56-Kısaca yalvararak ve gizleyerek dua ediniz, haddi aşmayınız, ve yeryüzünde ıslahından sonra fesat çıkarmayınız. Allah Teâlâ yeri yaratıp nizamına koymuş, faydalarınıza ve iyiliğinize uygun bir şekle sokmuş. "Doğrusu biz yeryüzünde sizi yerleştirdik, orada size geçimlikler verdik." ve "Sizin için yeryüzünde belirli bir zamana kadar yerleşme ve geçim imkânı vardır." (Bakara, 2/36) âyetlerinin delaletince sizi onun üzerinde yerleştirmiş ve kudret vermiş, bir vakte kadar onu size karargâh, geçim ve faydalanmanız için bir yer yapmış, fayda ve zararınızı onun düzelme ve bozulmasına bağlamış ve bundan sonra sizi bunun ıslah ve ifsadından sorumlu tutmuş. Şu halde siz isteyeceğinizi emri dairesinde Allah'tan isteyiniz de yeryüzünün ıslahından sonra üzerinde düşmanlık etmekle fesat çıkarmayınız, şirk ve isyana, azgınlık ve düşmanlığa sapmayınız. İstek hedefiniz, şirk değil tevhid, küfür değil iman, isyan değil itaat, ihtilal değil intizam, zulüm değil adalet, yıkma değil yapma, kısaca bozmak değil yapmak, fesat değil iyilik olsun. İnsan muhtaç olduğu her hangi bir şeyin, bir lokma ekmeğin, bir yudum suyun yokluğundaki fecaati düşünmeli, bastığı yerin nizamı bozulup çalkalanmaya başlamasındaki dehşetin şiddetini hesap etmeli de her çeşit bozgunculuktan sakınmalı, daha iyisini yapamayacağı hiç bir şeyi bozmamalı ve her nede tasarruf ederse bir iyilik fikri ile tasarruf etmeli, faydasız yere bir dânenin bile bozulma ve yok olmasından sakınmalıdır.
Böyle yapınız ve hem korku, hem ümid halinde Rabbinize dua ediniz. Korku halinde ümidi, ümit halinde korkuyu bırakmayarak, daima ikisinin denklik noktasını gözeterek dua etmelidir. Çünkü Allah hem celâl sahibi, hem ikram sahibidir. Âlemde Allah'ın emri altında gece ve gündüz nasıl birbirleriyle yarış ederek gidiyorlarsa, korku ve ümid de öyledir. Bu iki ruh haleti insanın manevî yolda ilerlemesi (seyr ü sülûkü)nde iki kanat gibidir. Her hangisi atılsa insan yaralı bir kuş gibi uçmaktan mahrum kalır. Kalb ancak bunların karşılıklı çarpışmasındaki uygunluk ve denklikten doğrudan doğruya Hak yüzüne bakan bir yön alır. Duanın güzelliği de, kalbin bu istikametiyledir. Böyle dua edenler, duada ihsan mertebesine ermiş muhsin (iyilik sever)lerden olurlar. Şüphesiz ki iyilik edenlere Allah'ın rahmeti yakındır. Hiç bir hususta Allah iyilik yapanların ecrini zayi etmez. Duada iyilik edenlerin de dualarını kabul eder, yakında muratlarına erdirir.
