Havas Okulu - Tekil Mesaj gösterimi - Tevbe Suresi Açıklamalı Tefsiri
Tekil Mesaj gösterimi
  #6  
Alt 03.07.18, 10:08
Havasokulu Havasokulu isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Daimi Üye
 
Üyelik tarihi: 28.04.15
Bulunduğu yer: Nefes Aldığım Yerde
Mesajlar: 14,873
Etiketlendiği Mesaj: 900 Mesaj
Etiketlendiği Konu: 0 Konu
Standart

Görülüyor ki, önceki âyet imana karşı küfrün velayetinden uzak durmayı, ondan teberriyi emretmektedir. Bu âyet de Allah ve Peygamber sevgisine aykırı düşen ve dinî görevlerin yerine getirilmesini engelleyen her türlü sevgi ve ilişkiden uzak durmayı emrediyor. Bundan dolayı önceki âyette yalnızca baba ve kardeşler zikredilmiş olduğu halde bu âyette eşler, çocuklar ve hatta hısım akraba ve aşiret dahi zikredilmiştir. Çünkü sevgi ve muhabbet bunların hepsinde geçerli olduğu halde, velayet işi yalnızca baba ve kardeşlere mahsustur, hatta zevce ve oğullar için bile velayet mutad değildir. Bütün bunlara iyilikle emrolunduğu halde, bilinmelidir ki, bunların hiçbiri "Allah'a hiçbir şeyle ve hiçbir şekilde şirk koşmayınız!" emrine göre; bunlara gösterilecek sevgi hiçbir zaman Allah'a şirk derecesine varmamalıdır. Allah'a ve Resulü'ne aykırı düşecek bir noktaya vardığı zaman hepsi hiçe sayılmalıdır.

25-Allah'a karşı onlar nasıl olur da dost edinilebilir? Allah sevgisine ve Allah korkusuna nasıl olur da eşdeğer tutulabilir? Ey müminler! Şurası kesindir ki, Allah size birçok yerde yardım etti. Bedir, Ahzap, Kurayza, Nadır ve Hayber gibi nice yerlerde muzaffer kıldı. Huneyn Günü'nde de sayı üstünlüğünüz sizi hayrete düşürdüğü vakit çok olmanız sizin için hiçbir şeye yaramamıştı. O kalabalıklığına güvendiğiniz ordunuz, size bir fayda vermemiş, Bütün genişliğine rağmen yeryüzü başınıza dar gelmişti sonra da arkanızı dönerek kaçmıştınız.

HUNEYN, Mekke ile Taif arasında bir vadinin ismidir ki, müslümanlarla Havazin ve Sekîf arasındaki savaş burada olmuştu. Şöyle ki, Mekke'nin fethedilmesiyle Kureyş'in çoğunluğu müslüman oldu, olmayanlar pek az kaldı ve böylece İslam dini daha geniş bir alana yayılmış oldu. Daha önce Kureyş'in taraftarı olan kabilelerin bir kısmı da müslümanların tarafına meyil gösterdiler. Fakat Arap Yarımadası'nın en büyük kabilelerinden biri olan Havazin kabilesi ile Sakif kabilesi aralarında anlaşarak Hz. Peygamber ile savaşmak üzere söz konusu Huneyn Vadisi'nde toplanmaya başladılar. Bu kabilelerin savaş konusunda eğitimleri ve maharetleri vardı, ayrıca bir süreden beri Arap kabileleri arasında müslümanlara karşı kışkırtma faaliyetlerini sürdürüyorlardı. Topluca harekete geçmek için hazırlanmışlardı. Mekke'nin fethi üzerine kin ve öfkeleri kabarmış ve Hz. Peygamber'in, kendilerinin üzerine yürüyeceğine kanaat getirmişlerdi. Daha fazla bekleyecek olurlarsa, muhakkak silinip gideceklerine inanmaya başlamışlardı. Hazırlıklarını bitirip hemen harekete geçmişlerdi. Esasen Havazin ile Sakif dört bin kadar askere sahip idiyse de Beni Sa'd, Beni Bekir ve Beni Cüşem gibi daha başka kabilelerin de katılmasıyla büyük ve kalabalık bir ordu meydana gelmişti. Bazı rivayetlere göre bu kuvvetlerin tamamının toplam olarak yirmi binden daha fazla olduğu söylenmiştir.

