29- "Bir de o zamanı hatırla ki cinlerden bir takımını Kur'ân dinlemek üzere sana yöneltmiştik.." Bu yukarıdaki üzerine matuf zannedilebilirse de değildir. "Yönelttiğimiz zamanı hatırla" takdirinde yukarıdaki cümlesine matuftur. Arapça'da nefer kelimesi üçten ona ve ondan kırka, kadar toplanmış bir cemaat hakkında kullanılır. Cin, insan karşılığı gizli yaratıklardır. (En'am Sûresi'ndeki "Böylece biz her peygambere insan ve cin şeytanlarını düşman yapmışızdır. (Enam, 6/112) âyetinde bu kelimenin izahına ve Cin Sûresi'ne bkz.) Bu hatırlatmada sırf ibret ve uyarı için bir kaç rivayette geldiğine göre bunlar Diyarbekir tarafından Nusaybin cinlerinden imiş.
Ninovalı da denilmiştir. Fahreddin Razî der ki: Bu olayın nasıl olduğu hususunda iki görüş vardır: Birincisi, Said b. Cübeyr demiştir ki; cinler gök kapılarını dinlerlerdi, ne zaman ki taşlanıp kovuldular gökte olan bu olay her halde yerde bir şeyden dolayı olsa gerektir diye sebebini aramaya gittiler. O sırada Hz. Peygamber (s.a.v) Mekke halkının kendisine uymalarından ümitsiz olarak İslâm'a davet için Taif'e çıkmıştı. Mekke'ye dönmek üzere bulunduğu zamana tesadüf ediyordu. Batnı Nahil denilen vadide kalkmış sabah namazında Kur'ân okuyordu. İşte oraya Nusaybin cinlerinin ileri gelenlerinden bir bölük cin uğramıştı. Çünkü İblis onları göğün taşlamalarla korunmasını icab ettiren sebebi öğrenmek üzere göndermişti. Kur'ân'ı işittiler ve sebebin o olduğunu anladılar. İkinci görüş: Allah Teâlâ peygambere cinleri de uyarıp davet etme ve kendilerine Kur'ân okuma görevini de vermişti. Onun için Allah Teâlâ ona Kur'ân dinlemek ve kavimlerini uyarmak üzere bir takım cin göndermişti. Ebu Hayyan da Bahir'de der ki: Cin kısası iki defa olmuştu, birincisi Taif'ten dönüşündeki. Siyercilerin anlattıkları kıssaya göre onlardan yardımcı aramaya çıkmıştı. Nahle vadisinde namaz kılarken dinlediler, o bilmiyordu sonra Allah Teâlâ onların dinlediklerini haber verdi. Diğer bir defasında da Allah Teâlâ, Peygamber'e cinleri uyarıp onlara Kur'ân okumasını emir buyurmuştu. Bunun üzerine bana cinlere Kur'ân okumam emredildi, arkamdan kim gelecek dedi, bunu üç kere söyledi, Abdullah b. Mesud'dan başkası ses çıkarmamış önlerine bakmışlardı. Abdullah b. Mesud (r.a) demiştir ki: Cin gecesi benden başka kimse hazır olmadı, gittik. Hacun'daki dağ yoluna vardığımızda bana bir hat çizdi, ben gelinceye kadar bundan çıkma dedi, sonra Kur'ân okumaya başladı ben şiddetli bir gürültü işittim hatta Resulullah'a bir şey olmasından korktum, onu birçok karartılar kapladı, onunla benim arama engel oldu hatta sesini işitmez oldum, sonra bulut parçalanır gibi parçalandılar, sonra bana birşey gördün mü dedi. Evet beyaz elbiselere bürünmüş siyah adamlar gördüm, dedim, işte onlar Nusaybin cinleri diye buyurdu. Taberi tefsirinde der ki: Allah Teâlâ "Hani biz cinlerden bir takımını sana yöneltmiştik" buyurduğu cin grubunun kaç adet olduğu hakkında tefsirciler ihtilaf etmişlerdir. Bazısı yedi kişi idi, dedi. Bu cümleden olarak