Havas Okulu - Tekil Mesaj gösterimi - Bakara Suresi Açıklamalı Tefsiri
Tekil Mesaj gösterimi
  #26  
Alt 03.07.18, 13:10
Havasokulu Havasokulu isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Daimi Üye
 
Üyelik tarihi: 28.04.15
Bulunduğu yer: Nefes Aldığım Yerde
Mesajlar: 14,906
Etiketlendiği Mesaj: 900 Mesaj
Etiketlendiği Konu: 0 Konu
Standart

90- Bunların kendilerini uğruna sattıkları şey ne kadar fena, ne kadar çirkindir! ki Allah'ın indirdiği mübarek kitaba ve Hz. Muhammed'in risaletine küfretmeleri, hem de pek alçak, pek rezilane bir sebeple küfretmeleridir. Bilir misiniz onlar buna niçin küfrettiler? Allah'ın kullarından dilediği bir kuluna, sırf lütuf ve kereminden ihsan olarak, peyderpey nimet indirmesine, onu ahir zaman nebisi yapmasına karşı bağyen, yani o peygamberliğin doğrudan doğruya kendilerine indirilmesini istediklerinden, bu peygamber bizden, bizim ırkımızdan değil diye bencillik ve kıskançlık sebebiyle inkâr ettiler. Daha önceleri

"O peygamber gelecektir, gelmek üzeredir... Biz onunla fetihler yapacağız." deyip dururken, o gelince her şeyi unutup insanlıktan çıktılar. "O söylediklerimiz yalanmış." dediler, kendilerini böyle bir küfre sattılar, sattılar da daha önce mahkum oldukları gazaptan kurtulup halas olacakları bir sırada, döndüler, dolaştılar yeni bir gazaba müstahak oldular. Vaktiyle kendilerini Firavun'un kötü baskılarından kurtaran ve bu suretle büyük bir imtihana çeken Cenab-ı Allah, kendilerini âlemlere üstün kılmışken onlar bu faziletleri kendilerine kazandıran peygamberleri, önce inkâr edip, sonra da öldüre öldüre en nihayet imtihanın sonucunda Allah'ın gazabına uğramışlar, nimetleri gitmiş, vatanları ve devletleri mahvolmuş, kendileri şu veya bu milletin hükmü altında yaşamak zorunda kalmış, zillet ve meskenete düşmüş, nihayet ellerindeki kitabın hükmünce son bir ümitleri kalmış idi. O da Hz. Musa'ya benzeyen ve onları daha önce olduğu gibi gazaptan, bu zillet ve meskenetten kurtaracak olan ahir zaman nebisine iman edip, uymaları idi. Bu ümitle yaşarken ve müşriklere karşı onunla iftihar edip, o sayede üstün geleceklerine inanırlarken, tam o peygamberin gelip, aradıklarını buldukları ve yanlarındaki kitabın (Tevrat'ın) hükmü olan bu ümitlerini gerçekleştirmek için Kur'ân-ı Azîmüşşan, kendilerini "Siz verdiğiniz ahdinizi yerine getirin, Ben de size olan ahdimi yerine getireyim." (Bakara, 2/40) ve "Yanınızdaki kitabı doğrulayan bir kitap olarak indirdiğim Kur'ân'a iman edin." (Bakara, 2/41) diye ilâhî emrine davet ettiği sırada sırf kıskançlık yüzünden sözlerinden döndüler. "Vakti geldi." dedikleri peygamberi, "Hayır beklediğimiz bu değilmiş, daha onun vakti gelmemiş, bu bizden değil, Araptandır." diyerek inkâr ettiler. Tıpkı İblis'in Hz. Âdem'e karşı yaptığı gibi, kibirlenip baş kaldırdılar. Allah'ın emirlerine ve davetlerine "kalblerimiz kabuk bağlamış" dediler ve bu inkârı yaparken kendi sözlerini ve ellerindeki kitabın o yegâne ümidi veren hükmünü de geçersiz kılıp yalan saymak suretiyle kendi kendilerini rezil ve rüsvay eylediler. Hasılı bu bezirgânlar kendilerini bu kadar fena bir küfre sattılar ve bundan dolayı eski gazap üzerine tekrar bir gazaba daha layık ve müstahak oldular. Gerçek şu ki, kâfirlerin hakkı da mühîn, yani ihanet edici, hakarete uğratıcı, zelîl edici bir azaptır. Bunlar öyle kâfirlerdir ki, Allah'a, peygambere, hatta kendilerine bile sözle veya fiil ve davranışla küfrederler de bununla beraber üstelik yalan yere imandan dem vururlar. Şöyle ki:

