Burada şunları da kaydetmemiz yararlı olacaktır:
1- Demek ki "Allah, Âdem'e bütün isimleri öğretti". (Bakara, 2/31) âyeti gereğince Âdem'e bütün isimlerin öğretilmesi, ismi olan her şeyin gerçeğinin öğretilmesi demek değildir. İsimleri öğretmek Allah'ın ilmine göre az bir ilimdir. Bu nokta felsefede "ismiyye" ekolüne bir temel olabilir.
2- "Herşeyi açıklamak için..." (En'âm, 6/154), "Herşeyi etraflıca beyan etmek için..." (Nahl, 16/89) gibi âyetler, bütün eşyanın hakikatı mânâsına olmayıp insanların din ve ahkâm (şerî hükümler) açısından muhtaç oldukları her şey mânâsına izafî (göreli) bir kapsama sahiptir demektir. Ve nitekim öteden beri öyle tefsir edilmiştir.
3- İnsan bilgisinin azlığı, yalnız ruhu bilme açısından zannedilmemelidir. Çünkü diğer şeylerle ilgili bilgilerimizin bile dayanağı ruh olduğundan onlarla ilgili bilgimiz, ruhumuza ait olandan çok değildir.
4- Bu hitapta insanlara ilimden pay veren bir şeref ve aynı zamanda insanlığın ilmî gururunu kıran bir darbe ile, Hakk'ın huzurunda "Biz seni, sana layık olan bir şekilde tanıyamadık" itirafı ile alçak gönüllü olmaya davet eden bir uyarı vardır. Demek Allah katında ilmin sonsuzluğu, insanlar için her hususta ilmin elde edilmesinin mümkün olduğunu ortadan kaldıran bir ümitsizlik delili değil, ilimde ilerleme imkanının sonsuzluğunu sağlayan bir bilgi başlangıcıdır. Bundan dolayı insan sonsuzluğa giden bir aşk ve inanç ile Allah için ilme çalışması ve fakat ilimde hangi ilerleme mertebesine ulaşırsa ulaşsın insan ilminin az yine az; Allah'ın ilmine göre, denizlere oranla bir damladan bile az olduğunu bilerek hiçbir zaman gururlanmaması gerekir.
Şunu da unutmamak gerekir ki, insanın ilmi Allah tarafından verilmiş olduğu gibi, yok olabilir de. Bir insana en büyük ruhun, en yüksek ilmî mertebenin verildiği de farzedilse, onu emriyle dilerse bir anda alıverir. İşte gururdan sakınmak için bu gerçeğin bilinmesi çok önemli olduğundan bakınız, yüce Allah, Peygamberine olan üstünlüğünün büyüklüğünü âyette ifade etmekle ona verdiği ilmin azlıktan istisna edilmiş olduğunu açıklama sırasında, her şeyden önce bu gerçeği öne alıp, açıkça ifade ederek, hem de yemin ve pekiştirme ile, yücelik ve ululuk ifade eden çoğul kipi ile ve diğerlerine son derece etkili ve anlamlı bir ibret olması için özellikle Hz.Peygambere hitapta açıkça anlatarak buyurmuştur ki: "And olsun ki, dilersek o sana vahyettiğimizi elbette ortadan kaldırırız." Yani Rûhü'l- Kudüs ile indirdiğimiz, bütün fitnelere karşı tesbit ettiğimiz, müminlere şifa ve ilmimizin ruhu olan o yüce Kur'ân'ı bile hafızalarınızdan siler alıveririz. Sonra kendin için bize karşı bir yardımcı da bulamazsın. Yani aldığımızı bizden bizzat kendin geri alamayacağın gibi vasıta ile geri alabilmek için, ne ruhtan ve ne başka şeylerden dayanacak bir vekil, tutunacak bir kuvvet bulmana da imkan yoktur.
87- Ancak Rabbinden bir rahmet olursa başka. Her zaman yalnız ona dayanabilirsin ve işte ona vahyettiğimiz gibi onu koruyan ve sürekli kılan da O'dur. Rabbinin sana özel izafeti ile nimet vermesi ve ihsanı ve bu yüzden âlemlere yaymak istediği geniş rahmetidir. Gerçekten Rabbinin sana olan fazileti, ihsanı ve lütfu çok büyüktür. Diğerlerine benzetme kabul etmeyecek derecede büyüktür.
88-Onun için tam güvenle Yemin olsun ki bütün insanlar ve cinler, bu Kur'ân'ın benzerini getirmek için bir araya gelseler hiçbir zaman onun bir benzerini getiremezler. İnsanlar ayrı, cinler ayrı uğraşsalar getiremezler ya. Hatta birbirlerine yardımcı olsalar bile (benzerini) getiremezler. Kur'ân böyle büyük bir mucizedir. Şimdi yalnız bu âyetin ne kadar kapsamlı, ne kadar kuvvetli, bütün insanlar ve cinler ile gelecek üzerinde böyle en yüksek bir yakîn (kesinlikle) hüküm vermenin, ne büyük bir gayb ilmini kapsadığını ve dolayısıyla başlı başına nasıl büyük ve kalıcı bir mucize meydana getirdiğini insaf ile etraflıca düşünmeli. Bu sözün Allah'ın ilminden bir ilim getirmiş olduğuna nasıl şüphe edilebilir?.
Bu âyetin iniş sebebinde rivayet ediliyor ki, önceki yahudilerden bir grup: "Ey Muhammed!" demişler. "Bize şu getirdiğin hakkı açıkla, bu Allah katından gelen bir hakk mıdır? Çünkü biz bunu Tevrat'ın düzenli bir şekilde dizilişi gibi birbirine uygun olup nizamlı bir şekilde dizilmiş olarak görmüyoruz" Hz. Peygamber (s.a.v) buyurmuş ki: "Vallahi siz, bunun Allah katından gelen bir hakk olduğunu çok iyi biliyorsunuz." Bunun üzerine onlar: "Amma bu senin getirdiğin gibisini biz de sana getiririz." demişlerdi ve bunun üzerine yüce Allah, bu âyeti indirdi. Diğer taraftan Kureyş'ten bir topluluk da: "Bize bu Kur'ân'dan başka olağanüstü bir âyet getir, yoksa bunun benzerini biz de yapabiliriz." demişlerdi ki, olağanüstü âyet dedikleri bundan sonra "Kâfirler şöyle dediler: Bizim için yerden suyu kesilmeyen bir kaynak çıkarmadıkça sana iman etmeyeceğiz." (İsrâ, 17/90) âyetlerinde açıklanacak olan öneriler olacaktır. Bu âyet, ile bütün bunlara kesin cevap verilmiş, o gün bu gün bunca asırlardan beri bütün tecrübe ve teşebbüslerin karşısında bu cevap, tam bir doğrulukla gerçekleşerek heybet ve ululuğunu artırmış durmuştur. (Bakara, Sûresindeki "Onun benzeri bir sûre meydana getirin."; (2/23) Hûd Sûresi'ndeki, "De ki: Siz de Kur'ân'ın benzeri, on uydurma sûre meydana getirin bakalım. Eğer iddianızda doğruysanız, Allah'tan başka yardımını isteyebileceklerinizi de çağırın..."; (11/13) Hıcr Sûresi'ndeki "Onun (Kur'ân'ın) koruyucusu da şüphesiz ki biziz" (15/9 âyetlerinin tefsirine bkz.) İşte Kur'ân'ın her hükmü böyle ilim, böyle şüphesizdir.
Meâl-i Şerifi
89- Yemin olsun ki biz bu Kur'ân'da insanlar için çeşitli misaller vermişizdir. Yine de insanların çoğu inkârlarında ısrar ederler.
90- Kâfirler şöyle dediler: "Sen, bizim için yerden suyu kesilmeyen bir kaynak fışkırtmadıkça sana asla inanmayacağız."
91- "Veyahut hurmalıklardan ve üzümlüklerden senin bir bahçen olsun da ortasından şarıl şarıl ırmaklar akıtmalısın."
92- "Yahut söyleyip zannettiğin gibi, göğü başımıza parça parça düşüresin veya Allah'ı ve melekleri söylediğine şahit getiresin. "
93- "Yahut altından bir evin olsun, ya da göğe çıkmalısın. Ona çıktığına da asla inanmayız. Ta ki bize, okuyacağımız bir kitap indiresin." De ki: "Rabbimi tenzih ederim. Nihayet ben de, peygamber olan bir insandan başka bir şey değilim."
89-93-Böyle bir peygamberi gören o kâfirlerin iman etmeyip de bu kadar inat etmelerinin sebebi nedir, denecek olursa:
Meâl-i Şerifi
94-100- 94- Kendilerine doğru yolu gösteren peygamber gelince, insanların iman etmelerine engel olan sebep sadece: "Allah bir insanı mı Peygamber gönderdi?" demeleridir.
95- (Ey Muhammed! Mekkelilere) şöyle de: "Eğer yeryüzünde huzur içinde yürüyüp duran melekler olsaydı, elbette onlara gökten peygamber olarak bir melek indirirdik."