57- Ve O, o Allah'tır ki rahmetinin iki eli arasında, yani önünde müjdecileri olarak birtakım rüzgarlar gönderir. Nâfi, İbnü Kesir, Ebu Amr, Ebu Cafer, Yakub kırâetlerinde , İbnü Âmir'de okunduğuna göre rahmetinin önünde nâşir (neşredici)leri olarak yaygın bir takım rüzgarlar gönderir. "Büşr', "beşûr"in çoğulu; "nüşr", "neşûr"un çoğuludur. "Resul" vezninde "neşûr", "nâşir" (yayıncı) veya menşûr (neşredilmiş) mânâsına gelir. Nun'un fethasıyla "neşir" de neşretmek, yaymak ve ayırmak mânâsına masdar olduğu gibi, "güzel rüzgar" mânâsına ve bundan bulutu yayıp döşeyen, hoş ve yumuşak rüzgar mânâsına isim de olur. Bu şekilde İbnü Kesir, Hamze, Kisâî kırâetlerinde okunduğuna göre de: "Rahmetinin önünde neşr halinde rüzgar gönderir". Yağmur yağdıracağı nimet ve hayat neşredeceği zaman önce durgun havaları oynatır, sükûnlarını harekete çevirir. Hareketi berekete başlangıç, sebep, delil ve elçi, müjdeci ve nâşir yapar, yayar, fakat her hareketi değil, özel bir hareketi. Çünkü azap olan hareketler, azap habercisi olan rüzgarlar da vardır. Bu mânâ ile İbnü Ömer (r.anh)dan rivayet edilmiştir ki rüzgar sekiz şekildir; dördü azap, dördü rahmettir. Azap olanlar: Kasıf, âsıf, sarsar, akîm. Rahmet olanlar da: nâşirât, mübeşşirât, mürselât, zâriyattır. Bir nebevî hadiste de şöyle varid olmuştur: "Ben, saba ile mansur oldum. Âd, debûr ile helak edildi, cenûb da cennet rüzgarındandır." Hz. Ka'b'den de nakledilmiştir ki, Allah üç gün rüzgarı hapsetse, yeryüzünün çoğu kokardı. Hasılı korkulacak hareketler, korkutucu olan rüzgarlar da vardır. Fakat ilâhî rahmetin müjdecileri ve yayıcıları mürselât ve zâriyâtı da onlar içindedir. Bunun için ümidin korkudan, korkunun ümitten ayrılmaması gerekir.
Havanın eserlerinden rih ve rüzgar: Hareketli hava demektir ki, yönlerine, vasıflarına göre uyumlu veya uyumsuz bir çok kısımları ve çeşitleri vardır. Genel şekilde yönlere göre dört veya sekiz rüzgar esas gibi düşünülür ve rüzgarların oluşumunda ve cereyanında ilâhî tasarrufa delalet eden pek çok noktalar vardır. Rüzgar, hareket eden hava olmak itibariyle şüphesiz ki bir tahrik ile meydana gelir. Havanın her hareketine de rüzgar denilmediğinden, rüzgar göndermek, havayı bir noktadan diğer noktaya özel bir şekilde hareket ettirmek mânâsını içerir. Bir kerre bu hareket, havanın tabiî bir fiili değildir. Zira hava sakin de olur. Bunun için tabiat bilgisinde rüzgarın oluş sebebi havanın aldığı sıcaklık, yani soğuk ve sıcak değişimlerine nisbet olunur. Şu halde rüzgarın oluşunun da gece ve gündüz meselesinde açıklanmış olunduğu üzere ısı tabiatı ile soğuk tabiatı arasındaki galibiyet ve mağlubiyet oranlarının tahvil (değiştirme) ve tasrif (idare)ine râcidir ki, bu da doğrudan doğruya ve tabiat üstü bir Allah emridir. Şu halde gerek bir kural altında esen muntazam bir rüzgar olsun, gerekse nizamsız olsun, ikisi de bir tabiatı diğer tabiata musallat etme demek olduğundan, doğrudan doğruya rabbanî bir tasarruf olduğunda şüphe yoktur. Şu kadar ki nizamlı rüzgarda âdet ve uyum, nizamsız rüzgarda harika (âdet üstülük) galiptir. Onun için Allah'ın kudretini yalnız harikada aramak gafletinde bulunanlar, ilâhî fiil ancak fevkalade rüzgarlardır zannederler. Bununla beraber burada bahis konusu olan yalnız ilk hareket ettiren delilini teşkil eden bu tahrik değildir. Bu tahrikin içermiş olduğu daha bazı özellikler ile beraber, bunun sonuçta hayat ve nimete, yağmur gibi bir ilâhî rahmete olan ilgisi başlangıç delaleti yani bundan sonra gelecek diğer bir ilâhî fiili haber verir bir şekilde akıllar âlemi peygamberlik çeşidini temsil etmesi, rüzgar olayının diğer bir olay olan yağmur olayını hazırlaması ve vuku bulmadan önce işaret etmesi durumuna da bilhassa dikkat nazarı çekilmiştir. Ve bu şekilde hem yaratma, hem emir, hem maddiyat, hem maneviyat açısından kudret ve ilâhî hikmet tecellileri gösterilerek ahiret ve peygamberlik meselesini hatırlatacak ve düşündürecek misaller nakledilmiştir Özet olarak bir takım rüzgarlarda daha sonra gelecek olan ilâhî rahmeti müjdeleyen bir elçi, bir melek misali vardır. Allah Teâlâ bunları rahmetinin önünde müjdeciler ve yayıcılar olarak gönderir.
