144- Ey iman edenler! Müminleri bırakıp da kâfirleri dost edinmeyin. Kendi aleyhinizde Allah'a apaçık bir delil mi vermek istiyorsunuz?
145- Şüphesiz ki münafıklar, cehennem ateşinin en aşağı tabakasındadırlar. Onlara bir yardım edici de bulamazsın.
146- Ancak tevbe edenler, durumlarını düzeltenler, Allah'a sarılanlar ve Allah için dinlerine samimi olarak bağlananlar müstesna. İşte bunlar müminlerle beraberdirler. Allah, müminlere büyük bir mükafat verecektir.
147- Eğer şükreder ve iman ederseniz Allah size azabı ne yapar? Allah, şükredenlerin mükafatını veren ve her şeyi bilendir.
135- Ey iman edenler! Yalnız kadınlar üzerinde adaleti yerine getiren kimseler olmakla kalmayınız, her hususta adaletle hüküm verici olunuz, adaletle kaim (ayakta duran) ve müstakim (doğru) hakimler olup, adalet ve haklılığı ayakta tutunuz, Allah için örnek olacak şahitler olunuz, hakka dosdoğru şahitlik ediniz. İsterse kendinizin veya ana-baba ve yakınlarınızın aleyhinde de olsa böyle olunuz. Ki bunda iki mânâ vardır: Birisi başkasının sizde bir hakkı varsa, kendiniz ikrar ve itiraf ediniz; ananız, babanız ve yakınlarınız aleyhine de olsa hükümden, şahitlikten kaçınmayınız demektir. Diğeri de üçüncü, şahıs aleyhine şahitlik, kendinizin ve yakınlarınızın bir zararıyla sonuçlanacak da olsa, yine dosdoğru şahitlik ediniz demektir. Aleyhine ve lehine şahitlik ettiğiniz kimseler zengin olsa da böyle yapınız, fakir olsa da; ne zengine dalkavukluk etmek, ne de fakiri gözetmek için şahitlikten kaçınmayınız, doğruluktan ayrılmayınız. Çünkü zengine de, fakire de Allah daha yakındır. O, onları daha iyi gözetir. Şu halde doğruluktan sapmakla isteklerinize uymayınız, keyf ve arzuya tabi olmayınız. Yahut adalet ediyoruz zannıyla arzulara uyup fakiri zengine, akrabayı yabancıya tercih ederek hakkı gizlemeyiniz veya bozmayınız. Ve eğer hakkı tutmakta veya şahitlikte dillerinizi eğer büğerseniz veya büsbütün yüz çevirirseniz Allah muhakkak hepinizin yaptıklarınızdan haberdardır. Hiç biriniz yakanızı kurtaramazsınız. Hamze ve İbnü Amir kıraetlerinde (lâm)ın zammı ve (vâv)ın sükunuyla okunur ki, birincisi den, bu da dendir. Bu şekilde mânâ: "Ve eğer şahitlikte görevlendirilir de hakkiyle yerine getirmez veya yerine getirmekten yüz çevirir ve çekinirseniz, her iki halde Allah yaptıklarınızdan haberdardır. Birinde mükafatını, birinde de cezasını verir" demek olur. İşte müslümanlar böyle keyf ve arzuya uymaz, adaletli ve doğru, doğru söyleyen, hakkı taparcasına seven, Allah için şahitler olmalıdır.
136-O halde:
Ey imana gelenler Allah ve Resulüne, yani Muhammed Aleyhisselama ve Allah'ın bu Peygamberine tenzil buyurduğu (zaman zaman, kısım kısım indirmekte olduğu) bu kitaba, yani Kur'an'a ve bundan önce indirdiği kitap cinsine iman ediniz. Bunların bir kısmına iman ettiğiniz gibi, hepsine de iman ediniz. İbnü Kesir, Ebu Amr, İbnü Âmir kırâetlerinde meçhul sigasiyle ve okunur. Bunlara ciddi olarak iman ediniz. Zira her kim, Allah'a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine ve ahiret gününe küfreder (inanmaz), bunlardan birini inkâr ederse, son derece derin bir sapıklığa düşmüş, doğrudan uzaklaşmış, artık yolunu bulamayacak derecede şaşırmış, gayeyi kaybetmiş olur. Bununla küfrün bizzat (Nisâ, 4/116) hükmüne katılmış bulunduğu, yani her küfrün şirk demek olduğu açıkça gösterilmiştir.
