Havas Okulu - Tekil Mesaj gösterimi - Rum Suresi Açıklamalı Tefsiri
Tekil Mesaj gösterimi
  #2  
Alt 03.07.18, 08:24
Havasokulu Havasokulu isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Daimi Üye
 
Üyelik tarihi: 28.04.15
Bulunduğu yer: Nefes Aldığım Yerde
Mesajlar: 14,873
Etiketlendiği Mesaj: 900 Mesaj
Etiketlendiği Konu: 0 Konu
Standart

20- Ve O'nun âyetlerindendir. Yukarki haberler gibi şu da Allah'ın ulûhiyetinin delillerinden, eşyanın tabiata mahkum olmayıp, tabiatlar üzerinde hâkim ve onun için ölümden sonra diriltmeye de kâdir bulunduğuna işaret eden alâmetlerdendir. Ki, sizleri bir topraktan yaratmış, yeryüzünde hiç insan yok iken, onu bulunduğu durumda bırakmayıp kuru toprağa hayat vererek ifadesince çamurdan, bir sülâleden (süzülmüş bir çamurdan) siz insan cinsini yaratması ki, eğer o tabiata mahkum olsaydı, cansız toprağa o değişikliği vermesi mümkün olmazdı. Önce bir insan hücresi yaratılamayacağı gibi, bugün de bir insan gıdası yapılamazdı. Halbuki yaratılmış. Sonra da şimdi siz bir insansınız, yeryüzüne dağılıp duruyorsunuz, derisi çıplak, zarif bir yaratık olarak üreyip, çoğalıp yayılıyorsunuz. Bir kara toprağın bu derece gelişip olgunluğu erdirtirilmesi, işte yüce yaratıcının Rabliğini ve ölüleri diriltmeye kudretini gösteren delillerindendir. Yine O'nun âyetlerinden, ilâhlığının lütuflarını gösteren delillerinden ki sizin için nefislerinizden, yani maymun veya diğer bir hayvandan değil, kendi özlerinizden, aynı insan, beşer cinsinden eşler yaratmış kendilerine ısınasınız, meyledip yakınlık kurasınız diye. Çünkü cinsiyet koklaşmaya, farklılık ürküntüye sebep olur. İnsan eşini başka hayvandan aramak zorunda kalsaydı, ne kötü olurdu! Hem aranıza bir sevgi ve merhamet koymuş; evlenme vasıtasıyla öyle insanî bir seviş ve esirgeyiş ki, hayvanlar gibi kızışma zamanlarına mahsus değil, hatta yalnız karı-koca arasında değil, genel olarak siz insanlar arasında bir sevgi ve merhamet duygusu yapmıştır. Şüphesiz ki onda, nefislerinizden eşler yaratıp aranıza sevgi ve merhamet bırakmakta, âyetler vardır. Sadece bir âyet değil, birçok âyetler, Allah Teâlâ'nın tabiatları yaratıp, değiştirip, kemale erdiren kudretiyle beraber, rahmetine ve özellikle insanlar hakkındaki Rahman olan Allah'ın yardımına ve Rabbanî hükümlerine de delâlet eden deliller vardır. Düşünecek bir kavim için, yani bu âyet, çok düşünülecek bir âyettir. Hem sadece ferdin düşünmesi yeterli değil, bütün kavim düşünmelidir. Düşünecek bir kavim için insan yaratılışının bu âyetinde öyle hikmetler, delâletler vardır ki, insanlığın nasıl yüksek bir ahlâk ve sevimli bir medeniyete hazır ve ne kadar mutlu bir hayat ve nimete aday olarak yaratıldığını ve bu hayatın bir rüknü olan kadının düşüş ve zilletten korunması için, sevgi ve esirgeme hisleriyle nasıl bir sosyal düzen takib etmek gerektiğini gösterir.

