Özetleyecek olursak, din ve dindarlığın bütün mânâsı, itaat ve bağlılık anlamıyla selametin sağlanmasında toplanır. İslâm'ın mânâsı da faydalı bir selamet, katıksız bir teslimiyet ve bağlılıkta toplanır. Şu halde din kavramı, mutlak anlamıyla ele alındığı zaman bile mutlak olarak İslâm kelimesiyle eşit ve eş anlamlıdır. Hangi din ele alınacak olsa, onun özünün teslimiyet ve boyun eğmekten ibaret olduğu görülür. Zahir din, İslâm'ın dış görünüşü; batın din İslâm'ın içyüzü; tam din, dışyüzü ve içyüzü ile hakiki İslâm; batıl din yalan ve yanlış bir İslâm; hak din, hak bir İslâm'dır. Hakikaten selamet bahşeden hak bir İslâm ise ancak hakiki tevhid inancına dayanan bir İslâm'dır. Hakiki tevhid ise, şeriki ve ortağı bulunmak ihtimali bile olmayan, ezel ve ebed bakımından hayy ve kayyum bir ilâh tanımak ve ancak O'na şehadet etmektir. Böyle bir ilâh ise ancak Allah Teâlâ'dır. Evvel ve âhir bütün izzet ve hakimiyeti şahid ve meşhud olan zat-ı ehadiyyetinde toplayıp, kendisinden başka ilâhları nefyetmiş, O'ndan başka tanrılık iddia eden veya tanrılık nisbet edilenlerin hepsinin acz ve zavallılığını daima göstermiş ve göstermekte bulunmuş ve herhangi bir zamanda tevhid nizamından çıkmak isteyenleri perişan eylemiş ve her türlü mutluluğu tevhid yolundan bahşeylemiş, velhasıl diye ilâhlıkta birliğe kendisi de şehadet etmiş olmakla Allah'ın birliğine şehadet ile hakiki İslâmın, Hak Teâlâ'nın dini olduğunda hiç şüphe yoktur. Hakiki din kurucusu olan Allah Teâlâ'nın İslâmını, melekler ve ilim sahipleri gibi, kendi birliğine iman ve ihlâs ile bağlananları rahmeti ile selamete çıkarmak, kulların İslâmı da Allah'a kendilerini teslim ederek bu selamet yoluna girmek demektir. İşte İslâm dini, Allah ile kullar arasındaki bu birlik ilişkisidir. Meleklerin ve ilim sahiplerinin dini de budur. İlim alanında bundan başka bir din yoktur. Bu dinin başı hakkı bilmek, hak ilmin başı da bu dindir. Bu dinden başka bir din aramak ya Allah'ın üstüne çıkmaya çalışmak, ya Allah'dan aşağısına nefsini teslim eylemektir ki, ikisi de dinsizlik ve küfürdür. İsyan ve tefrikadır, felakettir. Binaenalyh kitap ehli olanların anlaşmazlıkları ile bunun bilimselliğine ve gerçekliğine hiç halel gelmez. Onların gerek kendi aralarında, gerek Resulullah'a karşı ihtilaf çıkarmaları, hak ve hakikatı bildiren bütün ilim sebepleri geldikten sonra adalet ve hakkaniyetle hareket etmeyi, hakka ve ilme teslim olmayı, boyun eğmeyi bir yana bırakıp, kendi aralarında azgınlık ve düşmanlıkla, hükmetme sevdasıyla dinsizliğe ve inkâra saptıklarından dolayıdır. Fakat adalet ve hakkın isbatı için gönderdiği ve delil olarak öne sürdüğü gibi kesin âyetler ve belgelere her kim küfreder, bunları inkâr eder, İslâm'dan kaçınırsa Allah hesabı çabuk görendir. Cezalarını hemen vermekten çekinmez.
Bu isbat ve takrirden sonra gelelim nüzul sebebi olan münazara ve mücadele meselesine: Ey Muhammed!
Meâl-i Şerifi
20- Buna karşı seninle münakayaşa kalkışırlarsa de ki: "Ben, bana uyanlarla birlikte kendi özümü Allah'a teslim etmişimdir". Kendilerine kitap verilenlere ve (kitap verilmeyen) ümmîlere de ki: "Siz de İslâm'ı kabul ettiniz mi?" Eğer İslâm'a girerlerse hidayete ermiş olurlar. Eğer yüz çevirirlerse, sana düşen şey ancak tebliğ etmektir. Allah kulları görendir.
