Havas Okulu - Tekil Mesaj gösterimi - Tevbe Suresi Açıklamalı Tefsiri
Tekil Mesaj gösterimi
  #9  
Alt 03.07.18, 10:09
Havasokulu Havasokulu isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Daimi Üye
 
Üyelik tarihi: 28.04.15
Bulunduğu yer: Nefes Aldığım Yerde
Mesajlar: 14,873
Etiketlendiği Mesaj: 900 Mesaj
Etiketlendiği Konu: 0 Konu
Standart

Fakat bu hahamlarla rahipler niçin hakkın nurundan hoşlanmıyorlar da ifke ve iftiraya sebep oluyorlar?

Meâl-i Şerifi

34- Ey iman edenler, şurası bir gerçektir ki, yahudi hahamları ile hıristiyan rahiplerinin bir çoğu insanların mallarını haksız yere yerler ve Allah yolundan saptırırlar. Bir de altın ve gümüşü hazineye doldurup, onları Allah yolunda sarfetmeyenleri bu yüzden acıklı bir azap ile müjdele!

35- O gün o altın ve gümüşlerin üstü cehennem ateşinde kızdırılacak da bunlarla alınları, yanları ve sırtları dağlanacak (onlara): "İşte bu kendi canınız için saklayıp biriktirdiğiniz şeydir. Haydi şimdi tadın bakalım şu biriktirdiğiniz şeyin tadını!" denilecek.

34- Ey müminler! Şurası bir hakikattır ki, yahudi hahamlarıyla hıristiyan rahiplerinden bir çoğu, hepsi değilse de muhakkak ki bir çoğu insanların mallarını batıl bir şekilde yiyip geliyorlar. Yok yere, sebepsiz bir şekilde, haksız yollardan, meşru olmayan maksatlarla halkın mallarını, paralarını alıyor, hakları olmadıkları halde onlardan yararlanıyor, servetler yığıyorlar, ve Allah yolundan insanları engelliyorlar. O servetlerle ve o batıl intifa maksatlarıyla halkı kendilerine bağlayıp, tağyir ve tahrif ettikleri, değiştirip durdukları din kurallarına uymaya zorluyorlar, onları İslâm'dan, doğruluktan veya Tevrat ve İncil'de yazılı olan gidişattan menediyorlar. Böylece halka fena bir örnek oluyorlar. Sanki para ile her şeyin çaresi bulunabilirmiş veya para uğruna her şeyi yapmak mübahmış gibi. Hatta hak ve hukuk değişebilir, günahlar affolunabilirmiş de haram helâl demeden para kazanmak, hazineler yığmak gerekiyormuş gibi bir duygu ve düşüncenin halk arasında yaygınlaşmasına sebep oluyorlar, insanları böylece hak yolundan saptırıyorlar, kötü örnek olup baştan çıkarıyorlar. Ve onlar ki, altını ve gümüşü kenz yaparlar. Toplayıp sımsıkı saklarlar, tıkız ederler. Altın ve gümüşün hakkı, insanlığın faydası açısından yaratılış hikmeti, mübadele vasıtası olması, yani para olarak alışverişi kolaylaştırması ve Allah'ın kullarının gerçek ihtiyaçlarına harcanmasıdır. Üstelik "Sadece zenginler arasında dönüp dolaşan bir nimet, bir devlet ve kuvvet olmamasıdır." (Haşr 59/7). Para bütün halk arasında tedavül etmelidir ve ihtiyaçların ehem olanı mühim olanına, şiddetlisi hafifine tercih edilerek güzelce harcanmalıdır. İhtiyaçların önceliklerine göre sarfedilmesi gerekirken bazıları onu ya çarçur eder, ya da tedavülden çekerek, gömerek veya herhangi bir yerde gizleyerek, yığar ve sımsıkı saklar, ve bunları Allah yolunda sarfetmezler. Allah için hakkını vermezler. Allah yolundan engellemek için mallarını sarfedenler şöyle dursun, bunlar parayı toplayıp saklamak suretiyle Allah yolunda sarftan menederler. Bu paralarla Allah yolundan saptırmak için para harcayanlara karşı mücadele etmek varken, bunlar tutarlar parayı hiçbir işe yaramaz hale getirirler, tatil ve iptal eylerler. İşte bunlar yok mu? Kim olursa olsunlar, gerek o haham ve papazlardan, gerek onlara uyup, onları örnek alıp para saklayanlardan olsun, gerekse zekatlarını vermeyen ve paralarını saklayan müslümanlardan olsun işte onları, elem verici bir azapla müjdele, ey Muhammed.

