Havas Okulu - Tekil Mesaj gösterimi - En-am Suresi Açıklamalı Tefsiri
Tekil Mesaj gösterimi
  #10  
Alt 03.07.18, 11:52
Havasokulu Havasokulu isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Daimi Üye
 
Üyelik tarihi: 28.04.15
Bulunduğu yer: Nefes Aldığım Yerde
Mesajlar: 14,902
Etiketlendiği Mesaj: 900 Mesaj
Etiketlendiği Konu: 0 Konu
Standart

Meâl-i Şerifi

83- İşte bunlar, kavmine karşı İbrahim'e verdiğimiz delillerimizdir. Dilediğimizi derecelerle yükseltiriz. Muhakkak Rabbin hikmet sahibidir, bilendir.

84- Biz ona İshak'ı ve Yakub'u da hediye ettik: Hepsine de doğru yolu gösterdik. Nitekim daha önce Nuh'a ve onun soyundan Davud'a, Süleyman'a, Eyyub'a, Yusuf'a, Musa'ya ve Harun'a da yol göstermiştik. Biz güzel davrananlara böyle karşılık veririz.

85- Zekeriyya, Yahya, İsa ve İlyas'a da (hidayet ettik). Hepsi de salih kullarımızdandı.

86- İsmail, Elyesa, Yunus ve Lut'u da (hidayete erdirdik). Hepsini âlemlere üstün kıldık.

87- Babalarından, çocuklarından ve kardeşlerinden bazılarını da (üstün kıldık). Onları seçtik ve doğru yola ilettik.

88- İşte bu, Allah'ın doğru yoludur. Kullarından dilediğini o doğru yola iletir. Eğer onlar Allah'a ortak koşsalardı, yaptıkları bütün amelleri boşa giderdi.

89- İşte onlar, kendilerine kitap, hüküm (hikmet ve hükümranlık) ve peygamberlik verdiğimiz kimselerdir. Bunlar, ona inanmayacak olurlarsa, yerlerine, onu tanımamazlık etmiyecek bir toplum getiririz.

90- Bunlar, Allah'ın hidayet ettiği kimselerdir. Sen de onların hidayetine uy. De ki:"Ben ona karşılık sizden bir ücret istemiyorum. O, sadece bütün âlemlere bir öğüttür.

83- Ve işte şu, yani o görme ve kesin inanma ve bu hidayet ve delil, bizim büyüklük delilimizdir. Biz bunu kavmine karşı İbrahim'e verdik. Kendilerini yıldızlardan ve hatta yıldızların suret ve heykellerinden daha düşük bir mevkide görerek, insanlığı zelil eden kavmine karşı İbrahim'in, yıldızlardan, Ay ve Güneş'ten, gökler ve yerden daha yükseğe geçerek doğrudan doğruya "gökleri ve yeri yaratan"a yönelecek ve Allah'tan başkasına boyun eğmeye tenezzül etmeyecek derecelerde yüksekliğini ispat ve üstünlüğünü temin eden bu delil, İbrahim'in kendisinin değil, büyük şan sahibi Allah'ındır. Biz büyük şan sahibi olan

Allah kimi dilersek derecelerini yükseltiriz. Şu halde bu, İbrahim'e mahsus bir durum değildir. Allah'ın seçmesine mazhar olan büyük Allah dostlarının büyüklerinde cereyan eden bir sünnettir. Ey Muhammed, hiç şüphe yok senin Rabbin böyle bir hikmet sahibi, böyle bir bilendir.

