Evet, müşrikler Allah'ı bırakırlar da ancak "inas" (dişi)a dua ve ibadet ederler. Veya Allah'ın kudreti altındakilere kadın gibi yalvarırlar, ve böyle yapmakla inatçı şeytana dua ve ibadet etmiş olmaktan başka bir şey de yapmış olmazlar. Bunu onlara yaptıran, teşvik eden şeytandır. Onların dişiye tapmaları ya şeytana tapmanın aynı veya başlangıcı veya sonucudur. En yüksek sevgilerini bir Allah'a tahsis etmeyip de kadınlara tahsis etmiş olanlar, şeytana aldanmaktan, şeytana kul olmaktan kurtulamazlar. Nitekim "Kadınlar şeytanın ağlarıdır" denilmiştir. Şeytanlar başka yol ile aldatamadıklarını en çok kadınla aldatırlar. Bu şekilde müşriklerin putlara tapışları da şeytanın emridir. Aynı şekilde bütün hareket ve kuvvetin kaynağı olan Allah'ı bırakıp da O'nun dışındakilere kadın gibi yalvaranlar, kendilerini inatçı bir şeytana teslim etmiş olmaktan başka bir şey yapmış olmazlar.
"Merîd" ve "mârid", hayır ile ilgisi yok demektir. Türkçede buna bozulmuş olarak "meret" denilir. Bu maddenin aslî terkibi, kaypaklık mânâsıyla ilgilidir. Nitekim emred, yalabık; " Sırçadan yapılmış yalçın sırça saray" (Neml, 27/44) ; mürada', ot bitmez kumsal yer veya kasığında kıl bitmez kadın; şecere-i müradâ', yaprağı dökülmüş çıplak ağaç demektir.
118-120-Öyle bir inatçı şeytan ki Allah onu lanetlemiş, hayır ile ilgisini kesip kendinden uzaklaştırmıştır. O da Allah'a yemin ederek demiştir ki elbette ben senin kullarından muayyen, mukadder bir nasib alacağım ve elbette onları haktan şaşırtıp saptıracağım, ve elbette onları kuruntulara düşüreceğim, yani dipsiz emeller, boş ümitler, yalan sevdalar, batıl düşünceler, idealler, umumcamalarla imrendireceğim, ve elbet onlara emredeceğim de hayvanların kulaklarını doğrayacaklar, bu şekilde Allah'ın helal kıldığını haram kılacaklar. Araplar bir dişi deve beş defa doğurur ve beşincisi erkek olursa kulağını dilerler ve artık ondan faydalanmayı haram sayarlardı. Bazı tefsirciler de demişlerdir ki, putlara ibadet için kurbanlık nişanesi olmak üzere hayvanların kulaklarını keserler ve bu, bir küfür iken ibadet zannederlerdi. ve muhakkak emredeceğim de Allah'ın hilkatini değiştirecekler. Yaratılışın şeklini veya sıfatını değiştirerek durumunu başka şekle sokacaklar, fıtratının kemaline götürecek yerde bozacaklar, çığırından çıkaracaklar. Tefsirlerde gelen misallere bakarak kadını erkek, erkeği kadın yapmaya çalışacaklar; kadın yerine erkek, erkek yerine kadın kullanacaklar; bıyıklarını sakallarını yolacaklar, yüzlerini boyayacaklar, kılıklarını değiştirecekler; kulak; burun kesip göz çıkaracaklar, erkekleri iğdiş edip hadım ağası yapacaklar, uzuvlarını yaratılış görevlerinin dışında kullanacaklar; nikâh yerine zina edecekler, temizi bırakıp pisliklere koşacaklar, menfaati bırakıp zararı seçecekler, ciddilikleri atıp eğlenceye heves edecekler, vazifeden kaçıp oyuna gidecekler; doğruluğu budalalık, eğriliği hüner sayacaklar; helâla haram, harama helâl, iyiye kötü, kötüye iyi diyecekler; hayır yerine şer işleyecekler, imar edilmesi gerekeni yıkıp, yıkılması gerekeni imar edecekler; kanun-ı ıstıfa (seçme kanunu)yı kötüye kullanmak sûretiyle yaratılışın zıddına alışkanlıklar edinecekler, yaratılış kanunu zıddına işler yapacaklar, ruhlarının yaratılışındaki selamet ve saflıklarını bozacaklar, hak kanunu "Allah'ın, insanları, kendisine göre yarattığı fıtratı" (Rûm, 30/30) olan kuvvetli dini, doğru yolu, Hakk'a tapmayı bırakacaklar; yaratılanı yaratıcı yerine koyacaklar, tevhidden çıkacaklar, batıl dinler ve fikirler arkasında koşacaklar, şuna buna tapınacaklar, şeytanlık peşinde dolaşacaklar, "Allah'ın yaratmasının değiştirilemez" (Rûm, 30/30) olduğunu bilmeyecekler, bilseler bile tanımayacaklar.
