30-31-32- "Aşiy", öğleden sonra akşama kadar. Atın üç ayağını basıp, birinin tırnağını dikerek duruşuna "sufun" denir ki, en güzel duruştur. Genellikle halis Arap atlarında olurmuş. Öyle duran ata "sâfin", çoğulunda "sâfinât" denir. ın veya in çoğuludur. Koşuda süratli olan öğdül at. Demek ki "sâfinât", duruştaki güzelliği; "ciyad" da gidişteki güzelliği ifade ediyor. Şu halde arzda hem duruş gösterilmiş, hem koşuş.
Onun üzerine dedi ki, "Gerçekten ben, mal sevgisine sırf Rabbimi zikretmek için düştüm." Tefsircilerin çoğu buna şu mânâyı vermişlerdir: "Ben hayır, yani mal ve at sevmek için Rabbimin zikrinden kaldım." Nihayet güneş perdenin ardına gizlendi, yani battı. İkindi namazı geçti diye bu şekilde üzüldü ve bundan dolayı, getirin onları bana deyip, hepsini Allah için kurban etti diyorlar. Bu durumda da nin mekûlü cümlesinde dahil olarak zamir, "Şems"e gönderilmiş oluyor. Fakat diğer birtakım tefsircilerle beraber biz bunu şöyle anlıyoruz: Ben o hayır sevmeyi, at sevmeyi Rabbimin zikrinden dolayı sevdim dedi, yani namazını veya virdini geçirmedi, bilakis böyle diyerek atları bırakıp zikrini yerine getirmeye gitti. Nihayet o atlar perdenin ardına izlendi, ahırlara çekildi, yahut koşuda gözden kayboldu, o zaman namazını bitirdi.
33- Geri getirin onları bana, dedi. Artık bacaklarını, boyunlarını silmeye başladı. Okşadı, tımarlarına itina gösterdi, öncekiler buna kılıç ile silmek mânâsı vermişler ve namazı geçirtmeye sebep oldular diye Allah yolunda kurban edildiklerini söylemişlerdir ki, ikisi de Süleyman'ın çok zikir ve tesbih eden biri olduğunu anlatan birer misaldirler. Eğer bu kurban ediş, harbe gönderilmek suretiyle öldürülmüş olmaları ise güzel bir mânâdır.
34- Andolsun ki Süleyman'ı bir de fitneye düşürdük ve tahtının üzerine bir cesed bıraktık. Bu fitne hakkında da birtakım garib şeyler söylenmiştir. Bakara Sûresi'nde (Bkz. 2/102. âyetin tefsiri) işaret edildiği üzere anlaşılıyor ki, Süleyman (a.s.) Beytü'l-Makdis'i (Mescid-i Aksa) yaptırdığı sırada getirdiği sanatkarlar içinde sanatların hilelerini bilen birtakım şeytanların kurdukları bir ihtilal yüzünden bir süre nüfuzunu kaybetmiş, yahut tahtından ayrı kalmış;böylece tahtında ya kendisi kuvvetsiz bir cesed halinde hükümsüz kalmış yahut tahtı da işgal edilip, ona kırk gün kadar heykel gibi birisi oturtulmuştu. Mason tarihinde mason cemiyetlerinin Süleyman (a.s.) aleyhine olan bu ihtilal hareketlerini esas aldıkları ve başkanının hatırasına saygı gösterdikleri söylenir.
Bu fitne oldu sonra Süleyman, dönüş yaptı, tevbe ile Allah'a sığınıp tekrar tahtına döndü.