35- Bu azap o gün ki, o altınlar ve gümüşler, üzerlerinde yakılacak cehennem ateşinde kızdırılacak da bunlarla alınları, yanları ve sırtları dağlanacak. İşte bu sizin nefisleriniz, kendi öz canlarınız için sakladıklarınız şeylerdir, şimdi tadınız bakalım şu saklayageldiğiniz şeylerin tadını, bakınız bakalım tadı nasıl imiş denecek.

Şimdi bunları dinleyip anlayanlar "Allah'a ve ahiret gününe inanmayanlara savaş açınız!" emrini acaba ne zaman yapalım diyecek olurlarsa, herşeyden önce vakit tayin edebilmek için zaman ve takvim meselesini düzeltmek ve tesbit etmek şartıyla bunun icabına göre her zaman için aynı zamanda ve birlikte yapılmasının lüzumuna işaret edilmek üzere buyuruluyor ki;

Meâl-i Şerifi

36- Doğrusu, Allah katında ayların sayısı oniki aydır. Gökleri ve yeri yarattığı günkü Allah yazısında (böyle yazılmıştır). Bunlardan dördü haram aylardır. Bu da doğru olan dinin hükmüdür. Bu sebeple bunlar hakkında nefislerinize haksızlık yapmayınız. Müşrikler size karşı topyekün savaştıkları gibi siz de onlara karşı topyekün savaş açın. Ve iyi bilin ki, Allah müttakilerle beraberdir.

37- O "Nesi'" (denilen bir haram ayı geciktirmek âdeti), olsa olsa küfürde fazlalıktır ki, kâfirler onunla şaşırtılır, onu bir yıl helâl, bir yıl haram sayarlar ki, Allah'ın haram kıldığının sayısına uydursunlar da Allah'ın haram kıldığını helâl kılsınlar. İşte böylece kendilerine kötü işleri güzel gösterildi. Allah da kâfir olan bir kavmi doğru yola iletmez.

36- Allah katında (yani Allah'ın hükmünde geçerli olan şey), ayların adedi muhakkak ki, oniki ay olmasıdır. Ki şunun bunun uydurması, faraziye ve nazariyesi veya kabulü ve benimsemesi değil, Allah'ın şu gökleri ve yeri yarattığı günkü kitabındaki kaydı, o gün yazılan yazının hükmü ve o gün yazdığı yazının ve takdirin gereği ve hak takviminin hükmü olarak, Allah tarafından kararlaştırılıp yazılan yazısında bu böyledir. Bunlardan dördü haram aylardır. Dört hürmetli aydır ki, bunlarda yapılan günahın cezası, işlenen ibadet ve taatın sevabı öbürlerinden daha fazladır. Önemli aylar olmaları sebebiyle öbür aylardan daha fazla saygı gösterilmesi lazımgelen ve "Sana haram aylarda savaş yapmayı sorarlar. De ki, o aylarda savaş yapmak büyük günahtır." (Bakara, 2/217) buyurulan aylardır. Meşhur tarifi ile "üçü serd, biri ferttir". Hz. Peygamber Veda Hacc'ındaki Eyyam-ı teşrik (teşrik günleri) ortasında Mina'da irad buyurduğu meşhur hutbesinde bu dört ayı beyan ederek şöyle buyurmuştur: "Bir sene oniki aydır, bunlardan dördü haram olan aylardır, üçü ardarda gelen Zilka'de, Zilhicce ve Muharrem'dir, biri de Mudar kabilesinin Recebi'dir ki o da, Cemaziyel Ahir ile Şa'ban ayı arasındadır." İşte şimdi zaman Allah'ın yarattığı ilk günkü şeklini almış oldu. Yani zaman üzerindeki haksızlık ortadan kalktı, senenin ayları üzerinde oynamalara son verildi aylar ilk yaratılıştaki gibi yerli yerine oturdu, yaratılıştaki periyoduna girdi, herbiri ne ise o oldu, Zilhicce Zilhicce oldu. Muharrem Muharrem oldu ve hac kendi zamanında yapıldı. Çünkü bir önceki seneye kadar nesiy yapıldığından, Ebubekir'in başkanlığında yapılan dokuzuncu sene haccı bile Zilhicce sayılarak Zilka'de'de yapılmış idi. İşte şimdi bütün bu haksızlıklar ortadan kalktı ve hatta her bakımdan zaman yeni bir döneme girdi.