Bu savaşa orta Arabistan Ka'b ve Kilab kabileleri katılmamışlardı. Havazin ile Sakif bütün kadınlarını ve çocuklarını da getirmişlerdi. Böyle yapmakla askerlerinin gayret ve yiğitlik duygularını harekete geçirmek istemişlerdi. Hz. Peygamber, böyle büyük bir ordunun toplandığını haber aldı, hiç vakit kaybetmeden karşı hazırlıklara başladı. Hatta Safvan b. Ümeyye'den silah yardımı istedi. Safvan henüz müşriklerden idi, müslüman olmak için daha önce iki ay mühlet istemişti, "Gasben mi alacaksın ey Muhammed?" diye sordu, "Hayır iade olunmak üzere ve telef olanların bedeli ödenmek şartıyla ödünç istiyorum." cevabı verildi. O da "öyleyse mesele yok" dedi. Ve üçyüz zırh verdi. Nevfel b. Haris b. Abdulmuttalib dahi üçyüz mızrak ödünç verdi. Hasılı Resul-i Ekrem, tedarikini ve hazırlıklarını tamamlayıp oniki bin, bazı rivayetlere göre belki biraz daha fazla bir kuvvetle Mekke'den çıkıp Huneyn tarafına doğru yürüdü. Bu askerin on bini zaten Mekke fethine katılan ashab, üst tarafı da Mekke'nin yerlilerinden yeni İslâm'a girmiş olan kimselerdi. Hz. Peygamber'in ordusunda seksen kadar da müşrik vardı ki, bunlardan biri de Safvan b. Ümeyye idi. Daha sonra alınan esirlerin altı bin kadar olduğu sahih rivayetlerle sabit olduğuna göre, İslâm ordusunun sayıca düşmanın toplamından daha fazla olmadığı anlaşılıyorsa da herhalde müslümanların o zamana kadar yaptıkları ve muzaffer oldukları en büyük savaş bu idi. O zamana kadar görülmedik bir sayı çokluğuna ulaşıldığı kesindi. İşte bu görülmedik kuvvet bazı müslümanların hoşuna gitmiş ve "Bu ordu yenilmez." diyerek kendilerine büyük bir güven gelmişti. Rivayete göre, Seleme b. Selemeti'l-Ensari "Bu gün sayı azlığından dolayı asla mağlup olmayız." demişti. Bu söz de Hz. Peygamber'in hoşuna gitmemişti. Bu sözü Hz. Peygamber'in söylediğine ilişkin rivayet ise zayıf bir rivayettir. Gerçi bu söz galibiyeti sadece sayı çokluğuna bağlı görmek mânâsından uzaksa da yine de sayı çokluğuna bel bağlamak anlamına gelmektedir. Oysa "Zafer yalnızca Allah'dandır." âyetinin hükmünü gözetmemek gibi bir kibir ve gurur vardır ki, bu da yakışık almayan bir kusurdur. Âyette de uyarıldığı üzere, şimdiye kadar pek çok yerde nail oldukları zaferlerin hiçbiri sayı çokluğuna dayanmıyordu. Bu sefer müslüman askerlerinin sayı çokluğunu söz konusu etmeleri onlardan beklenen ihlas ve tevekküle aykırı düşen bir tutum olmuş oluyordu. Allah Teâlâ da Peygamberini muzaffer kılanın kendisi olduğunu göstermek için bu savaşta önce müslüman ordusunu hezimetle karşı karşıya getirmiş, gerçek anlamda sayı azlığından dolayı değil, fakat çokluğa güvenmekten dolayı onları yenilgiyle yüzyüze getirmiş, sonra da yine o durumdan kendilerini kurtarmıştır. Gerçekten de Huneyn Savaşı başlar başlamaz müslüman saflarında korkunç bir panik yaşanmış. Beni Süleym askerleri ile Mekke'den yeni müslüman olmuş bazı askerler Halid b. Velid kumandasında öncü kuvvet olarak önde gidiyorlardı. Beni Süleym ilerlemişti ve bir hamlede düşman üzerine hücuma geçmişlerdi. Bunu gören Mekkeliler de lâubali bir şekilde ganimet elde etmek üzere koşarlarken, önceden vadiyi tutmuş olan düşman kuvvetleri, gizlenmiş oldukları pusularından çıkarak birdenbire hücuma geçmişlerdi. Bu saldırı karşısında öncü kuvvetler öylesine bir bozguna uğrayıp kaçıvermişlerdi ki bu panik bir anda bütün İslâm ordusunu sarıvermişti. Bu haber kısa zamanda Mekke'ye bile erişmişti. İmanları zayıf olan bir çok yeni müslümanın kafaları karışmaya başlamıştı. Bu öyle bir bozgun olmuştu ki, merkezde Hz. Peygamber bile ancak birkaç yakın ashabıyla yapayalnız kalıvermişti. Oniki bin müslüman askerinin kaçmaya mecbur kaldığı ok sağnakları karşısında yalnızca Fahr-i kâinat Efendimiz fütursuzca ve telaşa kapılmadan soğukkanlılığını koruyabilmişti. Bir iman, sabır ve sebat timsali olarak peygamberlik mucizesini gösteriyor, ilâhî bir heyecan ve cesaretle bindiği düldülü düşmanlarının üzerine doğru sürüyordu, sanki bütün küfür dünyasına karşı tek başına savaşıyordu. "Ben peygamberim, yalan yok; ben Abdulmuttalib'in oğluyum." diyor ve durmadan düldülünü düşmanın üstüne üstüne sürüyordu. Sürdükçe de önündeki kâfirler kaçıyordu. Onlar kendisine hamle ettikçe durup bekliyordu, sonra kendisi hamle yapıyordu. Rivayet olunduğuna göre, bu karşılıklı hamle on kereden fazla meydana geldi. Yalnızca amcası Abbas ve amcası oğlu Ebu Süfyan b. Abdülmuttalib ve onun oğlu Cafer ile Ali b. Ebi Talib, Rabia b. Haris, Fadl b. Abbas, Üsame b. Zeyd, Eymen b. Ubeyd ki, Eymen b. Ümmi Eymen'dir. Ehli Beyt'ten olan bunlarla bir de Ebubekir ve Ömer, Hz. Peygamber'in yanından ayrılmamışlardı. Resul-i Ekrem Efendimiz, yalnız başına düldülü düşman üzerine sürerken Ebu Süfyan da binek üzerinde gidiyordu. Amcası Abbas koşmuş, Hz. Peygamber daha ileri gitmesin diye düldülün dizginlerini tutmuştu.