35-Şöyle ki: Ya Rab! dedi beni bağışla! Her ne kusur, hata meydana geldiyse, af ve cömertliğinle ört ve bana öyle bir mülk (hükümranlık) bağışla ki, benden sonra kimseye gerekmesin. Yani benim halime uygun, bana mahsus bir mucize olsun yahut bu defa olduğu gibi kimse onu benden çekip alamasın. Yukarılarda da geçtiği üzere Râzî, tefsirinin bir yerinde buna şöyle de mânâ vermiştir: Yani bana öyle şanlı bir mülk ver ki, ben ona kavuşup öldükten sonra "dünya mülkünün vefası olsaydı Süleyman'a olurdu" denilsin de kimsenin dünya saltanatına hırs ve rağbeti kalmasın. Bu da güzel bir anlamdır. Fakat biz öyle anlıyoruz ki, Süleyman (a.s.)ın asıl maksadı, fani olan dünya mülkünü değil, ahiret mülkünü istemektir. Çünkü "Her kim ahiret gelirini isterse ona, ondan veririz. Her kim de dünya gelirini isterse ona da ondan veririz. Ama onun için ahirette bir nasip yoktur." (Şûrâ, 42/20) buyurulmuştur ve ondan dolayıdır ki, kendisine fazlası verilmiştir. Nitekim şöyle buyuruluyor:
36-37 Biz de onun üzerine rüzgarı kendisinin emrine verdik. Bunda dünya mülkünün bir rüzgar gibi gelip geçici olduğuna da bir işaret vardır. O rüzgar ona öyle bağlandı, öyle boyun eğdi ki, bir memur gibi Onun emriyle yumuşak, yumuşak istediği yere akardı. eytanları da. Fitnenin başı olan şeytanları da onun emrine verdik. Burada bu şeytanların hem birtakım sanat dehalarını da kapsadığını ve hem üç derece üzere teşekküllerini anlatan şöyle bir "bedel" ile açıklanması ne kadar dikkate değer!. Her biri bina edici; her türlü yapıcı, bina yapmak sanatı olanların her türlüsü, her çeşit bina yapanlar ve yapıcıların her çeşidi: mimarı, ustası, kalfası. Corci Zeydan (tarihu'l-Masuniyeti'l-Âm ve'l-Benâ-ini'l-Ahrâr) adındaki genel masonluk tarihinde "bennâ" kelimesini "mason", "Fran mason" kelimesini de "hür bennâ" diye terceme etmiştir. ve dalgıç, denizlerin diplerine dalmakta maharetli olanları
38- ve daha diğerlerini, ki aşağı derecede bulunan bunlar, diğer sanatkarları içermekle beraber insan şeytanlarından cin şeytanlarına kadar varmaktadır. Bukağılarda, zincirlerde çatılı olarak emir altına alınmışlardır.
Asfâd , safed in çoğuludur ki, bukağı, bend demektir. Bir de bahşiş mânâsına gelir. Çünkü bahşiş de, alanı verene bağlayan bir bağdır. Fakat burada değil, yani "asfad ile çatılmış" değil, "asfadda birbirlerine çatılmış" denilmekle bukağı manasına olduğu anlaşılmaktadır. Demek ki kötülük ve bozgunculuklarına meydan verilmeyecek bir şekilde sıkı bir takip altına alınmışlardır.
39- Bu, yani emrine verdik de dedik ki, sana verilen bu saltanat, bu boyun eğdirme bizim ihsanımız, bahşişimiz, vergimizdir. Artık diler ikram et, dilediğine ver, bağışla, ihsan et diler tut, dilediğinden de men et ey Süleyman! Hesap yok.
40-Çünkü yetki sana havale edilmiştir. Yahut hesapsız çok bir vergi; dünyada böyle olmakla beraber şu da bir gerçektir ki, ona yüce huzurumuzda şüphesiz bir yakınlık ve güzel bir yer; cennette güzel bir mevki ve makam vardır.
Bir de:
Meâl-i Şerifi
41- Kulumuz Eyyub'u da an. Bir zaman o, Rabbine şöyle nida etmişti: "Meşakkat ve acı ile bana şeytan dokundu."
42- (Biz ona): "Ayağını yere vur! İşte sana yıkanılacak ve içilecek soğuk bir su" dedik.
43- Ve ona, bütün ailesini ve beraberlerinde bir mislini daha tarafımızdan bir rahmet olarak bahşettik ki, akıl sahipleri için bir ibret olsun.
44- (Bir de dedik ki): "Eline bir demet al da onunla (eşine) vur; yemininde durmamazlık etme." Doğrusu biz onu sabırlı bulduk. O ne güzel kul! O hakikaten daima Allah'a yönelmektedir.
41- Eyyub (a.s.) b. Iys b. İshak (a.s.) hani Rabbine nida ettiği, ya Rab! diye çağırdığı vakti an. Şöyle ki benim halim şu zahmet ve acı ile şeytan bana dokundu; vesveseye yol buldu.
42-43-"Nusb" meşakkat, bedende zahmet, azabda acı, mal ve evlat acısıyla tefsir edilmiştir. Debren ayağınla.