Meâl-i Şerifi

91- Onlara, "Allah ne indirdiyse ona iman edin." denildiği zaman, onlar "Biz kendimize indirilene iman ederiz." derler ve ondan başkasını inkâr ederler. Oysa yanlarındaki Tevrat'ı tasdik eden gerçek vahiy odur. Onlara de ki; "Peki madem gerçek mümin sizsiniz de ne diye daha önce Allah'ın peygamberlerini öldürüyordunuz?

92- Celâlim hakkı için Musa size belgelerle gelmişti de onun arkasından tuttunuz o buzağıya taptınız. Siz işte o zâlimlersiniz.

93- Bir zamanlar size, "verdiğimiz kitaba kuvvetle sarılın ve onu dinleyin." diye Tûr'u tepenize kaldırıp mîsakınızı aldık. (O yahudiler): "Duyduk, dinledik, isyan ettik." dediler, kâfirlikleri yüzünden o danayı yüreklerinde besleyip büyüttüler. De ki, "Eğer siz mümin kimseler iseniz, bu imanınız size ne çirkin şeyler emrediyor!

91- Yukarıda beyan olunduğu üzere, Allah'ın her indirdiği vahye iman ediniz, denildiği zaman, bunlar biz, bize indirilene iman ederiz, derler de ondan başkasına küfrederler, halbuki hak odur, üstelik yanlarındaki Tevrat'ı doğrulamak üzere hak ve gerçek olan odur. O yanlarındakindedir. Böyle iken yine de onu inkâr ederler. Gerçek imanın hedefi haktır ve hak nerede bulunsa, her nereye inse yine hak iken, üstelik kendi yanlarındaki kitabın hak ve gerçek oluşu, ancak vahyin tasdikiyle açıklık kazanacak iken, bunlar kendi yanlarındakinden başka hiçbir şeye, hak da olsa, imana yanaşmazlar. Âlemde hak sevgisi bulunmayanların hepsi böyledir. Onlar için iman sözü bir nefsaniyet işidir. İnanacakları şeyde mutlaka kendilerini görmek isterler. Mesela kendilerinden olmayan âlime, âlim demezler, kendilerinden olmayan peygambere peygamber demezler. Deseler bile "Bizim peygamberimiz değil ki, ondan bize ne?" derler. Sırf bu yüzden ahir zaman peygamberine ve ona indirilen kitaba, "Bizim halkımızdan değildir, bizim lisanımızdan değildir, o Arab'ın peygamberidir, Arab'ın kitabıdır" diye düşmanlık ederler. Beşeriyeti tefrikaya düşüren, insanlığı şirke ve kavgaya sürükleyen, hak ve hakikate karşı kaba kuvvet kullanmaya, üstünlük yarışına, safsatalara iten, türlü türlü mel'anetler ve şeytanca planlar kullanarak saldıran ve saldırtan işte hep bu nefsaniyet, kibir ve bencilliktir. Hz. Âdem kıssasındaki İblis olayı, tamamen bunu temsil eder. Bunların en başında kendilerini kitap ehli, din ehli ve iman ehli gibi göstermek isteyen yahudiler vardır. Bunlar nihayet izafî bir iman iddia ederler. "Biz ancak bize indirilen kendi kitabımıza iman ederiz." derler, ondan başkasını inkâr ederler. Fakat Cenab-ı Allah gösteriyor ki, bunların bu izafî iman davaları da yalandır. Çünkü bunlar, kendi yanlarında bulunan, kendi imanlarını esas kabul ettikleri kesin bir gerçeği tasdik