96- De ki: "Benimle sizin aranızda şahit olarak Allah yeter. Çünkü O, kullarının yaptığından haberdardır, yaptıklarını çok iyi görendir."
97- Allah kime hidayet verirse, o doğru yoldadır. Kimi de hidayetten uzak tutarsa, artık bunlar için Allah'tan başka hiçbir yardımcı bulamazsın. Ve biz, o kâfirleri kıyamet günü kör, dilsiz ve sağır oldukları halde, yüzleri üstü sürünerek haşredeceğiz. Varacakları yer cehennemdir; ateşi dindikçe onun ateşini artırırız.
98- Bu onların cezasıdır! Çünkü onlar, âyetlerimizi inkâr etmişler ve: "Sahi bizler, bir yığın kemik ve ufalanmış toz olduğumuz zaman mı, yeni bir yaratılışla diriltilmiş olacağız?" demişlerdir.
99- Onlar, gökleri ve yeri yaratan Allah'ın, kendilerinin aynı olan insanları yaratmaya da kadir olduğunu görüp bilmediler mi? Allah onlar için şüphe edilmeyen bir vâde takdir etmiştir. Fakat zalimler, inkârlarında yine de ısrar ederler.
100- (Ey Muhammed!) De ki: "Eğer siz Rabbimin rahmet hazinelerine sahip olsaydınız, fakirlik korkusunu yine de elden bırakmazdınız." Doğrusu insan çok cimridir.
Meâl-i Şerifi
101- Andolsun biz Musa'ya apaçık dokuz mucize verdik. (Ey Peygamber!) İsrailoğullarına sor, Musa kendilerine geldiğinde Firavun ona: "Ey Musa! Ben senin büyülenmiş olduğunu sanıyorum" demişti.
102- Musa dedi ki: "Ey Firavun! Pekâlâ bilirsin ki, bu mucizeleri, birer ibret olmak üzere, ancak göklerin ve yerin Rabbi indirdi. Ey Firavun! Ben de seni helak olmuş zannediyorum."
103- Derken Firavun, Musa'yı ve İsrailoğullarını Mısır'dan sürmek istedi. Biz de onu ve beraberindekilerin hepsini suda boğduk.
104- Arkasından İsrailoğullarına şöyle dedik: "Firavun"un sizi çıkarmak istediği arazide siz oturun! Sonra ahiret vaadi (kıyamet) geldiği vakit, hepinizi toplayıp bir araya getireceğiz."
101-104- Ahiret vaadi (kıyamet) geldiği vakit, hepinizi toplayıp biraraya getireceğiz. Buradaki ifadesinin sûrenin başında geçen yani "ikinci defa olan fesadın zamanı" mânâsına olması düşünülebilirse de "eğer siz kötülüğe dönerseniz, biz de cezalandırmaya döneriz." (17/8) âyetinin) mânâsına bakılarak "ahiret yurdu vaadi" mânâsına olması tekrardan uzak ve daha açıktır ki, kıyamet demek olur...
Özetle ey Muhammed!
Meâl-i Şerifi
105- Biz bu Kur'an'ı hak olarak indirdik, O, bütün hakikatleri içinde toplayarak indi. Ey Peygamber! Biz seni ancak müjdeci ve uyarıcı olarak gönderdik.
106- Sana Kur'ân'ı verdik ve onu insanlara sindire sindire okuyasın diye (kısımlara) ayırdık ve biz onu yavaş yavaş indirdik.
107- Ey Muhammed! De ki: İster ona (Kur'ân'a) inanın, ister inanmayın; o daha önce kendilerine ilim verilenlere okunduğunda onlar, yüzleri üstü secdeye kapanırlar.
108- Ve derler ki: Rabbimizi tenzih ederiz. Şüphesiz ki Rabbimizin vaadi gerçekleşir.
109- Ve ağlayarak yüzleri üstü secdeye kapanırlar. Hem de bu Kur'ân'ı işitmek onların Allah'a teslimiyetlerini daha da artırır.
110- (Sen onlara) de ki: İster "Allah" deyin, ister "Rahmân" deyin, nasıl çağırırsanız çağırın. En güzel isimler O'nundur. Namazında sesini pek yükseltme, çok da gizli okuma, orta yolu seç.
111- Ve şöyle de: Hamd o Allah'a ki, hiçbir çocuk edinmedi, mülkte ortağı yoktur, aciz olmayıp bir yardımcıya da ihtiyacı yoktur. Tekbir getirerek O'nu noksanlıklardan yücelt de yücelt.