84-88-Bak İbrahim'e daha ne verdik. Ona İshak ile Yakub'u da ihsan ettik. Hepsini hidayete erdirdik, doğru yolda başarılı kıldık, emîn kıldık. Daha önce Nuh'a hidayet etmiştik. O da puta tapanlarla uğraştı ve onlara üstün geldi. Şu halde İbrahim, kendi hidayetinden başka hem büyük dedesinin, hem de çocuklarının hidayete ermesiyle de bahtiyar oldu. Ve neslinden Davud ve Süleyman'a da hidayet ettik. Bu kelimesindeki zamirin bahis konusu İbrahim olması bakımından ona râci olması, yani ilerde geleceği üzere ondört peygamberin İbrahim Aleyhisselâm'ın neslinden olması ortaya çıkıyor. Fakat Lut Aleyhisselâm, İbrahim'in neslinden değil, kardeşinin oğlu ve aynı şekilde Yunus Aleyhisselâm'ın da onun neslinden olmadığı ve ibâre (metin) de zamirin yakına dönüşümü de asıl kaide gereği olduğu için, bir çok tefsirciler bunu zikri yakın olan Nuh Aleyhisselâm'a göndermişlerdir. İbnü Abbas, "Gerçi bütün peygamberlerin içinde Hz. İbrahim'e ne ana, ne baba tarafından doğum itibariyle katılmayanlar vardır. Nitekim Lut kardeşinin oğludur. Bununla beraber hepsi İbrahim'in nesline dayanır. Çünkü amca da babadan sayılır." demiştir ki, bu mânâ sözün gelişine daha uygundur. Nuh'a gönderildiği takdirde bu yoruma ihtiyaç kalmazsa da, o zaman konunun sevki İbrahim'den Nuh'a değiştirilmiş olacaktır. Bununla beraber âyeti, cümlesine bağlamak da caizdir. O zaman bunlar, "onun neslinden" kapsamında dahil olmaksızın Hz. İbrahim'e yardımcı olarak bahşedilmiş olur. Ve gerçekte insanın kendi sulbünden gelen evladına da "nesli" denilmez ve iki kardeş olan İsmail ve İshak karşılığı da bu bağlamayı gerektirir. Dikkate şayandır ki bu âyetlerde onsekiz peygamber zikredilmiş ve bunların zikri bir güzel sınıflandırmaya tâbi tutularak Hz. İbrahim etrafında toplanmıştır. Hz. Nuh puta tapanlarla uğraşan ilk peygamber, İshak ve Yakub bütün İsrailoğulları peygamberlerinin aslı, bu arada baba oğul mülk ve saltanat ile seçkin, imtihan ve güzel sabır ile seçkin, iki kardeş, âciz bırakma kuvveti, heybet ve ezici güç, kitap ve özel şeriat ile seçkin, zühd ve ruhaniyet ve fedekârlıkta örnek olmuştur. İlyas, İdris Aleyhisselâm olduğu hakkında bir rivayet varsa da İsrailoğulları peygamberlerinden olması daha tercih edilir. Harun Aleyhisselâm soyundan olduğu nakledilmiş ve "İlyas b. Yasin b. Firhas b. Azzar b. Harun" denilmiştir.

Hızır olduğu da söylenmiştir. Zira İsa ve Hızır gibi İlyas'ın da henüz hayatta olduğuna dair bazı eserler vardır. Ebu Hayyan tefsirinde der ki: "İlyas, İsa'ya yakın olarak zikredilmiştir. Henüz ölmemiş olmakta ortaktırlar". İlyas'a yahudiler ve hıristiyanlar "İlya" derler. Yuhanna İncili'nin baş taraflarında, "Yahudiler Oruşilim'den Yahya'ya 'sen kimsin?' diye soru sormak üzere kahinler ile Levîliler gönderdikleri zaman onun şahitliği budur: yani ikrar edip inkâr etmeyerek: 'Ben Mesih değilim' diye ikrar etti ve ona: 'Öyle ise nesin, İlya mısın?' diye sorduklarında o da: 'değilim' dedi. 'Sen o peygamber misin?' dediklerinde: 'hayır' diye cevap verdi. 'Öyle ise Mesih yahut İlya, ya o peygamber olmadığın halde, niçin vaftiz ediyorsun?' dediler" diye yazılmıştır ki İlya, İlyas; o peygamber de peygamberlerin sonuncusu Muhammed Aleyhisselâm'dır. İlya, Rafizîler tarafından "Ali" ismine de tatbik edilmiştir. Hitabın Hz. Peygamber'e yönelmiş olması itibariyle peygamberin dedesi olan ve İshak ve Yakub zincirinin karşılığında bulunan Hz. İsmail diğer bir sınıfın başlangıcı olarak buraya bırakılmış ve teker teker faziletleri bakımından Elyesa, Yunus, Lut Aleyhisselâm da onunla beraber bir sınıfta sayılmıştır. Elyasa , Yuşa b. Nûn'dur, diyenler olmuşsa da Elyesa' b. Ahtub b. el-Acuz'dur, diye tashih ediliyor. (Bu kelime Hamze, Kisâî ve Halefu'l-Âşir kırâetlerinde lâm 'ın şeddesiyle şeklinde okunur).

