Hz. Enes (r.a.)den rivayet edilen bir hadiste "Allah'ın, insanları üzerinde yarattığı fıtratı, Allah Teâlâ'nın dinidir." buyurulmuştur. Ebu Hüreyre'den rivayet olunan bir Hadis-i Şerifte de buyurulmuştur ki; "Her doğan fıtrat üzere doğar. Öyle iken ana babasıdır ki onu yahudileştirir veya hıristiyanlaştırır veya mecusileştirir. Nitekim hayvan, derli toplu bir hayvan yavrular, içlerinde bir inenmiş (burnu veya diğer organları kesilmiş) görür müsünüz?" Demek ki fıtratın aslı tam ve sağlamdır. Burnu, kulağı sonradan kesilir. Maddî bakımdan böyle olduğu gibi manevî ve ahlakî bakımdan da böyledir. Fıtratın bu sağlamlığı, düşünce alanında ve sosyal şartlarla terbiye çevresinde, âdetlerin akışı içinde ya bozulur veya güzel bir gelişme ile kemalini bulur. Ahiret de bu iki sonucun birine göre olur.
Bu durumda dinin iki kayağı vardır: Biri fıtrat, biri kazanç. Fıtrat sadece ilâhidir. Gerçek bir yöneliştir. Allah'ın emrini yerine getirerek Allah'a ermek için, hep Hakk'a doğru bir gidişi ifade eder. Kazanç, süpjektif ve objektif çeşitli şartlar içinde duygunun hareketleri, zihnin düşünceleriyle ilgili olduğundan fıtratın istikametine aykırı heveslere, zararlara, haksızlıklara, isyan ve şirke sürükleyebilir. Bundan koruyacak olan ise dindir. Bunun için buyuruluyor ki, dine hanif (Allah'ı bir kabul edici) olarak yüz tut, Allah'ın fıtratına sarıl. Allah'ın yaratmasını değiştiren yok, yahut Allah'ın yaratışına bedel bulunmaz. Bu cümlenin, inşa veya ihbar olarak birkaç mânâya ihtimali vardır: Yani Allah'ın asıl yaratışı olan fıtratı, gereğinin aksine giderek bozmaya, değiştirmeye kalkışmayın. Çünkü Allah'ın yaratışına bedel bulunmaz. Zayi ettiğiniz bir kabiliyeti hiçbir sanatla yerine koyamazsınız. Yahut Allah'ın yarattığı fıtratın aksine din uydurmaya, hüküm koymaya kalkışmayın. Siz mesela erkeği dişi, dişiyi erkek yapamazsınız. Yahut Allah'ın yaratışını başkalarına isnad etmeye, başkalarını yaratıcı yerine koyup da ortak koşmaya, Allah'ın hükmünden çıkmaya çalışmayın. Çünkü Allah'ın yarattığı milki, sizin milkleriniz gibi değiştirilmez. Din fıtratı değiştirmek için değil, fıtrattaki genel güvenceyi geliştirmek içindir.
İşte doğru ve sağlam din odur. Yani eğrilikten sakınıp, bütün insanların üzerinde yaratılmış olduğu fıtratı, doğrulukla takip etmektir. Fakat insanların çoğu bilmezler de çarpık giderler, dini fıtratta değil, âdette ararlar veya heveslerine uyarlar, Allah'ın hakkını değiştirmeye kalkarlar.
31- "O'na yönelerek" "Hanifen" kelimesi gibi hal olarak oraya bağlıdır. "Tut, yönel" emrinin genel olarak herkese hitap olduğuna ve cemaatin gerekliliğine işaret olmak üzere burada çoğul sigası (kipi) getirilmiştir. Yani her biriniz Allah fıtratına o tevhide öyle sarılın ki, hepiniz tevbe ve ihlâs ile Allah'a dönüp yönelerek hem O'ndan korkun, namazı güzel kılın, ve müşriklerden olmayın. Amellerinizi yalnız Allah için yapın, açık veya gizli bir şirk karıştırmayın.