eden, doğrulayıp onaylayan bir hakikati dahi, doğrudan doğruya "Bize nazil olmadı." diyerek red ve inkâr ederler. Mesela; yukarıdan beri neler olduğu açıklanan Tevrat hükümleri, haberleri ve ilkeleri vardır. Bunlardan biri de ahir zamanda Hz. Musa'ya benzer bir peygamberin geleceği haberidir. İsrailoğulları'nın "Tarafımdan size hidayet getirecek bir peygamber geldiği zaman, kim hemen ona uyarsa, artık uyanlara korku yoktur." (Bakara, 2/38) ilâhî ahdi uyarınca ve o peygambere itaat etmek şartıyla kurtulacakları haber verilmiş ve bu konuda daha önce kendilerinden ahd ve mîsak da alınmış ve yine zamanı gelince Allah'a verdikleri bu sözü tutacaklarını ve gereğince amel edeceklerini kabul etmiş, üstelik yine bunu kendileri büyük iftiharla herkese yaymış ve duyurmuş iken; Kur'ân gelip de Tevrat haktır, bu haberler, bu kıssalar, bu vaadler doğrudur diye onu tasdik ve buna uygun olarak Allah tarafından "Ey İsrailoğulları! Vaktiyle size verdiğim nimetleri haydi hatırlayın, anın ve bana verdiğiniz ahdi yerine getirin de ben de size verdiğim kurtuluş sözünü yerine getireyim"; "Haydi bakalım, benim indirdiğim vahye, yanınızdaki kitabı tasdik eden vahye iman edin!" emirlerini kendilerine tebliğ edince; Tevrat'ı tasdik eden, onu onaylayıp destekleyen bu ilâhî emirleri red ve inkâra kalkıştılar, "kalblerimiz kabuk bağlamış" dediler de bütün bunlarla beraber, "biz, bize indirilene inanırız" diye bir de izafî (bağımlı) bir iman davası güdüyorlar. Şimdi siz böyle mi diyorsunuz? Öyleyse size inmiş olan Tevrat'a ve ona haktır diyen Kur'ân'a inanınız, derseniz yine dönerler, onu da red ve inkâr ederler. Demek ki, bunların "biz bize indirilene inanırız" iddiaları da yalan ve asılsızdır. Bunlar başkasına inen hakkı inkâr etmek için daha önce kendilerine nazil olmuş ve yine kendilerince her tarafa yayılmış bulunan gerçeği de inkâr ediyorlar, çelişkiden kurtulamıyorlar. Artık bu safsatacılarda -isterse izafî olsun- bir iman tasavvur olunabilir mi? Bundan başka durumun iyice ortaya çıkması için bunlara de ki, iddia ettiğiniz gibi, gerçekten kendinize indirilene inanıyorsanız, bundan evvel Allah'ın peygamberlerini öldürür müydünüz? İmanınızda samimi iseniz onları niçin öldürdünüz? Peygamber öldürmek yeterince küfür ve inkâr değil midir? İnandığınız Tevrat bunu yasak kılmamış mıydı? Özellikle Zekeriya, Yahya ve diğerleri gibi öldürdüğünüz peygamberler hep sizin peygamberleriniz değil miydi?

92-Daha gerilere bakalım Allah biliyor ki, Musa size apaçık belgelerle, aşikar mucizelerle geldi, sonra da siz onun hemen arkasından tuttunuz buzağıya taptınız, ve siz işte böyle zalimlersiniz! Ey zalimler, siz o zaman mı kendinize inmiş olana iman etmiş oldunuz?