26- Sonra Allah, Resulü'ne ve müminlere sekinetini indirdi: kalblerine sükunet veren rahmetini gönderdi... ...Ve görmediğiniz askerler indirdi. Bunlar meleklerdir. Ancak sayılarının beş bin veya sekiz bin veya onaltı bin olduğu hakkında üç ayrı rivayet vardır. Muhtar olan kavle göre, bunların inmeleri, esasen müminlerin kalblerine güzel duygular telkin etmek suretiyle güç kazandırmak ve müşriklerin kalblerine de korku salmak içindi (Enfal Sûresi 8/9. âyetin tefsirine bkz.) O sırada Fahr-i âlem Efendimiz vadinin sağ tarafını tutup durmuştu. Hz. Abbas'ın sesi gayet gür olduğundan, ona "Ey Ensar, Ey Ashab" diye bağırmasını teklif etti. O da bağırıp şöyle seslendi: "Ey Akabede biat eden Ensar! Ey biatürrıdvanda ağaç altında dönmemek üzere ant veren ashab! Ey ashab-ı şecere (ağaç Ashabı) Ey ashab-ı Sûre-i Bakara (Bakara Sûresi'nin Ashabı)!" diye çağırdı. Ve nidalar biribirini izledi, sonra her taraftan "Lebbeyk, lebbeyk" sesleri gelmeye başladı ve kısa zamanda derlenip toparlandılar ve Hz. Peygamberin olduğu yere doğru koşup gelmeye başladılar. O vakit Hz. Peygamber bindiği hayvandan indi, "Ben o peygamberim, yalan yok. Ben Abdulmuttalib oğluyum dedi, sonra "Allahım bize yardımını gönder" diyerek Allah'dan yardım diledi ve dua etti. Semadan melekler inip Resulullah'a yardım ettiler. Bozulmuş olan asker öyle hızlı bir şekilde derlenip toparlandı ki, atları koşamayanlar inip koşuyorlardı. Kısa zamanda müminlerin hepsi tekrar Resul-i Ekrem'in yanında toplandılar ve yeniden savaş düzeni aldılar. O korku ve telaşı bir yana bırakıp bütün ciddiyetiyle cenge giriştiler. O vakit Resulullah baktı ve "Fırın kızıştı" buyurdu. Yerden bir avuç toprak alıp müşrikler tarafına doğru savurup attı "Bozguna uğrayın, Muhammed'in Rabbi hakkı için!" dedi. Ve hakikaten hezimete uğramışlardı.