O inatçı melun şeytan lanetlenince Allah'a karşı bu beş sözü haliyle veya sözlü olarak yemin ile söyledi! Bu şekilde Allah'ın kullarına musallat olarak onlardan belli bir hisse almaya karar verdi ki, işte şirkin başı ve sapıklığın kaynağı budur. Kâinat içinde insanlara düşman olan ve insanların kalbine nüfuz ederek onları hak ve hayırdan şaşırtan melun bir geçici kuvvet vardır ki, Allah'ın emrine ilk isyan eden ve insanların aklını şaşırtan odur. Ve o inatçı şeytan Allah'ın lanetini ve bu sözleri söylemek kötülüğünü üzerinde toplayan böyle bir melundur. Ve müşrikler dişiye tapmakla veya dişi durumuna düşmekle böyle bir şeytana tapmış olmaktan başka bir şey yapmazlar. Halbuki, Allah'ı bırakıp da şeytanı veliyyü'l-emr (amir) edinenler, Allah'ın emrini dinlemeyip şeytana itaat edenler, artık çok açık bir şekilde zarar ederler. Zira şeytan onlara devamlı vaadlerde bulunur, arzular verir, ağızlarının suyunu akıtır, fakat o melun şeytan onlara gururdan başka bir şey vaad etmez.
"Gurur", insanın pek hoş bir şey buldum sanarak keyiflenip, sonra onun çok fena bir şey olduğunu anlayarak acı duyması, önceden yalan yere sevinip sonradan ciddi olarak yerinmesi, yani aldanmasıdır ki, şeytanın bütün vaadleri ve aldatmacaları hep böyle bir gururdan başka bir şey ifade etmez.
121- İşte bunların, o şeytanı dost edinen gururluların şeytanla beraber varacak yerleri, sonra varıp girecekleri yer cehennemdir. Ve ondan kurtulup kaçacak hiçbir yer bulamayacaklardır. Şeytan melun olduğu için ebedî olarak affolunmaktan hissesi yoktur. Şeytanın hissesine düşmüş, tuzağına geçmiş olan o müşrikler de, o melunun arkasında derin sapıklıklarla sapık ve affedilmekten mahrumdurlar. Meğer ki fırsat elde iken tevbe ve istiğfar edip, şirkten ve şeytanı dost edinmekten vazgeçmiş olsunlar. O zaman "Bundan başkasını dilediği kimse için bağışlar." (4/116) hükmüne girerler.
122-Bunlara karşı iman edip iyi işler, salih ameller yapanları da altlarından ırmaklar akan cennetlere koyacağız, orada ebedî olarak kalacaklar, bu da Allah'ın verdiği vaaddir. Ve doğru olduğunda hiç şüphe yoktur. Çünkü Allah'tan daha doğru sözlü kim olabilir?
123-124-Ey müslümanlar! Allah'ın hakkıyla vaad ettiği bu cennete girme gayesi; ne sizin kuruntularınızla olur, ne de kitap ehlinin kuruntularıyla. Naklonuyor ki, müslümanlarla kitap ehli birbirlerine karşı öğünmüşler, her biri Allah katında kendilerinin daha hayırlı olduğunu iddia etmiş, kitap ehli: "Bizim peygamberimiz sizin peygamberinizden önce, kitabımız kitabınızdan öncedir ve biz İbrahim'in dini üzereyiz" demişler. Yahudiler, "cennete ancak yahudi olanlar girecek"; Hıristiyanlar da, "Ancak Hıristiyan olan girecek" diye iddia etmişler. Müslümanlar da: "Bizim peygamberimiz, sizin peygamberinizden sonradır ve peygamberlerin sonuncusudur, kitabımız da sizin kitabınızdan sonra ve onlara hakimdir. Ve biz İbrahim, İsmail ve İshak dini üzereyiz, cennete ancak bizim dinimizde olanlar girecek" demişler. Bunun üzerine bu âyet ve devamı inmiş ve böyle kuru kuru öğünmelerle soyut arzular, kuruntular, ümitler, temennilerle cennete girilemiyeceği anlatılmış ve onun yolu gösterilmiştir. Allah'ın bu vaadine ermek için sadece kuruntu ve temenni kâfi gelmez, zira:
Gerek müslüman ve gerek kitap ehli, gerekse diğerlerinden her kim bir kötülük yaparsa onunla cezalanır, ya dünyada veya ahirette veya her ikisinde onun bir cezasını görür ve kendisine Allah'tan başka ne sığınacak bir dost, ne de kurtaracak bir yardımcı bulamaz. Erkekten olsun, dişiden olsun, her kim de mümin olarak güzel güzel ameller işler, yarayışlı işler yaparsa, işte bunlar cennete girerler ve bir nıkır (çekirdekteki küçük oyuk) kadarcık bile zulmedilmezler. Yani en küçük, çok önemsiz bir ölçüde bile hakları kesilmez. İşte cehennem görmeden cennete girme hususunda Allah'ın hak olan kesin vaadi bunlar hakkındadır.