32-Burada Allah'ı bir bilmenin tam zıddı olan müşriklik, yalnız meşhur anlamıyla açık şirkten ibaret zannedilmeyip açık ve gizli şirkin her türlüsünden kaçınılması için, bedel yoluyla açıklanarak şöyle buyuruluyor: Onlardan ki, dinlerini ayırdılar da grup grup, öbek öbek oldular. Yani genel fıtratı kavrayacak açık bir ruh ve geniş bir hak vicdanı ile hareket etmeyip herbiri kendi özelliğine, kendi çıkarına, dar kafasıyla kendi kuruntusuna göre bir heva ile dinini ayırıp, ayrı bir başbuğ arkasına düşerek grup grup, bölük bölük olmuşlar, her bölük kendilerindekine güvenmektedirler. Fıtrattan ayrılıp tutuculukla hakkı gözetmemektedirler. Halbuki "Sizin yanınızdaki tükenir, Allah'ın yanındaki ise tükenmez." (Nahl, 16/96) dir.
33-Bu noktada insanların, üzerine yaratılmış olduğu fıtratın başka değil, yalnız, Allah'a yalvarmak olduğunu göstermek için buyuruluyor ki: Bununla beraber insanlara bir sıkıntı dokunduğu zaman bütün o güvendiklerinden ve her şeyden geçip, yalnız yaratan Rablerine gönül vererek hep O'na yalvarırlar. Nitekim Çanakkale, Sakarya, Afyon savaşları sırasında biz Türkler hep böyle olmuştuk. Demek ki fıtrat dini (yaratılışa uygun din) sadece Allah dinidir. Her zaman, baki sağlam din yalnız odur. Böyle iken sonra O, onlara tarafından bir rahmet tattırıverince; o sıkıntıyı açıp bir nimet ihsan ediverince de ne bakarsın içlerinden bir kısmı, o Rablerine ortak koşuyorlardır. Şükredecek yerde tutarlar da bu, şundan oldu, bundan oldu, benden oldu, senden oldu diyerek Allah'ın lütfunu başkalarına isnad etmeye kalkarlar.
34- Ki kendilerine verdiğimiz nimeti küfran ile, nankörlükle karşılamak için haydin yaşayın, zevk edin bakalım yarın bileceksiniz.
35- Yoksa biz onlara bir ferman indirmişiz de O'na ortak koşmalarının caiz olduğunu o mu söylüyor? Hayır öyle bir kitap ve delil indirilmemiştir. Fakat onlar yukarıda söylendiği şekilde bilgisizce hevaları ardında gitmişler, keyiflerine hoş gelene veya gözlerinin korktuğuna tapmışlardır. Dünyada sebepler yok değildir. Fakat egemenlik, sebeplerin değil, Allah'ındır. Allah izin vermeyince hiçbir sebeple yaprak bile oynamaz. Böyle olduğunu fıtrat bilir, onun için sıkıştığı zaman Allah'a yalvarır.
36- Bir de biz, insanlara bir rahmet tattırdık mı ona güvenirler, şımarırlar. Gerçi "De ki, Allah'ın lütfuyla, rahmetiyle, ancak onunla sevinsinler." (Yunus, 10/58) buyurulduğu üzere, Allah'ın lütuf ve rahmetiyle sevinmek yasak değil, aksine emredilmiştir. Fakat o sevinçten maksat, nimet vereni tanıyarak hamd ve şükrünü bilmek mânâsına sevinçtir. Burada ise nimet vereni hesaba almayıp, sadece nimete güvenerek, şımarıp hevalarına uyan kimselerin hali açıklanıyor ki, bunlar ibadet ederlerse bile, dünya menfaati için ederler ve sırf nimete güvendikleri için ellerin önceden yaptığı şeylerden birisi sebebiyle de başkalarına bir fenalık gelirse derhal ümitsizliğe düşerler. Allah'ın rahmetinden büsbütün ümidi kesiverirler. Çünkü bakışları, bâkî olan Allah'a değil, fânî şeyleredir.