21- Allah'ın âyetlerini inkâr edenler ve haksız yere peygamberleri öldürenler, insanlar içinde adaleti emredenlerin canına kıyanlar yok mu? Bunları acıklı bir azapla müjdele!
22- İşte bunlar öyle kimselerdir ki, dünyada da ahirette de bütün yaptıkları boşa gitmiştir. Onların hiçbir yardımcıları da olmayacaktır.
23- Görmüyor musun, o kendilerine kitaptan bir nasip verilmiş olanlar, aralarında hüküm vermek için Allah'ın kitabına davet olunuyorlar da, sonra içlerinden bir kısmı yüz çevirerek dönüp gidiyorlar.
24- Bunun sebebi, onların "belli günlerden başka bize asla ateş azabı dokunmaz" demeleridir. Uydurageldikleri yalanlar dinlerinde kendilerini aldatmaktadır.
25- O geleceğinde hiç şüphe olmayan günde kendilerini bir araya topladığımız ve hiç kimseye haksızlık edilmeden herkese ne kazandıysa tamamen ödendiği vakit halleri nasıl olacaktır?
20- Ben Allah'a kendimi teslim ettim, tertemiz, şeksiz, şüphesiz, halis, muhlis bir sûrette Allah yolunu tuttum, Allah'ın dinine bağlandım, ancak Allah'a yöneldim, bana uyanlar da böyledir. İşte İslâm'ın mânâsı, işte Muhammed ve Muhammed ümmetinin dini. İşte ebedî selametin gerçek ve şaşmaz yolu, sırat-ı müstakimi. "Kendilerine kitap verilenlere ve verilmeyen ümmilere de ki..." Bu da Hz. Muhammed'in peygamberliğinin bütün insanlığa şamil olduğunun uyarısı ve ilanıdır. Zira bu tasnifin dışında hiçbir insan zümresi yoktur; kitap verilmiş olanlar yahudilerle hıristiyanlar ve benzerleridir, "ümmiyyin" de kitapsız dinlere mensup olanlarla Arap müşrikleridir. Esas hitap tarzı Arap olan ve olmayan şeklinde ırk ayırımı esasına göre değildir, bu genel ayırım iledir. Tebliğ görevi bunlaradır. Bu vazife yapıldıktan sonra bunları kabulden çekinip, inkâra ve ihtilafa sapmalarının sorumluluğu Hz. Peygambere racî değildir, tamamen kendilerine aittir. Bu sorumluluğu ve inkârlarının cezalarını böylece tebliğ etmek dahi peygamberliğin görevleri cümlesindendir.
Rivayet olunuyor ki, Resulullah bunu kitap ehlinden olan yahudilere okuduğu zaman "İslâm'ı kabul ettiniz mi?" hitabına karşı, "kabul ettik." dediler. Bunun üzerine yahudilere, "İsa'nın Allah'ın kelimesi, kulu ve resulü olduğuna şehadet eder misiniz?" buyurdu, "Maazallah" (Allah korusun) dediler. hıristiyanlara da, "İsa'nın, Allah'ın kulu ve Resulü olduğuna şehadet eder misiniz?" buyurdu, bunlar da "maazallah (Allah korusun), İsa kul mu olur?" dediler. "Eğer onlar yüz çevirir, kabul etmezlerse, sana düşen tebliğdir." âyeti buna işaret etmekte, devamının dahi tebliğini emretmektedir.
21- Gerek yahudi olsun, gerek hıristiyan ve daha başka kitap ehlinden ve ümmilerden ve müslümanlık iddiasında bulunanlardan olsun Allah'ın âyetlerini inkâr edenler bir; yahudilerin yaptığı gibi, peygamberleri katledip öldürmek gibi ameli anlamda küfürlerini icraat şeklinde ortaya koyanlar iki; Peygamber değillerse de insanlar arasında peygamberlerin izinden giderek adalet ve hakkaniyet emreden insanları katletmek suretiyle yine fiilen kâfirliklerini ortaya koyanlar üç.