Şimdi kudrete bakınız ki nihayet o rüzgarlar (havadan) ağır ağır bulutları az ve hafif bir şey gibi kaldırıp yüklendiği zaman, yani rüzgarların fâidelerinden birisi de bulutları derleyip toplamak, yaymak ve yağmura muhtaç olan yerlere götürmek için tepelerinde taşımaktır. Fakat bu taşıyışta gayet dikkate değer bir husus vardır. Çünkü hava hafif, bulutlar ise ağırdır. Hafifin ağırı kaldırması ise tabiatın tersidir. Gerçekte burada bu ağırlık ve ıklâl (yüklenme, kaldırma) ihtarının tabiat ilimleri bakımından pek büyük önemi vardır. Zannedilirdi ki, bulutlar havadan hafif su buharından ibarettir. Halbuki asıl bulut su buharı hali değil, bizzat su taneciklerinin toplu hali olduğu sonradan farkedilmiş ve suyun ise havadan ağır olduğu bilinmekte olduğundan, bulutların hava boşluğunda muallâkta durması Fizik ilminde bir mesele teşkil etmiştir. Ve izahında iki görüş hasıl olmuştur: Başlangıçta, "O su tanecikleri sabun köpüğü gibi boş ve içlerinde hava hapsedilmiş olup, bu hava dışardaki havadan fazla bir ısı derecesinde bulunduğundan hafif olarak üzerinde yüzüyor." denilmiş. Sonra bu görüş çürütülerek bulutları birleştiren su taneciklerinin içi boş değil, dolgun bulunduğu ve bundan dolayı her biri kendi hacmindeki havadan ağır olduğu halde aşağıdan rüzgarın tahrikiyle kum tanelerinin yukarı çıkması gibi hava boşluğunda muallâk kalarak sağa sola hareket ettiği kabul edilmiştir. Öncekine göre balon ve gemi gibi hafifin ağır üzerinde duruşu, ikinciye göre de kuş ve uçak gibi ağırın hafif üzerinde duruşudur ki "ağır bulutları kaldırıp yüklendiği zaman" âyetinin hatırlatması da bunda açıktır. Evet havadan ağır olan su taneciklerini daha sıcak hava ile doldurmakla köpük haline koyarak hafiflendirip küçücük baloncuklardan oluşan bulut donanmalarını hava üzerinde tutmakta da büyük bir sanat olduğu şüphesiz ise de su taneciklerinin ağırlıklarını olduğu gibi muhafaza etmekle beraber, onlardan daha hafif olan havanın sırf hareketten aldığı kuvvetle o ağır bulut kütlelerini kaldırıp yüklenmesi daha çok dikkat çeken bir hadisedir ki, bunda hareketin önemi ve hareket emrini veren muharrik (hareket ettirici)in, yalnız hareketle, hafiflik ve ağırlık hükümlerini değiştiren ve tabiatlerin hükmünü tersine çeviren ve değiştiren mutlak bir kudrete sahip olduğu doğrudan doğruya ortaya çıkar. İşte bu mânâyı öğrenme sayesindedir ki, hareket ettirici kuvvet elde edilmesiyle uçaklar yapılmış ve kuş gibi hava üzerinde uçma başarısı elde edilmiştir. Bu açıklamadan anlaşılır ki rüzgarları hareket ettirmekteki bu yüksek kudreti özellikle hatırlatan bu "ağır bulutları kaldırıp, yüklendiği zaman" kavramında Muhammed aleyhisselâm'ın peygamberliğinin kesin delillerinden birisi olan ilmî bir mucize var demektir. Bir mucize ki, beşer ilmi bunun doğruluğuna bin seneden sonra vakıf olabilmiştir. Bununla beraber iş bununla kalmıyor, Allah rüzgara o kuvveti vermekle beraber onu onda atalet (cisimlerin bir hareket ettirici olmadan hareket edemiyecekleri) kuralı üzere bir tabiat istivâsiyle bırakmıyor. Bu noktada irade tecellisini anlatıyor ve kendi istivâ hakimiyetini gösteriyor. Onun için gıyab (üçüncü şahıs)tan tekellüm (birinci şahıs)e dönerek buyuruyor ki:
Tam rüzgarlar, ağır bulutu kaldırıp yüklendikleri zaman biz o bulutu ölü bir belde için sevk ederiz de, o suyu o beldeye indiririz, ve o su ile her türlü meyveleri çıkarırız ve çıkaragelmişizdir. İşte ölüleri, kabirlerinden, böyle çıkaracağız, şimdi siz düşünebilirsiniz. Bunları düşünür anlayabilirsiniz ki, yaratmak da emir de kendisinin olan ve tahrik ve irade ile bunları yapmaya ve ölmüş bir beldeyi yeniden diriltmeye kâdir olan Rabb'ınızın ölüleri diriltebileceğinde şüphe yoktur. Fakat şunu da unutmamak lazım gelir ki, yağmur yağmakla her yer eşit olarak meyve vermez, her toprağın başlangıçta kuvveti bir olmaz.