İşte budur sapasağlam din. Daha önceleri yapılan Nesiy değil, dinin doğrusu budur. İşin aslı ve kadim usul budur. Her üç senede bir ay ilave ederek senenin aylarını onüçe çıkarmak, bazı seneler haram ayların yerlerini değiştirerek yapılan Nesiy değil, doğrusu işte budur. İslâm dininin ahkâmına göre, tutulması gereken doğru hesap işte budur. Çünkü bu, sırf beşerî bilgilerle, bir takım itibari hesaplarla ortaya çıkan ve nazari veya farazi esaslara oturtulan bir hesap değil, şu görülen bütün âlemin tümünün yaratıldığı cisimlerinin hareketleriyle sayıları hesap edilmiş, bizzat yaratılışın üzerine yerleştirilmiş olan bir takvimdir. Ayın, güneşin ve yerin hareketine bağlı bulunan ve Gökyüzü ile Yeryüzü var edildiği ilk gündenberi düzenlenmiş bulunan ve "Ve Biz gece âyetini mahvettik, gündüz âyetini de çevrenizi görebilmenize müsait kıldık..." (İsrâ, 17/12) uyarınca gece âyeti olan ayın tedricen mahvedilmesiyle yeryüzünden bakıldığı zaman onun ölçülerine yani, büyüyüp küçülmesine bir düzen verildiği gün başlayan hilal değişimlerinin cari olduğu bu âlemi yaratan Allah Teâlâ'nın takdir ve takvimi ile sabit olan ve o gündenberi koyduğu nizam olduğu gibi sürüp gelen ve herkes için Ayın Hilali ve Bediri kadar açık ve aşikar olan ve kıymetini yaratıcısından alan, fıtrata uygun, açık, anlaşılır ve dosdoğru bir hesaptır. Üstelik bu bir şeriattır. Ta İbrahim ve İsmail aleyhimesselam zamanlarından beri Araplar buna veraset yoluyla bağlı ve riâyetkâr olagelmişlerdir. Cahiliyye devrinde bile "eşhuru hurum"e saygı gösterirler ve saygıdan dolayı bu aylarda savaş yapmaktan sakınırlardı. Hatta bir adam babasının veya kardeşinin katiline rastlasa, ona saldırmaz, kötü söz bile söylemezdi. "Nesî" dedikleri değişikliği ihdas edinceye kadar bu yasağa saygı, bir dindarlık ve geleneğe bağlılık üzere sürüp gidiyordu. Yerli yerinde, zamanı zamanında bu yasağa saygı ibadet ve taat olarak yeniden geçerli olmak üzere, haccın Zilhice'de yapılması icap etmekteydi, nitekim öyle oldu.