"Nakir", aslında hurma çekirdeğinin üstündeki beyaz çukurcuğa denilir ki, fidan bundan biter. Nitekim yarığındaki ibliğe "fetil", çekirdeğe yapışık ince kabuğa da "kıtmir" denilir ve bunlar, ölçüler ve düşük miktarlardan kinaye olur. Dilimizde de, "çok ufak tefek" yerinde "nıkır", "kıtmir" tabir (deyim)i bilinmektedir. "İman ve güzel amel yapmak için en güzel din hangisidir?" diye münakaşaya, tartışmaya da gerek yoktur.
125- Dince o kimseden daha güzel kim olabilir ki, özünü, yüzünü tertemiz Allah'a tutmuş, teslim etmiş ve bu halde her ne yaptıysa güzel yapmış, hasenat (güzellikler) işlemiş, kötülük yapmamış, işlediği iyilikleri de Allah huzurunda yaptığını bilerek gücü yetebildiği kadar en güzel şekilde yapmış, ve hanif, yani diğer dinlerden yüz çevirmiş bir muvahhid (Allah'ı birleyen) olarak İbrahim milletine, İbrahim'in izince giden topluma uymuştur. Çünkü Allah İbrahim'i halil (dost) edinmiştir. Bundan dolayı ona uyan toplum, "Allah'ın kendilerine nimet verdiği peygamberler, sıddikler, şehitler ve salih kimselerdir." (Nisâ, 4/69).
"Halil", bir kimsenin işleri ve sırları arasına giren ve sevgisi, kalbinin her yerine nüfuz eden dostu demektir ki, hiçbir eksikliği olmayan sevgi mânâsına "hullet"den alınmıştır. Ve Allah'ın İbrahim'i halil (dost) edinmesi, onu bir dost gibi özel seçim ile lutfetmiş ve Rabbânî sırlara mazhar kılmış olmasından mecazdır. Allah Teâlâ, İbrahim Aleyhisselamı bir takım kelimeler ile imtihan etmiş, o da onları tamamlamış olmakla "Ben seni insanlara önder yapacağım." (Bakara, 2/124) ikramıyla en güzel önder yapmış, hayat verme sırrını, yüksek ve alçak gayb âlemini göstermiş, o da toplumunu peşi peşine ilâhî tevhide davet etmiş, putlara, yıldızlara, Güneş ve Ay'a tapmayı yasaklamış, Tağut'a karşı gelmiş, Allah uğurunda ateşlere atılmaktan, oğlunu kurban etmekten, malını misafirlere feda etmekten çekinmemiş, ilâhî ahlâk ile ahlâklanmakta selef (kendinden öncekiler)in hepsini geçmiş, insanî seçeneğin en yükseği onda ve onun ailesinde tecelli etmiş, zürriyeti -zalimleri hariç olmak üzere- mülk ve peygamberlikle müjdelenmiş ve muradına ulaşmıştır. Böyle bir Allah dostunun milletine tabi olan zat da o dostluktan elbette hissedar olacaktır. İşte o zat "Ben de kendimi Allah'a teslim ettim, bana uyanlar da" (Âl-i İmran, 3/20) diyen Muhammed Aleyhisselam ve gerçek tabileri ve bu din de İslâm dinidir. Ve bundan güzel hiç bir din yoktur. Peygamberimiz demiştir ki: "Allah İbrahim'i halil (dost); Musa'yı neciyy, yani kelîm ve beni habib (sevgili) edindi. Sonra buyurdu ki, 'İzzet ve celalim hakkı için habibimi halilime ve kelimime muhakkak kolaylaştıracağım ve tercih edeceğim." Gerçi meşhur Mirac hadislerinde sabit olduğu üzere Mirac gecesi Peygamberimiz Musa'yı altıncı, İbrahim'i yedinci semada görmüş ve kendisi bunları geçip Cibril'in makamı olan Sidre-i müntehaya ve sonra onun da ötesine geçmiştir. Dinlerin mukayesesi bakımından hıristiyanlar, Hıristiyanlığa ait prensiplerin daha güzel ve daha ulvi bir ruh telkin ettiğini ve bundan dolayı İslâm dininden daha ince ve daha güzel olduğunu iddia ederek: "Bir efendinin oğlu kulundan kıymetli ve şereflidir. Bunun için İsa hakkında 'Allah'ın oğlu' denmesi büyük bir şeref verme