21- Ve O'nun âyetlerindendir. Yukarki haberler gibi şu da Allah'ın ulûhiyetinin delillerinden, eşyanın tabiata mahkum olmayıp, tabiatlar üzerinde hâkim ve onun için ölümden sonra diriltmeye de kâdir bulunduğuna işaret eden alâmetlerdendir. Ki, sizleri bir topraktan yaratmış, yeryüzünde hiç insan yok iken, onu bulunduğu durumda bırakmayıp kuru toprağa hayat vererek ifadesince çamurdan, bir sülâleden (süzülmüş bir çamurdan) siz insan cinsini yaratması ki, eğer o tabiata mahkum olsaydı, cansız toprağa o değişikliği vermesi mümkün olmazdı. Önce bir insan hücresi yaratılamayacağı gibi, bugün de bir insan gıdası yapılamazdı. Halbuki yaratılmış. Sonra da şimdi siz bir insansınız, yeryüzüne dağılıp duruyorsunuz, derisi çıplak, zarif bir yaratık olarak üreyip, çoğalıp yayılıyorsunuz. Bir kara toprağın bu derece gelişip olgunluğu erdirtirilmesi, işte yüce yaratıcının Rabliğini ve ölüleri diriltmeye kudretini gösteren delillerindendir. Yine O'nun âyetlerinden, ilâhlığının lütuflarını gösteren delillerinden ki sizin için nefislerinizden, yani maymun veya diğer bir hayvandan değil, kendi özlerinizden, aynı insan, beşer cinsinden eşler yaratmış kendilerine ısınasınız, meyledip yakınlık kurasınız diye. Çünkü cinsiyet koklaşmaya, farklılık ürküntüye sebep olur. İnsan eşini başka hayvandan aramak zorunda kalsaydı, ne kötü olurdu! Hem aranıza bir sevgi ve merhamet koymuş; evlenme vasıtasıyla öyle insanî bir seviş ve esirgeyiş ki, hayvanlar gibi kızışma zamanlarına mahsus değil, hatta yalnız karı-koca arasında değil, genel olarak siz insanlar arasında bir sevgi ve merhamet duygusu yapmıştır. Şüphesiz ki onda, nefislerinizden eşler yaratıp aranıza sevgi ve merhamet bırakmakta, âyetler vardır. Sadece bir âyet değil, birçok âyetler, Allah Teâlâ'nın tabiatları yaratıp, değiştirip, kemale erdiren kudretiyle beraber, rahmetine ve özellikle insanlar hakkındaki Rahman olan Allah'ın yardımına ve Rabbanî hükümlerine de delâlet eden deliller vardır. Düşünecek bir kavim için, yani bu âyet, çok düşünülecek bir âyettir. Hem sadece ferdin düşünmesi yeterli değil, bütün kavim düşünmelidir. Düşünecek bir kavim için insan yaratılışının bu âyetinde öyle hikmetler, delâletler vardır ki, insanlığın nasıl yüksek bir ahlâk ve sevimli bir medeniyete hazır ve ne kadar mutlu bir hayat ve nimete aday olarak yaratıldığını ve bu hayatın bir rüknü olan kadının düşüş ve zilletten korunması için, sevgi ve esirgeme hisleriyle nasıl bir sosyal düzen takib etmek gerektiğini gösterir.

22-Yine O'nun âyetlerindendir, göklerin ve yerin yaratılışı ki, iki bakımdan Allah'ın varlık ve sıfatının delillerindendir.

Birincisi: Maddenin böyle çeşitli cisimlerle yükseklere ve alçaklara ayrılarak tabiatın aslında çeşitlilik meydana getirilmesi, kendi kendine birbirini takibeden kanundan başka birşey olmaması gereken tabiatın üstünde hâkim olan yüce yaratıcının kudretini gösterir.

İkincisi: Göklerin ve yerin yaratılışında öyle yüksek bir sanat vardır ki, her noktası onu yaratan Allah'ın ilim ve iradesiyle sıfatının mükemmelliğini gösterir.