"Rekz" , özengi tepmek, kanat çırpmak tarzında olan harekettir. Ne kadar dikkate değer bir noktadır ki, Cenab-ı Allah Eyyub'un duasına cevap olan kurtuluş mucizesini verirken bile, önce ona böyle bir hareket emretmiştir ki, bu emir, tıpkı Meryem kıssasındaki "(hurmanın dalını kendine doğru) silkele!" (Meryem, 19/25) emrine benzer ve "O'na ancak güzel kelimeler yükselir. Onu da salih amel yükseltir." (Fâtır, 35/10) ifadesini de hatırlatır. Burada bu emir Hz. Eyyub'a söylendiği gibi hikâye edilerek "dedik" kelimesi hazfedilmiştir. Böylece âyet, arada Resul-i Ekrem'e hitab eden bir ara cümlesiymiş gibi bir telmih de yapılmıştır. Ayak vurmak, ayakla debrenmek, özengilemek, olduğu yerde tepinmeye, çabalamaya veya yolculuk veya hicret ya da harb etmeye yani mücahedenin mümkün olabilen her kısmına uygun olabileceğine göre bu telmih, kıssanın hisse noktalarından birini teşkil eder. "elinle... tut" ifadesi de böyledir. İbnü Cerir Taberî, tefsirinde Hz. Eyyub'un deprendiği bu yerin "Câbiye" olduğunu naklediyor.
İşte; yani deprenince bir kaynak çıktı, işte dedik sana bir yıkanacak sepserin ve içecek. Yıkan ve iç; için, dışın iyileşsin, yorgunluğun dinlensin, yüreğin soğusun. Bazılarına göre , ün sıfatı değil, ikinci bir haber yerinde ve soğuk içecek mânâsındadır. Bunlar, biri sıcak, biri soğuk iki menba çıkmış, sıcağıyla yıkanmış, soğuğunu içmiş olduğunu söylemişlerdir. Fakat âyetin zahiri birincisidir.
44- Ve elinle bir demet tut da vur onunla ve yeminini bozma, yemininde durmamazlık etme.
"Dığs" ; demet, deste. Deniliyor ki, bir hadise dolayısıyla eşine yüz deynek vurmaya yemin etmişti. Böylece bir demet yaparak vurmakla yeminin yerine geleceği kendisine ruhsat olarak gösterilmiş, şer'î ceza ve yeminlerde bu, "Eyyub ruhsatı adıyla baki kalmıştır." Âyette ne demeti olduğu açıkça belirtilmediği için daha geniş mânâlara ihtimali vardır. Bizim kanaatimizce bu emir, yalnız o ruhsatı göstermekle kalmıyor, eli altında bir cemaat kurulması gerektiğini de anlatmış bulunuyor. Nitekim şu hatırlatmada o yön daha açıktır:
Meâl-i Şerifi
45- Kullarımız İbrahim'i, İshak'ı ve Yakub'u da an. Onlar eller ve gözler sahipleri idiler.
46- Çünkü biz onları temiz bir hasletle, hâlis yurt (ahiret) düşüncesine ermiş has kullarımızdan kılmışızdır.
47- Çünkü onlar, nezdimizde seçilmiş en hayırlı kimselerdendir.
48- İsmail'i, Elyasa'yı, Zü'l-Kifl'i de an. Hepsi de en hayırlı kimselerdendir.
45- "Eller ve gözler sahipleriydiler." Amelde ve ilimde kuvvetleri: İcra ve istihbarat âletleri vardı.
46-47- Çünkü biz onları ihlaslılardan, ihlasa erdirilmiş has kullarımızdan kılmıştık. Bir halisa ile, yani temiz bir özellik, lekesiz bir haslet ile ki şudur: Yurt düşüncesi. Şüphe yok ki, düşünmek, sonucu düşünmektir. : Aslı dir. Yani Mustafalardan, güzîdelerden; süzülüp seçilmişlerden. en hayırlılar. Ömürlerini zevk ve safa ile geçirmişler değil, Allah yanında en hayırlı olarak seçilmişlerden ifadesince "İnsanların en hayırlısı, insanlara faydası olandır." İnsanların gerçek faydası da sonunda kötülük olmayan ahiret menfaatleridir.