93-Musa'ya verilen mucizelerden birini daha hatırlatalım: Hani size verdiğimiz kitabı ve onun hükümlerini kuvvetle, ciddiyet ve özenle tutunuz ve dinleyiniz diye Tur dağını tepenize kaldırarak sizden zorla mîsakınızı almıştık. Koca bir dağın şemsiye gibi başınız üzerine dikilip sizi tehdit etmesi ne büyük mucize idi. Fakat dinlediler mi? Buna karşı içlerinden işittik ve isyan ettik, dediler. Kâfirlikleri sebebiyle buzağı sevdası iliklerine kadar işlemişti, kalbleri onun sevgisi ile dopdoluydu. Demek ki, o zaman bile kendilerine indirilen vahye iman etmiş değillerdi.

Sen bunlara şöyle söyle ve de ki: eğer siz mümin iseniz imanınız size ne çirkin emirler veriyor ki; işittik, isyan ettik dersiniz, peygamberleri öldürür, kitabınızı inkâr edersiniz ve o buzağı sevgisini bir türlü kalbinizden çıkarıp atmazsınız. Böyle bir iman olsa olsa Şeytan'a iman olur. Bütün bu halleriyle bunlar ahiret nimetlerini de kimseye vermek istemezler. Lakin bunların Allah'a, kitaplarına, peygamberlerine iman sözleri asılsız olduğu gibi, ahirete imanları da asılsızdır. Ahirete imanlarının da böyle olduğunu bildirmek üzere buyuruluyor ki:

Meâl-i Şerifi

94- De ki; Allah yanında ahiret yurdu (cennet) başkalarının değil de yalnızca sizin ise, eğer iddianızda da sadık iseniz haydi hemen ölümü temenni ediniz, ölmeyi cana minnet biliniz.

95- Fakat elleriyle işledikleri yüzünden onu hiçbir zaman temenni edemiyecekler. Allah o zâlimleri bilir.

96- Elbette onları insanların hayata en hırslı, en düşkün olanları olarak bulacak, hatta müşriklerden biledaha düşkün bulacaksın. Onların her biri bin sene ömür sürmeyi arzular, oysa uzun yaşamak kendisini azaptan kurtarıp uzaklaştıracak değildir. Allah, onların neler yaptığını görüp duruyor.

94-Ey Muhammed! Sen onlara de ki; eğer ahiret yurdu, ahiret saadeti, başka insanların hiçbir hissesi olmayarak yalnızca sizin ise hiç durmayın ölümü temenni edin, eğer bu iddianızda samimi iseniz, sözünüzün doğruluğuna inanıyorsanız hemen ölmeyi istemeniz gerekir. "Dâr", lügatta dâiren mâdar, dörtbir yanına çepeçevre hudut çevrilmiş, mükemmel bir surette korumaya alınmış, yerleşmeye ve içinde yaşamaya elverişli olan yer demektir. Dilimizdeki büyük konak, saray, mâlikane, şehir, memleket, yurt ve vatan kelimelerinin mânâlarına gelir. Yerine göre bunların ifade ettiği mânâların hepsini içine alır. Nitekim "Dâr-ı İslâm" müslümanların yaşadığı, barış , selamet ve huzur içinde yaşadığı yerler için kullanılır. "Dâr-ı Harb" ise harb halinde, özellikle müslümanlarla harb halinde olan yerler için kullanılır. Bunun gibi içinde bulunduğumuz bütün şu âleme de "Dâr-ı Dünya" denilir. Aynı şekilde "Dâr-ı Ahiret" de ölümden sonra ebedi olarak kalınacak dârü'l-karar demektir. Şu halde "Dâr-ı ahiret sırf bizimdir." demek, öldükten sonra herkes ya mahvolup yok olacak, sadece biz kalacağız, ya da herkes cehenneme gidecek, yalnızca biz cennete gideceğiz ve orada biz mutlu olacağız demek olur. Ölümden sonra böyle ebedi bir mutluluğun yalnız kendilerine ait olduğuna cidden inanmış olanların zahmetler, elemler ve kederlerle dolu olan şu üç-beş günlük dünya hayatına sımsıkı sarılmalarının hiçbir anlamı yoktur. Hele dünyada vatandan, istiklalden mahrum, zillet ve meskenete mahkum bir halde yaşayanlar için böyle bir temenninin kaçınılmaz olması gerekir.