58-Yağmur yağar ve iyi belde, toprağı iyi olan arazinin Rabbinin izniyle nebatı iyi çıkar. Gerçi Allah'ın izni, iradesi ve kolaylaştırması olmayınca hiç bir şey olmaz. Fakat Allah'ın âdetinde yaratma ile emir arasında uyum bulunduğundan hoş ve iyi olan toprağın mahsulleri de yağmurla - Allah'ın izniyle bereketli, güzel ve kolaylıkla çıkar. Fena olanın ise, çıkmaz, çıkarsa da ancak zorla, pek az ve faydasız bir şey çıkar, yağmurdan da istifade edilmez. Şu halde insan yerin iyiliğindeki önemi iyi takdir etmeli ve onun iyilik ve kötülüğünde kendisinin de bir sorumluluğu bulunduğunu unutmamalıdır. İşte biz şükredecek her hangi bir toplum içindir ki, bu âyetleri böyle çevirip türlü türlü şekillere kor, tekrar ederiz, ve daha edeceğiz. Yani bu beyan ve tasvir, insanlar için bir darb-ı meseldir. Peygamberler, ilâhî rahmetin müjdeci ve yayıcıları, yüklenmiş oldukları teklifler ve şeriatler, hayatın kendisiyle kâim olduğu saf su ile dolu ağır bulutlar gibi Kur'ân kalblerin âb-ı hayatı (hayat suyu), din ve mârifet (bilgi), ebedî bir hayat olan ilâhî rahmet; sorumlu ve muhatap olan insanlar da yağmurun indiği yerler gibi iki kısımdır: Topraklar gibi insanların ve insan topluluklarının da iyisi ve kötüsü, mümini kâfiri vardır. İyiler iyi düşünür, Allah'ın peygamberlerinden istifade eder, ilâhî âyetleri düşünmek ve anmakla ibret alır, iman eder, hayat bulur, Allah'ın nimetlerine şükreder. Ahiret için güzel ameller ile güzel semereler verirler. Yaratılış âyetlerinde ve şeriat koymada cereyan eden ilâhî tasrîf ve tasarrufların, peygamberleri gönderme ve Kur'ân'ı inzal etmenin hikmeti de bilhassa bunların faydaları ve şükranıdır. Çorak yer gibi fena olanlar ise Allah'ın nimetlerini ve rahmetini inkâr ve küfür ile karşılarlar, bu faydalanmadan mahrum kalırlar. Onların meyve vermelerine Allah'ın izni taalluk etmez. Zorluk ve mahrûmiyet içinde felakete yuvarlanır giderler. Nitekim peygamberlerin kıssaları ve milletler tarihi buna şahittir. Bunun için burada Âdem'in yaratılışından sonra başlayan ve insan cinsinin peygamberliğinde yerleşerek zamanı idare eden istivâ hükmü altında peygamberlik işinde ilk yaratmanın altı günü misali üzere harikaları içeren altı devir teşkil eden altı peygamberin peygamberlik kıssalarıyla yedincisinde "Muhakkak ki zaman, Allah'ın gökleri ve yeri yarattığı günkü hâli gibi devam etmektedir." hadis-i şerifin mânâsının da delalet ettiği üzere Hz. Muhammed'in peygamberliğinde tecelli eden peygamberlik hükmünü anlatmak ve açıklamak üzere yemin ile buyuruluyor ki:
Meâl-i Şerifi
59-64-59- Andolsun ki Nûh'u elçi olarak kavmine gönderdik de dedi ki: "Ey kavmim! Allah'a kulluk edin sizin O'ndan başka bir ilâhınız yoktur. Doğrusu ben, üstünüze gelecek büyük bir günün azabından korkuyorum."
