Ebu's-Suud der ki: Cennetin meşrubatını dünyada en çok hoşa giden meşrubatın eksikliklerinden soyutlayıp arındırmak suretiyle bir temsildir. İbnü Abbas'tan rivayet edilmiştir ki, bu ırmakların sütü sağılmaz. Said b. Cübeyr'den de rivayet edilir ki, işkembe pisliği ve kan arasından çıkma değildir. Şarabı sıkıcıların ayağı ile çiğnenmez. Balı arılardan çıkmaz. Hem onlara meyvelerin her türlüsünden var. İçecekler öyle aktığı gibi yiyeceğin de her çeşidi var. Fakat ihtiyaç için değil sırf lezzet için, çünkü meyve lezzet için yenilir. Bir de meyve sermaye üzerinde elde edilen hasılata da denir. Cennetlikler sermayeden değil amellerinin meyvesi olan hasılat ve gelirlerden rızıklandırılacaklardır. Hem de Rablerinden bir mağfiret vardır. Mağfiret, günahı örtmek demek olduğuna göre o cennete girilmeden önce değil midir? O halde cennette mağfiretin mânâsı nedir? Buna demişlerdir ki; önce olan mağfiret günahtan hesaba çekilmeme mânâsına günahları örtmektir. Buradaki mağfiretten maksat ise utandırmamak için günahı hiç anmamak, hatırlatmamak mânâsına günahları örtmektir. Yahut mağfiretten maksat günahı iyilik ile örtmek mânâsına nimet ve Allah'ın rızasıdır. Artık bir düşünmeli hiç böyle bu cennette ebedî olacak olan müttakiler, O cehennem ateşinde ebedî olarak kalacak olan kimseye benzer mi? ki cennettekilerin o güzel içeceklerine karşılık bir kaynar su ile sulanırlar da bağırsaklarını parça parça eder.
16-Âyette geçen kelimesi kelimesinin çoğuludur ki mideden sonra yemeğin intikal ettiği bağırsağa denilir. Onlardan seni dinleyenler de var, ki bunlar münafıklardır. Resulullah'ın meclisine gelirler, sözlerini dinlerler, fakat iman ve itina ile dinlemedikleri için iyi bellemez. Hafife alırlardı. Hatta yanından çıktıklarında kendilerine ilim verilmiş olan, Resulullah'ın sözlerinden ders alıp da ilme nail olan Ashab-ı Kiram'a: "O demin ne dedi?" derlerdi. Bunu İbnü Mesud hazretlerine söylediklerine dair bir görüş vardır. Bunlar, bu söz anlamaz herifler O kimselerdir ki Allah kalplerinin üzerini mühürlemiştir. Ve hep hevalarına tabi olmaktadırlar, keyiflerine tabi ola ola, kendilerinden ve kendi hevalarından başka hiçbir şeye bakmayacak şekilde kalpleri mühürlenmiş olduğundan dolayıdır ki, kulaklarına söz girmez.
17- Halbuki hidayeti kabul edenlere gelince Allah yahut peygamberin söylediği söz onların takvalarını artırmaktadır. Takva hislerini, korunma sebeplerini artırmaktadır. O sayede onlar gereken hazırlığı yapmakta, saat gelince Allah Teâlâ'nın huzuruna takva ile varmaya çalışmaktadırlar.