48- İsmail'i, Elyasa'yı ve Zü'l-Kifl'i de an. İsmail'i, babası İbrahim ile kardeşi İshak'tan ayrı olarak anlatmak, bilhassa şanına itina göstermek içindir. Elyasa b. Uhtub b. Acuz (a.s.), İlyas (a.s.)'ın İsrailoğulları üzerine halifesi olup, sonra kendisine peygamberlik verilmiştir. Zü'l-Kifl de Eyyub (a.s.)'un oğlu Şeref olup, Şam'da tevhid inancına davet ettiği anlatılıyor. Hep bunlar da en hayırlı kimselerdendir. Allah için hayır ve fazilet neşredenlerdendir.
Meâl-i Şerifi
49- İşte bu bir öğüttür. Şüphesiz korunan müttakiler için herhalde güzel bir istikbal (güzel bir dönüş yeri) vardır.
50- Bütün kapıları kendilerine açılmış olan Adn cennetleri vardır.
51- İçlerine kurularak orada birçok yemişle, bambaşka bir içki isteyeceklerdir.
52- Yanlarında da bakışları yalnız kocalarına dönük hep aynı yaşta dilberler vardır.
53- O hesap günü için size vaad edilen işte budur.
54- İşte bu, bizim rızkımız; muhakkak ki ona hiç tükenmek yoktur.
49-54- Bu; geçen âyetlerle anılan güzellikler bir zikirdir. "Bu öğüt (zikir) dolu Kur'ân'a andolsun." (Sâd, 38/1) buyurulduğu üzere, Kur'ân'ın içerdiği zikirlerden bir zikir daima hatırda tutulup, ibret alınacak bir şeref hatırası "Eğer bizim yanımızda önce gelenlerinkinden bir zikir (kitap) olsaydı." (Sâffât, 37/168) diyenlerin istedikleri "öncekilerden bir zikir"dir.
Meâl-i Şerifi
55- Bu, böyledir. Şüphesiz azgınlar için de fena bir gelecek vardır.
56- Cehennem! Ona yaslanacaklar, fakat o ne çirkin döşektir.
57- İşte artık tatsınlar onu ki, o kaynar su ve irindir.
58- Ve o şekilden çifter çifter tadacakları diğer acılar da vardır.
59- İşte şunlar da sizin peşinize düşenlerdir. Onlara merhaba yok. Çünkü onlar cehenneme salınıyorlar.
60- (Arkadan gelenler öncekilere Derler ki: "Hayır, asıl size merhaba yok. Çünkü cehennemi bize siz takdim ettiniz. Bakın o ne kötü yatak!"
61- "Ey Rabbimiz! Bize bunu takdim edenin ateşteki azabını kat kat artır" derler.
62- Bir de derler ki: "Kötülerden saydığımız birtakım adamları (fakir müminleri) niye göremiyoruz?"
63- "Onları eğlence yerine tutmuştuk ha! Yoksa bu gözler onlardan kaydı mı?"
64- Şüphesiz ki bu haktır. Ateş ehlinin birbiriyle tartışması muhakkak olacaktır.
55-57- "Gassâk" yaradan akan sarı su, irin, cerahat akıntısı yahut şarap gibi, kaynar su olan "hamîm"in zıddı olmak üzere içilmez derecede gayet soğuk ve çok çirkin kokulu içki ki, "hamîm" sıcaklığı ile yakar, "gassâk" da soğukluğu ile.
58-61- Ve onun şeklinden, yani o tadılan azab veya içki cinsinden daha başkası da var. Çifte çifte, türlü türlü acılar, zehir zakkım içtiler. Şu sizinle beraber peşinizden gelen bir olaydır. Beraberlerindeki tâbileriyle birlikte cehenneme girdikleri sırada o azgınların önderlerine hikâye buyuruluyor.
İKTİHAM: Şiddete göğüs gerip saldırmaktır. Onlara merhaba yok, yahut merhaba olmasın. Bu da önderlerin onlara sözlerini hikâyedir. Merhaba demek takdirinde bir dua ile misafire bir iltifattır ki, "geniş olasın, genişlik içinde güle güle oturasın." demektir.
62-64- "Bize ne oluyor da kötülerden saydığımız birtakım adamları göremiyoruz? derler." Bununla müminlerin fakirlerini kastediyorlar.