89- İşte onlar, kendilerine kitap, hüküm (hikmet ve hükümranlık) ve peygamberlik verdiğimiz kimseler, şu halde buna şunlar küfrederlerse, yani bu üçüne veya (kitap ve hükmü içine alması bakımından daha özet olmak üzere) Kureyş kâfirleri hiç iman etmezlerse hiç önemleri yoktur. Şüphesiz ki biz o kitap, hüküm ve peygamberliğe öyle bir kavmi vekil yapmışızdır ki, bunlar onu hiçbir zaman inkâr etmezler. Daima iman ve şükür ile sarılır, güven ve hidayete mazhar olurlar. Mekke kâfirlerine karşı Ensar ve Medine'lileri; arap kâfirlerine karşı diğer kavimlerin müminleri; bütün kâfirlere karşı bütün Âdem oğullarından peygamber, sahabe, tâbiîn ve her mümin ve hatta melekler bu kavimdendir.

90- İşte ey Muhammed! Bu anılan ve seçilip kendilerine kitap, hüküm ve peygamberlik verilerek âlemlere üstün tutulmuş olan iyilik severler ve salihlerdir ki Allah kendilerini "işte güven onlarındır ve doğru yolu bulanlar da onlardır." âyeti delaletince hidayete erdirmiştir. Şu halde sen ancak onların hidayetine uy. Geçmişten örnek olmak üzere bunların hepsinin tuttukları iman tevhidi, doğruluk, dine bağlılık, fazilet ve cömertlik, kitap, hikmet, peygamberlik, özetle hidayet yolunu tut, başkalarına bakma! Bu kelimesinin sonundaki sakin he zamir değil, hâ-i sekit (sekte hâsı)dır. Yani vakıf halinde dal 'ın harekesini muhafaza eden mücerred bir harftir. Bunun için sâkin (harekesiz) okunur. Ve Hamze, Kisâî, Yakub, Halefü'l- Âşir kırâetlerinde vasıl hâlinde hazfedilir, okunmaz. Ancak İbnü Âmir kırâetinde "hüdâ" kelimesine râci zamirdir. Vasıl halinde esre ile veya med ile okunur.

Ve işte İbrahim kıssasını anmanın hikmet ve gayesi budur. Bunlara uyup yüzünü ancak Allah'a tut ve hiçbir şeyden korkmayarak ve başkasından hiçbir şey beklemiyerek Allah'ın hükümlerini tebliğ et. Onlar gibi sen de, De ki: Ben, bu iş, bu tebliğ karşılığında sizden bir ücret, bir karşılık istemem, o Kur'ân başka bir şey değil, bütün akıl sahibi âlemlerine Allah tarafından bir hatırlatma ve uyarıdır. Bu bir ferde, bir sınıfa veya bir kavme mahsus değildir. Allah için herkese, muhtaç ve sorumlu oldukları şeyleri hatırlatmaktır, genel bir rahmettir.

Meâl-i Şerifi

91- Onlar: "Allah insanlara hiçbir şey göndermemiştir" demekle, Allah'ı gereği gibi tanıyamadılar. De ki: Musa'nın insanlara aydınlık ve hidayet olmak üzere getirdiği, sizin parça parça kâğıtlara çevirdiğiniz, bir kısmını belli ettiğiniz, birçoğunu gizlediğiniz; sizinle babalarınızın, sayesinde bilmediğiniz birçok şeyleri öğrendiğiniz Kitab'ı kim gönderdi? (Onlara karşı sen) "Allah" de. Sonra onları bırak, boş laflara dalarak oyalansınlar.