Rivayet edildiğine göre yahudi hahamlarından bir topluluk, Resulullah'a gelmişler: "Ey Allah'ın Resûlü biz, sana, kitabına, Musa'ya, Tevrat'a ve Üzeyr'e iman ediyoruz ve bunlardan başka kitapları ve peygamberleri tanımıyoruz" demişlerdi. Peygamberimiz de: "Hayır, Allah'a, bütün peygamberlerine, Muhammed'e ve kitabı Kur'an'a ve ondan önceki her kitaba iman ediniz" buyurdu. "Yapmayız" dediler. Bu âyet nazil oldu ve hepsi iman ettiler. Dikkate şayandır ki, iman fıkrasında "Allah'a, Resulüne, Resulüne indirilen kitaba, ondan önce indirilmiş olan kitaba" diye dört şeye iman belirtilmiştir. Bu da "Allah'a iman, Peygambere iman, kitaplara iman" diye üç mertebede özetlenebilir. Halbuki küfür fıkrasında, "Allah'ı inkâr, meleklerini inkâr, kitaplarını inkâr, peygamberlerini inkâr, ahiret gününü inkâr" diye melekler ve ahiret günü de eklenerek beş şey açıklanmış, hem de Resul'e diğer Resuller de eklenerek cem' (çoğul siyasiyle) buyurulmuştur. Bununla Allah ve Peygamber'e, bütün kitaplara imanın, her halde bütün peygamberlere, meleklere ve ahiret gününe imanı içine aldığı gösterilmiş ve bir insanın Allah'a, Peygamber'e ve kitaplara iman iddia edip de peygamberlerden birini, melekleri veya ahireti inkâra kalkışması ve bu hususta gelmiş olan âyetleri tevile çalışması ihtimali bulunduğundan, bunları inkâr edenlerin Allah'ı da inkâr etmiş oldukları bilhassa açıklanmıştır.
137-Bütün bunlar müşrikler gibi son derece derin bir sapıklık ile sapmış olanlardır. Şu da muhakkak ki, önce iman etmiş, sonra inkâr etmiş, sonra iman etmiş, sonra yine küfretmiş ve tamamen küfre dalmış olanlar, böyle imandan küfre, küfürden imana dönerek sonunda küfürde karar kılmış ve bu şekilde küfürü çoğaltmış olanlar yok mu, hiçbir şekilde Allah'ın bunları affetmesine ve doğru yola sevketmesine ihtimal yoktur. Yani iman ederlerse kabul etmez değil, fakat çoğunlukla bunlar kalpleri mühürlü olduklarından can çekişme zamanına gelmedikçe iman etmezler ve belki o zaman bile etmezler. Ve iman etmeyince de âyeti delaletince asla af yüzü görmezler. Tevbenin kabul edilebileceği bir zamanda tevbe edip ihlas ile iman etseler, gelecek olan istisnası gereğince kabul edilir ve affedilebilirlerdi ama etmezler ki...
138-Bunun için, münafıklara müjde et ki, onlara acıklı bir azab muhakkaktır. Bu bölüm, bu âyetin doğrudan doğruya veya dolayısıyla münafıklarla ilgisini ifade eder. Gerçekte münafıklar, görünüşte iman ederler, sonra gizli gizli küfürler yaparlar, sonra müminleri görünce yine "amenna" (inandık) derler. Ara bozuculuk ve fesatta ısrar ederler. Bununla beraber âyetin zahiri, açıktan açığa imandan küfre, küfürden imana defalarca değişiklik gösteren ve sonunda küfürde karar kılan fertler ve toplumlar hakkındadır ki, münafıklar da bunlara dahildir. Ve rivayet olunduğuna göre bunun asıl iniş sebebi yahudilerdir. Çünkü yahudiler, önce Hz. Musa'ya iman ettiler, sonra buzağıya taptıkları zaman küfrettiler, sonra Hz. Musa dönünce yine iman ettiler, sonra Hz. İsa'yı inkâr ettiler, sonra da Hz. Muhammed (s.a.v.)'a küfretmekle inkârlarını artırdılar ki, âyet bunların bu hallerini tasvir edip böyle olanları da bunlara katmış. Münafıklar da bunlara benzediği ve bunlara dost oldukları için "münafıklara müjde et" diye inzar (korkutma) yerinde tebşir (müjdeleme) ile tehekküm (alaya almay)e tabi tutulmuşlardır. Demek oluyor ki, bu gibi döneklik ve kararsızlıklar sadece fertler hakkında değil, toplumlar hakkında da felaket sebebidir. Çünkü yahudilerin âyette tasvir olunan bu durumları fertlerinin değil, toplum ve milletlerinin durumudur. Çünkü Hz. İsa'ya ve Hz. Muhammed'e küfreden fertler ile buzağıya tapan ve ondan önce iman eden fertlerin aynı olmadığı malumdur. Fakat bu değişim ve kararsızlık, o milletin genel bir karakteri olmuştur. Şu halde burada bir zamanlar İslâm dinine hizmet etmiş olup da, sonra kâh küfür ve kâh iman, şuraya buraya bocalıyarak sonunda kâfirlere dönmüş olanların kurtuluş ve selamet bulmalarına asla ihtimal olmadığı da anlatılmış oluyor. Nitekim Endülüs'te dinden dönenlerin hiçbiri dünyalarını kurtaramamışlar, hepsi yok olmuşlardır.