22-İşte bütün bu kâfirlere hoşlandıkları inkârlarının cezası olan elem verici azabı müjdele ki, "Onlar öyle kimselerdir ki, dünyada da ahirette de bütün yaptıkları boşa gitmiştir." Ne kadar tuhaf, şunlara baksana!
23-24-25- "Baksana o kendilerine kitap verilenlere! Aralarında hakem olması için Allah'ın kitabına davet olunuyorlar da sonra içlerinden bir kısmı yüz çevirerek dönüp gidiyorlar." Resulullah yahudilerin dershanelerine gitmiş, kendilerini imana davet eylemişti. Nuaym b. Amir, Hars b. Zeyd, "Sen hangi dindesin?" diye sordular, Peygamber efendimiz de "İbrahim dini üzereyim." buyurdu. Bunun üzerine onlar, "İbrahim yahudi idi." demelerine karşılık, Resulullah, "Haydi aramızda Tevrat hakem olsun, ona başvuralım." diye çağrıda bulundu. Bu teklife "evet" demekten çekindiler. Aynı durum "recm" meselesinde de olmuş idi. Burada bu olaylara işaret olunarak "Onlar, kendilerine ilim geldikten sonra ancak birbirleriyle anlaşmazlığa düştüler." (Câsiye, 45/17) âyetiyle de açıklandığı şekilde, bunların bile bile hakka karşı direnmeleri ve şiddetli aldanmaları ve iftiraları ve nihayet feci akibetleri, uyarmak ve korkuya düşürmek için gösterilmiştir.
Kâfirler mülklerine, devletlerine, servetlerine, kuvvetlerine güvenerek mâli-kü'l-mülk olan Allah'ın âyetlerini tanımaz, Hakk'ın şanına tecavüzkar davranırlar. O'na "oğul" isnad etmekle o kuvvetler alınmaz, gündüzler gece, geceler gündüz olmaz, diriler ölmez, ölenler dirilmez, zenginler züğürtlemez, fakirler ve zayıflar servete ve kuvvete kavuşmaz, haksızlıkların ve küfürlerin cezaları verilmez zannederlerken, şüphesiz ve mutlaka gelecek olan o toplanma ve cem' gününün, o genel seferberlik gününün anılması hususunda Ey Muhammed,sen:
Meâl-i Şerifi
26- De ki: "Ey mülkün sahibi Allah'ım! Sen mülkü dilediğine verirsin, dilediğinden de onu çeker alırsın, dilediğini aziz edersin, dilediğini zelil edersin. Hayır Senin elindedir. Muhakkak ki, Sen her şeye kâdirsin.
27- Geceyi gündüzün içine sokarsın, gündüzü gecenin içine sokarsın; ölüden diri çıkarırsın, diriden ölü çıkarırsın. Dilediğine de hesapsız rızık verirsin.
26-27-Rivayet olunuyor ki, Mekke'nin fethi üzerine Resulullah efendimiz, ümmetine, Fars ve Rum mülklerini vaad etmişti. Münafıklar ve yahudiler, "Heyhat, heyhat, Muhammed nerede, Fars ve Rum nerede! Onların güç ve kuvvetleri bundan pek fazla, Muhammed'e Mekke ve Medine yetmedi mi ki, bir de Fars ve Rum devletlerini istiyor?" dediler. Daha önce Ahzab (Hendek Savaşı) senesinde Resulullah, kazılacak hendeği belirlemiş, Medine halkından her on kişiye kırk arşınlık yer göstermişti. Amr b. Afv, Selman-ı Farisi, Huzeyfe, Numan b. Mukrin ve Ensardan altı kişi kendilerine verilen kırk arşınlık sahada çalışıyorlardı, kazarlarken hendeğin orta yerinde büyük bir kaya çıktı. Kayayı kırmaya uğraşırlarken demir külünkler kırıldı. Çok çalıştılar, taşı kıramadılar, ondan çok az birşey koparabildiler. Selman'a, "Çık Resulullah'a durumu haber ver, ne emrediyorsa öğren gel." dediler. Selman gitti, Resulullah bir gölgelik yapmış içinde oturuyordu, durumu kendisine arzetti. Resulullah Selman ile beraber hendeğe indi, diğer dokuz kişi de orada idiler. Resulullah