60- Kavminden ileri gelenler dediler ki: "Biz seni apaçık bir sapıklık içinde görüyoruz".
61- (Nûh) dedi ki: "Ey kavmim! Bende herhangi bir sapıklık yok, ben âlemlerin Rabbi tarafından gönderilmiş bir elçiyim."
62- "Size Rabbimin gönderdiği gerçekleri duyuruyorum, size öğüt veriyorum ve Allah tarafından, sizin bilmediğiniz şeyleri biliyorum."
63- (Allah'ın azabından) sakınıp da rahmete nail olmanız için, içinizden sizi uyaracak bir adam vasıtasıyla size bir zikir(kitap) gelmesine şaştınız mı?"
64- O'nu yalanladılar, biz de O'nu ve O'nunla beraber gemide bulunanları kurtardık, âyetlerimizi yalanlayanları boğduk! Çünkü onlar, kalb gözleri körleşmiş bir kavim idiler.
65-72- 65- Âd (kavmin)e de kardeşleri Hûd'u (gönderdik): "Ey kavmim! Allah'a kulluk edin, sizin O'ndan başka bir ilâhınız yoktur. (O'na karşı gelmekten) sakınmaz mısınız?" dedi.
66- Kavminden ileri gelen kâfirler dediler ki: "Biz seni bir çılgınlık içinde görüyoruz, ve gerçekten seni yalancılardan sanıyoruz."
67- (Hûd), "Ey kavmim! Bende çılgınlık yok, ben âlemlerin Rabbi tarafından gönderilmiş bir elçiyim." dedi. 68- "Size Rabbimin gönderdiği gerçekleri tebliğ ediyorum ve ben sizin için güvenilir bir öğütçüyüm."
69- "Sizi uyarması için içinizden bir adam aracılığı ile, size bir zikir gelmesine şaştınız mı? Düşünün ki (Allah) sizi, Nûh kavminden sonra, onların yerine hâkimler yaptı ve yaratılışta sizi onlardan üstün kıldı. Allah'ın nimetlerini hatırlayın ki, kurtuluşa eresiniz."
70- Dediler ki: "Ya, demek sen tek Allah'a kulluk edelim ve atalarımızın taptıklarını bırakalım diye mi (bize) geldin? Eğer doğrulardan isen bizi tehdit ettiğin (o azabı) bize getir!"
71- (Hûd) dedi ki: "Artık size Rabbinizden bir azap ve bir hışım inmiştir. Haklarında Allah'ın hiç bir delil indirmediği, sadece sizin ve atalarınızın taktığı kuru isimler hususunda benimle tartışıyor musunuz? Bekleyin öyleyse, şüphesiz ben de sizinle beraber bekleyenlerdenim!
72- Onu ve onunla beraber olanları rahmetimizle kurtardık ve âyetlerimizi yalanlayıp da iman etmeyenlerin kökünü kestik.
73-79- 73- Semûd kavmine de kardeşleri Sâlih'i (gönderdik): "Ey kavmim dedi, Allah'a kulluk edin, sizin O'ndan başka bir ilâhınız yoktur. Size Rabbinizden açık bir delil geldi. İşte şu, Allah'ın devesi, size bir mucizedir; bırakın onu Allah'ın yeryüzünde yesin (içsin), sakın ona bir kötülük etmeyin, yoksa sizi acı bir azap yakalar."
74- Düşünün ki (Allah) Âd'dan sonra sizi hükümdarlar kıldı. Ve yer yüzünde sizi yerleştirdi: O'nun düzlüklerinde saraylar yapıyorsunuz, dağlarında evler yontuyorsunuz.
Artık Allah'ın nimetlerini hatırlayın da yeryüzünde fesatçılar olarak karışıklık çıkarmayın.
75- Kavminden büyüklük taslayan ileri gelenler, içlerinden zayıf görünen müminlere: "Siz, dediler, Sâlih'in, gerçekten Rabbi tarafından gönderildiğini biliyor musunuz?" (Onlar da): "(Evet), doğrusu biz onunla gönderilene inananlarız!" dediler.