Ve dillerinizin, benizlerinizin (renklerinizin) değişmesi "dillerin değişmesi" deyimi, genellikle lügatların çokluğundan, lehçe ve şive gibi özel söyleyiş biçimlerinin farklılığına kadar hepsi için doğru olabilir. Arab'ın dili başka, Acem'in dili başka, Türk'ün dili başka, Rum'un dili başka, Freng'in dili başka... Her milletin dili başka başka olduğu gibi, aynı millette çeşitli kabilelerin, grupların da dillerinde başkalık vardır. Mesela Yemenlininki ile Necidlininkinin farkı olur. Hatta her şahsın bile dili diğerlerinden ayırt edilir. Renk, beniz de böyledir. Kiminin beyaz, kiminin siyah, kiminin sarı, kiminin kırmızı olduğu gibi, her şahsın benzinde bile diğerlerine göre bir özellik hissedilebilir. Sonra söylenen söze göre de renklerin bir değişmesi vardır. Şüphesiz ki bunda, bu yaratma ve farklılıkta, bilgisi olanlar için âyetler (deliller) vardır. İlim temyiz ifade eder. Temyiz ve temayüz de ayrılma ve farklıkla olur. Buna işaret için burada "âlimîn" bilgisi olanlar için buyurulmuştur. Böylece ilim ehli olan âlimler bilirler ki; ilk olarak, bütün bu çeşitlilik ve farklılık, tabiatın akışını değiştirerek farklı tabiatlar yaratan Allah Teâlâ'nın kudretini gösterir. Ve bütün bu değişiklik içinde hepsinin düzenini koruyup idare etmesi de ilim ve sanatındaki kemal (olgunluk) ve hikmetini gösterir. İkinci olarak, demek ki, dillerin ve renklerin değişmesinde hikmet vardır. Ve bu hikmetlerden birisi de "Biz sizi birbirinizle tanışasınız diye milletlere ve kabilelere ayırdık.." (Hucurat, 49/13) buyurulduğu üzere gelişip yayılma içinde tanışmadır. Böyle çeşitli dilleri ve ırkları içine alan bir toplum meydana getirebilmek de ancak ilimle mümkün olabilir. Demek ki bir insan ne kadar çok dil bilirse Allah Teâlâ'nın âyetleri hakkında o kadar çok bilgi edinmiş olacaktır. Ve demek ki, insanların simalarını bilmek de dilleri bilmek gibi önemli ilimlerdendir.

23-24- Yine gecede ve gündüzde uyumanız da O'nun âyetlerindendir. Uyuyup dinlenmeniz ve lütfundan nasib aramanız; sanat ve ticaret gibi sebeplerden birine teşebbüsle Allah'ın lütuf ve fazlından rızık istemeniz; gerek uyku, gerek kazanma ikisi de Allah'ın nimetidir. Uykunun nasıl büyük bir nimet olduğunu, uykusuz kalanlardan dinlemeli, çalışabilmenin ne büyük bir nimet olduğunu da işsiz güçsüz kalanlardan bir sormalı, görülüyor ki, burada uyku, rızık aramadan önce söylenmiştir. Çünkü çalışmak için dinlenmeye ihtiyaç vardır. Bir de istirahat, kendisi için doğrudan arzu edilen bir şeydir, isteyip aramak ise ihtiyaç dolayısıyladır. Sonra "O'nun lütfundan" buyurulmuş ve bununla şu nükteler açıklanmıştır:

1- Çalışmalı, fakat kısmet olan nasibi kendinden bilmemeli, Allah'ın lütfundan bilmelidir.

2- İnsan her gün bir kâr ve gelişme aramalıdır. Çünkü "fadl" (Allah'ın lütfu) fazla, çok demektir. Ticaret de kâr kazanmaktır. Nitekim "iki günü eşit olan ziyanda" demektir.

3- Aramak, Allah Teâlâ'nın lütfunu sezmek, ummaktır. Ve hatta çalışıp arayabilmenin kendisi bile Allah'ın lütfundandır.

Şüphesiz ki bunda, bu uyumda ve aramada kulağı olan bir kavim çok âyetler vardır. Uykuda olsa uyanır, tekrar dirilmeye inanır. Uyuyan kimse en çok kulaktan uyanacağı gibi, talep ve araştırmada bulunan kimselerin de ilk işleri etrafı dinlemek, istihbarattan yararlanmak olacağı için burada buyurulmuştur. Diller bilindikten sonra, kulak verip dinlemek de gerçekten uygun olur.

25- Yine O'nun âyetlerindendir ki size hem korku ve hem umut için şimşek gösterir. Hem celâl sıfatı vardır, hem cemal; bazen bir olayda iki zıt tesiri birden yaratarak ikisini birden tecelli ettirir. Hem korkutur, hem ümitlendirir. Meselâ size şimşek gösterir. Göstermek aslında O'nun âyetlerinden (kudretinin delillerinden) biridir. Bununla beraber şimşek gösterir ki, onunla korku ve ümit, iki zıt duyguyu birden telkin eder. Korku yıldırım, ümit rahmet ümididir. O ümit gerçekleşir mi?