Selman'ın elinden külüngü aldı, taşa bir vurdu, taş çatladı ve öyle bir kıvılcım çıktı ki, karanlık bir odadaki kandil gibi etrafı aydınlattı. Resulullah bir fetih tekbiri aldı, oradakiler de tekbir getirdiler. İkinci bir darbe daha indirdi, öyle bir şimşek daha çaktı ve yine öyle bir tekbir aldılar, üçüncü bir darbe daha vurdu, taşı parçaladı ve yine öyle bir şimşek daha çaktı. Aynı şekilde bir tekbir daha aldılar. Sonra Selman'ın elini tutup hendekten çıktı. Selman, "Anam, babam sana feda olsun ya Resulullah, hiç görmediğim bir şey gördüm." dedi. Resulullah, oradakilere dönerek." Bakınız Selman ne söylüyor?" dedi. Onlar da, "Evet ya Resulullah." dediler. Buyurdu ki: "İlk darbeyi vurdum, gördüğünüz gibi bir şimşek çaktı, bundan bana Hıyre'nin ve Medain-i Kisra'nın (Kisra'nın şehirleri) kasırları (köşkleri) aydınlandı, Cibril de bana haber verdi ki, ümmetim bunlara muhakkak galip gelecek; sonra ikinci darbeyi vurdum, gördüğünüz gibi yine şimşek çaktı, bundan da bana Rum diyarının kırmızı köşkleri aydınlandı, Cibril bana haber verdi ki, ümmetim bunlara muhakkak galip gelecek. Sonra üçüncü darbeyi vurdum, gördüğünüz şimşek çaktı, bundan da bana San'a'nın köşkleri aydınlandı. Cibril de haber verdi ki, ümmetim muhakkak bunlara galebe edecektir. Müjdeler olsun!"
Bunun üzerine müslümanlar pek sevindiler. "Elhamdülillah, (Allah'a hamdolsun) bu bir doğru vaattir. Kazıdan sonra bize büyük bir nusret vaad olunuyor." dediler. Münafıklar ise, "Ne acaip insanlarsınız, Muhammed sizi boş ümitlere düşürüyor, asılsız vaatlerde bulunuyor, Medine'den Hıyre ve Rum kralının şehirlerinin köşklerini gördüğünü ve bunların sizce fetholunucağını söylüyor, halbuki muharebeye çıkmaya bile gücünüz yetmiyor da korkunuzdan hendek kazıyorsunuz" dediler ki, Ahzab Sûresi'nde "O vakit münafıklarla kalblerinde hastalık olanlar diyorlardı ki, Allah'ın ve Resulünün bize vaad ettiği şeyler boş şeylerdir." (Ahzab, 33/12) âyeti bu olay hakkında nâzil olmuştu. Bu iki âyetin de o zamanlar veya yukarıda geçtiği üzere Mekke fethinden sonra nazil olduğu rivayet edilmiştir. Daha yukarıda Rum meliklerine güvenen Necran hıristiyanları dolayısı ile nazil olduğu da yine zikredilmiş idi. Buna göre nüzulünde değilse bile siyakında (sözün gelişinde) bunlara işaret vardır.
Bu âyetlerin faziletleri hakkında bir hayli haberler varid olmuştur. Bunlardan biri Ebu Eyyub el-Ensari'den ve Hz. Ali'den rivâyet olunduğu üzere, Resulullah buyurmuştur ki: Fatihatü'l-Kitab, Âyete'l-Kürsî, bir de Âl-i İmran'daki "Şehidallahu ennehu..."den a (3/17-18) kadar, den 'a (3/26-27) kadar iki âyet nazil oldukları zaman, Allah Teâlâ ile aralarında hiç bir hicab bulunmaksızın Allah'ın arşına yapışarak, "Ya Rab! Bizi yeryüzüne ve sana isyankar olanlara indiriyorsun." dediler. Allah Teâlâ da,
"Ahdim olsun, sizi her namazın arkasında okuyan herhangi bir kimsenin kusurlarına bakmayarak makamını cennet kılacağım, onu kutsal huzurda iskan edeceğim, her gün kendisine yetmiş kerre nazar edeceğim ve yetmiş türlü ihtiyacını yerine getireceğim ki, bunun en aşağısı mağfirettir. Ve onu her bir din düşmanından hasetçinin şerrinden koruyacağım ve mağrifet eyleyeceğim." buyurdu.