Meâl-i Şerifi
65- De ki: "Ben ancak korkuyu haber veren bir peygamberim. O tek ve kahredici olan Allah'tan başka tanrı da yoktur."66- "O, göklerin, yerin ve ikisi arasındakilerin Rabbidir. O çok güçlüdür, çok bağışlayıcıdır."
67- De ki: "Bu, bir büyük haberdir."
68- "Siz ondan yüz çeviriyorsunuz."
69- "Münakaşa ederlerken, benim melekler yüksek topluluğuna ait ne bilgim olabilirdi?"
70- "Ancak ben açıktan açığa korkutmakla görevli olduğum için o bilgi bana vahyediliyor."
71- Hani Rabbin meleklere demişti ki: "Ben çamurdan bir insan yaratmaktayım."
72- "Onu tesviye edip, düzeltip de ruhumdan ona üfledim mi derhal ona secdeye kapanın."
73- Bunun üzerine meleklerin hepsi toptan secde ettiler.
74- Yalnız İblis etmedi, büyüklük tasladı ve kâfirlerden oldu.
75- Allah: "Ey İblis! O benim kudretimle yarattığıma secde etmene ne engel oldu? Kibirlenmek mi istedin? Yoksa yüksek derecelerde bulunanlardan mı oldun?" dedi.
76- İblis dedi ki: "Ben ondan hayırlıyım. Beni ateşten yarattın, onu ise çamurdan yarattın."
77- Allah: "Hemen çık oradan, artık sen kovuldun."
78- "Ve elbette lanetim ceza gününe kadar senin üzerindedir." buyurdu.
79- İblis: "Ya Rab! O halde insanların diriltilecekleri güne kadar bana mühlet ver." dedi.
80, 81- Allah: "Haydi belirli bir vakte kadar mühlet verilenlerdensin" buyurdu.
82- İblis: "Öyle ise izzet ve şerefine yemin ederim ki, ben onların hepsini mutlaka aldatır, saptırırım."
83- "Ancak içlerinden ihlas ile seçilmiş has kulların müstesna" dedi.
84- Allah buyurdu ki: "O doğru, ben hep doğruyu söylerim."
85- "Andolsun ki, cehennemi mutlaka senden ve onların sana uyanlarından, topunuzdan tıka basa dolduracağım."
86- Ey Muhammed! De ki: "Ben o Kur'ân'a karşı sizden bir ücret istemiyorum. Ve ben kendiliğimden bir şey de teklif etmiyorum. "
87- "O Kur'ân, bütün âlemler için bir zikir, bir öğüttür. "
88- "Herhalde onun haberini bir zaman sonra bileceksiniz."
65-69- De ki o bir büyük haberdir. Yani benim size verdiğim bu haber, benim böyle korkutmakla görevli peygamberliğimle Allah'ın ortaktan münezzeh olarak birliği haberi, çok önemli, azametli, büyük bir haberdir. Bir ucunda o bir olan Allah'ın hiçbir tarafından savunulması mümkün olmayan ebedî kahrı, bir taraftan da O'nun izzet ve bağışlaması var. Benim o melekler yüksek topluluğuna ait hiçbir bilgim yoktu.
"Mele-i a'lâ"; en yüksek heyet, melekler âlemi, demektir. Onlar münakaşa ederlerken.
70- Ancak ben sırf açıktan açığa bir korkutucu, korkutmakla görevli bir peygamber olduğum için o bilgi bana vahyediliyor da biliyorum. Şöyle ki:
71- Yani Rabbin şöyle dediği zaman ettikleri münakaşa ki Bakara Sûresi'nde açıklandığı üzere "Sen orada fesat çıkaracak ve kan dökecek bir kimse mi yaratacaksın?" (Bakara, 2/30) demişlerdi. Bilinen bir hadis-i şerifte Mele-i a'lânın tartışması, keffaretler ve dereceler hakkındadır, diye açıklanması da bu mânânın tafsilatındandır. Şüphe yok ki en yüksek münakaşanın sırrı, Allah'ın nezdinde bağışlanma ve yüksek derecelere kavuşma meselesidir. Meleklerin "Biz seni hamdinle tesbih ediyor ve seni takdis ediyoruz." (Bakara, 2/30) diyerek halifeliğe rağbet göstermeleri de bundan olmuştur. Ben bir çamurdan bir insan yaratmaktayım. Beşeresinin, yani derisinin açık olması itibarıyla insana "beşer" denmiştir.