Buna göre bu aylarda nefislerinize zulmetmeyiniz. Evvela uydurma sayılarla ve asılsız hesaplarla aylar hakkında kendi kendinizi aldatmayınız. Allah'ın tayin ettiği vakitleri değiştirmeye kalkmayınız. Nesi gibi ileri geri bir takım hayali itibarlarla haramı helâl, helâli haram yapmak haksızlığında bulunmayınız. O zaman Zilhicce ayı Muharrem'in yerine gelir, Muharrem de Safer olur. Bunlar birbirlerinin yerine kaydırılabilir sanmayınız. Sonra oniki ayın hepsinde de haramdan, günahtan ve haksızlıktan, özellikle birbirinize zulmetmekten sakınınız. Özellikle bu saygın aylarda büsbütün sakınınız. Bununla beraber müşrikler nasıl size karşı topyekün savaş yapıyorlarsa siz de onlara karşı topyekün savaşınız. Yukarıda beyan olunduğu üzere hangi kesimden ve hangi cinsten olursa olsun müşriklerin hepsi cemaatlarıyla birlikte size karşı savaşa giriştikleri ve savaşmayı alışkanlık haline getirdikleri gibi, siz de hepsine karşı bütün müminler bir araya gelerek, hepiniz birlik olarak onlara karşı topyekün savaş açınız. Bu emirde şu ayda veya bu ayda gibi bir kayıt yoktur. Bu ayların hürmetinin mânâsı, Allah için olan cihadın yasaklığı değildir. Müşrikler tarafından bu hürmet ihlal edildiği takdirde, bu yasağı korumak için Allah yolunda savaşı bile göze almanın gerektiğini açıklamaktır. Haksız olan savaş her zaman ve her ayda haramdır. Şu halde haram olan aylarda daha fazla haramdır, "bunlarda savaş büyük günah " olduğunda şüphe yoksa da haram helâl tanımayan ve fırsat buldukça diledikleri gibi kıtal ve saldırıdan çekinmeyen müşriklere karşı genellikle Allah için savaş emri, belli bir mekan ve zamanla sınırlı değildir. Bu her ne zaman ve hangi ayda icap ederse o zaman icrası farz olan ve terki ve tehiri caiz olmayan bir emirdir. Bu emre uymak da en büyük taattir. Bunun terkinde veya tehirinde nefislere zulüm vardır ve büyük tehlikeler söz konusudur. Zira "Fitne savaştan daha büyük beladır." (Bakara 2/217). Zulümden korunmak da haram olan aylara saygısızlık değil, bilakis ayniyle saygıdır. Hasılı Haram Aylar, hakikaten saygı gösterilmeye ve savaş yasağına uyulmaya layık olan aylardır. Herhangi bir sebeple saygısızlık yapıp bu yasağı delmek ve ihlal etmek pek büyük günahtır, nefislere zulümdür. Fakat müşrikler bunların hürmetini ihlal ederler. Yukarıdan beri yapılagelen açıklamadan anlaşılacağı üzere bunlar da iki türlüdür. Bir kısmı hiç hürmet tanımaz ve yasak dinlemez. Bu ayların hürmetli aylar olduğuna inanmaz. Hangi ayda olursa olsun fırsat bulduğu anda saldırıya geçmekten, Allah'ın nurunu söndürmeye çalışmaktan ve boş yere can yakmaktan ve mukaddesata saldırmaktan çekinmez. Bunlar Arap müşrikleri dışında kalan müşriklerdir. Bir kısımı da vardır ki, mesela Arap müşrikleri, "Eş-huru Hurum" denilen yasak ayları tanırlar, bu aylarda savaş yapmanın, cinayet işlemenin haram olduğunu bilirler ve buna inanırlar. Bununla beraber Allah'ın emrettiği ve istediği ölçüde titizlikle riayet etmezler. Allah'ın ayları üzerinde hesap oyunları yaparak onları değiştirmeye kalkarlar. Böyle yaptıkları için bunlar da fırsat bulurlarsa, öbürleri gibi haram aydır veya Mescid-i Haram'dır demeden, mesela müminler Arafat'ta iken bile saldırıya geçip onları doğramaktan çekinmezler. Bunlara meydanı boş bırakmak ve hürmetlerin en ziyade korunması gerektiği Haram Aylar'ın hürmeti adına bütün hürmetlerin çiğnenmesine, hürmetin hürmeti yok etmeye vesile edilmesine fırsat vermemek gerekir. Buna fırsat vermek nefislere zulümdür. Nitekim bu anlamda olmak üzere Bakara Sûresi'nde "Kendinizi kendi ellerinizle tehlikeye atmayınız." (Bakara 2/195) buyurulmuştur. Burada bu dört ayın hürmetini, cahiliye devrinde olduğu gibi müşrikler tarafından suistimal edilmemek, daha doğrusu müşriklerin bunu suistimal etmelerine meydan vermemek gerektiği üzerinde duruluyor. Bu yasakların hakkıyle uygulanmasına engel olabilecek şirk ve cahiliye devri âdetleri ve gelenekleri lağvediliyor. Bu aylardaki savaş yasağının Allah yolunda cihada engel sayılmaması, cihad emrinin durumun icabına göre ve düşmanların tutumuna göre uygulanması gerektiği, ancak bunun zaman ve mekan ile bağlı bir emir olmadığı konusuna dikkat çekiliyor. Zamana ve mekana bağlı olmayarak "Müşrikler size karşı nasıl topyekün savaş yapıyorlarsa, siz de onlara karşı topyekün savaşın." buyurulmuştur ki, bu âyetin yukarısına olan bağlantısı şöyle bir mukadder suale cevap mahiyetindedir: "Allah'a ve ahiret gününe inanmayanlara karşı savaşınız!" emrini ne vakit yerine getirelim? Cevap şu ki, Allah'ın vakitlerini değiştirmemek, yasaklara saygılı olarak, zulüm ve haksızlıktan sakınarak, hangi ayda olursa olsun icab ettiğinde, hiç gecikmeksizin topyekün savaşmak üzere savaş açınız. Şu halde çoğunluğun dediği gibi, bundan anlaşılır ki, "Haram Aylar" kavramında cahiliyye devrinin ne olursa olsun savaş yapmama telakkisi ortadan kaldırılmıştır. Çünkü Allah için olmayan ve cahiliyye devrinde sürüp giden haksız adam öldürmeler İslâm dininde her ayda ve her zaman yasaktır. 'den murad, müşriklerin yaptığı savaşlardır. Allah yolunda yapılacak olan cihad ise her zaman için haklara hürmetin icabı olan en büyük bir itaattır. "Onları nerede yakalarsanız" (Bakara, 2/191 ve Nisa, 4/91) ile "Onları nerede bulursanız" (Tevbe, 9/5) buyurulmuştur. Hill ve harem mekanda genellik ifade ettiği gibi, bu âyet de zamanda mutlaklık ifade eder. Bundan dolayı buradaki "dördü Haram aylardır" dan maksat bu sûrenin başında geçen "Şu haram aylar geçince" ve "Yeryüzünde dört ay daha gezip dolaşsınlar." âyetlerindeki dört ay değildir. Yukarıda da geçtiği üzere Hz. Peygamber'in Veda hutbesinde açıklanan dört aydır. Ancak Ata'dan naklen bildirilmiştir ki, gerek Harem-i Şerif'de, gerek Haram aylarda düşman hücuma geçip saldırmadıkça, yani önce düşman savaşı başlatmadıkça gaza etmek helâl değildir. Bunlarda kıtalin haramlığı neshedilmemiştir.