Said b. Cübeyr'den rivâyet olunduğu üzere, Medine etrafında üçyüz altmış put vardı, bu âyet-i kerime nazil olduğu zaman yerlere kapanıp secde ettiler.
Ebussuud, tefsirinde der ki, "Bazı kitaplarda şöyle bir kudsi hadis vardı: Ben azimüşşan olan Allah, hükümdarlar hükümdarıyım. Hükümdarların kalbleri ve alınları benim elimdedir. Kullar bana itaat ederlerse ben de onları onlara rahmet kılarım ve eğer kullar bana isyan ederlerse, ben de onları onlara ceza kılarım; şu halde hükümdarlara sövmekle meşgul olmayın ve fakat bana tevbe ve müracaat eyleyin ki, onları size doğru meylettireyim." Bu hadisin içeriği ile "siz nasıl olursanız, başınıza öyleleri yönetici olur." hadis-i şerifinin mânâsı aşağı yukarı aynıdır.
İşte Allah'ı böyle bilmeli, böyle tanımalı ve bu tanıyışla ona bağlılık göstermeli ve sığınmalıdır. Şimdi bunu bilen ve Allah'dan nusret ve yardım isteyen müminlere şunu anlat:
Meâl-i Şerifi
28- Müminler, müminleri bırakıp da kâfirleri dost edinmesin ve onu her kim yaparsa Allah'dan ilişiği kesilmiş olur, ancak onlardan bir korunma yapmanız başkadır. Bununla beraber Allah sizi kendisinden korunmanız hususunda uyarır. Nihâyet gidiş Allah'adır.
29- De ki, göğüslerinizdekini gizleseniz de, açığa vursanız da Allah onu bilir. Göklerde ne var, yerde ne varsa hepsini bilir. Hiç şüphesiz Allah, her şeye kadirdir.
30- O gün her nefis, ne hayır işlemişse, ne kötülük yapmışsa onları önünde hazır bulur. Yaptığı kötülüklerle kendi arasında uzak bir mesafe bulunsun ister. Allah, size asıl kendisinden çekinmenizi emreder. Şüphesiz ki Allah, kullarını çok esirger.
28-29-30- Müminler, müminleri bırakıp da kâfirleri kendilerine dost edinmesinler. Müminler iman hasletine küfür hasletini karıştıracak, müminlere şimdiki zamanda veya gelecekte zararı dokunacak, İslâm'a zarar verecek ve ters düşecek bir sûrette kâfirlerle dostluk ilişkilerine girmesin. Sevgisini, muhabbetini ve buğzunu hep Allah için yapsın. Bu âyetin nüzul sebebiyle ilgili olarak dört vecih nakledilmiştir:
1- Yahudilerden Haccac b. Amir, Kehmes b. Abdulhakik, Kays b. Zeyd, Ensardan bazılarına gizlice gelerek, dinlerini bozmak isterlerdi. Rifaa b. Münzir ve Abdurrahman b. Cübey ve Sa'd b. Hayseme (r. anhüm) bu müslümanlara, o yahudilerden sakınmalarını ve uzak durmalarını tavsiye ettiler. Onlar dinlemediler. Bunun üzerine bu âyet nazil oldu.
2- Müslümanlardan Hatib b. Ebi Beltea gibi bazı zevat, Mekke kâfirlerine sevgi gösterisinde bulunuyorlardı. Allah Teâlâ bunu nehiy buyurdu, yasakladı.
3- Münafıkların başı Abdullah b. Übeyy ve adamları yahudilerle ve müşriklerle dost bulunuyor, onlara müslüman taraftan bilgi aktarıyor, havadis veriyorlardı. Resulullah aleyhine zafer arzu ediyorlardı. Müminler bundan menedildiler.
__________________
Sözün kıymetini '' Lal'' olandan,
Ekmeğini kıymetini ''Aç '' olandan,
Aşkın kıymetini ''Hiç'' olandan öğren..
|