18- Demek ki ötekiler sırf kıyamet saatini gözetiyorlar. Ansızın kendilerini bastırıvermesini bekliyorlar. Fiilen başlarına kıyamet kopmadan inanmayacaklar, söz anlamayacaklar. Çünkü belirtileri de geldi. Âyette geçen "Râ"nın fethasıyla kelimesinin çoğulu olarak, alametler, demektir. Yani o kıyamet saatinin alametleri geldi. Bunların başında buyuran ahir zaman peygamberinin peygamber olarak gönderilişi vardır. Şehadet parmağı ile orta parmağını göstererek: "Ben peygamber olarak gönderildim. Saat işte şu ikisi gibi." buyurmuştur. Ayın yarılması ve diğerleri gibi mucizeler göstermiştir. Böyle alametler geldiği halde iman etmediler. Demek ki o saatin bilfiil başlarına birdenbire gelivermesini bekliyorlar, bu âyette de kıyamet saatini, bütün dünyanın yıkılması mânâsına büyük kıyamet saati olarak yorumluyorlarsa da burada adı geçen kâfirlerin özellikle kendi saatleri, kendi kıyametlerinin kopması mânâsını anlamak daha makul ve "Belirtileri geldi." âyetinin mânâsı ile uyarıya daha uygundur. Bu alametler sûrenin ilk âyetlerinde gösterildiği üzere Muhammed'e indirilene iman edip güzel güzel, çalışmakta olan müminlerin günden güne ilerlemesi ve ona küfredip Allah yolundan sapan kâfirlerin Mekke'deki müşrikler cumhuriyetinin düşmesini ve şaşkınlığını anlatan alametler yani Hz. Muhammed'in mucizeleri olmalıdır. Onları gördükleri halde inanmayanlar bilfiil kendi başlarına kıyamet kopmadan inanmayacaklardır. Fakat o geldiği vakit akıllanıp anlamaları kendilerinin ne işlerine yarar? Çünkü o zaman korunmaya imkan kalmaz. Ümitsizlik halindeki iman makbul olmaz.
19-Sûrenin başından buraya kadar geçen açıklamalara bir sonuç olmak üzere buyuruluyor ki: Öyle ise şimdi iyi bil ki Allah'tan başka hiçbir ilâh yoktur, tapılacak, ibadet yapılacak, kulluk edilecek, mabud tanınacak başka hiçbir mabud yok, yalnız ilâhlık kendisinin hakkı olan Allah vardır. Gerçeğin böyle olduğunu şimdi kıyamet kopmadan önce bil. Bil de hem kendi günahın için mağfiret iste, hem de mümin erkekler ve mümin kadınlar için. Nerede dolaşıp, nerede karar kılacağınızı Allah bilir. Halinizin ne olduğunu dünya ve ahirette istikbalinizin nereye varacağını yalnız Allah bilir. Onun için olmuş veya olması mümkün olan her türlü günaha o şekilde istiğfar et. Bu istiğfarın cevabı Fetih Sûresi'nde gelecektir.
Meâl-i Şerifi
20- İman edenler: "Keşke cihad hakkında bir sûre indirilse." derlerdi. Ama hükmü açık bir sûre indirilip de, içerisinde savaş zikredilince kalplerinde hastalık olanların ölüm korkusuyla baygınlık geçiren bir kimsenin bakışı gibi sana baktığını görürsün. Oysa onlar için ölüm yaşamaktan daha uygundur.
21- Onların vazifesi itaat ve güzel söz söylemekti. Sonra iş kesinleşince Allah'ın emrine sadakat gösterselerdi, elbette kendileri için daha hayırlı olurdu.
22- Demek siz iş başına gelecek olursanız yeryüzünde bozgunculuk çıkaracaksınız ve akrabalık bağlarınızı koparacaksınız öyle mi?
23- İşte onlar, Allah'ın lanetlediği, kulaklarını sağır, gözlerini kör ettiği kimselerdir.
24- Onlar Kur'an'ı düşünmüyorlar mı? Yoksa kalplerinin üzerinde kilitleri mi var?
25- Gerçekten doğru yol kendilerine açıkça belli olduktan sonra gerisin geri küfre dönenlere şeytan, kötülüklerini güzel göstermiş ve onları uzun emellere düşürmüştür.
26- Çünkü onlar Allah'ın indirdiğini beğenmeyen kimselere: "Bazı işlerde biz size itaat edeceğiz." demişlerdi. Oysa Allah onların gizlediklerini biliyordu.
27- Melekler onların yüzlerine ve arkalarına vurarak canlarını alırken durumları nasıl olacak?
28- Bu onların Allah'ı gazablandıran şeylere uymaları ve O'nun rızasına sebep olacak şeyleri beğenmemelerinden dolayıdır. Allah onların amellerini boşa çıkarmıştır.
20-21- İman edenler diyorlar ki: "Bir sûre indirilseydi".