37-Bir hadis-i şerifte buyurulmuştur ki, "Mümin taze ekine benzer. Rüzgar estikçe yatar, yine kalkar. Kâfir çam ağacına benzer. Rüzgar ettikçe gürler, fakat bir kere yıkılınca artık kalkamaz." Bunlar, niye öyle nimete güveniyorlar? Ya görmüyorlar mı ki, Allah rızkı dileğine açıyor, da sıkıyor da. Bazı kimselere bol, bazılarına dar verir. Ve hatta bir kimseye de bazen genişlik ve bazen darlık verir. Şüphe yok ki bunda iman edecek bir kavim için çok âyetler (ibretler) vardır. Bunu görenler ne nimete güvenirler, ne de ümidi keserler. Bollukta da darlıkta da Allah'a imanlarını tam tutarlar.
38-Bunun üzerine dinin amelî belirtisi özetlenerek buyuruluyor ki o halde, yani dine Allah'ı bir bilerek yüz tutup, Allah fıtratına sarıl da, yakınlığı olana da hakkını ver yoksula da, yolcuya da ver. Hak, dininin, doğruluğunun gereği böyle uzak yakın demeyip, hakkı yerine koymaktır. Kimsenin hakkını yemedikten başka, kim olursa olsun muhtaç olanlara mümkün olan yardımı yapmak, zekat, sadaka ve diğer hayır ve iyilik çeşitlerinden biriyle bakmaktır. Muhtaç olan yakınların insanlarda bir hakkı olacağı gibi, geçimsiz kalmış bir çaresizin, yolda kalmış bir yolcunun bütün toplumda bir hakkı vardır. Öyle ise bunları gözetecek müesseseler yapılmalıdır. Bu, bunlara hakkını vermek, Allah yüzünü murad edenler için, yani Allah'ın rızasını arayanlar için hayırlıdır. Ve kurtuluşa erecek olanlar, işte onlardır. Allah rızasını gözeterek, genel olsun, özel olsun hakkını yerine koyanlardır.
39- Halkın mallarında çoğalsın diye verdiğiniz faiz, burada iki mânâ açıklamışlardır: Bazıları bundan maksadın, bilinen riba, yani faiz olduğunu söylemişlerdir ki, zahir olan (açıkça anlaşılan) da budur. Nitekim Süddî bu âyetin, Sekif'in faizi hakkında indiğini rivayet etmiştir. Çünkü Sekif ve Kureyş kabileleri faizcilik ederlerdi. Buna göre demek olur ki, faiz, henüz yasaklanmadan önce de kötülenmiştir. Fakat diğer bir çok tefsirciler burada riba (faiz) deyiminin mecaz olup maksadın, fazlasıyla karşılığı gözetilerek verilen fazla hediyeler, bağışlar olduğunu söylemişlerdir ki, bu mânâ İbnü Abbas'tan rivayet edilmiştir. Buna göre fazlasıyla karşılığı gözetilerek verilen hediyeler bir çeşit faizciliğe benzetilerek yerilmiş olacağından dolayı faizin yasaklanmasında daha beliğ olmuş olur. Nitekim bilinen faiz deyimi hakkında "yemek" ifadesi kullanılmıştır. Şu halde mânâ şöyle olur: Halkın mallarında faiz gibi nemalanarak (artış göstererek) fazlasıyla karşılığını almak için verdiğimiz bağışlar, hediyeler Allah yanında nemalanmaz, artmaz. Faizin Allah yanında hiçbir sevabı olmadığı gibi, halktan karşılığı fazlasıyla alınmak niyetiyle verilen hediyeler de öyledir. Gerçi bu günah değildir, fakat sevabı da yoktur. Allah yüzünü, Allah rızasını dileyerek verdiğiniz zekat ise işte kat kat katlayanlar onlardır. "Bir tohuma benzer ki yedi başak bitirmiştir, her başakta yüzer tane vardır. Allah dilediğine böyle veya daha fazla kat kat verir." (Bakara, 2/261).