139-Yani: Onlar ki müminleri bırakıp, kâfirleri dost edinirler ve onların arkalarından giderler. Münafıklar, müminlere karşı yahudilerle dostluk ediyorlardı. Bunlar o kâfirlerin yanında izzet (şeref) ve kuvvet mi arıyorlar? Onlara dost olmakla izzet ve şeref bulacaklarını, üstün geleceklerini mi sanıyorlar? Ne kadar yanılıyorlar. Çünkü bütün izzet Allah'ındır. Ve ancak ondan alınır, Allah'ın izzet vermediği kimseler hiçbir şekilde aziz (şerefli) olamazlar. Allah ise müminleri şerefli kılmıştır. "Şeref, Allah'a, Resulüne ve müminlere aittir". (Münafikûn, 63/8) Şu halde kâfirlerin dostluğundan şeref beklemek ne kadar terstir.
140- : Âsım ve Yakub kırâetlerinin dışında meçhul siğasiyle okunur. Halbuki daha önce size kitapta Allah şöyle indirmiş, şöyle indirilmiş idi: Ki Allah'ın âyetlerine küfredilirken ve alaya alınırken işittiğiniz zaman o kâfirler ve alaycılarla beraber oturmayınız, ta ki başka söze dalsınlar. O halde onlarla beraber oturmaktan bile sakınmak ve imanın şerefini korumak gerekirken onlarla dost olmak ve onlardan şeref beklemek nasıl olur?
Mekke'de müşriklerin durumlarına karşı Peygamber'e hitap edilerek, "Âyetlerimiz üzerine lüzumsuz münakaşaya dalan kimseleri gördüğün zaman onlardan uzaklaş ki, ondan başka bir söze dalsınlar" (En'am, 6/68) âyeti inmişti. Medine'de de yahudi hahamları bulundukları meclislerde Kur'an'dan küfür ve alay ile bahsederler ve münafıklar da onlarla beraber bulunur, dinlerlerdi. Bundan dolayı o âyet meâl olarak anılmış ve bu şekilde Peygamber'e hitabın, bütün ümmetine hitap etmek demek olduğu anlatılmış ve buyurulmuştur ki: Bu takdirde, yani Allah'ın âyetleriyle küfür ve alay edilirken yanlarında oturduğunuz takdirde siz onların, o kâfir alaycıların aynısınız. O zaman siz de onlar gibi kâfir olursunuz. Bu âyetin zahirine bakarak Allah'ın âyetleri ile alay etmek küfür olduğu gibi, o esnada yalnız onların yanında oturmak da küfür olacağı anlaşılıyor. Bununla beraber Akaid âlimleri bunu rıza (hoşgörme) ile kayıtlandırmışlar ki, buna karine de nüzul sebebinin münafıklar hakkında olmasıdır. Fakat rıza itirazı terketmek demek olduğuna göre açık veya gizli itiraz edilmedikçe kişi küfürden kurtulmuş olamaz. Kalkıp gitmek de bir itiraz demektir. Meğer ki "Kalbi iman ile dopdolu olduğu halde küfre zorlanan kimse hariç" (Nahl, 16/106) olsun. Oturur onlar gibi olursa ne mi olur? Şüphesiz ki Allah münafıklarla kâfirlerin hepsini cehennemde toplayacaktır. Dünyada Allah'ın âyetleriyle alay etmek için toplandıkları gibi, ahirette de cehennem azabında öylece toplanırlar.
141- O münafıklar ki sizi gözetir beklerler derken Allah tarafından size birtakım fetihler oluverirse "Biz, sizinle beraber değil miydik?" derler, hemen ganimete konmak isterler. Ve şayet nasib kâfirlerin olur, zafer kâfirlere nasib oluverirse o zaman da onlara "biz size üstün gelmedik mi? Ve sizi müminlerden muhafaza etmedik mi?" derler. Onlara minnet edip bir hisse kapmak isterler. Bu söz başlıca iki mânâya müsaittir. Birisi: "Fırsat elimizde değil miydi? Biz de müminlerle beraber olup sizinle harbetseydik, sizi mağlub ve perişan etmez miydik? Halbuki siz dışardan uğraşırken biz kaleyi içinden fethettik, müminlere yardım etmedik. Sizin hesabınıza onlara propaganda yaptık, aldattık, kalblerine korku düşürdük ve sonunda bu sayede siz muzaffer oldunuz. Şu halde bu bizim mevkiimiz sizden yüksektir" demek olur ki, tefsircilerin çoğunluğu bunu tercih etmişlerdir. Diğeri de: "Siz müslümanları kuvvetli zannedip müslüman olacakken biz size yasaklamadık mı? Muhammed'in işi zayıflayacak siz kuvvetleneceksiniz diye sizi imandan vazgeçirmedik mi? Bakınız işte dediğimiz oldu, bizim kanaatimiz size galip geldi, şu halde üstünlük asıl bizimdir. Bu zaferin ganimetine sizden çok biz layıkız" demektir ki, bazı tefsirciler de bu mânâyı seçmişlerdir.
