir güzellik ver. Bizi ateş azabından koru." (Bakara, 2/201) diye dua edenlerin duasına cevap bulunacaktır. Böyle olunca bu şeriattan yalnız dünya isteyen kâfirler de büsbütün mahrum kalmayacak, ahiretten payları olmamakla beraber dünyaları için yararlanacaklardır. Ve böylece Hz. Muhammed'in Peygamberliğinin "Rahmeten li'l- âlemin" (âlemlere rahmet) olduğu ve İslâm dininin herkesi kapsayan bir Tevhid dini olduğu ortaya çıkacaktır. Ve bununla birlikte ahiret sevabı isteyenlerin sevapları artacak, bunlar iyiliği emir ve kötülüğü yasaklamayı yüklenerek "Vasat Ümmet" (orta yolu benimseyen ümmet) olacaklardır. Açıklanacak deliller ve onların hükümleri böyle dünya ve ahireti kapsamakla, sana yetimleri soruyorlar. Rivayet olunduğuna göre, Nisa Sûresindeki, "Yetimlerin mallarını haksızlıkla yiyenler, karınlarına sadece ateş yiyip doldururlar ve yarın çılğın ateşe girerler." (Nisa, 4/10) âyeti inince insanlar yetimlerle bir arada olmaktan ve onların mallarına bakmayı üstlenmekten sakınır oldular. Bu iş onlara zor göründü ve Resulullah'a bu durumu arz ettiler, bunun üzerine bu âyet indi. Cevaben de ki yetimlerin durumlarını düzeltmek onları ihmal edip bırakıvermekten daha hayırlıdır. Şu halde düzeltme amacıyla durumlarına karışıp mallarına el sürmek, onların yararlarını, geleceklerini gözeterek işlerine bakıp kendilerini eğitmek ve terbiye etmek ve mallarını artırmak her halde bunlardan kaçınmaktan daha iyidir. Ve eğer siz onlardan kaçınmaz da onlara karışırsanız, onları yanlarınıza alır, onlarla birlikte yaşar, onlarla birlik olur, onları evlendirmek suretiyle içinize alır, işlerine bakarsanız, onlar sizin (dinde) kardeşlerinizdir, din kardeşliği ise kan kardeşliğinden aşağı değil daha güçlüdür. İnsan olan kardeşini atamıyacağı gibi, müslüman olan da din kardeşini atamaz, kardeşlik hukukunu gözetir.
"Müminler ancak kardeştirler, onun için iki kardeşinizin arasını düzeltin." (Hucurat, 49/10) âyetinden anlaşılan mânâ uyarınca kardeşliğin gereği ise, kardeşin durumunu düzeltmek ve onun yararına çalışmaktır. Aksi halde onlar size kardeş değil, bir yabancı veya bir düşman olarak yetişebilirler. Bu ise sosyal hayatımızda büyük gedikler açar. Bunun için evlenme yoluyla birilerine karışacak olursanız bu, din kardeşlerinizle olsun. Allah da işleri bozucu olanı ve düzeltici olanı bilir ve bunları birbirinden ayırır ve ona göre mükafatlarını ve cezalarını verir. Bunu bilmeli ve düzeltme adı altında işi bozmaya kalkışmamalıdır. Allah dileseydi, sizi zorluklara koşar, ağır yükümlülüklerle zahmetlere sokardı, aciz bırakır, yetimlere hiç karıştırmazdı. Kendi derdinize düşer, onlara ne düzeltme ve ne de bozma, hiç bir şey yapmaya gücünüz yetmezdi. Bunun için Allah'ın verdiği güç ve kuvvete şükür olmak üzere, yetimlere ve güçsüzlere bozma ile değil, düzeltme ile davranınız. "Canım filan kimse yetimin hakkını yedi de ne oldu..." demeyiniz. Herhalde Allah Aziz ve Hakimdir (çok güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir) O'nun emri mutlaka yerini bulur. Mühlet verir, hemen yerine getirmezse de, bu hikmetindendir ve hikmeti siz bilmezsiniz. Bu konuda nice hadis-i şerifler de vardır. Bu cümleden olarak: "Yetimin ağlamasından Arş titrer."(1) Yine bunun gibi, "Ben ve yetimin bakımını üstlenen kimse, Cennette şu iki parmak gibiyiz."(2) buyrulmuştur.
Din kardeşlerinizden olan yetimlerle birbirinize karışma olayını tamamlayan şeylerden biri de nikâ h ve nikâ h akrabalığı yoluyla karışmadır. Bu münasebetle mutlak olarak nikâh hakkındaki şer'i hükmü dinleyiniz:
Meâl-i Şerifi:
221- Müşrik kadınları, iman etmedikçe nikâhlamayın. Bir müşrik kadın, sizin hoşunuza gitse bile, iman etmiş olan bir cariye herhalde ondan daha hayırlıdır. Müşrik erkeklere de mümin kadınları nikâh ettirmeyin. Bir müşrik, sizin hoşunuza gitse bile, mümin bir köle elbette ondan daha hayırlıdır. Onlar sizi ateşe davet ederler, Allah ise, kendi izniyle cennete ve mağfirete davet ediyor ve âyetlerini insanlara açıklıyor. Umulur ki onlar hatırda tutup, öğüt alırlar.
221-Nikâh, sözlükte bir şeyi birşeye eklemek, katmak anlamından alınma olarak sözlük örfünde, sifah'ın yani zinanın zıddı olan ve cinsel birleşmeyi meşru kılan sözleşme anlamlarında kullanılır. Şer'an ise, "kadının kadınlığından yararlanma üzerine kurulan bir sözleşme" diye tanımlanır ki burada da söylenmek istenen budur.