Durumlarında günden güne düzelme artmış, imanlarında sadık, ihlaslı müminler, kâfirlerin sapıklık ve azgınlıkları karşısında takva duygularının artmasıyla Allah yolunda cihada izin verilmesini arzu ederek o konuda bir sûre indirilmesine özlem duyuyorlar. Onun üzerine muhkem bir sûre indirilip, onda savaş anılınca, yani savaşın vacip oluşu, şüphe ve ihtimalden uzak, sağlam bir şekilde açıklanan bir sûre, yahut hükmü sabit, neshedilmemiş bir sûre. "Ey iman edenler! Küfredenlerle karşılaştığınız zaman hemen boyunlarını vurun." (Muhammed, 47/4) buyurulun bu sûre, "Allah yolunda savaşın." (Bakara, 2/190, 244), "Size savaş farz kılındı." (Bakara, 2/216) buyurulan Bakara Sûresi, "Ey iman edenler! Küfredenlerle karşılaştığınız zaman onlara arkalarınızı dönmeyin." (Enfal, 8/15). "Bir düşman topluluğu ile karşılaştığınız zaman sebat edin." (Enfal, 8/ 45) buyurulan Enfal ve nihayet Berâe (Tevbe) Sûresi gibi savaş anılan sûrelerin hepsi bu hususta muhkemdir. Savaş âyetleri "Savaş ağırlıklarını atana kadar." sabittir.
Görüyorsun ki o kalplerinde bir hastalık bulunanları, bir münafıklık, yahut din zayıflığı bulunanları. Sana öyle bir bakış bakıyorlar ki, tıpkı ölümden baygınlık gelmiş kimsenin bakışı gibi. Yani gözünü açmaya dermanı olmayan, ölmek üzere bulunan bir kimse gibi baygın baygın gözlerini kaldıramıyor, yan yan bakıyorlar, öyle korkuyorlar. O da onlara daha uygundur. Yani öyle kimselere de ölüm yaşamaktan daha uygun, daha münasiptir. Yahut den ismi tafdil olarak in de en dehşetlisi onlara demektir.
22- Demek ki iş başına gelecek olsanız. Burada "Tevellî"nin iki mânâya ihtimali vardır: Birisi, arkasını dönüp kaçmak mânâsına "tevellî"den, birisi de "velâyet"ten tefe'ül ölçüsü olarak, vali olmak, iş başına geçmek mânâsına tefsir edilmiştir. Dolayısıyla şu iki mânânın ikisi de doğrudur. Birinci mânâya göre nasıl o korkaklıkla döner, savaştan kaçar da yeryüzünde bozgunculuk yapar, ordu bozanlık edip, düşmanın istilasına sebep olur, ve yakınlarınızı doğratabilir misiniz?
ERHAM: "Rahim" kelimesinin çoğuludur. Rahim, esasen kadının çocuk yeri olan cihazıdır. Yakınlık kaynağı olması itibariyle akrabalığa da rahim denir. Bu mânâ ile akrabaya ulu'l-erham (rahim sahibi) denildiği gibi erham da denilir ki burada bu mânâyadır. Yani çoluğunuzu çocuğunuzu, kadınlarınızı hısımlarınızı parçalatabilir misiniz? Çünkü müslüman ordusunda bozgun çıkarıp, düşman istilasına sebep olunduğu takdirde meydana gelecek sonuç budur. Öbür mânâca nasıl o korkaklıkla iş başına geçer, kumandayı elinize alır da vatanınızı cahiliye devri gibi bozguna verir, ihtilal içinde hısım ve akrabalarınızı yine öyle perişan edebilir misiniz? Bu âyetle yakınlarla ilgiyi kesmenin haramlığına delil getirilir.
23-Burada bunları bu şekilde kınarken, böyle kınama yoluyla bile hitaba layık olmadıklarını anlatmak için hitabı değiştirmek suretiyle buyuruluyor ki: Onlar, o vasıfları anlatılan ve savaş emri kesinlik ve ciddiyet kazandığı sırada sadakatsizlik edip de yakınlarını doğratacak şekilde vatanlarını bozguna verecek olan kalbi hastalıklı olanlar, Allah'ın lanet ettiği, rahmet alanından kovduğu kimselerdir. Onun için kulaklarını sağır ve gözlerini kör etmiştir. Hak kelamını işitmezler. Nefislerde ve ufuklardaki hakkın âyetlerini görmezler, bakmak istemedikleri için görmezler.