72- Dolayısıyla onu tesviye ettiğim "Yarattı ve tesviye etti." (A'lâ, 87/2) sözünden de anlaşıldığı üzere tesviye yaratmadan sonra olur. Demek ki, insan maddesi çamurdan yaratıldıktan sonra bir de insan suretini alması, insanlık seviyesine gelmesi için bir müddet de tesviye edilmiş, bedeninin parçaları kıvamına getirilmesi için düzeltilmiştir. Bu sebepledir ki, çeşitli âyetlerde çeşitli yaratılış kademelerine işaret edilmiştir. Nitekim Âl-i İmran Sûresi'nde topraktan (3/59), burada çamurdan, Müminun Sûresi'nde çamur hülasasından (23/12), Hıcr Sûresi'nde kuru bir çamurdan, şekillenmiş bir balçıktan (15/28); Enbiya Sûresi'nde aceleden yaratıldığı söylenmiştir. Ve içine ruhumdan üflediğim zaman, izafeti, cüziyet için değil, şeref içindir. Çünkü ruh, Allah'ın emrindendir. Üfleme tabiri de maddeye fiilen hayat başlangıcının akışını temsil eder. Hatta "Âdem'e isimleri öğretti." (Bakara, 2/31) ifadesinden anlaşıldığına göre yalnız cisme ait olan hayat değil, zihin ve ilim hayatının da başlangıcı olan şuur ruhunun, konuşan nefsin ilgisini ifade eder. Yoksa ruh üflemek, hayat belirtilerinden olan nefes alıp verme ile de tevil edilebilir. cezaiye, vuku'dan emri hazırının çoğuludur. Yani ruh üflenince onun için düşünüz secde edici olarak, her biriniz secde ederek. Saygı ve ikram secdesi, yahut Allah'ın emrine kıble secdesi.
73-83- Onun üzerine meleklerin hepsi secde ettiler. İşte o secdenin neticesidir ki, peygamber olanlara vahiy getirirler. İki elimle yarattığıma. Kur'ân'da Allah Teâlâ'ya bazan "Allah'ın eli" (Fetih, 48/10) gibi tekil olarak, bazan da "Ellerimizin yaptıklarından..." (Yâsin, 36)71) gibi çoğul olarak, bazan da böyle "iki elimle" gibi tesniye (ikil) olarak el nisbet edilmiştir. Bir hadiste "O'nun her iki eli de sağdır." buyurulduğundan her birinde Allah'ın şanına layık bir mânâ kastedildiğinde şüphe yoktur. (Mâide, 5/64. âyetinin tefsirine bkz.)
Birçokları burada iki elin ayrıca birer mânâsı kastedilmiş olmayıp, özel bir itina ile yaratmak mânâsından kinaye olduğu görüşüne sahiptirler. Çünkü Âdem bütün normal sebeplerin üstüne olarak en yüksek bir seçim ile yaratılmıştır. Bazıları da kudret, mânâsıyla tevil etmişler ve tesniyenin sadece tekit için olduğunu, çünkü Âdem'in yaratılışında Allah'ın kudretinin tecellilerinin tekitli ve kat kat bulunduğunu söylemişlerdir.
İbnü Ömer hazretlerinden rivayet olunur ki: Allah Teâlâ dört şeyi eliyle yaratmıştır: Arş, Adn cenneti, Kalem, Âdem. Sonra her şeye "ol!" demiş, olmuştur. Burada açıktır ki, el, hiçbir sebep araya girmeksizin doğrudan doğruya Allah'ın kudreti ile demektir. Âdem'de ise bu mânâ kat kat vardır. Bizce burada en yakın yorumun, biri tesviyeye, biri de ruh üflenmesine işaret olmasıdır. Çünkü böyle olunca insanın yaratılışında cisim âlemi ile ruh âleminin bir araya gelişini ve dolayısıyla insanın toplayıcı bir varlık olduğunu anlatmış olur.
Büyüklük taslamak mı istedin, yoksa yüksek derecelerde bulunanlardan mı oldun? Yani hiç hakkın olmayarak sırf büyüklük mü tasladın, yoksa zannınca gerçekten yüksek, üstün mü bulunuyorsun? Nitekim İblis cevabında bu ikinci şıkka tutunarak Ben ondan hayırlıyım... dedi. (A'raf, 7/11 ve müteakip âyetlerin tefsirine bkz.)