92- Bu Kitap (Kur'ân), kendinden önceki kitapları tasdik eden, şehirler anası (Mekke) halkını ve çevresindeki bütün insanlığı uyarman için indirdiğimiz mübarek bir kitaptır. Ahiret gününe iman edenler bu Kitab'a da iman ederler ve onlar namazlarına da devamlıdırlar.

93- Allah'a karşı yalan uyduran, yahut kendisine hiçbir şey vahyolunmadığı halde: "bana vahyedildi" diyen ve: "Allah'ın indirdiği gibi bir kitap da ben indireceğim" diye iddiada bulunandan daha zalim kim olabilir? O zalimlerin halini ölüm şiddeti içindeyken bir görsen! Melekler onlara ellerini uzatırlar ve:" Ruhunuzu teslim edin. Bugün, Allah'a karşı haksız şeyler söylediğinizden ve O'nun âyetlerine karşı böbürlenmenizden dolayı alçaltıcı bir azapla cezalandıralacaksınız" derler.

94- Bugün, sizi ilk defa yarattığımız zamanki gibi yapayalnız huzurumuza geldiniz, size verdiğimiz herşeyi arkanızda bıraktınız. Allah'ın size göre ortağı olduklarını iddia ederek yardımlarına, şefaatlarına güvendiğiniz ortakları yanınızda görmüyoruz. Aranızdaki bütün bağlar artık kesilmiş, güvendiklerinizin hepsi kaybolup gitmiştir.

91-*} Allah'ı hakkıyle takdir etmediler, celâl ve cemâl sıfatlarını layıkıyla tanımadılar. Her şeye gücünün yettiğine, rahmân ve rahîm olduğuna iman etmediler, nimet ve rahmetinin kadrini bilmediler, hukukuna riayet, ilâhlık şanına hürmet etmediler, hasılı takdirsizlik ve nankörlük yaptılar. Çünkü, Allah insanlara hiçbir şey inzal etmedi, dediler. Böyle demekle yalnız insanlık hakkında bir takdirsizlik değil, Allah hakkında takdirsizlik ettiler, insanlara Allah'ın en büyük rahmet ve nimeti olan vahyi, peygamber göndermeyi mutlak bir şekilde inkâr etmek küstahlığında bulundular, Sâbîliğe saptılar ve öyle bir şekilde saptılar ki hissedileni ve makûl olanı tanımayan sofestaîlerin ve beşeri ilâh tanımak istiyenlerin: "Allah, biz insanların işine karışmaz" dedikleri gibi, Allah'ın beşere indirdiği hiçbir şey yokmuş veya beşerde her ne varsa Allah'tan başkası tarafından veya beşerin kendisinden imiş gibi söz ettiler. Şüphe yok ki bu gibi çirkin söz söylemeye cür'et etmek bir nankörlük huyundan, bu da nankörlüğün kötülüğünü ve Allah'ın büyüklük ve kudretini takdir edememekten ileri gelen, çirkin bir cahillik ve ahlâksızlıktır. Allah dediği zaman ne dediğini bilmeyen, bu büyük ismin ne kadar sonsuz bir kudret ve kemal ifade ettiğini gereği gibi düşünmeyenlerdir ki böyle cüretlerde bulunurlar. "Allah, beşere bir şey indirmedi" sözü, bir müşrik sözü olduğu ve yukardan beri anlaşılageldiği üzere Mekke müşriklerinin de bu fikirde bulunduğu açıktır. Fakat bunu Medine'de yahudilerin hahambaşılarından Mâlik b. Sayf'ın söylemiş olmasıdır ki bu âyetin inmesine sebep olmuştur. Şöyle ki:

Mâlik b. Sayf, iri ve şişman bir adammış. Resulullah'ın yanına gelmiş, konuşurken Resulullah kendisine: "Musa'ya Tevrat'ı indiren Allah'a and vererek soruyorum, 'Allah şişman bilgine buğzeder' diye Tevrat'ta buluyorsun değil mi? Halbuki sen şişman bilginsin, Yahudilerin yedirdiği şeylerden şişmanlamışsın" buyurmuş. Orada bulunanlar gülmüşler, Malik b. Sayf kızmış, Hz. Ömer'e dönüp: "Allah hiçbir beşere bir şey indirmemiştir" demiş, Muhammed Aleyhisselâm'ın peygamberliğini inkârda mubâlâğa etmek için, öfkesinden müşrikler gibi hepsini inkâr edivermiş. Sonra bu sözünden dolayı yahudiler tutmuşlar kendisini başkanlıktan indirip yerine Kâb b. Eşref'i geçirmişler. Bu âyetin, nüzul sebebinde meşhur olan çoğunluk görüşü budur. Bundan dolayıdır ki sûrenin başında açıklandığı üzere bu âyet, bu sûrenin Medine'de sonradan inmiş olan birkaç âyeti cümlesinden olduğu rivayet edilmiştir. Gerçekte yukardan beri sözün geliş şekli, müşriklere karşı olduğu halde, burada yahudi de ilave edilerek buyuruluyor ki:

Öyle diyen takdirsizlere karşı de ki: Musa'nın insanlar için bir nur olarak, bir hidayet olarak getirdiği kitabı (yani Tevrât'ı) kim inzal etti? O nur ve hidayet ki siz onu kırtaslar yapıyorsunuz, aydınlanıp amel edecek yerde parça parça kağıtlara koyuyor, kuru evrak haline getiriyorsunuz, bunları meydana çıkarıp gösteri yapıyor ve bir çoğunu gizliyorsunuz. Yani gizliyor ve bozuyorsunuz, meydana koyduklarınızla da amel etmiyor, kalbinize koymuyorsunuz. Fakat İbnü Kesir ve Ebu Amr kırâetlerinde gâib (üçüncü şahıs) kipiyle okunur ki, "onu kağıtlar yapıyorlar, istediklerini meydana çıkarıp, bir çoğunu gizliyorlar" demektir. Bunda yahudilerden hitap (ikinci şahıs) ile değil, gıyab (üçüncü şahıs) ile tâbir buyurulmuştur. Eğer öbür kırâet olmasaydı, bu âyetin de Mekke'de ve müşrikler sebebiyle inmiş olduğuna hükmedilebilirdi. Ancak bu şekilde Tevrat'ın inzalinin ve yahudilerin durumlarının müşriklere karşı nasıl bir çelişki maddesi olarak söylenilebileceği sorusu vârid olurdu. Fakat bunun da sebebi yok değildir. Çünkü Mekke müşriklerine göre de Musa'ya Tevrat'ın inişi ve yahudilerin durumu, herkesçe bilinmekteydi. Onun için "Eğer bize kitap indirilseydi, biz onlardan daha doğru yolda olurduk." diyorlardı. Şu halde bu iki kırâetin toplamı bize, şunu ifade eder ki, âyetin inmesinde hem yahudilerin, hem müşriklerin sebep olmaları vardır. Her ikisi de Muhammed Aleyhisselâm'ın peygamberliğini inkâr için "Allah hiçbir beşere bir şey indirmedi" demişlerdir. Fakat esas nüzul sebebi yahudinin söylemesi olmuş ve sözlerinin çelişki maddesi önce Tevrat ve takdirsizliklerinin misali de ona karşı aldıkları vaziyet ile gösterilmiştir Bundan başka daha genel olmak ve Kur'ân'a da temas etmek üzere buyuruluyor ki:

Bir de size, ne kendinizin, ne atalarınızın bilmediğiniz ilimler öğretildi. Şu halde, bunları size indiren, öğreten hakiki öğretici kim? Ey Muhammed, o takdirsizler buna ne derlerse desinler, sen Allah'dır, de. Sonra onları bırak, daldıkları bâtıl içinde oynaya dursunlar.