24- Öyle olmasa Kur'an'ı bir düşünmezler mi? Yoksa birtakım kalpler üzerine kilitler mi vurulmuş? Bunun "Allah onların kalpleri üzerine mühür vurdu." (Nahl, 16/108) âyetinin mânâsı üzere istifham-ı takdirî olması sözün gelişine daha uygundur. Burada fâsılası ta yukarıdaki fâsılasına bakmaktadır. Onu hatırlatır, gözden kaçırılmasın.
25- Şüphesiz gerisin geri irtidada doğru gidenler, şeytan onlara fit verdi. Büyük günahları önemsiz göstererek şehvetlere saldırttı. Ve onları arzu ve uzun emellere düşürdü.
26- Şu sebeple ki bunlar, bu münafıklar Allah'ın indirdiğinden hoşlanmayanlar dediler: Kureyzaoğulları ve Nadiroğulları yahudileri Hz. Peygamber'e Kur'ân'ın indirilmesinden hoşlanmamışlardı. Kureyş müşrikleri de "Bu Kur'ân şu iki şehirden bir büyük adama indirilseydi ya." (Zuhruf, 43/31) demişlerdi. Münafıklar o yahudilere veya müşriklere gizlice söz vererek "Biz size bazı işlerde itaat edeceğiz." demişlerdi. Nitekim Haşr Sûresi'nde, "Münafıklık yapanları görmedin mi? Kitap ehlinden küfreden kardeşlerine 'Yemin ederiz ki eğer siz yurdunuzdan çıkarılırsanız mutlaka biz de sizinle beraber çıkarız. Ve sizin aleyhinizde ebedî olarak kimseye itaat etmeyiz. Size savaş açılırsa mutlaka size yardım ederiz' diyorlar." (Haşr, 59/11) buyurulmuştur. Ahzab (Hendek) savaşındaki ittifakları da vardı. Halbuki Allah onların o gizli konuşmalarını biliyordu. Öyle iken onu hesaba almadılar da Allah'a ve peygamberine karşı gizli ittifaka kalkıştılar.
27- "O halde melekler onların yüzlerine ve arkalarına vura vura canlarını alırlarken nasıl olacak bakalım?"
28- Allah onların amellerini boşa çıkarmıştır. Âyette geçen ihbat, amelin sevabını giderip hiçe indirmektir. Güzel amel günaha keffaret olup kötü ameli örttüğü gibi kötü ameller de iyi amelleri boşa çıkarır. Bu şekilde ihbat, keffaret ve mağfiretin zıddı demek olur. Anlaşılıyor ki onların iyi amelleri de yok değildi. Fakat Allah'ın gazabını davet eden şeyler yapıp rızasını gözetmediklerinden dolayı iyi amelleri boşa gitmiştir.
Meâl-i Şerifi
29- Yoksa kalplerinde hastalık olanlar Allah kendilerinin kinlerini hiç ortaya çıkarmaz mı sandılar?
30- Ey Muhammed! Eğer biz dileseydik onları sana gösterirdik. Sen de onları yüzlerinden tanırdın. Andolsun ki, sen onları sözlerinin üslubundan da tanırsın. Allah ise bütün yaptıklarınızı bilir.
31- Andolsun ki, biz içinizden cihad edenlerle sabredenleri ortaya çıkarıncaya ve yaptıklarınızla ilgili haberlerinizi açıklayıncaya kadar sizi deneyeceğiz.
32- Şüphesiz ki, inkâr edenler, Allah yolundan menedenler ve kendilerine doğru yol açıkça belli olduktan sonra Peygamber'e karşı gelenler Allah'a hiçbir zarar veremeyeceklerdir. Allah onların yaptıklarını boşa çıkaracaktır.
33- Ey iman edenler! Allah'a itaat edin, Peygamber'e itaat edin ve amellerinizi boşa çıkarmayın.
34- Şüphesiz ki, inkâr edip, Allah yolundan saptıran, sonra da kâfir olarak ölenlere gelince Allah onları asla bağışlamayacaktır.
35- Sakın gevşemeyin ve üstün olduğunuz halde barışa çağırmayın. Allah sizinle beraberdir. O sizin amellerinizi eksiltmeyecektir.
36- Dünya hayatı ancak bir oyun ve eğlenceden ibarettir. Eğer iman eder kötülükten sakınırsanız, Allah size mükâfatınızı verir. Ve sizden bütün mallarınızı harcamanızı da istemez.