Bu açıklamaya göre buradaki "Yüksektekilerden" deyimi "Yaratanların en güzeli" (Müminun, 23/14) âyetindeki "hâlikîn" (yaratanlar) gibi farazî ve takdirîdir. Fakat Muhyiddin Arabi bunu gerçeğe yorumlayarak buradan delil göstererek şu görüşe sahip olmuştur ki, Âdem'e secde ile emredilmeyen melekler de vardır. Bunlar "âlîn" (yüksek)dir. "Müheyyemûn" denilen birkısım melekler vardır ki, Allah Teâlâ'nın cemal ve celalini düşünmeye dalmışlardır. Hiçbiri, Allah Teâlâ'nın ondan başkasını yaratmış olduğunu bilmez, bunlar Âdem'e secde ile emrolunmamışlardır. "Yüksek olanlar", bunlar, yahut gök meleklerinin hepsidir. Onlar da Âdem'e secde ile emrolunmamışlardır. Âdem'e secde ile emrolunan melekler hep yeryüzü melekleridir. Ancak Şeyh'in bu fikri, insanın toplayıcı bir varlık olması hakkındaki görüşüne uygun düşmemiştir.
84- Allah Teâlâ buyurdu ki o, hak, yani ihlaslı kullarımı şaşırtamayacağın sözü doğrudur. "Kullarım üzerinde senin asla bir hükmün yoktur." (Hıcr, 15/42). Yahut o halde hakkı, yani şaşırttığın takdirde hakkı, hak cezası nedir bilir misin? O hakkı, o gerçeği de ben söyleyeyim, yahut ben hep hak söylerim.
85- "Andolsun ki cehennemi senden ve onların sana tabi olanlarından, topunuzdan dolduracağım."
86- De ki: Ona karşı, yani Kur'ân'dan, o büyük haberden dolayı sizden bir ücret istemiyorum. Ben o tekellüfçülerden de değilim. Kendinde olmayan bir şeye özenerek zorla ve yapmacık hareketlerle satmaya çalışan iddiacılardan değilim. Yani böyle ciddiliğim, samimiyetim sizce bilinmektedir. Yok yere peygamberlik iddia etmeyeceğimi, Kur'ân'ı uydurmaya kalkışmayacağımı kabul etmeniz gerekir.
İbnü Adiy, Ebu Berze'den şöyle rivayet eder: "Demiş ki: Resulullah 'Size cennet ehlini haber vereyim mi?' buyurdu. 'Evet, ey Allah'ın Resulü' dedik. Buyurdu ki: 'Onlar, aralarında merhametli olanlardır.' 'Size cehennem ehlini haber vereyim mi? dedi. 'Evet ey Allah'ın Resulü' dedik. Buyurdu ki: 'Onlar, ümitsizliğe düşenler, ümidi kesenler, yalancılar, tekellüfçü olanlardır.' Tekellüfçünün belirtisi de Beyhakî'nin "Şüabü'l-İman"da İbnü Münzir'den rivayetine göre üçtür. Kendisinden üstün olan kimse ile yarışmak, yetişemeyeceği şeye el uzatmak ve bilmediği şeyi söylemek. Buharî ve Müslim'de rivayet edildiği üzere İbnü Mesud (r.a.) demiştir ki: "Ey insanlar! İçinizden her kim bir ilim bilirse söylesin, bilmeyen de 'Allahü a'lem' (Allah daha iyi bilir) desin. Allah Teâlâ Resulüne şöyle buyurdu:
87- O Kur'ân başka değil, bütün âlemler için bir zikirdir. Bütün akıllılar âlemi için ilâhî bir hatırlatma, bir öğüttür.
88- Ve yemin ederim ki, onun haberini, dünya ve ahiretle ilgili olarak haber verdiği vaad, tehdit ve diğerlerini bir zaman sonra muhakkak bileceksiniz. Kimi dünyada, kimi ahirette.
__________________
Sözün kıymetini '' Lal'' olandan,
Ekmeğini kıymetini ''Aç '' olandan,
Aşkın kıymetini ''Hiç'' olandan öğren..
|