İbnü Abbas'tan İkrime rivayet ederek demiştir ki Nusaybin halkından yedi kişi idiler. Resulullah onları kavimlerine elçi yaptı, diğer bazıları da dokuz kişi idi, dediler. Bunlardan Zirr b. Hubeyş demiştir ki Hz. Peygamber (s.a.v) Nahle vadisinde iken "onun huzuruna vardıkları zaman" âyeti indirildi. Dokuz idiler, birisi Zevbaa idi. sözü yani Allah'ın Resulüne yönelttiği cin grupları peygamberin huzuruna vardıklarında demektir. Alûsî de şunları kaydetmiştir. İbnü Ebi Hatim'in Mücahid'den rivayetine göre yedi kişi idiler. Üçü Harran'dan, dördü Nüsaybin'den, isimleri de: Hasâ, Mesâ, Şasır, Masır, Elerdevanyan, Serme, el-Ahkam yahut el-Ahkab idi. Taberânî Evsat'ta ve İbnü Merduyye cinnin Resulullah'a iki kere gönderildiğini nakletmişlerdir. Hafaci'nin Şihab'ında Kâdi haşiyesinde Cin Sûresi'nin tefsirinde denilmiştir ki hadisler cinnin gönderilmesi altı kere olduğuna delalet etmektedir. Rivayetlerde gerek adet ve gerek diğer hususta görülen ihtilaf da bununla bağlanmıştır. Nitekim Ebu Nuaym rivayet etmiştir ki: Nüsaybin halkından dokuz kişi nahle vadisinden gittiler, bunlardan fulan ve fulan ve fulan ve'l-Erdevanyan el-Ahkab kavimlerine uyarıcı olarak vardılar, sonra da çıktılar. Resulullah'a heyet halinde yetkili delege olarak geldiler üç yüz kişi idiler. Hacun'a kadar geldiler el-Ahkab geldi Resulullah (s.a.v)'a selam verdi ve kavmimiz seninle görüşmek üzere Hacun'da hazır bulunuyorlar dedi. Resulullah da Hacun'da geceden bir saate söz verdi. İbnü Ebi Hatim de İkrime'den bu âyette onların Musul ceziresinden on iki bin olduklarını rivayet etmiştir. Bu adedi Keşşaf'ta da hikâye eder. Resulullah'ın onlara okuduğu sûre yani Alak Sûresi idi. Bununla beraber Bahir'de İbnü Ömer ve Cabir b. Abdullah (r.a)'dan nakledilmiştir ki; Resulullah (s.a.v) onlara (Rahman) sûresini okudu. "Rabbinizin hangi nimetlerini yalan sayabilirsiniz." dedikçe, hayır Rabbimizin âyetlerinden hiçbir şey yalanlamayız "Ey Rabbimiz sana hamd olsun" derlerdi. Bir de Ebu Nuaym Delâil'de Resulullah'a cinlerin gelişinin, peygamberliğin on birinci senesinde olduğunu rivayet etmiştir. Bu kıssanın hicretten üç sene önce olduğunun söylenmesi de bu mânâdadır.
30- "Musa'dan sonra indirilen bir kitap, Musa'dan sonra deyip de İsa'yı söylememelerine iki ihtimal gösterilmiştir. Birincisi, çünkü Musa (a.s) iki kitap ehli arasında hakkında ittifak edilen bir peygamberdir. Ve ona indirilen kitap Kur'ân'dan önce en büyük kitaptı. İsa (a.s) da onunla amel etmek üzere görevlendirilmişti. İkincisi Ata demiştir ki, çünkü yahudi milleti üzere idiler. Bu ifadelerin bir çok noktaları bu gizli varlıkları zannedildiği gibi sadece mücerred (soyut) şeylerden ibaret olmadıklarını bildirmekten uzak kalmıyor. Onun için kelamcılar bunlara latif cisimler demişlerdir. Önündekini, yani Tevrat'ı yahut bütün geçmiş ilâhî kitapları tasdik ediyor. Hakka, yani esas itibarıyla sahih itikada ve doğru bir yola, teferruat itibarıyla da doğruca Allah'ın rzasına erdirecek amelî ve şerî hükümlere iletiyor.