Şu halde bu böyle kalmayacak, kıyamet gününde Allah aranızda hükmedecek, o zaman mümin ile münafık tamamen seçilecektir. Dünyada zahir ile hükmolunur, zahirde kelime-i şehadet söyleyip müslüman görünene müslüman muamelesi yapılır. Fakat ahiret için ise böyle değildir. Şunu bilmelidir ki, Allah kâfirler için müminler üzerine kesin olarak yol vermez. Dünyada bazan kâfirler zafer kazansalar, müminlere hakim görünseler bile, bu bir yol, bir kanun, bir şeriat değil, geçici ve devamsız bir imtihan ve istidrac (şerre bağlı başarı)dır. Kalblere işleyecek delil ve burhandan mahrum, gelip geçici şeylerdir. "Adaleti yerine getirici ve Allah için şahitler" olan hak ve adalet ehli muhakkak onlara üstünlük sağlarlar. Dünyada olmazsa, ahirette üstün gelir. Allah'ın şeriatinde, hak kanunda mümin kâfirden daima şereflidir. Onun altında kalmaz, onun ayağının altına düşmez. Şerefiyle ölür, hakkın şerefini çiğnetmez. Ve işte bu hikmetten dolayıdır ki, bir mümin kadının kâfirle evlendirilmesi caiz olmaz, küfür olur. Çünkü onu onunla evlendirmek, mümin üzerine kâfire yol vermek, o mümin kadını kâfirin istilasına terketmektir. Allah ise buyurmuştur.
142-143- Şüphe yok ki münafıklar Allah'a hile yapmaya kalkışıyorlar. Kalblerinde küfür saklayıp, zahirde mümin görünüyorlar ve sanki bununla Allah'ı aldatmak istiyorlar. Halbuki Allah onların hilelerini kendi başlarına geçirmiştir. (Bakara sûresinin başındaki münafıklarla ilgili âyetlere bkz. 2/8-20) Bunlar namaza kalktıkları zaman tembel tembel, istemeye istemeye çok tembellik ile kalkarlar. Çünkü bunlar insanlara gösteriş yaparlar, ve Allah'ı hatırlarına getirmezler, yadetmezler, anarlarsa pek az anarlar ki, o da ağızlarındadır. Bunlar bunu yaparken iman ile küfür arasında kararsız, tereddüt içinde, şaşkın bir haldedirler. Ne onlara, ne de onlara, yani ne müminlere mal olurlar, ne de kâfirlere. İkisi arasında bocalar dururlar, çünkü bunları Allah şaşırtmıştır. Allah'ın şaşırdığına da artık bir yol bulamazsın. Nerede kaldı ki ona hidayet edebilesin.
144-Şu halde, Ey inananlar! Siz inananları bırakıp da kâfirleri dost edinmeyiniz. Münafık olduğunuza dair Allah için aleyhinize açık ve savunulması mümkün olmayan bir delil ve burhan vermenizi ister misiniz? Elbette istemezsiniz değil mi? Halbuki müminleri bırakıp kâfirlerle dostluk yapmak münafıklığın açık bir delilidir.
145- Münafıklar hiç şüphe yok ateşin en alt tabakasındadırlar. Bunlar, kâfirlerin en çirkini, en düşkünü olduklarından, yerleri de cehennemin dibidir. Ve artık onları buradan kurtaracak bir yardımcı, bir kurtarıcı bulamazsın.
146- Ancak iki yüzlülükten tevbe edenler tevbe edip halini düzeltenler, halini düzeltip Allah'a tutunanlar, Allah'a tutunup, Allah için dinlerini halis kılanlar hariçtirler. Çünkü bunlar kendilerinden hiç iki yüzlülük sadır olmayan müminlerle beraberdirler. Allah da müminlere muhakkak büyük bir mükafat verecektir. Şu halde o tevbe edenler de bundan hisseli olacaklardır.
__________________
Sözün kıymetini '' Lal'' olandan,
Ekmeğini kıymetini ''Aç '' olandan,
Aşkın kıymetini ''Hiç'' olandan öğren..
|