40-Tevhid dini hakkındaki bu emirlerden ve bu açıklamalardan sonra Allah'ın zat ve sıfatları hakkında türlü felsefelerle ihtilafa düşülmeksizin, Allah'ı tanıtmak için şöyle buyuruluyor: Allah O'dur ki sizi yaratmıştır. Yani Allah'ı tanımak için O'nun zatı hakkında düşünceye dalmamalı, gayet açık olan fiil veeserlerini, nimet ve lütuflarını düşünmelidir. Şüphesiz ki sizi yaratan var, işte O sizi yaratandır. Sonra size rızık vermekte, beslemektedir. Sonra sizi öldürür, sonra sizi yine diriltir. Hiç sizin koştuğunuz ortaklarınızdan, bunlardan bir şey yapan var mı? Yok olduğu şüphesiz. O sübhan olan Allah, onların şirk koştuğu şeylerden münezzeh ve çok yüksektir.
Meâl-i Şerifi
41- Yaptıklarının bir kısmını tatsınlar diye insanların kendi ellerinin kazandığı şeyler yüzünden karada ve denizde fesat ortaya çıktı. Umulur ki onlar hakka dönerler.
42- De ki, yeryüzünde bir gezin de bakın, bundan öncekilerin sonu nasıl olmuş! Onların pek çoğu müşrik idiler.
43- Allah'tan geri çevrilmesine hiçbir çare olmayan bir gün gelmeden önce yüzünü dosdoğru, sabit dine çevir. O gün (gelince) insanlar birbirlerinden ayrılırlar.
44- Her kim inkâr ederse, inkârı kendi aleyhinedir. Kim de salih amel işlerse, onlar kendileri için rahat bir yer hazırlamış olurlar.
45- Çünkü O, iman edip salih amel işleyenlere lütfundan mükafat verecektir. Çünkü O, kâfirleri sevmez.
46- Rüzgarları müjdeciler olarak göndermesi, size rahmetinden tattırması, emriyle gemilerin akıp gitmesi ve lütfundan rızık isteyip kazanmanız O'nun âyetlerindendir. Hem gerek ki şükredesiniz.
47- Andolsun ki biz, senden önce birçok peygamberleri kavimlerine gönderdik de, onlara apaçık delillerle vardılar. Onun üzerine günah işleyenlerden intikam aldık. Müminlere yardım ise, bizim nezdimizde bir hak oldu.
48- Allah O'dur ki, rüzgarları gönderir de bir bulut savururlar. Derken onu gökyüzünde nasıl dilerse öyle serer, parça parça da eder. Derken yağmuru görürsün, aralarından çıkar. Derken onu kullarından kimlere diliyorsa döküverdi mi derhal yüzleri güler.
49- Halbuki onlar, daha önce üzerlerine yağmur indirilmeden evvel ümidi kesmişlerdi.
50- Şimdi bak Allah'ın rahmetinin eserlerine! yeryüzünü ölümünden sonra nasıl diriltiyor? Şüphe yok ki O, mutlaka ölüleri diriltir. O her şeye kâdirdir.
51- Andolsun ki biz, bir rüzgâr göndersek de onu (rahmetin eseri olan ekini) sararmış görseler, mutlaka onun arkasından nankörlüğe başlarlar.
52- Çünkü sen ölülere işittiremezsin. O daveti, arkalarını dönmüş giderlerken sağırlara da duyuramazsın.
53- Körleri de sapıklıklarından hidayete getiremezsin. Sen ancak âyetlerimizi iman edeceklere duyurursun da onlar müslüman olur, selâmeti bulurlar.