31- "Günahlarınızı bağışlasın." Burada Baziyet ifade eden ile denilmesi dikkat çekicidir. Denilmiştir ki maksat sadece Allah'ın hakkı olan günahlardır. Çünkü kulların hakları sadece iman ile bağışlanıvermez. Gerçi bir gayri müslim kanlar döküp mallar yağma etmiş olup da sonra müslüman olsa müslüman oluşu hiç şüphesiz bütün geçmişlerini keser atar ise de yine o gayri müslimin birkaç sene önce eman yolu ile gelip bir şahısdan borç almış olduğunu farz etsek bu defa sadece İslâm'a gelmesiyle o borcun da zimmetinden düşmüş olması gerekmez. yani aynı yurt içinde zimmi ve andlaşma ile orada bulunan gayri müslimlerin İslâm'a girmeleri belirli olan kul haklarını düşürmez. Bu cinler de kendi kavimleri içinde imana davet ettikleri için yalnız bazı günahların bağışlanacağını vaad etmişlerdir. Daha diğer şekilde de söylenmiştir.
32- Her kim de Allah'ın davetçisine, yani peygambere ve peygamberin elçilerine uymazsa yeryüzünde aciz bırakacak değildir. Yani Allah'ı aciz bırakıp da onun azabından kendini kurtarabilecek değildir. Bu âyet tehdit ve uyarıyı özetlemiş oluyor. Ve burada cinlerin sözü son buluyor.
33- Nihayet öldükten sonra dirilme ve ahiret meselesi iyice zihinlere yerleştirilmek üzere buyuruluyor ki: Görmediler mi? Bu görüş, göz görüşünden, kalp görüşü ile görmek ve delil getirmektir. Yani şu görülüp duran gökler ve yeri yaratmış ve onları yaratmakla yorulmamış. Bu kayıt yahudilerin altı günde yarattı da yedinci gün dinlendi demelerini reddir. Nitekim Kâf Sûresi'nde "Bize bir yorgunluk da dokunmadı." (Kâf, 50/38) buyurulmuştur. "Ölüleri diriltmeye de kadirdir." Ölüleri diriltme: "Bir ölü iken dirilttiğimiz (Kâfir iken hidayet verdiğimiz) ve kendisine insanlar arasında yürüyebileceği bir nur ihsan ettiğimiz kimse..."(En'am, 6/122) âyetinde ifade edilen diriltmeyi de kapsadığında şüphe yoktur. Evet hiç şüphe yok ki o herşeye kadirdir. Diriltmenin de her türlüsüne kadirdir. Onun için İslâm herhalde ebedi hayat bulacak, kâfirler cehenneme girecektir.
34-35- "O gün kâfirler ateşe arzolunacaktır." Böyle olunca, yani kâfirlerin sonu böyle ateş olacak ve hakkı itirafa mecbur kalacak olunca ey Muhammed! Sen sabret! Ulü'l-Azm (Azim sahibi) peygamberlerin sabrettiği gibi. Çünkü sen de onlardansın.