ve izzetlendirmeden mecazdır. İsa, Allah katında kıymetli bir kul payesiyle değil, bir evlat nisbet ve payesiyle izzetlendirilmiş olduğundan, bir hıristiyanın teslis (üçleme) ile bakışı da Allah'ın makbul kulları değil, evlat gibi bu izzet mertebesinden hissedar olmaktır. Şu halde bir efendinin makbul bir kul (küles)u ile oğlu arasındaki fark ne ise, Müslümanlık ile Hıristiyanlık arasındaki fark odur. Nitekim Yuhanna İncili'nin onbeşinci babında, 'Eğer size emrettiğim şeylerin hepsini yerine getirirseniz dostlarım olursunuz, artık size kul ismi vermem, çünkü kul efendisinin ne ettiğini bilmez, fakat size dost ismi verdim, zira pederimden işittiğim şeylerin hepsini size bildirdim' diye yazılıdır." diyorlar. Ve işte fıkrası, bilhassa bu noktayı da mukayese edip, meselenin ruhunun sevgide olduğunu göstererek hıristiyanların prensiplerindeki şirk şüphelerini kötülemiş ve İslâm'ın şeref ve izzetçe de yüksek ve her dinden güzel olduğunu anlatmıştır. Önce "Allah'ın oğlu" deyiminin mecaz olarak öğretildiği düşünülse bile, Allah'a karşı böyle bir mecazda güzellik yok, küfür vardır. Çünkü "oğul" tabiri, Allah'a benzeme ve ilâhî hakikate ortak olmayı anlatır. Ve İsa'da da uluhiyet vardır demek olur. Ve nitekim tanrıyı üçlemede bu inanç açıkça da söyleniyor. Bu ise Allah'a büyük bir iftira olan Allah'a ortak koşmadır. İkincisi: Bir efendinin nazarında oğlu, muhakkak makbul bir kulundan daha kıymetli ve daha yüksek olması iddiası doğru değildir. Ne oğullar vardır ki köleye köle olmaya değmez, Hz. Nuh'un oğlu bunun en açık misalidir. Üçüncü olarak Yuhanna İncili'nin bu onbeşinci babının özelilkle son âyetleri İsa'dan sonra "Farıklıt'in ve hak ruhun ve şahidinin" geleceğini açıklayarak İslâm dinini ve Muhammed Aleyhisselam'ın geleceğini müjdelemiş ve meselenin ruhunun oğullukta değil, dostlukta olduğunu göstermiştir. Ve hem de Allah'a kulluğu değil, İsa'ya kulluğu yasaklamıştır. Bütün bunlar, aslındaki bozulmayı bir yana bırakarak, Türkçe tercümelerinde görülmekte olan fazla bozmalar içinden anlaşılmaktadır. Allah katında sevgi ve yakınlığa erişmenin en şüphesiz ve en yüksek derecesini gösteren peygamber, veli, halil (dost), habib (sevgili) gibi yüksek vasıfları bırakıp da şirk mânâları üzerinde dolaşmak ve Allah'a kulluktan kaçınmak dindar olma mânâsına aykırı bir sapıklık ve iftiradır. Kulluğu inkâr, Allah'ı inkârdır.
Şimdi bu açıklama üzerine, acaba Allah'ın İbrahim'i dost edinmesi dışardan kendisine bir dost tedarikine ihtiyacından mıdır? Şâyet öyle ise gerçekte şirk tasavvurundan kurtulmak ve hanif olarak tevhid üzerinde yürümek nasıl mümkün olur? Ve bu şekilde bütün bütün Allah'a kendisini teslim etmek onun dışındaki kuvetleri ihmal ile onlara karşı kendisini tehlikeye koymak demek olmaz mı? Ve sonra ortada belli bir hisse olmaya karar vermiş ve Allah'ın kullarını bedbaht etmeye azmetmiş ve lanetlenmiş bir şeytan bulunduğuna göre, şerrinden kurtulmak için biraz da ona dost gibi görünmek gerekmez mi, gibi bir takım kuruntulara meydan bırakmamak üzere bu âyet ve bütün geçmiş bahisleri şu âyetle tamam ediliyor:
__________________
Sözün kıymetini '' Lal'' olandan,
Ekmeğini kıymetini ''Aç '' olandan,
Aşkın kıymetini ''Hiç'' olandan öğren..
|