Ve gökten bir su indirir de onunla yeryüzünü ölümünden sonra diriltir. Şüphesiz ki bunda aklı olan bir kavim için âyetler (ibretler) vardır. Aklı ola, çok düşünmeye ihtiyaç kalmadan bir sezgi ile anlar ki, bunu yapan, ölüleri diriltmeye de k âdirdir. Ölmüş bir kavim de bir şimşek parıltısı arasında gökten inen su gibi, bir hayat neşesiyle diriliverir. Ve dolayısıyla hem O'nun azabından, yıldırımından korkmalı, gururlu olmamalı, hem de rahmetine özlem ve ümit ile sarılmalı, ümitsiz olmamalıdır.

Yine O'nun âyetlerindendir. Göğün ve yerin O'nun emriyle durması. Yani varlık âleminde bulunması, hep O'nun "kün" (ol) emriyledir. Çekim ve denge kanunları hep O'nun emrinden ibarettir. Sonra sizi bir çağırışla çağırdığı zaman yerden derhal siz çıkarsınız. Kabirlerden çıkar, mahşere koşarsınız. Burada İslâm mücahidlerinin çıkışına da bir işaret vardır.

26- Hem göklerde ve yerde kim varsa, hep O'nundur; O'nun mülküdür. Hep O'na boyun eğmişlerdir. Yani gönlüyle itaat etmek istemeyen kâfirler bile istemeyerek de olsa sonunda O'na boyun eğmek zorunda kalırlar. Kesin hükmüne karşı gelemezler.

27- Ve işte O'dur o yaratmayı ilkin yapan, sonra onu döndürüp tekrar yapacak olan ki o, O'na daha kolaydır. Yani yeniden yapmak, ilkin yapmaktan daha kolaydır. Çünkü normal olarak bakıldığı zaman, önceki tabiatın aksine iken, ikincisi tabii olmuş olur. Göklerde ve yerde en yüksek şeref ve şan da O'nundur. Tam kudret, sonsuz hikmet, yaratıcılık, ilâhlık gibi en yüksek nitelikler ancak O'nundur. "Kendisinden başka hiçbir ilâh olmayandır."

Ve O öyle aziz, öyle hakimdir. Öyle yüksek, şanına yetişmek ihtimali olmayan güçlü ve yaptığını hikmet ve menfaat ile sağlam yapan hakimdir.

Meâl-i Şerifi

28- Allah, size kendinizden bir misâl verdi: Hiç size rızık olarak verdiğimiz şeylerde elleriniz altındaki kölelerinizden ortaklarınız bulunur da onlarla siz eşit olur, aranızda birbirinizi saydığınız gibi, onları da sayar mısınız? İşte biz, düşünecek bir kavim için âyetleri böyle açıklıyoruz.

29- Fakat zulmedenler, bilgisizce hevalarına uydular. Artık Allah'ın şaşırttığını kim yola getirebilir? Onların yardımcıları da yoktur.

30- O halde yüzünü, Allah'ı bir tanıyarak dine, Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah'ın yaratışında değişiklik bulunmaz. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.

31- Başkasından geçerek hep O'na gönül verin ve O'ndan sakının. Namaza devam edin ve müşrilerden olmayın.

32- O müşriklerden (olmayın ki) onlar, dinlerini ayırıp öbek öbek olmuşlardır. Her grup kendilerindekine güvenmektedir.

33- Bununla beraber insanlara bir keder dokunduğu zaman her şeyden geçerek Rablerine yalvarır, dua ederler; sonra tarafından bir rahmet tattırıverdiği zaman da bakarsın onlardan bir kısmı tutar, O Rablerine ortak koşarlar.

34- Bunu da kendilerine verdiğimiz nimetlere nankörlük etmek için yaparlar. Haydi geçinedurun bakalım, yakında bileceksiniz.

35- Yoksa biz onlara bir delil indirmişiz de O'na ortak koşmalarını o mu söylüyor?

36- Bir de biz insanlara bir rahmet tattırdığımız zaman ona güveniyorlar da; ellerinin önceden yaptığı şeyler sebebiyle başlarına bir fenalık gelirse, hemen her ümidi kesiveriyorlar.