ULÜ'L-AZM: Azim sahipleri, azim bir işin icrasına ve yerine getirilmesine kalbi kesinlikle bağlamak yahut iradede sabır ve sebat ile maksadı takip ve gayret sarfetmektir. 'deki 'in beyaniye ve tebîziye olması muhtemeldir. Beyan olduğuna göre Ulü'l-azim'den maksadın resuller olduğunu, resullerin hepsinin azim sahipleri bulunduğunu gösterir. Çünkü peygamberlerin hepsi sabır ve sebat, azim ve atılım sahipleridir. Baziyet olduğuna göre de peygamberler içinden azimlerinin üstünlüğü ile seçkin bir kısım, yani şeriat sahibi olup onun kuruluş ve yerleşmesinde çok çalışan ve onun meşakkatlerine ve hasımlarının düşmanlıklarına tahammül ederek sabreden şerefli peygamberlerdir ki bunların meşhurları "Hani biz peygamberlerden misaklarını almıştık senden de, Nuh'dan, İbrahim'den, Musa'dan ve Meryemoğlu İsa'dan da. Onlardan sağlam bir söz almıştık." (Ahzap, 33/7) âyetinde isimleri sayılanlardır. Bu konuda daha başka görüşler de vardır, bizim fikrimizce Kur'ân'da isimleri zikredilen peygamberlerin hepsi Ulü'l-azm Resuldür, denilmesi de doğrudur. Çünkü, Resuller Kur'ân'da zikredilenlerden ibaret değildir. "Kıssalarını sana anlatmadığımız Resuller." (Nisa, 4/164) vardır. Sabret de onlar o kâfirler,özellikle Kureyş kâfirleri hakkında azap için acele etme, sanki onlar kendilerine vaad edilen sonu görecekleri gün bir günün bir saatinden fazla durmamış gibi olacaklardır. O saat gelince onun korkusundan ve ahiretin uzunluğundan dünyada durdukları senelerce ömür az, o kadar az gelecektir.
Müddeti devri felek bir gündür. Âdem bir nefes. Yeter, yani bu size edilen vaaz ve hatırlatma son derece beliğ, yeterli bir öğüttür, elverir. Yahut beliğ bir tebliğdir. Haberiniz olsun duymadık demeyin.
Kısaca, helak olacak başkası değil, ancak o fasıklar güruhudur. İtaatten çıkmış, öğüt dinlemez, fasık kavimdir. Âlûsî tefsirinde der ki; Bu sûrenin âyetleri arasında bu "Sanki onlar görecekleri gün..." âyetinin bir özelliği bulunduğuna işaret eden bazı eserler vardır. Taberani, Dua kitabında Enes aracılığı ile peygamber (s.a.v)'den şöyle rivayet etmiştir. Buyurdu ki; bir hacet diledin ve onun çabuk olmasını arzu ettin mi? Şöyle de:
"Tek olan Allah'tan başka hiçbir ilâh yoktur. Onun hiçbir ortağı da yoktur. O çok yücedir, çok büyüktür. Tek olan Allah'tan başka hiçbir ilâh yoktur. O kullarına karşı çok yumuşak ve çok cömerttir. Daima diri ve kullarına yumuşak davranan kendisinden başka hiçbir ilâh bulunmayan Allah'ın adıyla, yüce Arş'ın sahibi olan Allah'ı tesbih ederim. Hamd, âlemlerin Rabb'i olan Allah'a mahsustur. Sanki onlar kendilerine vaad edilen sonu görecekleri gün bir günün bir saatinden fazla durmamış gibi olacaklardır. Bu yeterli bir tebliğdir. Helak olacak başkası değil ancak o fasıklar güruhudur. Allah'ım, senden rahmetine sebep olacak şeyleri, mağfiretine sebep olacak iradeni, her türlü günahtan kurtuluşu, her türlü iyiliği elde etmeyi, cennete kavuşmayı, cehennem ateşinden kurtulmayı diliyorum. Allah'ım, bana bağışlamayacağın bir günah, ferahlık vermeyeceğin bir sıkıntı, ödettirmeyeceğin bir borç, yerine getiremeyeceğim dünya ve ahiret ihtiyaçlarından herhangi bir ihtiyaç bırakma, ey merhametilerin en merhametlisi olan Allah'ım! bunları rahmetinle ihsan et ya Rab!
.
__________________
Sözün kıymetini '' Lal'' olandan,
Ekmeğini kıymetini ''Aç '' olandan,
Aşkın kıymetini ''Hiç'' olandan öğren..
|