105- Onu, Kur'ân'ı hak ile indirdik ve o, hak ile indi. Yani hiç bozulmadan indirdiğimiz gibi hakkıyla indi; nazmı da hak, inişi de hak, indiği de haktır. Hakk'ın hikmeti ile hakikaten hak Peygambere inmiştir. Onun haber verdikleri muhakkak olacaktır. Ve seni ancak bir müjdeci ve uyarıcı olarak gönderdik. İman ve itaat edenlere sevabın ve kâfirlere, isyan edenlere azabın olacağını bildireceksin. Yoksa herkesin istediğini yapacak, inatçı kâfirlere zorla iman verip kurtaracak değilsin. O halde sen müjdeleme ve uyarma vazifeni yap, sonundan korkma! Fakat o müjde ve uyarma bir defada bitecek değil, devam etmesi gerekir.
106- Hem bir Kur'ân olarak ki ağır ağır zaman zaman insanlara okuman için, biz onu ayırt ettik, kısım kısım yaptık ve onu peyderpey indirdik. Yani hepsini birden değil, asıllardan ayrıntılara doğru, insanların her türlü menfaat ve ihtiyaçlarına ve durumların gereğine uygun olmak üzere yavaş yavaş indirdik. Onun için Kur'ân'dan bir hizib (cüzün dörtte biri) veya bir aşır (on âyet) ve hatta bazen bir âyet, bağımsız bir kitap gibi, başlı başına müjdeleme ve uyarmayı kapsayan bir derstir.
Alûsî, tefsirinde der ki: "Beyhakî, Şuâb'ında Ömer (r.a) den şöyle dediğini rivayet etmiştir: 'Kur'ân'ı beşer âyet, beşer âyet öğreniniz. Çünkü Cebrail (a.s) onu beşer beşer indirdi". İbnü Asâkir de Ebu Nadre kanalıyla rivayet etmiştir ki: "Ebu Sa'id-i Hudrî bize Kur'ân'ı sabah beş ve akşam beş âyet öğretir ve Cebrail (a.s) beşer âyet, beşer âyet indirdi, diye haber verirdi." demiştir. Bununla birlikte beşten daha fazla ve daha az olarak inmesinin de gerçekleştiği sahih rivayetlerle sabit bulunduğundan maksat, çoğu demektir."
107- De ki: Ey bu Kur'ân'a inanmayan cahiller! Siz buna ister inanın, ister inanmayın; yani Kur'ân'ın doğruluğuna ve kemaline karşı sizin gibilerin inanıp inanmamasının hiç önemi yoktur. İnanmanız onun kemalini artırmaz, inanmamanız da ona eksiklik vermez; iman ederseniz faydası kendinize, etmezseniz zararı yine kendinizedir. Artık siz düşünün. Şüphesiz ki bundan önce kendilerine ilim verilen kimseler, Kur'ân inmeden önce, daha evvel indirilen kitapları incelemiş olup da vahyin, kitabın, din ve şeriatin ne olduğunu anlamış, peygamberlik delillerini öğrenmiş değerli âlimler kendilerine Kur'ân okununca çeneleri üstü düşerek secdelere kapanıyorlar.
108- Ve diyorlar ki: "Rabbimizi tesbih ederiz, ne büyük şan. Rabbimizin vaadi gerçekten yerine getirildi." Yani önceki kitaplarda vaad ettiği o Peygamber geldi. Haber verdikleri şeylerin hepsi olacaktır diye tesbih ve şükrediyorlar.
109- Ve ağlayarak çeneleri üstü kapanıyorlar ve o Kur'ân okundukça onların huşularını (boyun eğmelerini) artırır.
Bunun bir benzeri de "Peygambere indirileni işittikleri zaman, onun hak olduğunu öğrendiklerinden dolayı, gözlerinin yaşla dolduğunu görürsün. Onlar: "Ey Rabbimiz! İman ettik derlerdi." (Mâide, 5/83)
110- De ki: İster "Allah" diye dua edin, ister "Rahmân" diye dua edin Hangi isimle çağırırsanız, güzeldir. Çünkü en güzel isimler hep O'nundur, O eşsiz zatındır. Resulullah (s.a.v) bir gün Mekke'de "Ey Allah, ey Rahman " diye dua ederken müşrikler işitmişler. Ve "Muhammed bir ilâha davet ediyordu, halbuki kendisi iki ilâha dua ediyor" demişler. Onlara cevap olarak Allah'ın bu emri inmiştir. Yani yüce Allah'ın bir çok isimleri vardır ki onlar, en güzel isimlerdir. En yüksek güzellik, ululuk ve saygı ifade eden en güzel isimler hep O'nundur. Bunların herhangisiyle olursa olsun dua caizdir. Çünkü ismin bir kaç tane olmasından, isim sahibinin birkaç tane olması gerekmez. Bütün esma-i hüsna (en güzel isimler) ile dua, ortağı olmayan o bir zata (Allah'a) duadır.