76- Büyüklük taslayanlar: "Biz, sizin inandığınızı inkâr edenleriz!" dediler.
77- Derken dişi deveyi boğazladılar ve Rablerinin buyruğundan dışarı çıktılar; "Ey Sâlih, eğer hakikaten elçilerdensen, bizi tehdit ettiğin (o azabı) bize getir! "dediler.
78- Bunun üzerine hemen onları, o sarsıntı yakaladı, yurtlarında diz üstü çökekaldılar.
79- Sâlih de o zaman onlardan yüz çevirdi ve şöyle dedi: "Ey kavmim! And olsun ki ben size Rabbimin elçiliğini tebliğ ettim ve size öğüt verdim, fakat siz öğüt verenleri sevmiyorsunuz."
80-83- 80- Lût'u da (peygamber olarak) gönderdik. Kavmine dedi ki: "Sizden önce âlemlerden hiç birinin yapmadığı fuhuşu mu yapıyor sunuz?
81- Çünkü siz kadınları bırakıp da şehvetle erkeklere gidiyorsunuz. Belki de siz haddi aşan bir kavimsiniz.
82- Kavminin cevabı: "Onları (Lût'u ve taraftarlarını) kentinizden çıkarın, çünkü onlar, fazla temizlenen insanlarmış! "demelerinden başka bir şey olmadı.
83- Biz de onu ve ailesini kurtardık, yalnız karısı(nı kurtarmadık) çünkü o, geride kalanlardan oldu.
84- Ve üzerlerine bir (azab) yağmuru yağdırdık. Bak ki günahkârların sonu nasıl oldu!
Meâl-i Şerifi
84-85- Medyen'e de kardeşleri Şuayb'ı (gönderdik): "Ey kavmim, dedi, Allah'a kulluk edin, sizin O'ndan başka bir ilâhınız yoktur. Size Rabbinizden açık bir delil geldi: Ölçüyü ve tartıyı tam yapın, insanların eşyalarını eksik vermeyin, düzeltildikten sonra yeryüzünde bozgunculuk yapmayın; eğer inanan (insan)lar iseniz, böylesi sizin için daha iyidir!"
86- Tehdit ederek, inananları Allah yolundan alıkoyarak ve o yolun eğriliğini arayarak öyle her yolun başında oturmayın. Düşünün ki siz az idiniz de O sizi çoğalttı. Bakın ki bozguncuların sonu nasıl olmuştur.
87- Eğer içinizden bir grup benimle gönderilene inanır, bir grup da inanmazsa, Allah aramızda hükmedinceye kadar sabredin. O, hüküm verenlerin en hayırlısıdır.
85-87-- Sûrenin başındaki "Nice memleketler var ki biz onları helak ettik..." (A'râf, 7/4) tehdidinin tarihî şahidleriyle bir açıklamasına, Hz. Âdem'in yaratılmasından sonra bütün insan toplulukları ve çeşitli kavimler üzerindeki ilâhî hakimiyyetin tecellisiyle peygamberlerin gönderiliş hikmet ve neticelerine, şeriat ve dinlerin seyr ve tekamülüne ve onlardaki maksatların ruhuna yönelik pek mühim hakikatleri açıklayıp aydınlatan ve bir çok sûrede çeşitli ibret ve ikaz bakış açısından genişçe anlatılacak veya işaret edilecek olan bu kıssalardan, Kur'ân'ın letafet (güzellik), ciddiyet ve belağatına bilhassa itina gösterilerek okunduğu zaman bunlardan alınacak olan ibret dersi ve ilham o kadar yüksek, açık ve boldur ki, kütüphaneler dolusu tarih kitapları okunup araştırılacak olsa elde edilecek ders, yükselmek için bağlanılacak ibret düsturları bunlardan başkası olmayacak ve bunların verdiği açık ilhamı vermeyecektir. Önceki kavimlerin bütün masalları, eski eserleri, kaleme alınan kitaplar ve meydana gelen olaylar incelenmiş olsa bunların ihtiva ettikleri bozukluklar ve hurafeler bir araya getirilerek insanlık hayatının başlangıç ve sonucu bakımından ifade edecekleri sabit hakikatlerin, Kur'ân'ın söz konusu bu kıssalarında özetle işaret edilen esasların hududunu aşamadıkları