41- Karada ve denizde fesat ortaya çıktı. Fıtrata ait düzen bozuldu, gerek tabiat gerek sosyal şartlarda uygunsuzluk belirdi. İnsanların ellerinin kazancı yüzünden. Fıtratın aksine takip edilen şirk, ahlaksızlık, haksızlık, çeşitli hevalar, türlü mezheplerle beşerî hırsların çarpışması sebebiyle ki, yaptıklarının bazısını Allah kendilerine (bu dünyada) tattırmak için böyle yaptı. Tamamını ise ahirette tadacaklar, asıl cezalarını orada çekecekler. Fakat bu dünyada da biraz tattırılırlar. Gerek ki dönerler diye. Yani amellerinin cezasını biraz tatsınlar da tevbe edip şirkten vazgeçerek fıtrat dinine, Hakk'ın birliğine, sağlam ve düzgün yola dönsünler diye
42-53-Ve işte Hz. Muhammed'in peygamber olarak gönderilmesi, insanları tevbe ve iyiliğe davet ile kurtuluşa, selâmete çıkarmak içindir. Bunun için buyuruluyor ki: Resulüm! De ki: Yeryüzünde bir gezin de bakın bundan öncekilerin sonu nasıl olmuş! Onların pek çoğu müşrikti. Şirk koşmakla Allah'ın hikmetine karşı hüküm koymaya kalkışmakla Allah'tan kurtulmanın çaresini bulamadılar. Sonunda ister istemez Allah'ın hükmüne boyun eğerek kahrolup gittiler. Onun için "Yüzünü o doğru ve sabit dine tut." "Rüzgarları müjdeciler olarak göndermesi de O'nun âyetlerindendir." Bu âyetler, ibaresiyle kainattaki hallerin değişikliklerini ifade ederken, işaretiyle de sosyal durumlardaki değişiklikleri temsil etmektedir. Rüzgarların, değişikliklerin uyarıcısı olduğu gibi müjdecileri de vardır. Tabiatta meydana gelen fesat onlarla düzelir.
Meâl-i Şerifi
54- Allah O'dur ki, sizi güçsüz olarak yaratır, sonra güçsüzlüğün arkasından kuvvet verir. Sonra kuvvetin arkasından yine güçsüzlüğe ve ihtiyarlığa getirir. O dilediğini yaratır. Ve O, her şeyi bilir, her şeye gücü yeter.
55- Kıyamet kopacağı gün günahkarlar dünyada bir saatten fazla durmadıklarına yemin ederler. Onlar önceden de böyle haktan çevriliyorlardı.
56- Kendilerine ilim ve iman verilenler de şöyle diyecekler: "Andolsun ki, Allah'ın kitabında takdir edilmiş olan tekrar dirilme gününe kadar kaldınız. İşte bu, dirilme günüdür. Fakat siz bunu bilmiyordunuz.
57- Artık o gün zulmedenlere mazeretleri fayda vermeyecektir. Onların dertlerinin çaresine de bakılmayacaktır.
58- Andolsun ki, biz insanlar için bu Kur'ân'da her türlü meselden örnekler getirdik. Yemin ederim ki, sen onlara başka bir âyet de getirsen o kâfirler yine: "Siz yalancılardan (uydurduğunuz sözü Allah'a nispet edenlerden) başkası değilsiniz." diyeceklerdir.
59- İşte bilmeyenlerin kalblerini Allah böyle mühürler.
60- Şimdi sen sabret. Çünkü Allah'ın vaadi mutlaka haktır. Sakın imanı sağlam olmayanlar seni hafifliğe sevketmesinler.
54-60-Sûrenin son bölümündeki bu öğüdü kuvvetlendirip desteklemekle müjde verme hususunda birçok hikmetleri içeren Lokman Sûresi geliyor.
.
__________________
Sözün kıymetini '' Lal'' olandan,
Ekmeğini kıymetini ''Aç '' olandan,
Aşkın kıymetini ''Hiç'' olandan öğren..
|