92- Bu Kur'ân da, bizim indirdiğimiz öyle bir kitaptır ki, mübarektir. Feyzi, cihanı tutacaktır. Önündekini tasdik edici, teyid edici ve iyiyi kötüden ayırıcıdır. Ondaki nûr ve hidayet bunun tasdikinden geçerek artacak, kuvvetlenecek ve gelişecektir. Biz onu bunun için (yani âlemleri hatırlatmak, bereket ve tasdik için) ve bir de Ümmü'l-Kurâ'y (şehirlerin anasın)ı ve bütün çevresindeki kimseleri uyarasın diye indirdik. Ve ahirete iman eden, sonlarını kurtarmak isteyenlerdir ki buna iman ederler, ve bunlar namazları üzerinde koruyucu kesilirler. Bütün şehirlerin anası, merkezi demek olan (Ümmü'l-kurâ) Mekke'nin bir ismidir ki cihanın merkezi, bütün yaratılmışların kıblesi demek gibidir. Uyarma, Mekke'nin kendisine değil, halkına olacağı bilindiğinden mânâ, mecaz veya mecaz isnadı suretiyle "Ümmü'l-kurâ halkı" demektir. da buna karinedir. Şüphe yok ki "Mekke" denilmeyip de "Ümmü'l-kurâ" denilmesi, Mekke'yi âlemdeki bütün şehirlerin bir mutlak merkezi gibi düşündürmek içindir. Ve bundan dolayı de, merkez ve çevre karşılığıyla bütün yer çevresinde bulunanların hepsi demek olur. Bununla beraber "Ümmü'l-kurâ" merkezlik mânâsı dikkat nazarına alınmaksızın "Mekke" demek gibi düşünülürse, 'dan Mekke çevresi, Mekke civarı, bundan da nihayet Arap Yarımadası düşünülür. Bu ihtimale göre Kur'ân'ın nüzul hikmeti yalnızca Mekke ve Arap Yarımadası halkının uyarılmasına mahsusmuş gibi bir kuruntu akla gelebileceğinden "Mekke ve etrafını uyarman için" buyurulmadığı gibi, "Ümmü'l-kurâ ve etrafını uyarman için" de buyurulmayıp atıf vâvı ile "ve Ümmü'l-kurâ ve etrafını uyarman için" buyurulmuş ve bununla Kur'ân'ın nüzulünün, Muhammed Aleyhisselâm'ın peygamberliğinin yalnız Arap milletini uyarma hikmetine mahsus olmadığı ve bir âyet yukarısındaki "O Kur'ân, âlemler için ancak bir uyarmadır" mânâsıyla, bereketlerinin kapsamının genişliğinden gaflet etmemek gerektiği ve özellikle "Ey Muhammed! Biz seni ancak bütün insanlara bir müjdeci ve uyarıcı olarak gönderdik" (Sebe', 34/28) âyetinin kapsamı anlatılmıştır. Fakat gariptir ki bütün bunlara karşı yahudilerden bir grup, bu "ve Ümmü'l-kurâ ve etrafını uyarman için" âyet-i kerimesinden Hz.Muhammed (s.a.v)in yalnız Araplara gönderilmiş bir peygamber olduğunu delil getirmeye kalkışmışlar, yani onun peygamberliğini itiraf etmekle beraber her millete değil, Araplara mahsus bir peygamber olduğu iddiasında bulunmuşlardır. Bunlar yahudilerden "İseviyye mezhebi" adıyla anılırlar ki, bugün aydın geçinen avrupalılardan bir kısmının Arap olmayan müslümanlar arasında bu yahudi fırkasının mezhebini ve politikasını yaymaya çalıştıklarını görüyoruz. Beşerde vuku bulmuş bir iş olan peygamberliği inkâr etmenin, Allah'ı gereği gibi takdir etmemekten doğan bir cüret, bir nankörlük ve herhangi bir peygamberin peygamberliğini ve herhangi bir kitabın inmesini kabul ettikten sonra bütün peygamberleri ve kitapları tasdik ve teyid eden ve onlardan daha açık ve daha feyizli olarak indirilmiş bulunan mübarek Kur'ân'ı ve Muhammed Aleyhisselâm'ın nebîliğini inkâr etmenin ise bundan başka açık bir çelişki olduğu anlatılmakla peygamberlik işi tespit ve teyid ediliyor. Ve peygamberlik meselesinin Allah'ın sıfatları meselesinin bir dalı olduğunu, irfan ve ahlâk, sorumluluk duygusu ve âkıbet endişesi ile ilgisini tesbit ettikten sonra, Allah'a yalan isnad eden, yalan yere peygamberlik iddia eden veya Allah'a, Peygamber'e rekabet etmeye kalkışan iftiracılar, yalancılar, sahtekârlar ve haddini bilmezler hakkında korkutma ve uyarma olarak da şöyle buyuruluyor :