İşte Allah o anda müslümanlara böyle yardım etti ve kâfirleri de azaba uğrattı. Cezalandırdı, öldüler, yaralandılar, esir oldular, pek acı bir yenilgiye uğradılar. Malları ellerinden gittiği gibi, gayrete getirici ve teşvik edici olur diye beraberlerinde getirdikleri çoluk çocukları ve zevceleri de müslümanların ellerine esir düştüler. Her şeylerini savaş meydanında bırakmak zorunda kaldılar. Bu da kâfirlerin cezasıdır.

27- Sonra Allah, yine de bütün bu olup bitenlerin ardından dilediğine tevbe nasib eder. Reisleri ve savaşta başkumandanları olan Malik b. Avfî Nadrî ile birlikte Havazin ve daha başkalarından birçoklarına nasib ettiği gibi, müslüman olmaya muvaffak kılar, ve Allah ğafurdur onların geçmişteki küfür ve masiyetlerine afv ü mağfiret eder, rahîmdir, onlara ayrıca rahmetinden ihsanda da bulunur.

Resul-i Ekrem, Huneyn ve Evtas'ta alınan esirlerin ve ganimet mallarının, Cirane'de muhafazasını emrederek Taif üzerine hareket etmişti. Onsekiz gün kadar süren Taif kuşatmasını kaldırdıktan sonra Cirane'ye döndüğünde erkekli kadınlı altı bin esir, yirmidört bin deve kırk binden ziyade koyun ve keçi ve dört bin okka kadar olduğu söylenen altın ve gümüş nakit toplanmış bulunmakta idi. Belki bir yerden esirlerini kurtarmak için müracaat vaki olur diye on günden fazla orada durup bekledi ve oyalandı. Kimse gelmeyince esirleri ve malları taksim etti. Daha sonra Havazin heyeti çıka geldi. Resulullah'a İslâm üzere biat ettiler ve "Ey Allah'ın Resulü, sen insanların en hayırlısı ve en çok hayır sevenisin, bizim eşlerimiz ve çocuklarımız esir edildi, mallarımız alındı." diyerek, mallarının ve esir alınan yakınlarının kendilerine geri verilmesini istediler. Resulullah, "Yanımdakileri görüyorsunuz, sözün en hayırlısı en doğrusudur. Bekledim gelmediniz, şimdi iki yoldan birini seçiniz: Ya çoluk çocuğunuzu, ya da mallarınızı." Bunun üzerine "Biz soyumuza hiçbir şeyi denk tutmayız." dediler. Sonra Resulullah ayağa kalktı, müslümanlara hitaben şu konuşmayı yaptı. Allah'a hamd ü senada bulunduktan sonra ashabına dönerek, "Bunlar tevbe ettiler ve huzurumuza müslüman olarak geldiler. Biz de kendilerini çocukları ve eşleriyle malları arasında birinden birini tercih etmekte serbest bıraktık. Onlar da soylarına hiçbir şeyi denk tutmayacaklarını söylediler. Şimdi her kimin elinde bir esir varsa, gönül hoşluğuyla onu geri versin, böyle yaparsa ne âlâ, gönül rızasıyla vermek istemezse bize satsın ve onun karşılığını ödemek boynumuza borç olsun, ilk fırsatta onu ödeyelim." dedi. Bunun üzerine hepsi bir ağızdan "Bu karara razıyız ve teslim ettik gitti." dediler. Hz. Peygamber "Belli olmaz, belki içinizde razı olmayanlar vardır, temsilcilerinize söyleyiniz de bunu bize iletsinler." diye buyurdu. Sonra temsilcileri de "Hepsi razı oldular." diyerek ikrar verdiler. Bütün o esirler topluca serbest bırakıdılar ve kurtuldular. Ancak Safvan b. Ümeyye'ye düşmüş ve ondan hamile kalmış olan bir kadın geri verilmemiştir.

Taberani'nin rivayetine göre; bu âyette işte Hz. Peygamber'in esirleri serbest bıraktırması konusundaki rahmete işaret edilmiştir. Fakat görülüyor ki, burada daha önceki âyetlerde olduğu gibi mazi sigası değil diyerek muzari sıgası irad buyurulmuştur. Buna göre bunun esas ifade etmek istediği şey, bir sene önceki Huneyn Vak'ası'ndaki rahmet değil, bu kere, yukarıdan beri açıklanan Berâet ve özellikle cihadın dış görünüşüyle rahmet ve ihsana ters düştüğü zannı ile Öz babalarınız ve kardeşleriniz de olsa müşrik ve kâfirlere velayet verilmemesini emreden âyetin içyüzünde gizli olan rahmet ve gelecekte müslümanlara sağlayacağı faydayı açıklamaya yöneliktir. Hasılı mânâ şudur:

İmana karşı küfrü seven baba ve kardeşlerden velayeti kaldırmayı, hısım akrabadan ilişkiyi kesmeyi ve bütün müşriklere karşı bu kere ilan edilen berâeti ve cihad emirlerini gayet çetin bulup, hakikatte rahmet ve ihsan hedefine aykırı sanmayın. Huneyn Vak'ası'nda olduğu gibi, bunun sonucunda da bir çok kimseye tevbe nasib olacak ve nice nice mağfiret tecellisi ve rahmet meydana gelecek, nice fenalık ortadan silinip gidecektir.

Meâl-i Şerifi

28- Ey iman edenler! Müşrikler bir pisliktirler. Artık bu yıldan sonra Mescid-i Haram'a yaklaşmasınlar. Eğer yoksulluktan korkarsanız Allah sizi dilediğinde lütuf ve ihsanıyla zenginleştirecektir. Allah gerçekten alîmdir, hakîmdir.

29- Kendilerine kitap verilenlerden oldukları halde ne Allah'a, ne ahiret gününe inanmayan, Allah'ın ve Resulünün haram kıldığını haram tanımayan ve hak dini din edinmeyen kimselere alçalmış oldukları halde elden cizye verecekleri hale gelinceye kadar savaş yapın.