Gerçi bu yasak bütün yönleriyle ele alınmayıp, sadece genel anlamda haram olma mânâsına alınacak olursa diye haram ayların haramlığı takrir buyurulması buna uygun gibi zannedilebilir. Bundan dolayı "Bunlarda nefislerinize zulüm yapmayın!" nehyinin mânâsı, bu haram aylarda başlangıçta savaşı helâl saymak suretiyle kendinize zulmetmeyiniz, demek olduğunu zannedenler de olmuştur. Cahiliyye devrinde alışılmış olan şekavet (terör) savaşlarına göre bu anlayış doğru ise de hakkın emri olan nefislere zulüm değildir, zulmü akamete uğratmak için yapılması gereken cihad söz konusu olduğunda bu doğru değildir. "Savaşınız!" emrine de aykırıdır. Nefislerin zulmü, savaş açısından ele alındığı takdirde doğrusu bu âyete şöyle mânâ vermek gerekir: "Bu haram aylarda cihadı terk veya tehir etmek suretiyle düşmanlarınızın size savaş açmasına meydan verip, kendinizi kıtala uğratarak nefislerinize zulmetmeyiniz."

Bilfiil saldırıya geçen bir düşmana karşı, savunmayı terk etmekte işte böyle nefisleri kıtale ve zulme maruz bırakmak mânâsı bulunduğu gibi, haram helal, hukuk ve mukaddesat tanımayan ve fırsat bulduğu zaman hiç acımadan saldıracağı bilinen Allah düşmanlarının saldırısına meydan vermekte dahi aynı mânâ bulunmaktadır.