37- Onlar görmediler mi ki, Allah dilediği kimseye rızkı serer ve daraltır. Şüphesiz ki bunda iman edecek bir kavim için ibretler vardır.

38- O halde akrabaya da hakkını ver, yoksula da, yolcuya da... Bu, Allah'ın rızasını dileyenler için daha hayırlıdır. Kurtuluşa erecek olanlar da işte onlardır.

39- İnsanların malları içinde artsın diye verdiğiniz faiz, Allah yanında artmaz. Allah'ın rızasını dileyerek verdiğiniz zekata gelince, işte onlar, malları kat kat artmış olanlardır.

40- Allah, O'dur ki, sizi yarattı, sonra da size rızık verdi, sonra sizi öldürür, sonra sizi diriltir. Hiç sizin ortak koştuklarınızdan, bunlardan birini yapacak olan var mı? Allah, onların ortak koştuklarından münezzeh ve yücedir.

28- O size kendi nefislerinizden bir misal vermiştir. Bu misal, şirkin batıl oluşunu açıkça göstermek içindir. Yani bir malike, mülkünden ortak varsaymak bir çelişkidir, batıldır. Bunu kendinizden bir pay biçerek zorunlu bir şekilde anlayabilirsiniz. Hiç sizin köleniz, uşağınız, hayvanınız, haşeratınız (zararlı hayvanlar) gibi elleriniz altında sahibi bulunduğunuz şeyler, Allah'ın size bahşettiği mülkünüzde (mal varlığınızda) sizin ortağınız, denginiz olur da mal olan şeyler, sahibine eşit olabilir mi? olamaz değil mi? Halbuki sizin mal varlığınız Allah'ın vergisi, onlara sahip oluşunuz da sonradan olma ve gelip geçicidir. Bütün varlıklara, var etme yoluyla sahip bulunan Allah Teâlâ'nın ise, malik oluşu sonsuz ve O'nun mülkünden çıkmak imkansızdır. Allah Teâlâ bu gerçekleri böyle ayırt edip anlatmıştır. Şimdi sizin mal varlığınızdan biri size ortak olamazken Allah Teâlâ'nın mülkünden, yaratıklarından, kullarından kendisine ortak nasıl olabilir?

29- Fakat o zulmedenler, yani o haksızlığı yapıp Allah'a ortak koşanlar, bilgisizce hevalarına tabi oldular.

HEVA: Nefsin şehvetlere meyli demektir ki, keyif de denir. Burada "bilgisizce" kaydından anlaşılıyor ki, heva iki kısımdır: Birisi ilme uygun olan, birisi de olmayandır. İlme uygun olan heva, Hakk'ın nazarında yaratılış gayesine uygun düşen meyillerdir. Çünkü şehvetlerin yaratılışı da boşuna değil, onlar insanları yaratılışlarının gayesine erdirmek için Allah tarafından birer yönlendirici ve sebebtir. Ancak şeytanî olan insan zekası, onu gayesinden çevirerek ilmin zıddına olarak sırf zevk için boşuna da israf eder. Mesela iffetli olmak ve çoğalmak niyetiyle evlenme arzusu, yaratılış gayesine uygun ve dolayısıyla ilme mutabık bir meyildir. Zina ve gayrı meşru münasebet meyli ise ilme aykırı sadece bir hevadır. Çoğunlukla da heva böyle şeylere denir. Ve işte müşrikler bir şey bildiklerinden dolayı değil, ilme uymayan hevaları ardında koştuklarından dolayı, kendilerini heveslere esir ederek haksızlıkla, zalimlikle şirke saptılar. Maliki milkine ortak etmek, eşit tutmak haksızlığıyla Allah'a milkinden, yaratıklarından ortaklar uydurarak onlara taptılar. Onları, kendilerinin malikiymiş gibi tuttular da hürriyetlerini onlara verdiler. Artık Allah'ın şaşırdığını kim yola getirir? Önce hevalarına uyma, kendi fiilleri olarak gösterilmiş, kendilerine nispet edilmiş iken burada şaşırmak, saptırmak Allah'a isnad edilmiştir. Çünkü onlarda o hevaları yaratan Allah Teâlâ olduğu gibi, arzularına göre sapıklığı, şaşkınlığı yaratan da O'dur. Bu sapıklığa düşürme de kalplerin mühürlenip kapanma derecesine gelmiş bulunursa hiçbir şekilde hidayet ihtimali kalmaz.