30- Yahudiler, "Uzeyir Allah'ın oğlu" dediler, Hıristiyanlar da "Mesih Allah'ın oğlu", dediler. Bu onların kendi ağızlarıyla uydurdukları sözlerdir. Daha önce inkâra sapmış olanların sözlerine benzetiyorlar. Allah onları kahretsin, nasıl da saptırıyorlar!

31- Onlar, Allah'dan başka bilginlerini ve rahiplerini de kendilerine Rab edindiler, Meryem oğlu Mesih'i de. Oysa onlar bir olan Allah'a ibadet etmekle emrolunmuşlardı. Allah'dan başka hiçbir ilâh yoktur. O, müşriklerin ortak koştuğu şeylerden de münezzehtir.

32- Allah'ın nurunu ağızlarıyla söndürmek istiyorlar, Allah da razı olmuyor. Fakat kâfirler istemeseler de Allah nurunu tamamlamayı diliyor.

33- O öyle bir Allah'dır ki, Resulünü hidayetle ve hak dinle bütün dinlere üstün kılmak için göndermiştir. Müşrikler hoşlanmasalar da

28-Ey müminler! Müşrikler pislikten başka birşey değiller. Müşrik olmaları bakımından onlar sırf pislik demektirler. Şirk manevî pisliklerin en fenasıdır. Ayrıca bunlar taharetlenmezler, gusül ve abdest nedir bilmezler, cenabet gezerler, maddi pisliklerden sakınmazlar. Ne bedenleri, ne elbiseleri pislikten arınmaz. Bu bakımdan da kendileri aynen ve bizzat pislik değilse de öyle denecek kadar pisliğe bulanmış ve batmış olan kimselerdir. Bundan dolayı da temiz değillerdir.

Bu mânâyı hakkıyla anlatabilmek için kasır suretiyle ve mübalağa sığasıyla "pislik" buyurulmuştur ki, ayniyle necasetten başka bir şey değiller demektir. Bundan dolayı Abdullah b. Abbas'dan müşrikler tıpkı "Köpek ve domuz gibi aynıyla necistirler." diye, Hasan Basrî'den de "Bir müşrikle musafaha eden abdest alsın." diye birer görüş varsa da günümüz Caferileri gibi bazı Şiî gruplardan başka bütün mezhepler bu iki kavlin aksinedir.

Zira öylesine ayniyle necis olsalardı hiçbir şekilde temizlenmeleri mümkün olmazdı. Halbuki onlar da iman ve taharet ile temiz olabilirler. Sonra şer'an da aklen de açıktır ki, bu hüküm insan olarak yaratılmaları açısından değildir, şirk gibi kendi kespleri açısından arızî bir durumdur. Bu husus çok açık ve âşikâr olduğu içindir ki, mübalağa sığasiyle ayniyle pislik olarak gösterilmelerinde bir belağat vardır. Yani müşrikler de birer insan olmak bakımından aynen ve doğuştan değil, müşrik olmaları dolayısıyla itikat ve amel yönünden pisliğe batmışlardır. Sanki bir pislik gibi iğrenilecek durumdadırlar. Dışarıdan pislikleri görünmese bile şirkleri sebebiyle manen pistirler. İşte bundan dolayı:

__________________
Sözün kıymetini '' Lal'' olandan,
Ekmeğini kıymetini ''Aç '' olandan,
Aşkın kıymetini ''Hiç'' olandan öğren..

Alıntı ile Cevapla
 

1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41 42 43 44 45 46 47 48 49 50 51 52 53 54 55 56 57 58 59 60 61 62 63 64 65 66 67 68 69 70 71 72 73 74 75 76 77 78 79 80 81 82 83 84 85 86 87 88 89 90 91 92 93 94 95 96 97 98 99 100 101 102 103 104 105 106 107 108 109 110 111 112 113 114 115 116 117 118 119 120 121 122 123 124 125 126 127 128 129 130 131 132 133 134 135 136 137 138 139 140 141 142 143 144 145 146 147