Hem namazda sesini fazla yükseltme. Namazda okurken veya dua ederken bağırma, gösteriş ve saygısızlık lekesi olmasın. Büsbütün gizli de okuma. Yani kendin işitmeyecek kadarda gizli okuma, Allah'tan başkasından korkuyormuş gibi olmasın. Bunun arasında bir yol tut.
111-Ve de ki Hamd, Allah'a, her türlü yüceltme ile şükür, Allah'a. O Allah ki çocuk edinmedi. Doğurmaktan uzak olduğu gibi evlatlık da edinmedi. Bundan dolayı çocuk edindi diyenler onun şanını bilmediler. Yalan söylediler. Mülkte O'nun ortağı yok. İki veya üç (Allah) diyenler, başkalarını karıştıranlar iftira ettiler. O'nun acizlikten ötürü bir dosta da ihtiyacı yoktur. Yani acizliğinden meydana gelen, zilletten korunmak, izzet (yücelik) bulmak için yardım etmesine muhtaç olunan dosttan, sevgili ve yardımcıdan ve ittifak eden kimseden de uzak ve beridir. Üstünlük ve rahmetiyle sevdiği, velilik verdiği, Allah'ın dostları denebilecek dürüst kulları olmaz değil ise de herhangi bir ihtiyaçtan dolayı dost edindiği hiçbir veli de yoktur. Alçaklıktan uzak bizzat aziz ve kuvvetlidir. "Kuvvet ve kudret tamamıyla Allah'ındır." (Fatır, 35/10) Ve onu tekbir ile yücelt de yücelt. Zatında da yücelt, sıfatında da yücelt; yaptıklarında da yücelt, isimlerinde de yücelt. "Allah, en büyüktür, Allah en büyüktür, Allah'tan başka hiç bir ilâh yoktur, Allah en büyüktür, Allah en büyüktür. Hamd yalnız Allah'a mahsustur."
Rivayet ediliyor ki, Abdulmuttalib çocuklarından konuşmaya başlayan her oğlan çocuğa Hz. Peygamber (s.a.v) bu âyetini belletirdi. Ve buna "yücelik ve ululuk âyeti" ismini vermişti.
Tesbih ve İsrâ (gece yolculuğa çıkartma) ile başlayan bu sûrenin bu de hamd ve tekbir emirleriyle bitmesi ne kadar güzel, ne kadar beliğdir. Bu hamd ve tekbir emrinin "Gerçekten Rabbinin sana lütfu çok büyüktür" (İsrâ, 17/87) nimetine şüphesiz özel bir bağlantısı vardır.
İmam Ahmed b. Hanbel, Tirmizî, Nesaî ve diğerleri Hz. Aişe (r.a) den rivayet etmişlerdir ki, Resul-i Ekrem (s.a.v) bu sûre ile Zümer Sûresi'ni her gece okurdu. Sahih-i Buharî'de İbnü Mesud'dan rivayet olunduğu üzere yüce Peygamber (s.a.v) bu sûre ile bundan sonra gelen Kehf, Meryem, Tâhâ, Enbiya Sûreleri hakkında buyurmuştur ki: "Bunlar ilk değerli sûrelerdendir, yani Mekke'de inen sûrelerdendir ve bunlar, benim eski servetimdendir." Yani Hz. Muhammed'e ait şan ve makama özel ilişkileri olan, eskiden beri ezberlediğim sûrelerden, bana ait virdlerimdendir. İşte "Rabbin seni Makam-ı Mahmud'a ulaştıracaktır." (17/79) müjdesini veren İsrâ Sûresi'nden "Ey Muhammed! Biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik." (Enbiyâ, 21/107) ululamasını veren Enbiya Sûresi'ne kadar bu beş sûrenin tertibi de bu temel üzeredir. Bakınız hamd ve tekbir emri ile biten İsrâ Sûresi'nden sonra Kehf Sûresi'nin hamd ile başlaması ne ahenklidir!
__________________
Sözün kıymetini '' Lal'' olandan,
Ekmeğini kıymetini ''Aç '' olandan,
Aşkın kıymetini ''Hiç'' olandan öğren..
|