Şu halde burada şaşırıp saptırmaktan maksat, kalbleri mühürleyecek derecede kesin dalalet (sapıklık) demek olur. Bakara Sûresi'nde "Allah onların kalblerini mühürledi." (Bakara, 2/7 âyetine bkz.) Onlara yardımcılardan eser de yoktur. Yola gelmesi ihtimali kalmamış olan o zalimleri ne dünyada o şaşkınlığından, ne de âhirette onun gereği olan azabdan kurtaracak hiçbir yardımcı da yoktur. Yani o taptıkları şeylerin kendilerine hiçbir faydası olmayacaktır.

30- O halde, yani şirk, öyle batıl, malike milkinde yine milkinden ortak varsaymak gibi nefislerinizde caiz göremeyeceğiniz bir çelişki, büyük bir haksızlık, Allah'ın genişçe açıkladığı âyetlere, ilim fıtratına, aykırı hevese bağlı bir sapıklık ve sonunda kurtuluş da imkânsız olunca Sen yüzünü hanif olarak (tek Allah'a yönelerek) dine çevirir.

HANİF: "Hanef" masdarından bir sıfattır. Lûgatta hanef ise sapıklıktan istikamete, çarpıklıktan doğruluğa meyildir. Nitekim doğruluktan eğriliğe, haktan haksızlığa meyletmeye "cim" ile cenef denir. Şu halde hanifin asıl anlamı, eğriliği bırakıp doğrusuna giden demektir. Bu mânâ ile örfte İbrahim milletine isim olmuştur ki, başka dinlerden, batıl mabudlardan çekinip, yalnız bir Allah'a eğilen, Allah'ı bir bilen demektir. "Şirk koşmaksızın tek Allah'a inananlardır." (Hac, 22/31)

Demek ki buradaki "hanîfen"; ötedeki şirkin, ilimsiz olarak hevaya tabi olmanın tam zıddı olan hakka meyli, doğruluğu, tevhidi ifade etmektedir. Ve mânâ şu olur: Sen yüzünü dine öyle tut, öyle tam yönel ki, o eğriliklerden, o bozuk hevalardan, batıl meyillerden sakınıp yalnız hakka meylederek dosdoğru Allah fıtratına, -dine veya hanifliği açıklamadır yani fıtrat olan (yaratılışa uygun düşen) Allah'ın dinine, Allah'ın o fıtratına, o yaratışına sarıl ki insanları onun üzerine yaratmıştır. Hepsi yaratılış sözleşmesinde "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" (A'raf, 7/172) hitabına "bela" (evet Rabbimizsin) demiştir. İnsan olarak yaratılmayı kabul etmekle yaratanın Rabliğine şahit olmaya söz vermiştir. Yaratılışın yaratanına delaleti tabiî (doğal) olduğu için her insanın yaratılışında, kendisine dair bilincinin aslında, vicdanının derinliğinde bir hak duygusu, Allah'ı tanıma gizlidir. Onun içindir ki, başlarının son derece sıkıldığı zaruret zamanlarında inatçı kâfirler bile, derinden derine yaratana bir sığınma hissi duyarlar. Nitekim "İnsanlara bir zarar dokunduğu zaman Rablerine dua ederler." (Rûm, 30/33) âyetiyle bu hatırlatılacaktır.

FITRAT kelimesi hakkında yukarılarda bazı açıklamalar geçmişti. Burada da şunu hatırlatalım ki, fıtrat, ilk yaratmak demek olan den "masdar bina-i nevi" olarak yaratılışın ilk tarz ve şeklini ifade eder. Burada "insanları onun üzerine..." kaydından da anlaşıldığına göre, maksat her ferdin kendine mahsus olan cüz'î yaratılışı değil, bütün insanların insan olmaları bakımından yaratılışlarında esas olan ve hepsinde ortak bulunan genel yaratılıştır. Dış etken, kazanma ve âdet gibi ikinci derecede bulunan sebeplerinden sarfı nazarla düşünülmesi gereken ilk yaratılış ve aslî yaratılış da denilen asıl fıtrattır. İnsanın "İnsan oluşu yönünden tabiatı" budur. Mesela insanın yaratılışında iki gözü bulunması asıldır. Bununla beraber anadan âmâ doğanlar da bulunabilir. Fakat bu genellikle insanların üzerine yaratıldığı asıl fıtrat ve tabiat çeşidi değil, ikinci dercede görünür sebep olarak düşünülecek cüz'î ve şahsî bir yaratılıştır ki, insan gerçeği onsuz da meydana çıkabilir. Ferdin cüz'î yaratılışında herhangi bir sebeple eksiklik bulunabilirse de asıl fıtrat, sağlıklı ve sağlamdır. Mesela gözün fıtratı, Hakk'ın âyetlerini görmektir. İyi görmeyen bir göz, sonradan meydana gelen bir sebeple hasta demektir.