37- Eğer sizden onların tamamını isteyip de sizi zorlasaydı cimrilik ederdiniz. Bu da sizin bütün kinlerinizi ortaya çıkarırdı.
38- İşte sizler Allah yolunda harcamaya çağrılan kimselersiniz. İçinizden kiminiz cimrilik ediyor. Ama cimrilik eden ancak kendi zararına cimrilik eder. Allah zengindir, siz ise fakirsiniz. Eğer siz Hakk'tan yüz çevirirseniz Allah yerinize başka bir kavim getirir. Sonra onlar sizin gibi olmazlar.
29- Allah kendilerinin kinlerini hiç meydana çıkarmaz. Yani Allah bilse de peygamberine ve müminlere bildirmez mi zannettiler? Ne boş zan!
30- Dilesek onları sana gösterirdik de. Kâdı Beydavî gibi bazıları burada göstermeyi kalbî ve ilmî gösteriş yani tarif etmek, tanıtmak mânâsına tefsir etmişlerse de zahir olan gözle gösteriştir. Marifetin onun üzerine tertibi daha kuvvetli görülür. Şöyle ki: Gösterirdik de kendilerini simaları ile şahıslarını tayin ettiren farklı alametleri ile tanırdın. Bununla beraber sen onları sözlerinin lahninde de tanırsın. Sözün lahni, söyleniş tarzı, edası, üslûbu, yahut eğimi, kıvrımıdır.
Nitekim i'rabda veya tecvidde hataya da lahin denilir. Mesela zafer elde edildiği zaman "Biz de sizinle beraberdik." (Ankebut, 29/10) demeleri, biraz sıkışınca "Şüphesiz bizim evlerimiz açıktır." (Ahzap, 33/13) demeleri, yahut demin geçtiği üzere "o demin ne dedi?" demeleri gibi sözler hep sözün lahni cümlesindendir. Allah bütün amellerinizi bilir. Hepinizin niyetlerinize göre, iyiye iyi, kötüye kötü, uygun olan karşılığını verir.
31- Ve andolsun ki sizi imtihana çekeceğiz. Cihad gibi bazı meşakkatli sorumluluklarla mükellef kılacağız. Ta ki içinizden cihad edip uğraşanları ve sabredip dayananları bilelim. Yani belli edip meydana çıkaralım. Ve haberlerinizi deneyelim. Yani cihad ve sabrınıza, iman ve sadakatinize, kahramanlıklarınıza ait haberlerinizi, uyulması gereken bir örnek olması için imtihan meydanlarından görünür âleme yayıp ilan edelim.
32- "Haberiniz olsun ki o inkâr edip Allah yolundan meneden ve hak kendilerine açıkça belli olduktan sonra peygambere karşı gelenler" Kureyzaoğulları, Nadiroğulları veya Bedir günü müşrikler ordusunu besleyenler gibiler Allah'a hiçbir zarar verecek değillerdir. Yani Allah'ın peygamberine hiçbir zarar eriştiremezler de O, onların amellerini boşa çıkarır. Yani iyi amellerinin sevabını o küfür ve sapıtıp karşı gelmeleri ile mahvedecek, yahut o yoldaki bütün mesailerini, çalışmalarını hiçe giderecektir.
33- Ey iman edenler! Allah'a itaat edin, Peygamber'e itaat edin de amellerinizi iptal etmeyin. Yani öbürlerinin yaptığı gibi küfür, münafıklık, kendini beğenme, riya, başa kakma, eziyet etme ve bunlara benzer itaatsizlik ve başlanmış olan herhangi bir ameli bozup iptal edecek ters bir fiil ve hareket ile boşa gidermeyin, hükümsüz bırakmayın.
34-Çünkü "Haberiniz olsun ki küfredip Allah yolundan sapan, sonra da kâfir oldukları halde ölenleri Allah hiçbir zaman bağışlamaz." Yani amelleri boşa çıkarıldıktan başka bir bağışlanma ihtimali de yoktur. Deniliyor ki bu âyet de Kalîb ashabı hakkında nazil olmakla beraber, küfür üzere ölenlerin hepsini kapsamaktadır.