93-94- Ve kimdir o kimseden daha zalim ki, Allah'a yalan iftira etmiştir. Mesela yalancı Müseyleme (Müseylemetû'l-kezzab) ve Esved Ansî gibi, "Allah beni peygamber gönderdi" diye yalandan peygamberlik iddia etmeye veya Amr b. Luhay ve benzerleri gibi kendi kendine din uydurmaya, hükümler koymaya kalkışmış veya herhangi bir şekilde Allah'a karşı yalan uydurmuş, Allah'a ilgisi caiz ve layık olmayan bir şey isnat etmiş, veya kendisine hiçbir şey vahyedilmemişken, bana vahyedildi, demiştir. Özetle ya herhangi bir şekilde bir yalan iftira etmiş veya özellikle vahy iddiasıyla iftira etmiştir. Diğer bir mânâ ile: "Bana vahyolundu, ona hiçbir şey vahyolunmadı" demiş, kendine vahiy iddia etmiş ve Peygamber'e vahyi inkâr etmiştir. Yalanın iki büyük çeşidini toplamış, yoğa var, vara yok diye kat kat büyük bir yalan söylemiş demek olur. Ve o kimseden ki, Allah'ın indirdiği âyetler gibi ben de indireceğim, demiştir. Allah ile rekabete, Kur'ân'ın benzerini yazmaya, Peygamber'le boy ölçüşmeye kalkışmıştı. Nitekim Tâif'li Nadr b. Haris ve yardakları, "Eğer istesek bunun (Kur'ân'ın) aynısını biz de söyleriz" (Enfâl, 8/31) demişler, "Ekin ekenlere, ekmek yapanlara, pişiriş pişirenlere, lokma edenlere kasem olsun" diye saçmalar söylemişlerdir. Ve işte şu zikrolunan misaller bu âyetin nüzulüne sebep olmuşlardır ki, bunların bazısı Mekke'de, bazısı Medine'de vaki olmuş bulunduğundan bu âyetin de Mekke olaylarına da işaret ederek Medine'de indiği rivayet edilmiştir.

Ey muhatap sen bir görsen bütün bu zalimlerin gamerât-ı mevte düştükleri, ölümün pençelerine geçip şiddetten şiddete atıldıkları, ve melekler ellerini uzatarak, haydi bakalım canlarınızı çıkarın, yahut kendinizi kurtarın. Bugün siz hakaret ve zillet azabıyla cezalanacaksınız, çünkü Allah'a karşı doğru olmayanı söylüyordunuz, ve ayetlerine karşı kibirleniyordunuz. Gururunuza yediremiyor, onlara imandan, düşünmeden kaçınıyordunuz, ve gördünüz ya ey zalimler bugün, bize ilk defa sizi yarattığımız gibi teker teker, yalnız başınıza geldiniz, ve size verdiğimiz şeylerin hepsini arkanızda bıraktınız. O şefaatçilerinizi de sizinle beraber görmüyoruz. Onları ki siz, kendinizde ortakdırlar diye sanmıştınız. Varlığınız üzerinde bunların ilâhlık hissesine sahip birtakım ortaklar olduklarını ve Allah'a karşı size şefaat edeceklerini sanıyordunuz. Artık aranızda ebedî kesilme vâki oldu. Nâfi', Hafs, Kisâi, Ebu Ca'fer'den başkasının kırâetinde nûn'un ötresiyle okunduğuna göre, artık aranız sonsuza dek açıldı, bütün ilişkiler kesildi, tarumar oldu, ve zannettiğiniz o hayaller, o kuruntular sizden kaybolup gitti, diye tarafımızdan hitap tebliğ edildiği zaman görsen!.. Neler olacaktır neler!...