95- Halbuki onu hiçbir zaman isteyemezler, temenni edemezler, sebebi de herşeyden önce elleriyle yaptıkları, ahiret için hazırladıkları şeyler, cürümler, cinayetler, zulümlerdir. Yani bunlar zaten sabıkalı kimselerdir. O kirli ellerin neler yaptığını, ahirete ne yüzle varacaklarını vicdanları duyar da dünya cennetinden vazgeçemezler, ölümü isteyemezler. Allah o zalimleri bilmez mi sanıyorlar ki, ahiret yurdu bizimdir, diyorlar, Oysa Allah bütün zalimleri bilir.



96-Esasen bunların ahirete ne imanları vardır, ne ümitleri. Çünkü iyice araştırırsan, insanlar arasında dünya hayatına en düşkün, en hırslı olarak bunları bulursun. Bunların, diğer bir hayata ümitleri veya zerre kadar imanları olsaydı, bu dünya hayatına böyle herkesten, hatta müşriklerden bile daha fazla hırsla sarılabilirler miydi? Müşriklerden bile daha hırslılar, her biri arzu eder ki, bin sene ömür sürsün. Bazı tefsirciler bu müşriklerden maksadın mecûsîler (ateşe tapanlar) olduğunu rivayet etmişlerdir ki, o zamanın İranlıları demek olur. Halbuki o şekilde bin sene ömür sürmesi, kendisini azaptan kurtaracak, uzaklaştıracak değildi. Allah, onların, gizli veya açık olarak ne yaptıklarını, ne yapacaklarını görüp duruyor. Yakub kırâetinde hitap şekli ile diye okunur, yani Allah sizin hepinizin yaptığını, yapacağını görüyor, biliyor demek olur.

"Basîr", lügatte âmânın, yani körün zıddıdır. Bununla beraber kelime hem "basar"dan, hem "basîret"ten sıfatı müşebbehe olduğu için "habîr = haberdar" anlamına da gelir. Her yönüyle gören, her şeyin içine, dışına, bütün yönleriyle vâkıf olan, işlerin sırlarına âşina mânâsına kullanılır. İşte Allah böyle Basîr'dir. Bundan dolayı hayra hayır ile mükafat verecek, şerre de şer ile ceza verecek, herkesin ahiret hayatı, dünyadaki ömrünün uzunluğuna, kısalığına göre değil, ameline göre olacaktır. Halbuki amel de iman ile yakından alâkalıdır. Ahireti tanımadıkları için müşriklerin hayata bu kadar düşkün olanları vardır. Ancak yahudileri onlardan daha fazla, daha beter düşkün ve hırslı bulursun. Şu halde bunların ahirete müşrikler kadar bile yüzleri yoktur.

Bu ruh hali, kaçınılmaz olarak iki sebebin birinden ayrı değildir. Ya bunlar "Ahiret saadeti sırf bizimdir, olsa olsa ateş bize sayılı birkaç gün dokunup geçecektir." derken, bunun yalan olduğunu bilerek söylüyorlar. Böylece ahirete asla inanmıyorlar demektir. Ahirete iman davasında kendi kendilerini yalanlıyor, tekzib ediyorlar. Ya da bunların "ahiret yurdu" sözünden maksatları, öldükten sonraki hayat anlamına gelen gerçek ahiret değil de, dünya hayatının sonunda tasavvur ettikleri bir istikbaldir, mutlu bir gelecektir. Deniliyor ki, bunlar son devirlerde "ahiret" kavramını te'vil ve tahrif ederek şu ideale sahip olmuşlardır: Dünyada en nihayet Kudüs'ün de içinde bulunduğu "Arz-ı Mukaddes" (kutsal topraklar) kendilerinin olacak ve orada devlet kuracaklar ve ondan sonra bütün dünyayı istila edecekler, dünyanın yegâne devleti olacaklarmış. O zaman başkaları mahvolup yok olacak, dünya da bütünüyle bunların olacakmış, "dâr-ı ahiret" dedikleri bu imiş. İşte bundan dolayı "diğer insanların hissesi olmayarak dâr-ı ahiret sırf bizimdir" demeleri buna işaretmiş. "Sayılı günler" anlamına gelen "eyyâm-ı mâdûde" sözü de o zamana kadar geçecek olan müddet içinde her ferdin ömründen kinaye olmuş olur.