35-Kalîb ashabı: Bedir'de öldürülüp kuyuya atılmış olan müşriklerdir. Öyle ise gevşeklik etmeyin, zayıflık göstermeyin, yani öyle küfür ile ölenlerin bağışlanmayacağı küfrün, itaatsizliğin amelleri boşa çıkaracağı malumunuz olunca artık amellerinizi iptal etmeyin ve gevşeklik, alçaklık yapmayın. Alçaklık edip de horluk ve miskinlik ile barışa yalvarmayın. Sizler en üstün, en galip olacak iken ve Allah sizinle beraber iken, yani size yardım ve zafer vaad etmekte iken Her iki halde o size amellerinizi noksanına ödemez, zulmetmez. Burada "Gevşeklik etmeyin ve barışa yalvarmayın." diye barışa yalvarmaktan menedilmiş olması, düşman tarafından yapılmış olan herhangi bir barış teklifinin reddini gerektirmez. Nitekim, Enfal Sûresi'nde "Eğer onlar, barışa yanaşırlarsa sen de ona yanaş." (Enfal, 8/61) âyetiyle barışa yanaşan düşmanların talebine karşı barışa yanaşmak, emredilmişti. Fetih Sûresi'nde geleceği üzere Hudeybiye barışı da müslümanların galibiyeti halinde idi. Demek ki maksat herhalde, barışı reddetmek değil gevşeklik edip de zillet ile barışa talip olmamaktır. Bunlar, Muhammed ümmetinin, "İman edip salih amel işleyenler ve Muhammed'e indirilene inananlar" (Muhammed, 47/2) niteliğini muhafaza etmek şartıyla gelecekte ulaşacakları yüksekliği haber vermekle peygamberine vaaddir.
36-Bu şekilde ileride vaad edilmiş olan fetihlere hazırlık ve ahiret sevabına teşvik için buyuruluyor ki: Dünya hayatı sırf bir oyun ve eğlenceden ibarettir. Öyle sebatsız önemsizdir. İlerisi için bir kazanç ve koruma vasıtası olmak üzere istifade edilmediği takdirde hiçtir. Ve eğer iman eder ve ahiret için korunursanız iman ve takvanızın sevaplarını Allah size verir. Bütün mallarınızı da istemez. O korunmak ve cihad etmek için lâzım gelen masraflara infak etmek üzere mallarınızın hepsini de istemez.
37- Eğer sizden o mallarınızın hepsini ister de sizi çıplak bırakacak olursa, zekat veya savaş teklifi adına mallarınızın kökünü kazıyacak olup bütün mallara el koymaya kalkışırsa cimrilik yaparsınız, esirger, vermezsiniz. Vermemeye hakkınız olur. O zaman bütün kinlerinizi meydana çıkarır. Bozgun ve ihtilal çıkarmaya sebep olur. Fakat Allah ve peygamber sizden öyle bütün mallarınızı istemez.
38- Siz anlarsınız ki Allah yolunda infak edesiniz diye davet ediliyorsunuz, ki bu davet zekatı ve savaş techizatını, yardımını kapsayabilir. Allah daha iyisini bilir, Mekke'nin fethine dair hazırlıklardır. Yine de içinizden cimrilik yapan var. Fakat her kim cimrilik eder, kıskanırsa sırf kendi nefsinden kıskanmış olur. Çünkü infakın menfaati, cimriliğin zararı kendine ait olur. Allah zengindir. Fakir sizsiniz, ihtiyaç sizindir. Bu emirler sizin ihtiyacınız, sizin menfaatiniz içindir.
Ve eğer siz yüz çevirirseniz, yani o iman ve takva ile infaktan çekinerek bu emre sahip olmayacak olursanız, size bedel başka bir kavmi tutar, bu işin başına geçirir. Sonra onlar sizin gibi olmazlar. İman ve takva ile bu işe sahip olur, vaad edilmiş olan sevap ve fetihlere onlar nail olurlar. (Mâide Sûresi'ndeki "Ey iman edenler, sizden her kim dinden dönerse..." (Mâide, 5/54) âyetinin tefsirine bkz.)
.
__________________
Sözün kıymetini '' Lal'' olandan,
Ekmeğini kıymetini ''Aç '' olandan,
Aşkın kıymetini ''Hiç'' olandan öğren..
|