Bunun gibi bütün organların yaratılışında asıl olan bir fıtrat (yaratılış amacı) vardır ki, ona o organların menfaati, vazifesi, fonksiyonu, fizyolojisi yahut tabiatı denir. İnsan nefsinin bütün meyillerinde böyle yaratılış hikmetine doğru esaslı bir içgüdü, bir tabiat vardır ki, ona da fıtrat denir. Ve fıtrat, hep hak ve hayra yönelik bir istikamet takip eder. Mesela insanın acıkması ve yemeye, içmeye meyletmesi, yaşamak için kendisine lazım veya faydalı yahut daha uygun olanı alma hikmeti içindir. Yoksa zehir yutmak veya kuru bir zevk uğruna israf ile midesini bozmak için değildir. O zaman fıtrat bozulmuş, sapıklığa düşülmüş olur. İnsanın, insan ruh ve zekasının, fıtratının aslı da Hakk'ı tanımak v e gerçek yaratanından başkasına kul olmamak içindir. İnsana ruh, yanlış duysun, şeytana uysun diye değil, gerçeği ve iyiliği duysun, aslını ve sonunda döneceği yeri ve ona karşı vazifesini bilsin diye verilmiştir. Nitekim fıtrat üzere giden veya fıtrata yakın olan temiz ruhlar yalanı, eğriliği, bilmez. Eğrilik meyli sonradan gelip geçici olarak kazanılan bir azmanlıktır.

Kısaca Hadis-i şerifi ile anlatıldığı üzere, "İnsanlar altın ve gümüş madenleri gibi maden maden çeşitli yaratılış ve karakterlerde" bulunabilirlerse de asıl insanlık fıtratı, insan tabiatı bakımından hep birdir. Âdemoğludur. İnsanın, insan olma yönüyle asıl fıtratı (yaratılışı), yaratıcısına boyun eğmek, "Ben insanları ve cinleri ancak bana kulluk yapsınlar diye yarattım.." (Zâriyat, 51/56) buyurulduğu üzere yaratan Allah'a kulluktur. Dinsizlik fıtrata (yaratılışa) aykırı bir sapıklık olduğu gibi, Allah'tan başkasına tapmak da öyledir. Fıtrat dini, Allah dini, haniflik (tek Allah inancına bağlılık), İslâm'dır. "Allah katında gerçek din, İslâmdır." (Al-i İmran, 3/19), "Göklerde ve yerde kim varsa, hepsi ister istemez O'na boyun eğmiştir. Sonunda da ancak O'na döndürülüp götürüleceklerdir." (Âl-i İmran, 3/83).

Şu halde din hususu, arzulara göre değil, Allah'ın birliği ile insanlığın birleşmesi üzerine yürümelidir. Tefsircilerin çoğu fıtratı, gerçeği kabul ve anlama kâbiliyeti diye, fıtrata sarılmayı da gereğince amel ile tefsir etmişlerdir.

__________________
Sözün kıymetini '' Lal'' olandan,
Ekmeğini kıymetini ''Aç '' olandan,
Aşkın kıymetini ''Hiç'' olandan öğren..

Alıntı ile Cevapla
 

1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41 42 43 44 45 46 47 48 49 50 51 52 53 54 55 56 57 58 59 60 61 62 63 64 65 66 67 68 69 70 71 72 73 74 75 76 77 78 79 80 81 82 83 84 85 86 87 88 89 90 91 92 93 94 95 96 97 98 99 100 101 102 103 104 105 106 107 108 109 110 111 112 113 114 115 116 117 118 119 120 121 122 123 124 125 126 127 128 129 130 131 132 133 134 135 136 137 138 139 140 141 142 143 144 145 146 147