Bugün bütün dünyadaki yahudilerin bu ideal üzerinde birleşmek istedikleri de anlaşılıyor. Onlar buna inanmış olabilirler, lakin Allah Teâlâ, ahiret imanının bundan ibaret olmadığını, ahiretin böyle telakki edilmesinin caiz olmayacağını, ahiret inancının bu olmayınca böyle bir fikrin tahakkukunun da mümkün olmayacağını ince ve hakîmane bir üslup ile beyan buyuruyor ve ahiret inancının bütün yönlerini ve gereklerini ortaya koyuyor.

Diyelim ki, Yahudi milleti ve toplumu açısından ahiret kavramı, bir anlamda yeniden diriliş demek olsun. Lakin millî ruhun diri kalması, millet varlığının devam etmesi neye bağlıdır? Tek tek fertlerin hayatına değil mi? O halde bunu kazanmak o fertlerin çalışmasına ve fedakarlığına dayanmaktadır. Bu ideal gerçekleşinceye kadar nice kişiler geçmeli ve bu uğurda hayatını feda etmeli ki, ölmüş bir millet, yeniden diriliş sırrına mazhar olsun. Halbuki konuya fert açısından bakınca durum daha başkadır. Çünkü o öldükten sonra milletinin mutlu geleceğini gözleriyle görmüyor, onun safasını sürmüyor. Aslında fert için dünyada iken yaptığı fedakarlığın mükafatını güvence altına alan diğer bir hayata, yani hakiki mânâsıyla ahiret hayatına inanmaya ihtiyaç vardır. İnsanın ahirete imanı bulunmadıkça öyle bir idealin gerçekleşmesine imkan yoktur. Öldükten sonra kendi ruhunun baki kalacağına inanmayan, daha doğrusu şahsın öldükten sonra dirilmeye, diğer bir doğuş ve oluş ile ebedi bir hayata inanmayan, sayılı günlerden ibaret bulunan bu dünya hayatının sonunda ölünce büsbütün yok olup gideceğine ve hiçlikten tekrar kurtulmasının imkansız olduğuna inanan fertler, böyle bir fedakarlığa ve nice nice hayatların harcanmasına bağlı bulunan öyle yüksek bir ideal uğruna nasıl can verebilirler? Sonra ne diye fedakarlık yapsınlar ki? Eğer öldükten sonra hakiki ahiret mükafatı yoksa, asırlarca sonra gelecek insanların sahip olacağı bir saadet için bugünkü insanlar nasıl ve neden dolayı fedakarlık yapsınlar ve emek harcasınlar? Bütün bunlar sırf hayır ve iyilik olduğundan dolayı, sırf Allah rızası için yapılacaksa, öldükten sonra, tamamen yok olup gideceklerini sanan kimse için hayrın ve Allah rızasının mânâsı nedir? Âlemde böyle fertlerden meydana gelen bir toplumun öyle yüksek bir ideali gerçekleştirmesine asla imkan yoktur. Bunu yapabilecek bir milletin fertleri dünyada yüksek idealler için can vermeyi göze alabilecek bir inanca sahip olmalıdır. Bunun için de ölümden sonra büyük bir mükafatın gerçekleşeceğine iman etmelidir. Yahudiler ise böyle bir ahirete inanmadıkları için müşriklerden daha fazla dünyaya düşkündürler, ölümden de korkarlar. Ahiret yurdu adını verdikleri "Arz-ı Mukaddes" ve "Dünya Devleti" idealleri bu şartlar altında gerçekleşmesi kabil olmayan çelişkili bir idealden ibarettir. Eğer onlar, gerçek ahirete inanmadan buna inanıyorlarsa yalan ve yanlış şeylere inanmaktan ibaret olan şeytanî bir iman olur. Buna da "Eğer siz mümin iseniz imanınız size ne kötü, ne çirkin şeyler emrediyor!" âyeti okunur.