Bu suretle âyette hak takvimi ile ayların sayıları tesbit edildikten ve haram ayların haramlığı yeniden karar altına alındıktan sonra, haramın esas gereği ve hak dinin mânâsı canlara kıymaktan sakınmak şeklinde özetlenmiş ve bundan haram aylarda cihadın yasak olduğunu anlamamak ve bilakis bu hak ve hürmetin ihlali söz konusu olduğu zaman, bu yasağı korumak için cihadın gerekli olduğu ve böylece cihad emrinin haram veya helâl aylara bağlı olmadığı bir mutlak nass ile hükme bağlanmıştır ki:

"Size karşı topyekün savaş açan müşriklere karşı siz de topyekün savaşın!" ve her zaman hep böyle yapın. Ve biliniz ki, Allah muttakilerle beraberdir. Her hususta böyledir. Şu halde yapacağınız savaşta da hep hakkı gözeten, Allah rızasını düşünen, helâl ve haramı tanıyan, şirk ahlâkından, keyfi hareketlerden, zulüm ve haksızlıktan, günahlardan, emre itaatsizlikten sakınan, vazifesini bilen kimseler olunuz.

Allah'ın emrine uyarak hepiniz hep birden uyum içinde ve topluca hareket ediniz. Hakkıyle korunursanız Allah'ın yardımı ve nusreti sizinle olacak, sizin gibi müttakilere yar olacaktır. Böyle olursanız başarıya ulaşacağınızdan hiç şüphe etmeyiniz.

37- O Nesi (denilen o tehir, yani ayı geriletme) işi küfürde bir ziyadelikten başka birşey değildir.

"Nesî' ": kelimesi, lugat, örf ve şeriat açısından üç ayrı anlama gelir:

Lugat bakımından "nesî" hem masdar, hem sıfat olarak kullanılır. Herşeyden önce fiilinden masdar olarak gelir ki, esas anlamı tehir, etmek geri bırakmak demektir. Nitekim kırâetinde demektir. Alışverişte "veresiye" demek olan ismi de yine bu kökten gelir. Bazı hallerde gecikme bir ilave ile ilgili olur. O da ya tehirin gereği veya sonucu olur. Mesela eceli tehir etmek, ömrü arttırmak, ömrü uzatmak demektir. Bir seneye bir ay ziyade etmek demek, ertesi seneyi bir ay geciktirmek demektir. Yahut bunun aksine birinci seneden bir ay eksiltmek, ertesi seneyi bir ay erken başlatmak suretiyle ziyadeleştirmek demek olur. Bundan dolayı "nesî" masdarı da bazan ziyade etmek mânâsına kullanılırsa da esas mânâsı tehirdir. Ve bunda ziyadenin hiç bulunmadığı haller de olabilir. Mesela aynı sene içinde Muharrem ayı, Safer, Safer ayı da Muharrem farzedilerek, bir geriye bırakma ve öne alma yapılırsa sene yine oniki olarak kalmış olur, bir eksiklik veya fazlalık olmaz. Bundan dolayıdır ki, âlimlerin çoğunluğu, öne alma ve geriye bırakma mânâsını değil, örfi ve şer'î anlamda esas olan en kesin mânâ olarak "tehir" mânâsını önemle vurgulamışlardır. Sonra "nesî", bu tehir mânâsından "fail bimânâ meful" olarak yani gecikmiş mânâsına sıfat olmuştur. Maktul mânâsına gelen "katîl" de böyledir. Bundan başka fail vezninde fail olarak "nâsi" yani tehir eden mânâsına da olabilir. Nitekim şehid, şahid demek de olabilir, meşhud demek de olabilir. İkinci olarak örfle ilgili anlamda da Nesîy kelimesi yine bu üç mânâ ile ilgili bir isimdir. Birincisi masdar mânâsından alınarak bir özel tehirin ismidir ki, ayı tehir etmek demektir. Şöyle ki:

Araplar ötedenberi ayları gerçek yönüyle kamerî aylar olarak tanıyor, seneyi de gök ayı senesi olarak oniki ay sayıyorlardı. Hangi isimlerle sayarlarsa saysınlar ayları ve seneleri kamerî idi. İbrahim ve İsmail aleyhimesselam zamanından beri bu oniki aydan dördünü haram aylar olarak biliyorlar ve bu aylardaki savaş yasağına saygı gösteriyorlardı. Bu aylarda birbirleriyle savaş yapmıyorlar, ibadetle meşgul oluyorlardı. Bu aylara o kadar hürmet ediyorlardı ki, hatta bir adam babasının katiline bile rastlasa ona el uzatmıyor, dokunmuyordu. Bu dört haram ayın ise Zilka'de Zilhicce, Muharrem üçü"Serd", yani bir dizi, dördüncüsü olan Recep de tek başına idi. Böyle ardarda gelen üç ay boyunca savaş yapmamak, bütün gelirleri gazvelere, çapul ve ganimet elde etmeye bağlı olan bazı kabilelere zor gelmeye başlamıştı. Bundan dolayı gazve yapabilmek için bunlardan birini tehir ederek araya boş zaman koymaya çalışmak için ayların tertibi üzerinde oynamışlardı. Böylece oniki ayda dört aylık yasağı daha da küçültmek, haccı da işlerine gelen belli bir mevsimde tutabilmek için altı ayda birer hafta olmak üzere, yirmidört ayda, yani iki senede bir ay kazanmaya çalışarak o seneyi onüç ay hesabıyla daha uzatmışlar. Dört aylık haram aylardan üçünün birarada gelmesini önlemek için söz konusu dört haftayı ikinci senenin sonuna bir ay olarak eklemişler ve o seneyi onüç ay olarak kabul etmişlerdi. Buna göre bu onüçüncü ay senenin sonuna eklendiğinden Zilhicceden sonraki ayın da Muharrem olması gerekirken, araya sokuşturulan o bir ay yüzünden Muharrem ayı Safer yerine kaydırılmış oluyordu, ve bütün aylar bulunması gereken yerlerinden bir ay geriye atılmış oluyorlardı. Bundan dolayı o ilave aya "Safer-i âhir" adı verildiği gibi, bu tehir işine de "nesîy" deniliyordu. Tehire uğrayan Muharrem'e de "Nesîy" deniliyordu. Bu onüç aylık sene de Nesîy senesi olmuş oluyordu. Böylece özellikle eşhuru hurum denilen yasak ayları bölmeyi hedef tutan bir nesîy geleneği ihdas edilmiş idi. İki sene bir ay sayılması gereken yirmibeş ay, tamamı tamamına iki sene sayılmış, ancak bunlardan birinci sene oniki, ikinci sene de onüç olarak kabul edilmişti. Böylece bir ay göz göre göre iç edilmişti. Oniki ay içinde dört olan eşhuru hurum yerlerinden oynatılmakla kalmamış oniki buçukda dört nisbetine düşürülmüştü. Ve bu minval üzere her iki senede bir ay ilavesiyle yapılan nesîy geleneği sayesinde yirmi beş senenin de bir senesi çalınmış oluyordu. Her yirmi beş sene içinde bir sene ortadan kayboluyor ve kaynayıp gidiyordu. Böylece yirmi beş senede bir sene yok edildiğinden o senenin haccı da umresi de, öteki ibadetleri de yapılmamış oluyordu, hürmetleri de terk ediliyordu.

__________________
Sözün kıymetini '' Lal'' olandan,
Ekmeğini kıymetini ''Aç '' olandan,
Aşkın kıymetini ''Hiç'' olandan öğren..

Alıntı ile Cevapla
 

1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41 42 43 44 45 46 47 48 49 50 51 52 53 54 55 56 57 58 59 60 61 62 63 64 65 66 67 68 69 70 71 72 73 74 75 76 77 78 79 80 81 82 83 84 85 86 87 88 89 90 91 92 93 94 95 96 97 98 99 100 101 102 103 104 105 106 107 108 109 110 111 112 113 114 115 116 117 118 119 120 121 122 123 124 125 126 127 128 129 130 131 132 133 134 135 136 137 138 139 140 141 142 143 144 145 146 147