Müşrik, Kur'ân dilinde iki anlama gelir ki biri zahirî, diğeri hakikîdir. Zahirî müşrik, açıktan açığa Allah'a ortak koşan, birden fazla ilâh olduğu kanaatinde olanlardır. Bu anlama göre, Kitap ehline müşrik denmez. Hakikî müşrik de gerçekten tevhidi ve İslâm dinini inkar edenler, yani mümin olmayan gayr-i müslimlerdir. Bu anlama göre, kitap ehli olan Yahudiler ve Hıristiyanlar da müşriktirler. Çünkü bunlar, dıştan tevhide inandıklarını ileri sürmelerine rağmen, gerçekte Allah'ın çocuğu olduğu kanaatindedirler. Hıristiyanlar, teslise (Allah'ın baba, oğul ve Rûhu'l-Kudüs olmak üzere üç olduğuna) inanırlar. Ve "Mesih, Allah'ın oğludur." derler. Yahudiler de "Üzeyr Allah'ın oğludur." demişlerdir. Böyle demekle birlikte onlar tevhide inandıklarını da iddia ederler. Demek ki her ikisi de dıştan dışa müşrik değillerse de, gerçekte müşriktirler. Bunun için mutlak olarak müşrik denildiği ve özellikle iman karşılığında söylendiği zaman, mutlak anlamı üzere kullanılmış demektir ve genel olarak kâfirleri kapsar. "Ne kitap ehlinin kafirleri ve ne de müşrikler Rabbinizden size her hangi bir iyilik inmesini istemezler." (Bakara, 2/105) gibi, mutlak küfürle karşılıklı olarak söylendiği zaman da müşrik kâfirden daha özel olarak, Kitap ehlinden başkalarına ait olur. Bu âyette de, "Müşrikat" (müşrik kadınlar) ve "Müşrikin" (müşrik erkekler) mümin karşılığı olarak mutlak ve elif-lam'lı olarak içine aldığı fertleri daha çok kapsayan, genellik ifade eden bir sözcükle söylenmiş bulunduğundan zahirî ve gerçek, bütün müşrikleri yani bütün kâ firleri içine alır. Şöyle ki:
Ey iman ehli, gerek dıştan dışa ve gerekse gerçek müşrik olan yani mümin olmayan kadınlardan hiç birini nikâhınıza almayınız. Onlarla evlenmeyiniz. Nihayet iman etsinler, o zaman evlenebilirsiniz.Ve şunu mutlaka biliniz ki mümin olan bir cariye, müşrik olan bir kadından daha hayırlıdır, isterse o müşrik kadın sizi büyülemiş ve hayran bırakmış güzelliği, hâl ve tavırları, terbiye ve nezaketi son derece hoşunuza gitmiş olsun. İmanlı bir kadın evli bir cariye bile olsa, mümin olması bakımından, nikâh ve evlenmeye kendisi ile aile kurulmasına gerekli olan iffet, dürüstlük, sadakat ve bağlılık açısından, hür ve pek güzel görünen imansız bir kâfir kadından çok yüksektir. Bunun için imansız kadınlarla evlenip de aile kurmaya kalkışmayınız. Burada müşrik kadından mümin kadın karşılığı söz edilmesi, müşrik kadınlardan maksadın iman etmeyen tüm kâfir kadınlar olduğunu ayrıca gösteren bir nassdır (delildir). Gerek zahirî, ve gerekse hakikî müşrik olsun ve gerek Kitap ehli olsun, gerekse olmasın mümin olmayan kâfir erkeklerin hiç birine de nikâh etmeyiniz. Onları sizden hiç bir kız ve kadınla evlendirmeyiniz. Nihayet o imansızlar, iman etsinler o zaman verebilirsiniz. Ve hiç kuşkusuz mümin olan köle herhangi bir müşrikten, imansız kâfirden hayırlıdır. İsterse o kâfir sizi büyülemiş, kendisine hayran etmiş olsun, hürriyeti, güzelliği veya serveti veya makam, mevki ve dünya talihi veya öteki halleri ve davranışı ile pek fazla gözünüze girmiş bulunsun.
Böyle bile olsa mümin olmayan kimseye hiçbir mümin ve müslüman kadını nikâ hlamayınız. O imansızlar erkek olsun, kadın olsun çıraları insan ve taş olan o belalı ateşe davet ederler, durumları ve sözleriyle ona çağırırlar. Allah ise, izni ve emri ile cennete ve bağışlanmaya çağırıyor. Âyetlerini ve hükümlerinin delillerini gafil insanlara açıklıyor ki, onları kafalarında canlandırıp akıllarını başlarına alsınlar. Ve mümin olmayanların mutlaka müşrik olduklarını ve bunlarla nikâhlanma ve onları nikâ hlamanın zina ve şirk ile sonuçlanacağını anlasınlar, bu nokta derinden derine düşünmeye muhtaç değildir, bunu hatırlayıp zihinde canlandırmak yeterlidir. O halde ey iman edenler! Allah'ın emrini, çağrısını bırakıp da o erkek veya kadın kâfirlerle evlenmek veya onları evlendirmek suretiyle kendinizi ateşe atmayınız.
__________________
Sözün kıymetini '' Lal'' olandan,
Ekmeğini kıymetini ''Aç '' olandan,
Aşkın kıymetini ''Hiç'' olandan öğren..
|