Bunları gözönüne getirmeli de Allah'a karşı haksızlıkta, takdirsizlikte bulunmamalıdır. Gerçekte:

Meâl-i Şerifi:

95- Şüphesiz ki taneleri ve çekirdekleri yaran Allah'tır. O, ölüden diriyi çıkarır, diriden de ölüyü çıkaran O'dur. İşte Allah budur. O halde nasıl yüz çevirirsiniz?

96- Karanlığı yarıp tanyerini ağartan O'dur. Geceyi, dinlenmek için; Güneş'i, Ay'ı (vakitlerinizi) hesaplamak için yaratmıştır. İşte bu, her şeye galip gelen ve her şeyi bilen Allah'ın takdiridir.

97- Kara ve denizin karanlıklarında yolunuzu bulasınız diye yıldızları sizin için yaratan O'dur. Şüphesiz biz, bilen bir toplum için âyetleri geniş bir şekilde açıkladık.

98- Sizi bir tek candan yaratan O'dur. Sonra sizin için bir karar yeri, bir de emanet yeri vardır. Biz âyetlerimizi, anlayan bir toplum için apaçık beyan ettik.

99- Gökten suyu indiren O'dur. Onunla her çeşit bitkiyi çıkardık, o bitkiden bir yeşillik çıkardık, ondan da birbiri üzerine binmiş taneler; hurmanın tomurcuğundan sarkan salkımlar, üzüm bağları, zeytin ve nar (bahçeleri) çıkarıyoruz. (Bunların) kimi birbirine benzer, kimi benzemez. Bunlar meyvelendikleri zaman meyvelerinin olgunlaşmasına bakın! Bunlarda inanan bir toplum için ibretler vardır.

100- Onlar, Allah'a cinlerden de ortak koştular. Halbuki onları yaratan O'dur. Bilgileri olmadan O'na oğullar, kızlar uydurdular. O'nun şânı onların uydurdukları sıfatlardan münezzeh ve yücedir.

101- Gökleri ve yeri yoktan var eden O'dur. Eşi de olmadığı halde, nasıl olur da çocuğu olur? Her şeyi yaratan O'dur. Ve O, herşeyi bilendir.

95- Kelimesi İbnü Kesir, Ebu Amr, Yakub'dan Ravh kırâetlerinde ism-i fâil sîgasıyla şeklinde okunur.

Allah, taneleri ve çekirdekleri yarandır. Ölüden diri çıkarır, ve diriden ölü çıkarandır, işte Allah budur. Böyle bütün tabiatlar üzerinde hâkim olur yaratıcı ve yoktan var edicidir.

__________________
Sözün kıymetini '' Lal'' olandan,
Ekmeğini kıymetini ''Aç '' olandan,
Aşkın kıymetini ''Hiç'' olandan öğren..

Alıntı ile Cevapla
 

1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41 42 43 44 45 46 47 48 49 50 51 52 53 54 55 56 57 58 59 60 61 62 63 64 65 66 67 68 69 70 71 72 73 74 75 76 77 78 79 80 81 82 83 84 85 86 87 88 89 90 91 92 93 94 95 96 97 98 99 100 101 102 103 104 105 106 107 108 109 110 111 112 113 114 115 116 117 118 119 120 121 122 123 124 125 126 127 128 129 130 131 132 133 134 135 136 137 138 139 140 141 142 143 144 145 146 147