Diğer taraftan yahudilere göre, ahiret imanı yalnızca bu demekse, yani sayılı günlerde azap demek, söz konusu ideal gerçekleşmeden önce dünyadaki ömürlerinden kinaye olarak şimdiki hayat demekse, bu ideal gerçekleşinceye kadar onun uğrunda çalışıp can verenlerin hepsinin canı cehenneme gidecek, ondan başka bir yer görmeyecekler demektir. Bu ise bir haksızlıktır, zulümdür. Böyle bir telakkiyi veren din de zâlimane bir din olur. Çünkü böyle bir inanç altında dünya sevgisi, cehennem muhabbetinden ibaret bir delilik demek olur. O halde bunlar için saadetin bir mânâsı varsa, o da yok olmak için bir an önce ölüp kurtulmaktır. Şu halde hepsi birden ölümü temenni etmelidir ki, bir gün evvel "eyyâm-ı mâdûde" denilen sayılı günleri bitirmiş olsunlar. Oysa bunlar kadar ölümden kaçan, bunlar kadar dünya hayatına hırsla sarılan hiçbir kavim yoktur. Demek ki, bu imanları da yalandır. Diyelim ki, bu hırs "Arz-ı Mukaddes" idealinin ancak dünya hayatında görüleceğiyle ilgili olsun, o zaman dünyada uğruna can feda etmeye bağlı, uzun mücadeleler, büyük muharebeler yapılmaksızın elde edilmesi mümkün olmayan dünyevî bir gayeye, böyle bir hayat sevgisi ile erişmek sevdası çelişkilerle dolu muhal bir hayalden başka ne olur? Bu gayenin gerçekleşmesini isteyenler, bu uğurda şehid olmak için ölümü göze alabilmeli ve temenni edebilmelidirler. Bunu yapabilmek ise hakiki mânâsiyle ahirete inanmayı gerektirir. Bu da ancak "O müttakiler ki, sana indirilene ve senden önce indirilmiş olana iman ederler ve ahiret gününe de kesinlikle iman sahibidirler." (Bakara, 2/4) hükmüne uygun olarak, peygamberlerin sonuncusu Hz. Muhammed'i ve ona nazil olan kitabı tasdik ile mümkün olur. Ve ancak o zamandır ki, "Siz benim ahdimi yerine getirin, ben de size verdiğim sözü yerine getireyim." (Bakara, 2/40) ilahî va'di gerçekleşir.

Görülüyor ki, burada sadece yahudiler için değil, bu münasebetle bütün beşeriyet için pek büyük bir ders vardır.

__________________
Sözün kıymetini '' Lal'' olandan,
Ekmeğini kıymetini ''Aç '' olandan,
Aşkın kıymetini ''Hiç'' olandan öğren..

Alıntı ile Cevapla
 

1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41 42 43 44 45 46 47 48 49 50 51 52 53 54 55 56 57 58 59 60 61 62 63 64 65 66 67 68 69 70 71 72 73 74 75 76 77 78 79 80 81 82 83 84 85 86 87 88 89 90 91 92 93 94 95 96 97 98 99 100 101 102 103 104 105 106 107 108 109 110 111 112 113 114 115 116 117 118 119 120 121 122 123 124 125 126 127 128 129 130 131 132 133 134 135 136 137 138 139 140 141 142 143 144 145 146 147