görülür. Bu kıssaların ihtiva ettikleri gerçekler, Kur'ân'ın indirilmesinden önce dillerde ve kitaplarda o kadar bozulmuş ve hurafelerle karıştırılmış idi ki, insanlar onları duyup dinledikçe dinî hisleri, bir çocuğun masal dinlemekten aldığı hayalî neş'e gibi bir şey zannedecek hale gelmişlerdi. Nitekim bugün de dinler tarihini ve edebiyatı bu ruh hali ile takip etmek isteyenler pek çoktur. Tefsircilerden bir kısmı, özellikle öncekiler bu kıssalar etrafında, Kur'ân'ın indirilmesinden önce anlatılagelen çeşitli rivayet ve hikayeleri nakl etmişler ve bununla Kur'ân'ın onlardaki bozulmaları nasıl bertaraf ettiğine ve insanları hayalden hakikate nasıl götürdüğüne dair bir mukayese dersi vermişlerdir. Fakat tefsir mütalaasına ehil olmayan bir çok kimse de bu nakilleri, kıssaların tefsiri gibi telakki etmiş ve Kur'ân'da anlatılan hususlardan ziyade bu rivayetlerin arkasında koşarak Kur'ân'ın açtığı hakikat yolundan aksi yönde istifadeye kalkışmışlar ve dini, sünnetin dışında mücerred yorumlarda ve garip rivayetlerde aramak sevdasına düşmüşlerdir. Bunlara karşılık, sırf tabii kalmak isteyenler de, önceki insanları hiç hesaba katmayarak harika cinsinden olan ve dillerde destan şeklinde dolaşan bu nakilleri "öncekilerin masalları" deyip geçmişler veya mutlak surette tabiate bağlama yolunu seçmişlerdir. Kur'ân ise, hakikatin bu ikisi arasında bulunduğunu anlatmak için söz konusu kıssaları ne kadar güzel tebliğ etmiş ve ne ciddi bir şekilde tasvirini yapmıştır. Dolayısıyla bunları her kıssanın mevzu ve gayesine, tasvir tarzı ve münakaşasına, yani her peygamberin davetinin aslına ve davetinin tebliğ biçimi ve ispatına ve kavmiyle olan münakaşalarının üslubuna, soru ve cevabın kapsadığı ilmi gerçeklere ve edebi kurallara, neticede iman ve küfrün sonucuna sonra bütün kıssalar arasındaki ortak değere, yükseliş ve gelişme ahengine ayrı ayrı ve birlikte göz atarak son derece ibretli bir tarzda okumalı ve bunlardan tarih sahnesinden silinen kavimlerin yaşantılarıyla düşüş ve helaklerine yol açan sebebleri çıkararak gelecek için ibret almanın yollarını öğrenmelidir. Görülecektir ki, bütün düşüş ve yok olma sebepleri, Hakk'ın emrini dinlememeye, Allah'ın rehber olarak gönderdiği önderlerin kıymetini bilmemeğe ve sonuçta şükrün yerine nankörlüğü koymaya bağlıdır. Hak dini, insanlığın koyduğu sosyal bir kurum değil, sağlam ve mutlu bir sosyal kurumun aslını ve hareket tarzını teşkil eden ilâhî bir müessesedir. Ve her milletin hayat ve mutluluk kabiliyyeti, kalbini verdiği yaratıcının şanıyla uyum içindedir. Onun için hepsi hiç, ancak Allah'ın dini haktır. İnsanlara gök kapılarını açacak olan kanun, Zeyd ve Amr'ın kanunları, arzu ve hırslı istekleri değil, yaratma ve emretme hakkı kendisinde olan âlemlerin Rabbi'nin kanunudur. Yoksa dünya bir tarafa toplansa, bir yaprağın tabi olduğu düşüş ve yükseliş kanununun ilâhî konumunu değiştirmeğe güç yetiremezler. Nitekim insanları bela tufanlarından kurtaracak olan kurtuluş gemisi de, Allah'ın kanunundan başkasıyla inşa edilemez.
__________________
Sözün kıymetini '' Lal'' olandan,
Ekmeğini kıymetini ''Aç '' olandan,
Aşkın kıymetini ''Hiç'' olandan öğren..
|